30 Mart direnişinin anısına bağlı kalınmalı

PKK Merkez Komite üyesi Cemal Şerik: Mahir Çayan ve arkadaşlarının şehadetlerinin üzerinden 44 yıl geçti. 44 yıldır da anılarıyla, mücadeleleriyle yaşadılar, yaşatıldılar

1 Mart 1972’de Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idamını engellemek için 3 İngiliz teknisyeni kaçırarak eylem yapan Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de gösterdikleri büyük direnişin ardından devlet güçleri tarafından katledildi. Denizler THKO’lu olmalarına rağmen THKP-C’li Mahirlerin birlikte mücadele amacıyla yaptığı bu eylem devrimci güçlerin ortaklaşa mücadele tarihine geçti. Mahirlerin bu eylemi yaparken bu ortak mücadele ruhunun devam edeceğine olan inancına dikkat çeken PKK Merkez Komitesi üyesi Cemal Şerik ‘böylesi bir tutumu ortaya koyarlarken arkalarından gelenlerin, onlarla birlikte mücadele eden arkadaşlarının davalarına sahip çıkacaklarını ve silahlarını yerde bırakmayacaklarını biliyorlardı. Buna inanıyorlardı ve öylede oldu’ dedi.

30 Mart 1972 Kızıldere direnişinin 44. yıl dönümünde Mahir Çayan ve arkadaşlarının halkların kardeşliği ve ortak devrim mücadelesini ANF’ye değerlendiren PKK Merkez Komitesi üyesi Cemal Şerik, sorularımızı yanıtladı.

30 Mart direnişi, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne nasıl bir yansıması oldu?

Bugün vesilesiyle 30 Mart’ta şehit düşen Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Cihan Alptekin, Ömer Ayna’nın da içinde yer aldığı on büyük devrimcinin şahsında tüm devrim ve sosyalizm şehitlerini bir kez daha andığımı belirtiyorum. Mahir Çayan ve arkadaşlarının şehadetlerinin üzerinden 44 yıl geçti. 44 yıldır da anılarıyla, mücadeleleriyle yaşadılar, yaşatıldılar. Ancak gerektiği gibi yaşatılabildiler mi? Tabi ki bunlar sorgulanması gerekir. Şehadetlere verilebilecek en anlamlı cevapta bu noktada ortaya çıkacaktır. Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de şehit düştüklerinde orada şehadeti göze alarak bir mücadele içerisine girdiler ve direniş sergilediler.

Bu direnişin ardından da şehadete ulaşacaklarını biliyorlardı. Ve bunu severek göze aldılar. Tabi böylesi bir tutumu ortaya koyarlarken arkalarından gelenlerin, onlarla birlikte mücadele eden arkadaşlarının davalarına sahip çıkacaklarını ve silahlarını yerde bırakmayacaklarını biliyorlardı. Buna inanıyorlardı ve öylede oldu. Bugün Kürdistan’da gelişen özgürlük mücadelesi bu anlamda Mahir Çayan ve arkadaşlarının şehadetine verilen bir karşılık olarak tarihe geçti. Ki bu mücadeleye öncülük eden, bu mücadelenin önderi ve oluşturucusu olan önder Apo’nun devrim ve sosyalizm mücadelesinde ısrarlı bir şekilde tutum belirlemesi Mahir Çayan ve arkadaşlarının şehadetinin ardından gerçekleşmiştir. Mahir Çayan ve arkadaşlarının şehadetinin gerçekleştiği günün ertesi Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Önder Apo’nun da içerisinde aktif bir şekilde yer aldığı bir grup protesto eylemi gerçekleştirmiştir. Mahir Çayan ve arkadaşlarına bu eylemle birlikte sahip çıkmışlardır. Bu eylemden dolayı da devlet güçler tarafından gözaltına alınarak yedi ay gibi bir süre cezaevinde kalmıştır

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan cezaevine girdikten sonra nasıl bir süreç yaşandı?

Önder Apo'nun ceza evinde kaldığı süreç; Mahir Çayan ve arkadaşlarının 1970’in başlarında devrimci mücadeleye yön vermesi tüm öncülerin mücadele çizgilerini, düşüncelerini sorgulama, değerlendirme ve ondan sonuçlar çıkarmasına neden olan bir süreç olarak gerçekleşmişti. Önder Apo bu anlamda tutsaklık döneminde gerçekten de Mahirlerin anısına en anlamlı cevap nasıl verecek yoğunlaşmasında belirli bir sonuca ulaşmıştı. Bugün Kürdistan’daki özgürlük ve demokrasi mücadelesinde bu aşamaya gelmesine olanak sundu. Böylesi bir mücadeleye öncülük ve önderlik etti. Önder Apo'nun Mahir Çayan’ın anısına bağlılığı ve vermiş olduğu bu karşılık gerçekten de doğru anlaşılmalı. Çünkü bugün Türkiye’de olsun Kürdistan’da olsun bu gerçek yeterince farkına varılamıyor. Bu anlamda ciddi bir eksiklik ve yetersizlik var. En azından Mahir Çayan ve arkadaşlarının şehadetlerinin kırk dördüncü yıl dönümünde bu eksiliğin giderilmesi için büyük bir çaba içerisine girilmesi gerekiyor.

Bu süreçte birçok farklı örgüt ve gruplar olmasına rağmen ADYÖD gibi oluşumlarda ortak bir mücadele veriliyordu. Bu tarzdaki oluşumlar sadece devrimci gençliğin ortaklığını mı ifade ediyordu?

Önder Apo 1972’nin son aylarında zindandan çıktıktan sonra Mahir Çayan ve arkadaşlarının mücadelesine kaldığı yerden devam etme arayışı içerisine girdi. Bunun içinde ilk işi bu mücadele nasıl gerçekleştirilecek bunun arayışı şeklinde somutlaştı. 73’lerden itibaren yeniden toparlanmaya başlayan Türkiye’deki devrimci demokratik öğrenci gençlik hareketi içerisinde de bu anlamda yerini aldı. ADYÖD’ün oluşumunda öncülük düzeyinde yer alan, görev ve sorumluluk üstlenenler arasında bulundu. Önder Apo'nun ADYÖD içerisinde yer alması, öylesi bir oluşuma öncülük etmesi aslında Mahir Çayan’ın düşünce yapısının öğrenci gençlik içerisinde pratik bir anlama kavuşması ve bir süreklilik ifade etmesine yönelikti.

Bu mücadele içerisinde de kesin olarak Kürt ve Türk ayrımı yoktu. Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan tüm halkların ortak mücadelesini ifade eden bir arayış öne çıkmıştı. O nedenledir ki ADYÖD bu anlamda Kürdistanlı ve Türkiyeli devrimcilerin bir araya geldikleri ortak mücadele geliştirme arayışlarını ifade etti. Apocu hareket bu anlamda bir yönüyle Türkiye’ye dayanırken diğer yanıyla da Kürdistan’a dayandı. İki ayak üzerine yükselmeyi hedefledi. Önder Apo'nun da yakın arkadaşları Türkiyeli arkadaşların olması bu anlamda önemliydi. Haki Karer ve Kemal Pir’de Önder Apo ile birlikte yeniden toparlanma içerisine giren öğrenci gençlik içerisinde en aktif rolü oynamışlardı. Haki Karer de Önder Apo gibi ADYÖD’ün yönetiminde yer almıştı. Önder Apo ile Haki Karer’in birlikteliği aslında Kürdistan ve Türkiyeli halkların birlikteliğiydi. Önder Apo, Haki Karer, 73 sonrası süreçte öğrenci gençlik içerisinde bunun mücadelesini verdiler. Bu mücadeleyi de tüm zorlukları göze alarak yürüttüler.

Türkiyeli devrimci gruplarda karşılığını buldu mu?

Türkiye’deki öğrenci gençlik içerisinde bu yeterince karşılığını bulmadı. O günkü süreçte öğrenci gençlik içerisindeki varılan ideolojik yetersizlikler ulusal sorun konusundaki yetersiz anlayışlar, Önder Apo ve Haki Karer şahsında ifadesini bulan Mahir Çayan ve arkadaşlarının düşünce yapısının genelleşmesi önünde engel teşkil etti. Bu nedenledir ki giderek o gençlik hareketi içerisinde Önder Apo'nun etrafında bir grup oluşmaya başladı.

Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan’ın etrafında bir grubun oluşması ayrışmayı ifade ediyor muydu?

Bu grubun oluşması Önder Apo'nun ilk başta ayrı örgütlenme şeklinde Türkiye devriminden kendini ayrı örgütlemesi şeklinde oluşmadı. Yine özünde Kürdistan ve Türkiye devrimlerinin birlikte yürütülmesi vardı. Ancak o günkü koşullarda deminki belirttiğimiz gibi öğrenci gençliğin sol hareketleri içerisindeki ulusal sorun konusundaki yetersiz yaklaşımlar, Mahir Çayan’ın, Deniz Gezmiş’in ve İbrahim Kaypakkaya’nın bu konuda ne dediklerinin yeterince kavranamaması Önder Apo'nun somutlaştırmak ve pratikleştirmek istediği bu düşüncelerin gelişmesini engelledi. Önder Apo'nun Kürt sorununu çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerine özünde belirttiği görüşlerle Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin belirttikleri düşünceler arasında bir farklılık yok.

Mahirlerin çizgisinden geldiklerini savunan bazı gruplar Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan Kürt halkı için mücadele yürütmeye başladığında Mahirlerin çizgisine sahip çıkmadığını iddia ediyor. Bu söylemlerin gerçekte bir karşılığı var mı?

Mahir Çayan ulusal sorunu ele alırken ‘Ulusal sorunu ne misakı milli sınırları içerisinde ne de misakı milli sınırları dışında ele almak gerekir’ diyordu. Bunları bütünlüklü olarak değerlendirmemiz gerekir. Ki bu konuda da Mahir Çayan’ın öncülük ettiği Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesinde (THKP-C) Kürt sorununa ilişkin özel araştırma yapmak ve görüş oluşturmak üzere Hüseyin Cevahir’i görevlendirmişlerdi. Hüseyin Cevahir’in THKP-C içerisindeki temel görevi de bu şekilde belirlenmişti. Yine Deniz Gezmiş idam sehpasına gittiğinde, o sehpayı tekmelerken ‘yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği’ demişti. Yine İbrahim Kaypakkaya ulusal sorun üzerine görüşlerini belirlerken ulusal sorunun sınıfsal karakterine de dikkat çekmekle birlikte Kürt halkının kendi kaderlerini tayin hakkını ancak kendisinin belirleyebileceğini ifade etmişti. Bunların hepsi belgelidir. Önder Apo da bu üç büyük devrimcinin ifade ettiği bu görüşler nasıl pratikleştirilecek mücadelesi içerisine girdi. Ancak bu Türkiye’deki sol hareketler içerisinde gerekli olan karşılığı bulmadı. Bu da Önder Apo etrafında önce ideolojik bir grubun oluşmasına neden oldu. Ardından da PKK’nin ilanıyla birlikte partileşmeye dönüştü. Burada da şunu çok açık bir şekilde belirtebiliriz. PKK ideolojik gruplaşma sürecinde olsun, partileşme sürecinde olsun hiçbir şekilde kendisini Türkiye devrimci hareketinden ayrı olarak görmedi. Bu anlamda Türkiye’deki devrimci hareketlerle çok yoğun ideolojik mücadele vermek istedi. Fakat yürütmek istediği bu ideolojik mücadele, birlikte mücadele ve bu mücadeleyi pratikleştirme mücadelesine girilen arayışlar yeterince karşılığını bulmadı.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortak mücadelenin karşılık bulabilmesi için birçok girişimlerinin olduğu biliniyor. Bu girişimlerden biraz bahsedebilir misiniz?

Örneğin 1978’de Maraş katliamı gerçekleşmişti. Maraş katliamının ardından Önder Apo bizzat Türkiyeli devrimci demokrasi güçleriyle, bunları temsil eden örgütlerle ortak bir mücadele zeminin yaratılması için tartışmalar içine girilmesini belirledi. Bunun için görevlendirilen arkadaşlar oldu. Ve bunlar Türkiye’deki sol hareketlerle gidip görüşmeler yaptılar. Tartışmalar yürüttüler. 12 Eylül’ün gelebileceğini önceden öngören bir tutum sergilediler. Maraş katliamının ardından askeri darbenin geleceği devrimci demokratik güçlerin kendisi içinde birlik beraberlik sağlayamazlarsa bir askeri darbe karşısında bir direnişin sergilenemeyeceği şeklinde görüşlerini ortaya koydular. Buna da yeterince karşılık verilemedi. Buna karşılığın yeterince verilememesi sonucunda da Apocu hareket kendini PKK’de somutlaştırmıştır. 12 Eylül faşizmi gelmeden önce askeri darbeye karşı nasıl bir direniş içerisine girilecek. Bunun hazırlıkları içerisine girdi. Önder Apo Maraş katliamında devrimci demokrasi güçleriyle birlikte mücadeleyi geliştirme yönünde çağrılar yaparken aynı zamanda Denizlerin, mahirlerin ve İbrahimlerin pratiklerinden çıkardığı sonuçları bu anlamda hazırlıklar içerisine girmesi söz konusu oldu. 12 Eylül geldiği zaman Apocu hareket hazırlıklıydı. 12 Eylüle böyle koşullarda girildi.

12 Eylül faşizmi döneminde hemen hemen bütün sol örgütlere saldırı ve müdahale yapıldı. Faşizm kendi cephesini oluşturmuşken devrimci güçler açısından böyle bir dönemde devrim cephesi oluşturma zemini daha uygun değil miydi?

12 Eylül’den sonra da Türkiyeli demokrat güçleriyle birlikte hareket etme arayışları içerisine girilmişti. 1981- 82’de birlik komitesi oluşturuldu. Yine 1982’de Faşizme Karşı Birleşik Cephe oluşturuldu. 12 Eylül faşizmine karşı birlik komitesinin oluşturulması Türkiye ve Kürdistan halkının ortak devrimci mücadelesini ifade ediyordu. Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de şehadete ulaştıklarında nasıl bir gerçeği ifade etmişlerdi bunun iyi anlaşılması gerekir. Deniz Gezmiş Gemerek’te yakalanmıştı. Daha sonra Hüseyin İnan yakalandı. Bunlar yargılanmaya başladıklarında idam alacakları biliniyordu ve askeri sıkıyönetim mahkemelerinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına idam cezası verildi. İşte tam böylesi bir süreçte Mart ayının sonlarına doğru THKP-C ve THKO birlikte Denizlerin idamını nasıl engelleyebiliriz diyerekten bir kararlaşma içerisine girdiler ve birlikte Denizlerin idamını engellemek için Ordu’nun Ünye ilçesinde NATO dinlenme tesislerinde görevli olan üç İngiliz teknisyeni kaçırdılar. Bu eylemin kendisi ve Mahir Çayanların, Ömer Aynaların şehadete ulaşmalarına neden olan temel gerekçe, birlikte mücadeleydi. Farklı örgütler olmalarına rağmen mücadele birlikteliği oluşturdular. O açıdan Denizlerin idamını engellemek için Kızıldere’de gerçekleşen eylem Türkiye devrimci hareketi için bir manifestodur. Devrimcilerin birlikte ortak mücadele ile ancak sonuca ulaşabileceklerinin bir ilanıdır. Sonraki süreçte devrimcilere bırakılan bir vasiyettir. Önder Apo 12 Eylül’den sonra o vasiyetin gereğini yerine getirme temelinde Kürdistanlı ve Türkiyeli devrimcilerin ortak birleşik mücadele cephesini oluşturmuştur. PKK’nin 1. Konferansının belgelerinde, özellikle çağrı metninde PKK sempatizanlarına, kadrolarına ve Türkiyeli devrimciler ve demokratlara yönelik yapılan çağrıda devrimin gerçekleşmesi için, Kürdistan devrimi gerçekleştirilirken aynı zamanda Türkiye devriminin güçlendirilmesi temel bir görev olarak belirlenmiştir. İşte bu çağrı Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesinin oluşmasına imkan sunmuştur. Bu yönleriyle de Mahir Çayanların Denizlerin idamını gerçekleştirmemek için oluşturdukları mücadele birliği Kürdistan ve Türkiye halklarının mücadeleleri şeklinde somutlaşmıştır ve bu doğrultuda da Apocu hareket görev ve sorumluluklarını yerine getirmiştir.

Silahlı propaganda birlikleri grup grup Kürdistan’a taşınmıştır. 1984’e gelindiğinde 15 Ağustos atılımına dönüşmüştür. Bu Denizlerin idamını engelleme temelinde Kızıldere’de manifestosunu ilan eden Mahir Çayanın anısına verilen en anlamlı karşılıktır. Bu açıdan 1984’en sonraki gerilla mücadelesi sadece Kürdistan’da özgürlük mücadelesini geliştirmemiştir. Aynı zamanda Türkiye’deki demokrasi ve devrim mücadelesinin gelişmesine imkan sunmuştur. 1984’en sonra Türkiye’den devrimci hareketler belirli örgütlenme içerisine girmişlerse, kendilerine demokratik alanda imkan yaratma koşullarına ulaşmışlarsa bunda 1984 büyük 15 ağustos atılımının tarihsel bir önemi vardır. Bundan devrimci ve demokrasi güçleri gerektiği gibi yararlanabilmişler midir? Hayır, eksik kalmışlardır. Oysa 15 Ağustos’un yarattığı tarihsel zeminde Türkiyeli devrimci demokrasi güçleri çok büyük aşama kaydedebilirlerdi. Önder Apo'nun Türkiye sol hareketlerine bu konuda çağrılar yapmasına, tüm imkanlarımızı sizlerle paylaşmaya hazırız demesine rağmen bu gerçekleştirilememiştir. 1990’ların başında PKK’nin etkin olduğu alanlarda gerilla kampları açılması açısından çağrıda bulunulmuştur. Çok az sayıda grup buna yanaşmıştır. Gerektiği gibi büyük çıkışı gerçekleştirememiştir. Yine aynı şekilde 1990’ların sonuna doğru son hareketlerle birleşik devrim cephesi gibi güçlerinin birliği gibi bir ortaklaşma içerisine girilmek istenmiştir. Ama bu da gerektiği gibi sonuçlanmamıştır.

Birlikte mücadele etme isteğinin tek taraflı kalmasının Türkiye’nin demokratikleşmesindeki gelişimine nasıl bir etkisi oldu?

Bunu tek yanlı kalması Türkiye devrimine de Kürdistan devriminde gerektiği gibi katkı sunulmasının önüne geçmiştir. 1982’de Kürdistan’da Zorun Rolü diye PKK’nin öncülük ettiği askeri mücadelenin teorik çerçevesini ortaya koyan bir eser var. Kürdistan devriminin stratejik saldırısı diye adlandırılan kısmında şöyle ciddi bir belirleme var; Kürdistan devrimi stratejik saldırı aşamasına geldiğinde Türkiye devriminin de bu sürece gelmesi için aktif bir çalışma içerisinde olması diye bir belirleme var. Hatta Kürdistan devriminin denge dönemi bu anlamda Türkiye devriminin sürece katılımını sağlanması amacıyla uzaya bileceği yönünde de bir tespit var. Bu Türkiye devrimci hareketleriyle demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme arayışlarının göstergesidir. Fakat bunun gerçekleşmemesi Kürdistan’da devrim gelişirken Türkiye’deki devrim mücadelesinin cılız kalmasına neden oldu. Bu bir eksiklik yarattı. Eğer Türkiye Kürdistan devrim mücadelesinin yakaladığı gelişme düzeyini en azından kısmen de olsa yakalayabilseydi bugün bu halde olmazdı. Bunu iyi değerlendiremememiz egemenlere fırsat sundu. Bugün AKP iktidar olmuşsa bizim gerçekleştiremediğimiz devrimden dolayıdır. Bunun sonucunda AKP bize karşı-devrimi yarattı. Kürdistan ve Türkiye devrimi fırsatı kaçırıldı. Şunu da söyleyebiliriz: Kürdistan’da devrimci demokratik bilinç çok yüksek aşamaya ulaştı. Kürdistan toplumu politikleşti. Belli bir ideolojik düzeyi de yakaladı. Kürdistan halkı özgürlük mücadelesine sahip çıkarken kendi halk gerçekliği üzerinde bu mücadeleyi de yürüttü. Sonuna kadar Türkiye halkıyla mücadeleden yana oldu.

Sonuna kadar kardeşliği ilan etti. Bunun mücadelesini yürüttü. Birlikten yana tutum belirledi. Fakat bu Türkiye toplumu içerisinde gerekli karşılığı bulmadı. Devrimci demokrasi güçleriyle sınırlı kaldı. Halk içerisinde egemen güçleri milliyetçiliği, ırkçılığı geliştirdi. Türkiye’de yaşamak zorunda bırakılan Kürtlere karşı provokasyonları geliştirdi. Eğer Önder Apo, PKK engel olmasaydı Kürdistan ve Türkiye halkları arasında yüz yıllara yayılabilecek bir savaş koşulları oluşabilirdi. Tabi buna imkan tanınmadı. Fakat Türkiye toplumu içerisinde şovenizmin, milliyetçiliğin ve Kürt karşıtlığının gelişmesini engelleyemedi. Eğer Kürdistan ve Türkiye devrimci hareketleri arasında ortak mücadele olsaydı, gelişseydi Türkiye’de milliyetçilik ve ırkçılık yerine enternasyonalizm gelişirdi sosyalizm gelişirdi. Bugün AKP yüzde ellilere varan oy oranıyla iktidara gelmezdi. Devrimci demokrasi güçleri kendi yönetimlerini oluştururdu ve halka öncülük edebilirlerdi.

Son olarak geçtiğimiz haftalarda hem PKK’nin de içinde yer aldığı ve birçok Türkiye devrimci örgütlerinin katıldığı HBDH (Halkların Birleşik Devrim Hareketi) ilan edildi. AKP hükümetinin faşizm cephesi kurduğu ve başta Kürt halkı olmak üzere tüm Türkiye’deki demokratik güçlere saldırdığı bir dönemde 12 Mart darbesine karşı ilan edilen bu devrim cephesinin önemi sizce ne boyuttadır?

Şimdi yine Kürdistan Devrimci Hareketinin Türkiyeli devrimci demokrasi güçleri ile ortak mücadele arayışları var. Aslında tüm bugüne kadar ki girişimleri istenildiği gibi bir sonuç vermemişse bile bu arayışlarından da vazgeçmemişti. 12 Mart 2016 tarihinde Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) oluşturulması bu anlamda bugüne kadarki Kürdistan ve Türkiye halklarının ortak mücadele yaratma arayışlarının sonucudur. Hatta bunun da ötesine geçerek Türkiye metropollerinde ve Türkiye’nin çeşitli kırsal alanlarında ortak mücadele birliklerinin de yaratılmasına imkan sundu.

Aslında HBDH yaratılması, 12 Mart faşizmine karşı Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin ortaklaşa Denizlerin idamını engellemeye yönelik birleşik mücadele anlayışının Kürdistan ve Türkiye halklarının somutunda ortak mücadele ve devrim yaklaşımının somutlaşması olarak da görmek gerekir. Denizlerin idamını engellemek için birlikte mücadele arayışlarına verilen en anlamlı bir karşılık oldu. 1973’lerde ADYÖD’te gerçekleştirmeye çalışan Kürdistani ve Türkiyeli devrimciler ortak mücadele etmelerinin somutlaşması oldu. Yine Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’yle hedeflenenlerin somutlaşması anlamına geldi. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimciler faşizme karşı Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni oluşturarak 30 Mart’ın yıl dönümünde Mahirlerin anısına bağlılığı en somut bir şekilde ortaya koymuş oldular. Bunu da bir çağrı olarak görmek gerekir. Denizlerin, İbrahimlerin ve Mahirlerin izinde olduğunu söyleyip gerçekten de bağlı kalanların, onların mücadelesine devam ettirmek isteyenlerin onların somut adım atması gerektiği konusunda bir çağrı olarak görmek gerekir.

HDBH ilanı gerçekleştiğinde bundan büyük heyecan duyanlar var. Bu yeterli midir? Hayır, yeterli değildir. Hala birçok grup ve hareket HBDH’ne katılımı konusunda yetersizlikler içerisindedirler. Bununda aşılması ve 12 Mart döneminde şahadete ulaşan büyük devrimcilerin bıraktıkları mirasın yaşatılması doğrultusunda o mücadele birlikleri içerisinde yer almalılar. Bu Kürdistan’da gelişen öz yönetim direnişleriyle yaşatılıyor. Öz yönetim direnişlerinde şehit düşenler bağlılıklarını ifade ederken özünde Denizlere, Mahirlere ve İbrahimlere olan bağlılıklarını da ifade etmiş oluyorlar. Tüm bu vesileyle bir kez daha belirtmek gerekir ki Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz ve Kızıldere’de şehit düşen tüm devrimciler bu mücadele gerçekliği içerisinde yaşıyorlar. Bunların anısına bağlı kalmakta onların bize bıraktıkları devrim mücadelesini mutlaka zaferle taçlandırmaktır. Kürdistan’da şehit düşenler bu anılara ne kadar bağlı olduklarını gösteriyorlar. Bu temelde Kızıldere şehitlerinin şahsında tüm devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşenleri saygıyla anıyorum.