Çiçek: Abdullah Öcalan'a yaklaşım yeni rejimin kodlarıyla ele alınmalı

HDP MYK üyesi Av. Cengiz Çiçek, müvekkili Kürt Halk Önderi Öcalan’a yönelik yaklaşımları, iktidarın inşa etmek istediği yeni rejimin kodları üzerinden ele almak gerektiğini belirterek, "Her zamankinden daha yaratıcı ve cesur olmak zorundayız" dedi.

HDP Merkez Yürütme Kurulu üyesi Avukat Cengiz Çiçek, müvekkili Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesini ANF’ye değerlendirdi. Çiçek, son görüşmede müvekkili Abdullah Öcalan’ın tehlikeye işaret ederek, aslında iktidarın faydacı yaklaşımlarının zemininden çıkarılmayan her şeyin komploya açık olduğu uyarısında bulunduğunu belirtti. “Artık örtme gereği bile duyulmadan politik bir infaz rejiminin en hoyratça yöntemlerle geliştirildiğini görüyoruz” diyen Çiçek, Öcalan’a yönelik yaklaşımları, AKP-MHP eliyle inşa edilmek istenilen yeni rejimin kodları üzerinden ele almanın bir zorunluluk olduğunu vurguladı.

27 Nisan 2019’dan beri aile ve avukatlarıyla görüşmesi engellenen Abdullah Öcalan’ın en son kardeşiyle telefonda görüştürülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu tür bir prosedürün hukukta yeri var mı?

Son telefon görüşmesinin Abdullah Öcalan’ın hayatına dair kimi sosyal medya mecralarında dolaşan paylaşımlar üzerine yapıldığı bir sır değil. Bu yönüyle ele alındığında telefon görüşmesine “izin” veren aklın amacı son derece açık: “Bakın, hayatına dair endişe edecek bir durum yok. Herkes kulağının üstüne yatabilir.” Mesele tam da bu noktada tartışmaya açılmalı. Öncelikle Abdullah Öcalan’ın sağlığı ve yaşamı üzerine yıllar içerisinde defalarca buna benzer haberler çıktı. İlk günden itibaren bir tecrit ve işkence sistemi olarak inşa edilen bir ada rejimi söz konusu.

Yıllar içerisinde bu tecrit ve işkence rejiminin değişik metotlarla derinleştiği de bir gerçek. Bu metotlardan birisi de açlık grevlerinin ve Abdullah Öcalan’ın hayatına dair kaygı uyandıran paylaşımların tazyikiyle yaptırılan telefon, aile ya da avukat görüşmeleridir. Elbette ilgili demokratik direnişlerin ya da tazyiklerin elde ettiği sonuçları önemsiyoruz ve kıymetli buluyoruz. Ancak hukuki, ahlaki ve politik olarak kendisini dayatan hakların tesisi ve fiziksel özgürlük gerçeği karşısında mevcut durum, sadece kabul edilemez değil tehlikeli bir hal de almıştır.

Özcesi tek tük, yarım yamalak görüşmelerle kanıksatılmaya çalışılan derinleştirilmiş bir hukuksal-politik kırım mekânından bahsediyoruz. Toplumsal muhalefetin ve hukuk çevrelerinin kanıksaması ya da alışması istenen bu duruma itiraz etmek ve bu itirazı nasıl yükselteceğimiz sorusuna vereceğimiz cevap belki de sizin sorunuzun da cevabı olacaktır.

Nasıl?

Hukukun İmralı adasında egemen siyasetin bir aracı olarak zaten var olduğunu, katıksız tecrit rejiminin “hukuksal” bir görüntüyle inceltilmeye çalışıldığını biliyorduk. Ancak gelinen aşamada ise gizleme, örtme gereği bile duyulmadan politik bir infaz rejiminin en hoyratça yöntemlerle geliştirildiğini görüyoruz. Sadece Abdullah Öcalan’a da değil, bütün topluma kendisini açık faşizm olarak dayatan bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Böylesi bir iktidarın uygulamalarının hukuki olup olmadığını tartışmak bile meleklerin cinsiyetini tartışan papazlar misali yakın tehlikenin farkında olmayan, kendi sorumluluklarından kaçan bir siyasal anlayışa işaret eder. Ki böylesi bir sınırlandırma, sürecin karakterinin tahlil edilmesi ve nasıl bir siyasal konumlanış geliştirilmesi konularında bizleri zafiyete de uğratacaktır. Sadece bununla sınırlı da değil.

Son olarak Garê, HDP kapatma davası, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ve Gergerlioğlu’nun tutuklanması gibi bütün gelişmeler, Meclis dahil demokratik siyasetin ve demokratik nizamın tümden tasfiyesi üzerinden 2023 model yeni rejim inşasının gözlerimizin önünde açıktan gerçekleştirildiğini gösteriyor.

YENİ REJİM İNŞACILARININ TASFİYE KODLARI

Yeni İslamcı-Türkçü rejim inşasında, yüz yıl önceki ulus devletçi inşada olduğu gibi, Kürt halk gerçeği ve Kürt meselesinin payına yine inkar ve soykırım düşüyor. Yeni rejim inşacıları, Kürt halkının örgütlü mücadelesini tasfiye etmeden kendilerini kalıcılaştıramayacaklarının son derece farkındalar ve tüm hamlelerini buna göre yapıyorlar. Bu nedenle Abdullah Öcalan'a yönelik son yıllarda daha da derinleşen mutlak tecrit politikasını, geleneksel komplo okumalarımızın yanı sıra, Türk ulus devletinin içinden geçtiği bu tarihsel ve özel duruma göre de değerlendirmek artık kaçınılmazdır.

Yani Abdullah Öcalan’a yönelik yaklaşımları, AKP-MHP eliyle inşa edilmek istenen yeni rejimin kodları üzerinden de ele almak zorunludur. Bu açıdan bakıldığında, Abdullah Öcalan ve Kürt halkı üzerindeki tehlike düzeyi artmıştır ve buna denk düşecek bir siyasal kurgu da benzer düzeyde kendisini dayatmaktadır. Bu negatif durumun tersine, faşist rejim karşısında Kürt halkının kendi tarihinde görülmemiş büyüklükte bir toplumsal ittifak kurma zemini de bir o kadar güçleniyor. Önümüzdeki dönemin önceliklerinden birisi de Newroz’da açığa çıkan halk iradesini, bir politik güç olarak daha sürekli kılacak siyasal, toplumsal adımların neler olabileceğine yoğunlaşmak ve pratiğe geçirmek gibi görünüyor.

Peki tam da bu noktada son telefon görüşmesinin 4 dakika sonra kesilmesi nasıl okunabilir?

Bu görüşmeye izin verilmesinin tek amacı, Abdullah Öcalan üzerinden ortaya çıkacak toplumsal hassasiyetin birikmesini ve bunun açlık grevleri gibi iktidarı zorlayacak siyasal eylemlere dönüşmesini engellemektir. Tüm tartışmalardan azade, özellikle açlık grevleri eylemlerinin ve onun etrafında ortaya çıkan toplumsal hareketliliğin rejimi ne kadar zorladığı apaçık ortada. Görülmektedir ki faşizm baskısını artırdıkça karşısında Boğaziçi ve İstanbul Sözleşmesi eylemleri başta olmak üzere yurdun dört bir yanında yaygın eylemsellikler de gelişmektedir ve gelişecektir.

Böylesi bir dönemde rejim, Abdullah Öcalan hassasiyeti üzerinden patlak verecek yeni toplumsal hareketlenmelerin önüne geçmek de isteyecektir. İktidarın bugün en büyük korkusu, baş edemeyeceği, yönetemeyeceği toplumsal eylemlerdir. Gezi ve Kobanê, hafızalarında ilk günkü gibi canlıdır. Telefon görüşmesinin dört dakika sürmesini bu düzlemde okuyabiliriz. İktidarın bu görüşmeden muradı, Öcalan’ın hayatı konusunda ortaya çıkacak toplumsal infiali engellemekti. Görüşmenin hesap ettiğinin ötesine geçmesini engellemek için de hemen kesmiştir. Tüm bunlar da gösteriyor ki Abdullah Öcalan üzerindeki korsanlık hukuku, ilk günden bugüne varlığını korumaktadır.

Kardeşi Mehmet Öcalan’ın aktarımına göre kendisi de bu hukuksuz durumun altını çizerek, “Bu yaptığınız çok yanlış. Devlet de yanlış oynuyor, siz de. Bu hukuki değil, doğru da değil. Bu asla kabul edilemez. Bu aynı zamanda çok tehlikelidir. Siz ne yaptığınızın farkında mısınız?” uyarısında bulundu. Sizin de korsanvari diye nitelediğiniz bu tür yöntemler ne gibi tehlikelere yol açar?

Aslında Abdullah Öcalan bu uyarıları yeni yapmıyor. Oslo ve son İmralı çözüm sürecinde sıkça yaptığı uyarıları bugün de yaptığını görüyoruz. Peki bu uyarılarının temel amacı ne? Kanımca Abdullah Öcalan gerek kendisinin gerekse Kürt meselesinin hukuk dışı ve iktidarın politik çıkarlarının öncelendiği bir düzlemde tutulmasının tehlikelerine işaret ediyor. Geçmişte de Kürt meselesini kendi hegemonyasını inşa etmenin aracı haline getirmesi durumunda, AKP’nin büyük kaybedeceği ve buna izin vermeyeceği konusunda uyarıları olmuştu.

Tehlike şu: Gizli kapaklı, güvenli ve şeffaf bir zemine oturmayan, keyfi ve iktidarın faydacı yaklaşımlarının zemininden çıkarılmayan her şey, spekülasyona ve her türlü komploya açıktır. Aslında Abdullah Öcalan devleti ciddiyete davet etmektedir. Böylesi bir tarihsel soruna bu kadar basit ve güncel çıkarlar temelinde yaklaşmanın herkese kaybettireceği mesajını vermektedir. İmralı’ya getirildiği ilk günden bugüne hep benzer noktalara vurgu yapmıştır. Buradan hareketle, kendisinin Türkiye'ye teslim edilme sürecindeki korsanlıkları, kirli ittifakları bir bir teşhir etti.

İmralı rejiminin de bu korsanlıklar üzerinden inşa edilen bir rejim olmasından hareketle, Türkiye halkları üzerinden oynanan bu kirli oyunu hep bozmaya çalıştı. Özetle, İmralı ada hapishanesi bu korsanlık rejiminden kurtarılmadıkça ne Kürt sorunu çözülecek ne de Türkiye demokrasisi korsanlık rejiminden kurtulacaktır.

Normalde bu yaşananların tartışma konusu olması gerekir. Ancak her fırsatta ‘Hak, hukuk, adalet’ diyen siyasi muhalefetin bu yaşanan hukuksuzluğu gündemine dahi almaması neyin göstergesi?

Bu soruyu ikili bir ayrım yaparak cevaplamak daha sağlıklı olacak. Demokratik, özgürlükçü muhalefet açısından, Abdullah Öcalan'ın son görüşmede de vurguladığı bu “tehlikeli hale” daha fazla yoğunlaşmak zorundayız. Bu durumun ortadan kaldırılmasının öncelikli yolu, İmralı’da seyreden olağanüstü rejimin, zihinlerimizde “olağan ya da sıradan” bir rejim olarak kodlanmasını mahkûm etmektir. Yanı sıra konuyla bağlantılı sık sık vurgulanan, “İmralı tecridinin toplumsal tecrit” ile bağını kurmak teorik açıdan doğru olsa da toplumsal mücadele pratiğinde bunu aşacak, bunun ötesine geçecek bir “aşağıdan müdahaleciliğe” ihtiyacımız var.

İktidarın Kürt meselesini, milliyetçi konsolidasyonun bir aracı kılma politikasını, nasıl ve nerelerde boşa çıkarabiliriz? Yeni rejim inşasını engellemek ve demokratik cumhuriyeti bir seçenek olarak büyütmek için her zamankinden daha yaratıcı ve daha cesur olmak zorundayız. AKP-MHP iktidarının coğrafyanın bütününe dayattığı savaş politikası karşısında, Abdullah Öcalan’ın yıllarca ilmik ilmik örmeye çalıştığı Toplumsal Barış mücadelesinin, faşizme karşı mücadeleyle; Kürt meselesinin çözümsüzlüğünün yoksulluk, ekolojik felaketler ve kadın katliamlarıyla ilişkisini daha güçlü kuran, bunun ortak programını ve pratik birlikteliğini daha etkili kılmaya çalışan bir siyasal hamleye ihtiyaç var. Burada ısrar etmek, İmralı’da seyreden ama onunla sınırlı kalmayan ve bütün topluma kendisini bir savaş ve darbe hali olarak dayatan faşizme karşı toplumsal mücadele yol ve yöntemleri açısından da geliştirici olacaktır.

YA YOL BULACAĞIZ YA DA BİR YOL AÇACAĞIZ

Diğer taraftan asgari demokratik standartlarda buluşan ve AKP-MHP ortaklığı karşısında olan her siyasal yapı ya da güç, her türden değeri kendi çıkarları için iğdiş eden bu iktidar karşısında İmralı rejimine daha ilkeli yaklaşmak zorundadır. Bu kadar şaibeli bir iktidarın İmralı’da yarattığı şaibelere böylesine teşne olan kimi muhalif çevrelerin, güncel siyasetin pragmatist sularında yüzmektense Abdullah Öcalan üzerindeki hukuksuzlukların ortadan kaldırılmasına dair asgari tavırları bile faşizmin geriletilmesine önemli katkılar sunacaktır. Dolayısıyla AKP-MHP ittifakının karşısında olan her kesimin bugüne kadar kendilerine kazandırmayan ezberlerinin terk edildiği, oyun kurucu ve karşı hegemonya oluşturan bir siyasal ferasete ihtiyacımız var. Özetle, faşizm karşısında “Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız”, başka seçeneğimiz yok.