2016’da soykırım operasyonları tavan yaptı!
Geride kalan bir yılda tek adam rejimi uğruna binlerce insanın katledildiği, kentlerin alt üst edildiği Türkiye'de, sırf hükümetle aynı görüşte olmadığı için on binlerce insan tutuklandı.
Geride kalan bir yılda tek adam rejimi uğruna binlerce insanın katledildiği, kentlerin alt üst edildiği Türkiye'de, sırf hükümetle aynı görüşte olmadığı için on binlerce insan tutuklandı.
Kasım 2015 yılında yapılan genel seçimlerin ardından bir kez daha tek başına iktidar olan AKP hükümetinin, tümden güdümüne aldığı yargı alanında geride bırakılan 1 yıl Türkiye’yi dev bir hapishaneye çevirdi. Özellikle 15 Temmuz sonrası hükümetin sözünden çıkamaz hale gelen adliyeler, yandaşlarla dolduruldu. Polis fezlekelerinin savcı ve hakimler için tek delil sayıldığı yargılamalarda, on binlerce insan tutuklandı. Sosyal medya paylaşımları, aile içi sohbetler, milletvekillerinin siyasi faaliyetleri, belediye eşbaşkanlarının çalışmaları, köşe yazarlarının yazıları, gazetecilerin yaptığı haberler, öğretmenlerin öğrencilerle diyalogu, sinemacıların çektiği filmleri, akademisyenlerin görüşlerini açıklamaları tutuklanmak için yeterli sayıldı. Binlerce insan, sırf hükümetle aynı görüşte olmadığı için gözaltına alındı ve tutuklandı. Tutuklananların savunmaları dikkate alınmadığı gibi, mahkemeler karar verirken de hukuki kıstasları değil hükümet politikalarını esas aldı. Şu an Türkiye’deki yüzlerce cezaevinde 200 bin kadar tutuklu bulunuyor. Kapasitenin çok üzerindeki cezaevlerinde işkence, keyfi muamele, yasak ve baskılar da eksilmiyor.
KHK BAHANE OLDU
23 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararnamesinin (KHK) 6. maddesinin (d) bendinde, tutukluların avukatları ile görüşmelerinin sesli ve görüntülü olarak kaydedilebileceğine, bu görüşmeler sırasında görevlilerin hazır bulunabileceğine, avukat ile müvekkil arasındaki belgelere el konabileceğine ve avukat ve müvekkili arasındaki görüşmenin gün ve saat olarak sınırlandırılabileceğine yer veridi. Hatta avukatın müvekkili ile görüşmesinin ve onu temsil etmesinin yasaklanabileceğine ilişkin bir düzenleme de getirdi. Yine bu KHK ile tutsakların sadece birinci dereceden yakınları ile görüşebileceği, daha önce bildirdiği 3 kişilik görüşçüleri ile görüşemeyeceği, telefonla haberleşme hakkından ancak 15 günde bir ve sayılan bu kişilerle sınırlı olarak 10 dakikayı geçmemek üzere faydalanabileceği sınırı getirildi. Cezaevi idareleri keyfi olarak tutsaklara hücre cezaları verirken, içeriye gazete ve kitap gönderilmesini de engelliyor.
ÖCALAN İLE GÖRÜŞMELERE İZİN VERİLMİYOR
Türkiye’deki tüm cezaevleri arasında kendine özgü kuralların uygulandığı İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit sürüyor. 27 Temmuz 2011’den bu yana hiçbir şekilde avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan, 5 Nisan 2015’te yanına giden HDP heyeti ile yaptığı görüşmeden sonra tümden ağır tecride alındı. Aradan geçen bunca zamanda Öcalan sadece Amed’de birçok alandan 50 kişinin İmralı’dan bir haber alabilmek amacıyla 5 Eylül’de başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi üzerine 11 Eylül’de kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmüştü. Bu görüşmede Öcalan, sağlık durumunun eskisi gibi olduğunu belirtmiş, Kürt sorununun çözümüne dair önemli mesajlar göndermişti. 17 yıldır tek başına ada koşullarında tutulan Öcalan’ın durumunu yerinde görmek amacıyla 2 Mayıs’ta İmralı Cezaevi’ne ziyaret gerçekleştiren CPT, Öcalan ve diğer 3 tutsağın şartlarını inceledi. CPT, 2013 yılında yaptığı önerilerin Türk otoritelerince yerine getirip getirilmediği yerinde gözlemlemek amacıyla ziyaret gerçekleştirdiklerini duyursa da sonrasında konuya dair hiçbir açıklama yapmadı.
12 MİLLETVEKİLİ CEZAEVİNDE
AKP hükümetinin Çöktürme Planı kapsamında devreye koyduğu tasfiye planında en büyük yönelimi gösterdiği alan kuşkusuz siyasi alan oldu. HDP ve DBP eş başkanları, milletvekilleri, belediye eş başkanları, il, ilçe eş başkanları ve yöneticileri ile üyelerine dönük her yerde tutuklama furyasına imza atıldı. 7 Haziran seçimlerindeki zaferinin ardından hükümetin yok etmek için her yöntemi denediği HDP’nin seçilmişlerine 4 Kasım gecesi eş zamanlı gözaltı operasyonu yapıldı. Eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile Grup Başkanvekili İdris Baluken, HDP Şırnak milletvekilleri Leyla Birlik ve Ferhat Encü, HDP Amed Milletvekili Nursel Aydoğan, Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, Hakkari milletvekilleri Selma Irmak, Abdullah Zeydan ve Nihat Akdoğan tutuklanarak cezaevine konuldu. Grup Başkanvekili Çağlar Demirel ve Siirt Milletvekili Besime Konca’nın ise 13 Aralık’ta tutuklanmasının ardından yaklaşık 6 milyon seçmenin oyunu alan HDP’nin 12 milletvekili tutuklanmış oldu. Bir çok HDP milletvekili hakkında ise haklarında başlatılan soruşturmalar kapsamında zorla getirme kararları çıkarıldı.
DBP’DE TUTUKLANMAYAN KALMADI
Kürdistan’ın en örgütlü siyasi partisi olan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) de hükümetin hedefindeydi. Son bir yılda 7 bin 250 Kürt siyasetçi gözaltına alındı. Bunlardan DBP eş genel başkanları Sebahat Tuncel ve Kamuran Yüksek ile birlikte en az 3 bin 77 kişi tutuklanarak cezaevine konuldu. Yüksek daha sonra tahliye edilirken, özellikle DBP’li belediyeler 11 Eylül’de devreye konulan kayyum politikasıyla halkın elinden alındı. Şu ana kadar 6 il, 3'ü büyükşehir belediyesi olmak üzere 50 belediyeye kayyum atandı. 70 belediye eş başkanı tutuklanıp cezaevine gönderildi. Birçok belediyede ise fiili olarak kayyum görev yapıyor.
ÖZGÜR FİKİRLER HAPSEDİLDİ
Basın ve ifade özgürlüğünün de ayaklar altında alındığı Türkiye, tutuklu gazeteci sıralamasında dünya birincisi oldu. Bir çok TV, gazete, radyo ve yayınevinin kapısına KHK’lerle kilit vurulurken, gazetecilere Özgürlük Platformu en az 146 gazetecinin, CPJ ise en az 81 gazetecinin tutuklu olduğunu kaydetti. Tutuklu gazeteciler arasında özgür basın çalışanları, Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarından 10 isim, Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay, Ahmet Altan, Kadri Gürsel, Mehmet Altan gibi önemli kalemler de yer alıyor. Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ- Comittee to Protect Journalists) 2016 yılı raporunda, Türkiye’nin gazeteci hapseden ülkeler arasında en kötüsü” olduğunu açıkladı. Türkiye’de basın özgürlüğüne ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunulan raporda, dünyada en çok gazeteciyi hapse atma konusunda rekor kıran ilk üç ülkenin Türkiye, Çin ve Eritre olduğunu duyurdu.
İnsan hakları alanında ve özellikle cezaevleri konusunda uzun yıllardır mücadele yürüten, İnsan Hakları Derneği Örgütlemeden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Necla Şengül, cezaevlerindeki duruma ilişkin sorularımızı yanıtladı.
Türkiye'de darbe girişimi sonrasında yoğun artış göstermekle birlikte son bir buçuk yılda on binin üzerinde kişi tutuklandı. Bu tutukluların büyük oranda siyasi olduğunu biliyoruz. Cezaevleri dolup taştı ve Adalet Bakanlığı, yeni cezaevleri inşa ettiklerinin "müjdesi"ni verdi. Peki şu an cezaevlerinin koşulları nasıl? İnsan hakları örgütleri veya meclis cezaevlerini araştırma komisyonu cezaevlerinde ne kadar inceleme yapabiliyor?
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 12 Ekim 2016 tarihi itibariyle 372 ceza infaz kurumunda 194 bin 973 hükümlü ve tutuklu bulunduğunu açıkladı. Toplam kapasitesi 189 bin 269 kişilik kapasiteye sahip 372 ceza infaz kurumlarında demek ki 6 bin yerde yatmakta, yani yatağı yok. Bu sayının biz gerçekçi bir rakam olduğunu düşünmüyoruz. Çünkü mahpusların başvurularından biliyoruz ki hapishanelerde tüm salonlar, ortak kullanım alanları, basketbol salonları koğuş olarak değerlendirilmektedir. Özellikle darbe girişimi sonrası tutuklananlar bu alanlarda bulunmaktadırlar. Ayrıca Bozdağ, 2017 yılında 175 adet yeni ceza infaz kurumu inşa edileceğini söyledi. Bu tür açıklamalara biz insan hakları savunucuları çok alışkınız. Adalet bakanı mevcut hapishanelerde yaşam alanlarını rahatlatmak yerine yeni hapishaneler kurarak yeni mahpuslara yer açmayı düşünmektedir. Ülkeyi hapishaneler ülkesine çevirmek ve kendi gibi düşünmeyen herkesi bu bir Facebook paylaşımı bile olsa tutuklamak niyetinde olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Hapishanelerdeki hak ihlalleri açısından sorunu şöyle değerlendirebiliriz. 12 Eylül’de hapishane koşullarını birebir yaşayan biri olarak bile şu anda mevcut durumla kıyaslanmayacak vahşetler yaşanmaktadır hapishanelerde. Girişinizle başlayan çıplak arama dayatması her türlü zulümle devam etmektedir. Hatta derneğimize başvuran siyasi mahpuslar özellikle darbe iddiası ile tutuklanan mahpuslara yapılanları işkenceyi bize anlatmaktadırlar. Artık hapishanelerde hiçbir mahpusun can güvenliği yoktur. Osmaniye Cezaevi bunun en somut örneğidir. Mahpuslar rapor almak için hapishaneden hastaneye götürülürken yolda indirip ıssız bir arazide ölümle tehdit edilmiştir. Bunun gibi çok örnekleri raporlarımızda bulabilirsiniz. Uzun bir süredir özellikle yaşanan hak ihlallerini anlatacak çözüm sunacak veya bizi dinleyecek tek bir yetkili makam yok. Hapishanelere giden heyetlerimiz kabul görmüyor ya da görüşen yetkili sizi tek bir şey söylüyor ben devletim yaparım. Oturup hapishanelere dönük sorunları tartıştığımız yetkililer şimdi tavırları değişti. Hapishaneler ayrıca artık kapıları insan hakları savunucularına değil yurtdışından gelen izleme heyetlerine bile kapalıdır. Zaten bizler çok zor açılırdı bu kapılar şimdi değil kapıların açılması idareler tarafından bile kabul görmüyoruz. Cezaevi kapıları evet bize sonuna kadar açık. Ama sadece mahpus olarak. Tutuklanan arkadaşlarımız şimdi içerde ihlalleri izliyor birebir yaşıyor. Meclis izleme komisyonu çalışmalarının da çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum.
OHAL ilanı ile birlikte 30 günü bulan gözaltı süreleri sırasında ciddi işkence ve kötü muamele iddiaları kamuoyuna yansıyor. Derneğinize ulaşan veriler de bu doğrultuda mı? Birçok doktorun korkudan işkence görenlere rapor veremediği bilgileri yansıyor, bu konuyu değerlendirir misiniz?
Evet, OHAL sürecinde gözaltında işkence ve kötü muamele başvurularımız yoğunluk kazandı. Özellikle bazı illerde bu artış çok yoğun mesela basına da yansıyan Urfa raporumuz bunun en belirgin kanıtıdır. Hapishaneden 100 üzerinde mahpus gözaltı süreçlerinde işkencenin her türlüsünü yaşadıklarını bize yazdılar. Konuyla ilgili bir raporumuzu da kamuoyu ile paylaştık. Bu raporumuzda hatta hekimlerin gözaltı aracına gelip gözaltındaki kişiye sağlık kontrolü yaptığı belirtilmiştir. Yine son bilgimize göre Urfa’da 210 kişinin bir spor salonunda tutulduğu bir tuvaleti kullandığı, 5 günde bir hekimin bariyerlerin ardından ‘Sağlık sorunu var mı?’ diye sorup gittiğini biliyoruz. Özellikle sağlık muayenesine polislerin de girdiğini, doktorun da ters kelepçe sebebiyle oluşan izlere rağmen darp raporu vermediğini biliyoruz. Hekim-hasta ilişkisinin bütününde, yani gerek muayene ve tedavi sırasında, gerekse raporlama ve tıbbi belgeleme (gözaltı muayeneleri, işkence vb. kötü muamele iddiaları gibi) süreçlerinin tamamında hiçbir otoritenin baskısı, talepleri ya da olağanüstü durum gerekçe gösterilerek hekimler üzerinde baskı ya da yönlendirme yapılması kabul edilemez. Hekimler açısından da bir baskı söz konusudur. Meslek etiğine saygı duyan hekimler ciddi anlamda baskı altındadır. Dünyanın her bir yanında her darbe, diktatörlük döneminde hep aynı yöntem. Her türlü insan hakları ihlalini, kötü muameleyi, işkenceyi yap. Yakalanınca da ellerini yıkamak için doktorları kullan. TTB her zaman uyardı. Adil Yargılanma İçin İstanbul Protokolü şarttır. Hekimlerden aldığınız raporların geçerli olabilmesi için hekimin baskıdan uzak bir ortamda bağımsızca karar verebilmesi gerekir. Öyle baskıyla, tehditle, zorla emniyete getirdiğiniz doktorlardan aldığınız raporların hiçbir geçerliliği yoktur. TTB bu konuda duyarlı bir çalışma içinde olduğunu biliyorum.
Uzun yıllardır İnsan Hakları Derneği'nde hak mücadelesi veriyorsunuz. Bir insan hakları savunucusu olarak, özellikle darbe girişimi sonrasında toplumsal muhalefet üzerinde estirilen gözaltı ve tutuklama furyasının yansımaları ne oranda? Başvurucularınız arasında sizin dikkatinizi çeken hususlar var mı? Örneğin İHD'ye başvurular arttı mı yoksa - kimi sebeplerden dolayı - azaldı mı?
İnsan hakları savunucusu olarak hepimiz yaşananlar karşısında çok kaygılıyız. Bizler endişelerimiz hep ifade etmiştik ama bu sefer kaygımız çok daha derin. Bunun yanı sıra muhalefetin her kesimine dönük tutuklama furyası söz konusu. Milletvekillinden, akademisyenden, gazeteciden, hekimden, öğrenciden herkesle kavgası var iktidarın. Toplumun her kesimi hapishane ile tanıştı. Hapishaneler bir ülkenin aynasıdır, aynadaki görüntümüz hiç iç açıcı değil. Derneğimize her kesimden başvuru geliyor. Özellikle darbe sonrası tutuklanan hakimlerden, savcılardan, askerlerden ve polislerden başvuru alıyoruz. Onların yanı sıra derneğimiz muhalif kesimin zaten başvurularını almakta, aileler gelmekte derneğimize. Bu yıl sadece 958 işkence ve kötü muamele başvurusu aldık ki bu rakam son ayları içermiyor. Mesela sürgün edilen her mahpus hapishane çıkışında yolda ring aracında, yeni hapishaneye kabulde işkence görmüş. Daha bu rakamı çıkaramadık çünkü çok yoğun sevkler yaşandı. 2016 yılı hapistekiler için ateşten bir yıl oldu. Ateş sadece düştüğü yeri yakmadı ateşin yanında durma cesareti olan yüz binlerce ailelerinde yüreği yandı. Biz de bu nedenle ateşi seyretmedik yanında durduk gördük izledik tanık olduk kaygımız bundan dolayı artmıştır.
Bunca yaşanan gelişmeler cezaevlerindeki hasta mahpusların durumunu da geri plana itti. Sizin de raporlarınıza yansıyan ağır hasta mahpusların başvuruları ne aşamada? Sağlık hakkı ve tedavilerinin tam anlamıyla yerine getirilmesi konusunda ne tür sorunlar yaşıyorlar?
Evet, işkencenin kötü muamelenin arttığı bir yerde sağlık hakkı üzerinden mahpuslara yapılan işkencenin en acımasızca kanıtıdır. Şu günlerde özellikle tedavi önünde engeller artmıştır. Derneğimiz hapishanelerdeki sağlık sorunlarına dönük 2008 yılında başlatmış olduğu bir çalışma vardı. Yılda 3 kez güncellediğimiz bir listemiz ve hasta mahpusların takiplerini yapıyoruz. Bizim açımızdan bu anlamda bir geri plana itilme durumu yok. Bu çalışmamız aynı rutinde devam etmekte birçok şubemiz hasta mahpus eylemlerine devam etmektedir. Tabi biz çalışmamıza devam ediyoruz ama yetkili makamların bu anlamda hiçbir çalışması yok. Onlar hapishaneleri 200 bin mevcutlu bir ilçe olarak düşünüyorlar ve ‘1000 tane hasta normaldir’ diyorlar. Böyle bir yaklaşımları olduğunu anlamıştık bir görüşmemizde. Tabi bir ilçede yaşayan insanın sağlık sorunu ile bir dört duvar arasında mahpusun sağlık sorununu bir tutmak çok da anlamlı değil kabul edersek. Sağlık hakkı bizim mahpusların yaşadığı ihlaller konusunda en istikrarlı mücadele ettiğimiz bir alandır. Bu anlamda son hasta mahpus hapishane siz kendi doktorunda ve ailesinin yanında yaşamını sürdürünceye kadar devam edeceğimiz bir çalışmamızdır.