Çiçek: Faşizme karşı en geniş ittifaklar kurulmalı

HDP MYK Üyesi Avukat Cengiz Çiçek, AKP-MHP iktidarının saldırılarına dikkat çekerek, "Bugüne kadar yeterli düzeyde yapılamayanı yapmaya odaklanmamız gerek. O da faşizme karşı en geniş ittifakları kurabilmektir" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Avukat Cengiz Çiçek, AKP/MHP faşist blokunun partisine yönelik saldırıları ile ilgili ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.

HDP’nin ‘Üçüncü Yol Partisi’ olmayı başardığını belirten Çiçek, saldırıların nedeninin bu başarıdan kaynaklandığını kaydetti.

Çiçek, baskı oluşturmanın gerektiğini de söyleyerek, "önümüzdeki dönemde faşizme karşı en geniş ittifakların kurulması gerekiyor" dedi. Çiçek, demokratik direniş ve birliğin iktidara karşı kazandıracağı mesajını verdi.

AKP-MHP iktidarının gasp rejimi olduğunu vurgulayan Çiçek, "Gasp edileni geri alma mücadelesini büyütmeliyiz" vurgusunda bulundu.

"Kobanê soruşturması" adıyla hazırlanan iddianamede HDP yöneticileri ve milletvekilleri ile birlikte 108 kişinin 38 kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanması mahkeme tarafından kabul edildi. AİHM’in Demirtaş kararından sonra yeniden açılan bu soruşturma ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Aslında iktidar cenahından gelen tüm bu salvolar, tersinden bir şeyin de işareti. Nedir bu? Kurulduğu günden bugüne tüm sistematik iktidar yönelimlerine rağmen üçüncü yol siyasetinin başarılı olduğudur. Gelinen aşamada HDP, ulusalcı ve İslamcı milliyetçilik olarak kendilerini var kılmış iki hegemonyaya karşı tarihsel olarak tüm ötekileştirilmiş, dışlanmış, yok sayılmış bütün toplumsal kesimlerin demokrasi ve özgürlük seçeneğini bağrında biriktirmiş bir Üçüncü Yol Partisi olmayı başardı. Bu özgürlükçü seçenek, halen gelişim halindedir ve toplumcu güçler lehine karşı hegemonya kurmaya en yakın politik öznedir. Partimize yönelik saldırıların temelinde de bu gerçek yatmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Türkiye halkları lehine ortaya çıkan tüm demokratik/devrimci hareketler, partiler nasıl devletçi/iktidarcı güçlerin tasfiye politikalarının muhatabı oldularsa HDP’ye dayatılan da budur.

HDP sadece toplumsal alanda bir meşruiyet oluşturmadı. Toplumsal alandaki bu büyüme hali ve elde ettiği yerel yönetimler ve parlamento kazanımları, kendisine uluslararası siyaset ve hukuk alanında da bir muhataplık bir meşruiyet kazandırdı. HDP, bu zeminlerde var ve faal oldukça Türkiye’deki milliyetçi siyasetlerin kendilerini buralarda seçenek kılma kapasiteleri de daraldı. Yanı sıra HDP’nin tasfiyesine yönelik her siyasal ve hukuki hamle öylesine özel savaş araçlarıyla yürütüldü ki bu durum, gelinen aşamada Avrupa hukukunu da zorlamaya başladı. Bu şizofren saldırı hali, Türkiye’yi bağlı olduğu uluslararası sözleşmelerden ve yükümlülüklerden her geçen gün daha fazla uzaklaşma ve bu zeminlerde varlığının daha çok sorgulanması durumunu da beraberinde getirdi.

Bu saldırılar, mevcut iktidar bloku için durumun yönetilemez bir aşamaya gelmesinden mi kaynaklanıyor?

Özellikle hak ve özgürlüklerle, Kürt meselesiyle kurduğu ilişkiler bağlamında mevcut iktidarın kendisini ayakta tutma gibi özel hırsının da körleştirici etkisiyle gerçeklikten koptuğunu ve yönetemez bir döneme çoktandır girdiğini söylemek mümkün. Ancak bu tespit, HDP’nin temsil ettiği toplumsal, siyasal değerlerin resmi paradigmanın sürekli hedefinde olduğu gerçeğini de perdelememeli. Özetle Kobanê davasının temel hedeflerinden birisi, HDP’de vücut bulmuş tarihsel toplum dinamiklerinin tıpkı Cumhuriyetin hemen öncesi ve ilk dönemlerindeki gibi tasfiyesidir. Çünkü bu toplumsal demokrasi güçleri, dinamik durdukça ve ilerleme kaydettikçe büyüyen sadece HDP değil onun şahsında halkların yüz yıllık demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesidir. Bu da devletin demokratik karaktere daha yatkın olması ya da Demokratik Cumhuriyet seçeneğinin oluşması gerçeğine işaret eder.

'TOPLUMU SAVUNAN TEK PARTİ OLDUĞUMUZ İÇİN...'

Güncel olarak bu gerçekler neye tekabül ediyor?

Güncel olarak da HDP’nin durduğu yer ve oynadığı rolü de tariflemek, bu davayla amaçlananları daha sarih hale getirecektir şüphesiz. Özellikle 2010’lu yıllarda HDP, AKP’nin kendi siyasal hegemonyasını kalıcı bir şekilde tesis etme hamlelerini en fazla boşa çıkaran parti oldu. 7 Haziran 2015 ve 31 Mart 2019 gibi kritik seçimlerde AKP’nin toplum aleyhine kalıcılaştırmak istediği rejim inşası, HDP duvarına çarptı. Bugün bir şekilde ve bir düzeyde halkların direnme iradesi ve başarma umudu halen varsa bunda HDP’nin demokratik direnişinin ve siyasal ferasetinin belirleyici katkısı vardır. Yine bütün siyasal kırım operasyonlarına rağmen sokaktan çekilmeyen, direnen emekçilerle omuz omuza durmaya çalışan, bir kadın partisi olarak kadın hareketinin önemli bir mevzisi olan, her türden sermaye odaklı çevre talanı karşısında ekolojik mücadeleyi gündemde tutan ve başta Kürt sorunu olmak üzere bütün sorunlara demokratik perspektifle çözüm arayan, bunun mücadelesini ısrarlı bir şekilde yürüten bir HDP gerçeği var. Paralel olarak Meclis kürsülerinde bütün bu toplumsal mücadelelerin en güçlü düzeyde sözünü kuran, onları görünür kılan bir HDP iradesi var. Bütün bunların hepsi toplumun direniş damarlarının canlı kalmasında tarihsel katkılar sunuyor ve gerçeğin dili ve eylemi üzerinden HDP’yi aşama aşama toplumsal güç merkezi, odağı kılıyor. İşte HDP’nin oynadığı bu tarihsel rol, bugüne kadar HDP’ye mesafeli olan belirli toplumsal kesimlerin HDP’ye daha fazla ilgi göstermesi ve hatta HDP’yi toplumu savunan tek gerçek muhalefet olarak tanımlaması gibi bir tarihsel gelişime yol açtı. Tersine iktidar partisinin ve ortaklarının da hedefine soktu. Doğal olarak politikasının odağına toplumun önceliklerini koyan ve tavrını, siyasetini buradan geliştiren HDP ve tarihsel olarak toplum karşıtlığı temelinde kendi siyasal hegemonyasını kurmaya çalışan AKP/MHP iktidarı arasındaki siyasal karşı karşıya gelişin adıdır Kobanê dosyası.

'KOBANÊ DOSYASI TARİHİ BİR SINAVDIR'

Yargılanan sadece bir kurum olarak partiniz midir? Yoksa aslında devrimci, sol/sosyalist düşünceler de HDP ile yargılanıyor diyebilir misiniz?

Tabii ki. Az önce yaptığımız tespitlerin bizi çıkardığı nokta, bugün HDP’nin sadece kurumsal yapısı ya da yöneticilerinin değil halkların anti-faşist karakterli, özgürlükçü, eşitlikçi bütün demokratik ve etik değerlerinin hedef olduğu yönündedir. HDP temsil ettiği bu değerleriyle halkların partisi olma payesine erişmiştir. O nedenle Kobanê davası sadece HDP ya da HDP’lilerin değil faşizm karşıtlarının, hak ve özgürlüklerden yana olanların; emekçilerin, kadınların, ekolojistlerin, demokratların, gençlerin davasıdır. Çünkü AKP/MHP iktidarı tüm bu değerlerin karşıtlığı üzerinden kendisini var etmek istemektedir. Bununla da yetinmiyor; pandemi koşullarında bile kendi siyasal ikbalini nasıl kurtaracağının hesaplarını yapmakta, bunun adımlarını atmaktadır. O nedenle Kobanê dosyası, demokratik geleceğimizin nasıl tayin edileceğine dair tarihi bir sınavdır.

Kobanê davasıyla yargılanan, özel olarak da yüz yıllık inkar politikalarını kıran, kırmakla kalmayıp kendi özgürlük mücadelesini Türkiye halklarının demokrasi mücadelesiyle buluşturan Kürt halkının siyasal mücadelesidir. Özellikle son yerel seçimler de gösterdi ki Kürt siyasal hareketi, toplumsal alandaki örgütlenme kapasitesini, taktik ve stratejik hamlelerle buluşturduğunda Türkiye siyasetini belirleyen bir güç haline gelmektedir. Kobanê dosyasıyla hedeflenen de bir halk hareketi olarak örgütlenme formunu oluşturmuş Kürt halkının örgütlü iradesini kırmaktır. Yanı sıra dava iddianamesinin içeriğine bakıldığında İmralı tecrit politikalarının hedeflerinden birisi olan ve Kürt halkının politik kimliği haline gelmiş toplumsal barış siyasetinin yargılandığını görüyoruz. Öcalan’ın yıllar içerisinde sürekli bir uyarı olarak vurguladığı darbe mekaniği bu dosyanın ruhuna damga vurmuştur. Kürt halkının siyasal ve kültürel soykırım kıskacında tutulması anlamına da gelecek savaş politikalarının bir başka ilanıdır bu dava.

'AKP MHP'DEN FARKLI DÜŞÜNMÜYOR'

Gündemde Devlet Bahçeli’nin ‘HDP kapatılsın’ sözü. Partinizin kapatılması gündemini hukuki açıdan değerlendirebilir misiniz?

Devlet Bahçeli “HDP kapatılsın” diyor da Erdoğan ya da AKP ne yapıyor? Sözüm ona AKP sözcüleri titrek sesle “biz parti kapatmalarına karşıyız” diyorlar. Bu sözlerden yola çıkarak AKP’nin MHP’den ayrı düştüğünü mü söyleyeceğiz? Elbette hayır. AKP söz konusu kendi iktidarının bekası olduğunda her türlü değeri ve kişiyi gözden çıkaracağını, gerçekleri ters yüz edeceğini ve siyasal rakiplerini tasfiye etmek için her türlü hamleyi yapacağını yıllar içerisinde hem de defalarca gösterdi. Bu konuda maharetli olduğunu ve hakkının teslim edilmesi gerektiğini de belirtelim. Parti kapatmalarına karşı olduğunu söyleyen AKP ne yapıyor; HDP’yi kapatmaktan beter hale getirmeye çalışıyor. HDP, AKP iktidarı döneminde sadece en büyük toplumsal muhalefet merkezi olmadı; aynı zamanda dünyanın en büyük zindan örgütü ve yine en büyük sürgün örgütü de oldu. Sadece bunlar da değil gün geçmiyor ki bir HDP yöneticisi ya da aktivisti ajanlık dayatmalarına maruz kalmasın. Her gün havuz medyasındaki HDP karalamaları, HDP il binalarının önüne taşırdıkları kitleler üzerinden yürütülen kara propagandalar gibi bütün özel savaş yöntemleri, kapatmanın çok ötesinde ve üstünde bir aklın devrede olduğunu da gösteriyor. İşte bu aklın sahibi ve yürütücüsünün adı AKP’dir.

Kobanê davasının tek başına HDP’yi kapatmaya odaklı bir dava olmadığını mı söylüyorsunuz?

Evet. Kobanê davası, HDP’nin halkların gözünden düşürülmesini, itibarsızlaştırılmasını ve uluslararası düzlemde kriminalize edilmesini amaçlayan bir dava olarak da kurgulanmış gibi görünüyor. İşte o nedenle dikkat ederseniz kapatma tartışmaları ve Kobanê dosyası gibi tüm bu olguları ele alırken hukukun, AKP/MHP koalisyonunun elinde yeni rejim inşasının ve muhalefeti tasfiye etmesinin aracısı kılındığını söylüyoruz. Tam da bu amaçla mevcut hukuk düzeni, AKP/MHP iktidarının bekası ve bu iktidarın yönetim anlayışına itaat etmeyen toplumsal muhalefetin yasadışı ilan edilmesi üzerinden kendisini yeniden reorganize etmiştir. İşte partimize yönelik saldırıların temel hedefi budur: yasadışılık! “HDP, yasadışıdır, yöneticileri yasadışıdır, bileşenleri yasadışıdır” algısını zihinlere yerleştirerek, HDP oyunun dışına çıkarılmak ve bir dış güç olarak orada tutulmak istenmektedir. Ancak bu tezgahı kuranların gözardı ettiği bir şey var. HDP’yi kurumsal yapısıyla dışarıda bırakabilirsiniz ancak temsil ettiği toplumsal değerleri ve arkasındaki milyonları ne yapacaksınız? AKP/MHP iktidarının meşruiyet ve egemenlik silahına dönmüş bu hukuk düzeni, sorduğumuz sorunun cevabının yani gerçeklerin, hakikatin üstünün örtülmesinin de aracısı kılınmıştır. Mevcut iktidarın ihtiyaçları temelinde kurulan bu hukuk düzeneği, zihin/bilinç çarpıtmasının da başrol oyuncusu olmuştur. İşte tam da bu nedenle bizler “hukuk politiktir” diyoruz.

Hukukun, HDP yöneticilerinin ve temsil ettiği toplumsal kesimlerin düşman ya da vatan haini olarak ilan edilmesinin aracısı haline getirildiği bu süreci, özünde Birinci Meclis’in tasfiyesinden sonraki sürece de benzetebiliriz. Sanki tarih farklı versiyonlarıyla tekerrür etmektedir. Birinci Meclis içerdiği temsiliyet, çoğulculuk ve renklilik itibariyle siyasal tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Aslında HDP’nin Meclis’teki varlığı da Birinci Meclis’in içinde yer alan ve Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı yaptıkları muhalefetle öne çıkan ikinci grubu hatırlatmaktadır. Nasıl ki dönemin Kemalist kadroları, ikinci grubun etkin muhalefeti karşısında çaresiz kalıp Meclisi feshedip, Takrir-i Sükûn kanunuyla tüm muhalefeti tasfiye etmiş ve yeni rejim inşasına başlamışsa günümüzde de AKP/MHP iktidarı, HDP’nin etkin muhalefeti karşısındaki çaresizliğini, Meclisi işlevsiz kılarak ve muhalefeti hukuk zoruyla tasfiye etmeye çalışarak aşmaya çalışmaktadır. Kemalist rejim inşasında dönemin İstiklal Mahkemeleri’nin oynadığı rolü faşist rejim inşasında bugün Kobanê davası gibi dosyalar oluşturmaktadır. Cumhuriyetin demokratikleşme seçeneğinin daha 1923’te başlayan tasfiyeyle akamete uğratılması, Türkiye ve Kürdistan halklarına bir yüzyılı kaybettirdi. Şimdi benzeri bir riskle karşı karşıya olduğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz. Geçmişte başarılamayanı bugün başarmak zorundayız.

'GASP EDİLENİ GERİ ALMALIYIZ'

AKP-MHP blokunun bu saldırgan politikaları toplumda sizce nasıl bir etki bırakıyor?

Son günlerde şahit olduğum bir olayla cevaplamaya çalışayım bu soruyu. Bir markette alışveriş halindeyken, market emekçilerinden birisinin yüksek sesle “yağı aldı kaçtı!” söylemiyle kendimizi ufak çaplı bir huzursuzluğun içinde bulduk. Market çalışanına “çok sık oluyor mu?” diye soru yönelttiğimde “su içer gibi arttı” cevabı aslında olan ve olacak olanların tarifi gibiydi. Bu deneyim, AKP’nin yıllar içerisinde taviz vermediği neo liberal politikaların da toplumsal bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum, toplumun dayanışma duygusunun, dokularının çözülmeye yüz tuttuğunun da göstergesi. Özünde gasp rejimi olarak da tanımlayabileceğimiz bu sistemde bize ait olan ve bizden gasp edilenlerin geri alınması mücadelesini en başa koymak zorundayız. AKP/MHP iktidarı gaspçı, gasp eden bir iktidardır. Üniversiteyi, belediyeyi, yeşili, emeği, kimliklerimizi ve dahası özgürlüklerimizi gasp etmektedir. Sadece kendisine muhalefet edenlerin değil kendisine oy veren milyonların özgürlüklerini ve inançlarını da gasp etmektedir. İtibar kaybı da bir gasptır. İslam inancı, hiçbir dönem AKP dönemindeki kadar itibarsızlaştırılmadı, iktidar aygıtıyla, egemenlik ilişkileriyle anılmadı. İslami camiadaki entelektüel çoraklaşma hiçbir zaman bu düzeyde derinleşmedi. Bu açıdan bakıldığında AKP kendi köküne zarar bir oluşum haline de gelmiştir.

'DİRENİŞ VE BİRLİK KAZANDIRIR'

Peki önümüzdeki süreçte HDP olarak nasıl bir mücadele izleyeceksiniz?

Bu gerçekten hareketle her türlü baskı ve saldırı karşısında önümüzdeki dönemi, bütün toplumun savunulması konseptiyle ele almak zorundayız. Hak, hukuk, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi değerler AKP/MHP iktidar tekelinin dışındaki bütün toplumsal kesimlerin değerleridir ve böyle kılınmasında da ısrarcı olmalıyız. Çünkü gelinen aşamada Türkiye’deki temel çelişki, iyilik ve kötülük çelişkisidir. Elbette ki bunun sınıfsal, ideolojik, politik özünün belirleyiciliğini reddetmiyoruz. Ancak devletli gelenek içerisindeki yerleşik kurumlaşmaların tasfiyesinden daha vahim olan, tarihsel toplum özelliklerimize, bir arada yaşama irademize, kültürümüze, inanç dünyamıza vs. kasteden bir kötülüğün sıradanlığıyla karşı karşıyayız. Örgütlü kötülük, kendisini zehirleyeli çok oldu, şimdi bütün toplumu zehirlemeye cüret etmektedir. Bizler de bu bilinçle demokratik direnişin yanı sıra büyük iyilik hareketini, buluşmasını ve birlikteliğini sağlamak zorundayız.

Bunu sağlamak için en keskin, en kararlı söylemlerin tek başına yetmediğini mücadele tarihimiz bize gösterdi. Sözün gücünü, kararlılığını, tesirini önemsemediğimiz anlaşılmasın. Zaten bu konuda toplumsal muhalefetin bir sorun, sıkıntı yaşadığını da düşünmüyorum. Bundan sonrası bugüne kadar yeterli düzeyde yapılamayanı yapmaya odaklanmamız gerek. O da faşizme karşı en geniş ittifakları kurabilmektir. En geniş katılımlar, ortaklıklar, ittifaklar kurulduğu oranda söz değerini, ağırlığını, gücünü koruyacaktır. En geniş kitlesel birliktelikler oluşturup bu birliktelikleri eylemli kılabildiğimiz oranda mevcut iktidar üzerinde baskı kurabilir ve karşı hegemonya inşa edebiliriz. Bu karşı hegemonya inşasını kesinlikle hak, hukuk ve özgürlükler mücadelemizin odağına yerleştirmek zorundayız.