'İktidarın geleceğe dair vaadi yok'

Özdal, AKP’nin Kürdistan’da kayyumlarla kazandığı tecrübelerden yola çıkarak bunu tüm Türkiye’ye uyguladığını söylerken; iktidarın geleceğe dair bir vaadi olmadığının da altını çiziyor.

Gazeteci Hakkı Özdal, iktidarın Boğaziçi’nde başlayan eylemlere verdiği tepkinin şimdiye kadar muhalefete uyguladıklarından farklı olmadığını söylüyor. Özdal, artık daha kırılgan bir seçmen tabanına sahip AKP-MHP iktidarının sertleşme politikasının temelinde ise hem muhalefete hem tek tek yurttaşlara başka seçenek aramaması konusunda gözdağı olduğunu belirtiyor. Boğaziçi’nde başlayan bu tartışmanın bir başka temsiliyetle de kavganın teyidi olduğunu söyleyen Özdal, bunları AKP’nin içe dönük bir küçülme yaşadığının göstergesi olarak tanımlıyor. Bu yaşananların, kayyum siyaseti Kürdistan’da başladığında güçlü bir ses çıkarılmaması sonuçları olduğunun da altını çizen Gazeteci Özdal ile son dönemdeki eylemlerin iktidar için nasıl bir politik düzleme tekabül ettiğini konuştuk.

Yazınızda da belirmişsiniz, bu süreç Kürdistan’daki kayyumlarla başladı. Aslında rektör seçimleri kaldırıldığında tüm üniversiteler için benzer süreç başlamıştı. Peki, Boğaziçi’ni farklı kılan ne oldu?

Belediyelerle üniversiteleri bir tutmaktan kaynaklı değil ama bu oradan başlayan bir yordamdı. Öte yandan belediyelere atanan kayyumlarla toptan bir halkın seçme ve seçilme hakkı elinden alındı. Şöyle düşünürsek üniversitelerdekinden daha da vahim bir durum var. Bu durum 2016 temmuzundaki başarısız darbe kalkışması ya da girişimi adı her ne ise onun sonrasında başlayan OHAL ile AKP-MHP iktidarının bir yönetme biçimi haline geldi. Bu, iktidarın bir icra usulü çünkü bunun dışında bir icra kullanamıyor. Türkiye'de seçme ve seçilme hakkı AKP ve MHP kitlesinin onay verdiği kişiler dışında kalan herkes için ortadan kalkmış durumda.

Şöyle ki birçok üniversitede aslında atama usulü oldu fakat Boğaziçi'nde farklılık arz etti. Bir yandan öğrencilerin kararlılığına tosladı AKP. Ama Boğaziçi Üniversitesi, bir diğer yanıyla liberal demokratların, çoğu bugün TÜSİAD'da temsil edilen; aslında 1980'den bu yana Türkiye'nin yönetiminde söz sahibi olan sınıfın önem verdiği okullardan da bir tanesi. Bu şirketlerin çoğunun yöneticisi Boğaziçi mezunudur. Bunu eleştiri için söylemiyorum ama Boğaziçi, küresel ölçekte geçerli liberal, burjuva demokratik değerlere yaslanan, bunu akademik ve söylemsel olarak da önemseyen bir üniversite ve bu açıdan temsili bir yanı da var. Ve iktidar, solcular, Kürt hareketi, CHP diye kodladığı için de Alevilerden orta sınıf memurlara kadar bir kesimin de olduğu kitlenin de ötesinde artık liberal, burjuva demokrat dediğimiz sınıfla da kavga etmek zorunda kalıyor. Bu çatışma iktidarın aslında ne kadar küçüldüğünü ve kendi içine doğru kapandığını da teyit ediyor.

AKP, okula keskin nişancılar yerleştirdi, eylemlere saldırdı, destek eylemleri de dahil. LGBTİ+’lardan din karşıtlığına kadar aslında şimdiye kadar muhalefete karşı her defasında ortaya koyduğu tüm kartları kullandı. Gezi ayaklanması korkusu çok dillendirildi bunula da birlikte düşünülürse AKP-MHP iktidarının eylemler karşındaki pozisyonu nedir?

Çatılardaki keskin nişancılar, kayyum sonrası eylemlerde tutuklamalar bunlar dediğiniz gibi Türkiye'nin gündemine yeni giren şeyler değil. Bunlar özellikle zaten HDP'li belediyelere kayyum atanırken yapıldı. Çatılara keskin nişancılar o zaman da konuldu, üst düzey polis önlemleri alındı. Fakat Türkiye demokrasi mücadelesinde şöyle bir zaaf var geçmişten bu yana. Kürtlere yönelik bir uygulama yapılıyor ve bu aslında Türkiye'nin hepsine ilk fırsatta yapılacağı anlamına geliyorken hala buna karşı geliştirdiği bir refleks ne yazık ki yok. Bunu en iyi Gezi Parkı eylemlerinde ortaya çıkan bir söz özetliyor “biz orayı 30 yıldır bu medyadan izliyormuşuz.” Ama bu süreç gösterdi ki Gezi’den de hiçbir şey öğrenilmemiş. Orada kayyumlar yaşanırken örneğin meclisteki muhalefet CHP ve geniş kesimler tepki koymadı. İktidar da orada kazandığı tecrübeleri bugün bütün Türkiye'de uyguluyor. Peki, tüm bunlara rağmen iktidar nasıl bir pozisyonda dersek; 2017'nin sonundan beri ciddi bir ekonomik kriz içerisinde ve bu kriz 18 yıl boyunca yapılan bütün icraatları kapsadığı için öyle kolay kolay atlatılabilecek bir durum değil. Bu krizin kapitalizm içerisinde bile acı reçete denilen çözümlere ihtiyacı var.

2002'de AKP'yi iktidara getiren acı reçetede olduğu gibi mi?

Evet fakat 2002'de AKP'yi getiren bu çözümler, o süreçte merkezde olan siyasileri de dağıtan bir çözüm bütünü. Çünkü halk kendine o acı reçeteyi içirenin iktidar olduğunu biliyor. Siyasal olarak da bunun intikamını alır. AKP -MHP iktidarı bir taraftan bunun basıncı altında çünkü düzenleme hamlelerini yapamıyor. Çünkü artık çok kırılgan bir seçmen tabanları var. Bir yandan kendi meşru varlığını sürdürebilmek için de yeni oylamalara, referandumları gereksinim duyuyor. AKP'nin pozisyonu bu iki seçenek arasında sıkışıp ne kadar gerginleştiğini gösteriyor. Çünkü AKP dışarıda destek çevresini kaybettikçe daha da sertleşme politikalarına gidiyor. Hem muhalefete hem tek tek yurttaşlara aslında başka seçenek aramaması konusunda gözdağı veriyor. Erdoğan'ın son konuşmalarına baktığımızda tek bir gelecek vaadi yok. Yeni anayasa, yargı reformu gibi soyut kavramlardan bahsediyor ama somut hiçbir önerisi yok.

Peki, iktidar bu baskı ile ne umuyor ya da arada soyut da olsa anayasa, yargı reformu gibi söylemlerle günü mü kurtarıyor ya da AKP’nin kendini yenileme, dizayn etme kabiliyeti kaldı mı?

Aslında Erdoğan ve yönetimi biraz daha zaman kazanmaya çalışıyor. Çünkü şöyle düşünüyorlar şimdi dünyanın her yerinde aşılamalar yapılıyor, salgının da getirdiği durgunluk var. Büyük ihtimal yaz başı gibi bu biter, normal hayata geri döneriz ve dünyada şu vakte kadar uyuyan yatırımcı ve para da dolaşıma girer, Türkiye de yabancı yatırımcı çeker. Yabancı yatırımcı gelince de bu sıkışmışlık bir süre gevşer, bu durum siyaseten de yeni gelişmeler üretir; insanların işleri güçleri iyi gitmeye başlarsa da onlara olan tepki azalır.

Yani 18 yıl önceki senaryonun sil baştan aynısı. Yani kendisini getiren koşulların yeniden oluşmasını bekliyor, yeni bir formül yok...

Evet, hatta 18 yıl önce Bahçeli “hadi erken seçime” deyip koalisyon hükümetini bozmasaydı, Derviş programını uygulayan bu koalisyon birkaç yıl daha devam etseydi, bu düzelmeyi onlar da yaşayabilirdi. Dolayısıyla AKP de bu kadar yüksek oyla iktidar olmayabilirdi. AKP kendinden önce uygulanmış acı reçetenin meyvesini yedi. Şimdi bunu bizzat bildiği için meyve yemek istiyor ama fatura ona kesilsin istemiyor. Fakat bu çok çelişkili bir durum, o yüzden bunu yapamaz zaman kazanarak toplumu ve muhalefeti baskı altında tutup herhangi bir demokratik sesi ezip dışarıdan ekonomide kısmi düzenlemeler yaptıracak para bekliyor. Böyle bir zamana ihtiyacı var. Ama öte yandan siyaseten de daralıp küçüldükçe kendini yeniden kanıtlamaya ihtiyacı var. Yoksa insanlar başka yerlere yönelecek. O yüzden bu yeni anayasa tartışması da biraz bu aceleye tekabül ediyor.