İmralı’da 21 yıl ve yeni hamle - XXX

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yazar Rıfat Ilgaz’ın “En değme mahkum bile en fazla iki yıl dayanmıştır” dediği İmralı’daki tecrit ve işkence sisteminde tam 21 yıldır, hem direniyor hem de üretiyor.

İmralı’ya 1945’te gönderilen ressam İbrahim Balaban, bu ada cezaevini, “İmralı’da gündüzler tutsak, geceler özgürdü. Burası yukardan bakılınca bir cennet, içine girilince de bir cehennemdi. Bağlarda üzümler salkım salkım.

İbrahim Balaban'ın İmralı tablosu

 

Ağaçlarda armut, elma, şeftali ve kiraz, birer dünya nimeti, sanki birer cennet taamı iken, bu ballı yemişleri eken, biçen, yetiştiren insanlar cehennemlikti, yani mahpustular” şeklinde tarif etmişti. Türk edebiyatının usta kalemi Rıfat Ilgaz da 1930’lu yılların sonunda tüberküloz tedavisi görmek için Sakacık Sanatoryumu’nda kaldığı sırada İmralı’dan getirilen mahkumlarla karışılacaktı. Adanın rutubet ve nemini yiyenin bir daha sağlığına kavuşmasının zor olduğunu not eden Ilgaz, “İmralı'nın koşulları ağırdır, en değme mahkum bile en fazla iki yıl dayanmıştır” diyecekti. Rıfat Ilgaz’ın ilk kez 1976’da yayınlanan anı kitabı Sarı Yazma’da İmralı’ya dair şu bölümler dikkat çekiyor: “Ben içerde yatadurayım, cezaevi dolup boşalıyor, İmralı Cezaevi'nden de ağır hastalar geliyordu, işittiğimize göre Ada'da doktor yoktu. Acımasız bir müdür vardı. Ada'nın revirine bile hasta yatırmıyor, tutup tutup tarlaya gönderiyordu, çalışmaya. Bütün Cezaevleri'nin hastalarını Sultanahmet'e göndermeleri gerekirken, yalnız ölecek ağır hastalar geliyordu, hem de son demlerinde. Bunlardan biri içeri bile girememiş, Cezaevi'nin kapısının önünde can vermişti, Jandarmanın kucağında, İmralı’dan gelenleri dinliyor, söylediklerini yazıyordum. Nasıl olsa bir gün kurtulacak, dergilerimiz çıkacak, bu yazdıklarım elbet yayınlanacaktı.

Gelen tutuklulardan öğrendiğime göre İmralı'da Pamuk adında bir köpek vardı. Müdür'ün köpeğiydi bu... Şişe suyu içer, yemeği tabldottan çıkardı onun. İki de bakıcısı vardı tutuklulardan. İmralı'da yaşayış koşulları oldukça ağırdı. Üretimde çalışıyorlardı hükümlüler. Her hasta olan revirde yatarsa üretim nasıl yürür diye düşünen Müdür, hasta olmayı yasak etmişti. Ama hastalık, yasak dinlemiyordu. Bakımsızlıkla, ağır çalışma koşulları bir türlü bağdaşmayınca Müdür, sıkı emirlerle bu açığı kapatmaya çalışıyordu. Hastaları, değil Sultanahmet'e göndermek, revire bir günlüğüne olsun yatırmıyordu bile.”

HER ŞEYE RAĞMEN DİRENMEYE ÇALIŞIRIM

Tarihin yaprakları 2000’lerin başını gösterdiğinde Türk devleti, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için İmralı’nın dayanılır gibi olmayan rutubet ve neminde, ‘Ağırlaştırılmış Yüksek Güvenlikli İnfaz Rejimi’ni kuracaktı. Ses, renk, ufuk, açık hava gibi temel etkenler ile etkileşiminin sınırlandığı, algı yalıtımıyla fiziksel duyularda yalnızlaştırma sağlayan, farklı bir yaşamı çağrıştıran her şeyin yasaklandığı İmralı’da 21 yılını dolduran Öcalan, Rıfat Ilgaz’ın İmralı’ya dair tespitinden yola çıkarak geçtiğimiz yıllardaki görüşmelerde kendi durumunu ve sağlını şöyle anlatacaktı: “Havalandırma süresi, sabah yarım saat, öğleden sonra yarım saat olmak üzere günde toplam bir saattir. Havalandırma süresi kısalınca sağlık problemlerim artmaya başladı. Ağzımın içi paramparça olmuş, hepsi yara olmuş. Doktor gelip bakıyor, bir şey yapmıyor. Bu sorunlar havasızlıktan kaynaklanıyor. Geceleri ya bir saat yatıyorum ya yatamıyorum. Nefessiz kalıyorum, genizden gelen rahatsız edici, yakıcı akıntı devam ediyor.

Odamda tek küçük bir pencere vardı, onu da değiştirdiler, kapalıyken hava alamıyorum, açınca soğuk hava vuruyor. Ya tam açık olacak ya da tam kapanacak hale getirdiler, aralıklı bir şekilde bırakamıyorum. Kapalıyken içerinin havası birkaç dakika içerisinde dayanılmayacak kadar ağır hale geliyor. Tam açınca da hemen buz gibi oluyor. Geceleyin defalarca kalkıp açıp tekrar kapatmak zorunda kalıyorum. Bu yüzden bir türlü uyuyamıyorum. Buraya gelen doktora da aktardım. Solunum yollarında bulunan rahatsızlıkların bundan kaynaklanabileceğini söyledi. Ayrıca içeride kalorifer olmadığı için ısıtmayı sağlayan split klima havayı kurutuyor. Bu nedenle geniz akıntım artıyor, balgam oluşuyor.

Daha önce vermiş oldukları bir koltuk vardı, biraz ortopedik sayılırdı, o koltuğu aldılar başka sert bir sandalye verdiler. Sürekli oturunca sağlık açısından problem yaratıyor, yaralara sebep oluyor. Başımdaki şişlikler de devam ediyor. Boğazımdaki rahatsızlıklar ve akıntı da sürüyor. Ayrıca son zamanlarda kaşıntı problemi zorluyor. Başımı her gün yıkamama rağmen baş derisi kaşınıyor, döküntü var. Yine bacaklarımda ve kasıklarımda yoğun bir kaşıntı var. Doktorlar bir tek nabız ve tansiyon ölçüyor.

Kaşıntı olan yerlerde kanama, kabuklanma, yara yok ama küçük kızarıklıklar var. Tüy dökülmesi yok. Bacaklarıma dokunur dokunmaz şiddetli bir kaşıntı başlıyor. Bu konuda bugüne kadar hiçbir cilt doktoru buraya gelmedi. Bir cilt doktoruna görünmem lazım. Bir ara doktorlar geldi ama detaylı bir inceleme olmadı. Cilt doktoru gelmemişti zaten. Esas bu genzimdeki eskiden beri devam eden sorun beni çok zorluyor. Tıkanma yapıyor, akıntı yapıyor, ağzımda acımsı bir tat ve kılçıklanma yaratıyor. Sürekli yattığım yatağım yaylı ve yaylarında bozuk olması ile sertleşmiş pamuktan yapılmış olduğundan kaburgalarımda ve sırtımda ağrılara yol açıyor ve bu nedenle doğru dürüst uyuyamadığım için dinlenemiyorum. Yatağım değiştirilebilirse iyi olur.

Sağlık sorunlarım devam ediyor. Boğazımda yanmalar devam ediyor. Ağır koşullarım devam ediyor. Dün bir doktor geldi buraya. Kulağımdaki çınlamanın da sinüzite bağlı olduğunu söyledi. Sinüzitim ağırlaşmış, bir bütün olarak boğaz ve kulakları etkiliyor. Gözlerimdeki yanma ve zaman zaman çektiğim konuşma güçlüğünün de bu sinüzite bağlı olduğunu söyledi doktor. Buranın fiziki koşulları bildiğiniz gibi çok ağır. Yazar Rıfat Ilgaz da dile getirmişti; buraya iki yıl dayanmak bile önemlidir demişti. Ben yıllardır buraya dayanmaya çalışıyorum. Daha ne kadar dayanabilirim bilemiyorum. Burası çok havasız, oksijen az, yeteri kadar hava alamıyorum. Adanın nemli olması ve buranın mimari yapısı da sağlığımı olumsuz etkiliyor. Bu konuda neler yapılabilir bilemiyorum. Ben de mümkün olduğu kadar sağlıklı kalmaya, sağlığıma dikkat etmeye, dayanmaya çalışıyorum. Nereye kadar dayanabilirim bilemiyorum ama ben her şeye rağmen direnmeye çalışırım.

Ben buraya gelen CPT heyetine de önceki heyete de söyledim, bu sorunum ağır bir şekilde devam ediyor. Hatta buraya gelen doktorlar bana burundan akciğere kadar olan nefes borusunun artık öldüğünü, iflas ettiğini söylemişlerdi. Hatta tam bu benzetmeyi kullanmıştı: soluk borusu is tutmuş bir soba borusuna benzemiş; genişlemiş ve işlevsiz kalmış. Bana bir sprey verdiler, onu kullandım. Bu spreyi kullanmadan önce iki yıldır hiç koku almıyordum, spreyi kullanmaya başladıktan sonra biraz koku almaya başladım. Aynı dönemde vücudumda kasılmalar başladı.”

‘ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLAMA ZAMANI’ HAMLESİ

Kürt Halk Önderi, işte İmralı’nın mutlak tecrit, beyaz işkence ve dış dünyandan tamamen yalıtılmış işkence silsilesine rağmen bilim, siyaset ve felsefeye yoğunlaştı; demokrasi, aydınlanma, ekolojik denge, kadın, meşru savunma ve sivil alan konularında ufuk açıcı değerlendirmeler, analizler yaptı; eserler kaleme aldı. Kürdistan, Türkiye ve bölge için tarihsel önem arz yeni bir paradigma geliştirerek, çözüm önerilerini “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Uygarlık ve Demokratik Ekolojik Toplum” ve “Demokratik Konfederalizm” gibi modellerle de ete kemiğe büründürdü.

Kaosun her gün derinleştiği Ortadoğu’nun, ekonomik/ toplumsal krizlerin altında ezilen Türkiye’nin ve faşizme direnen Kürdistan’ın, Abdullah Öcalan’ın fikirleri ile özgürlüğüne ihtiyacı var. KCK Yürütme Konseyi, 10 Eylül 2020’de yaptığı açıklamada, 12 Eylül’den itibaren başlamak üzere ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ sloganıyla yeni bir hamle başlattığını duyurdu. KCK Yürütme Konseyi, bu hamleye neden ihtiyaç duyduklarını şöyle ifade etti: “Kürtler ve demokrasi güçleri Ortadoğu kaosunun bu yaratılış sürecinde büyük kazanarak çıkacaklardır. Böyle bir süreçte toplanan Yürütme Konseyimiz ve önemli örgüt ve kurumlarımızın temsilcileri kazanma imkanlarını ve tehlikelerini kapsamlıca değerlendirmiş, önemli kararlara ulaşmıştır. Bu kararlar çerçevesinde tehlikeleri bertaraf etmek, özgür ve demokratik yaşamı kazanmak için Kürdistan'ın 4 parçasında, yurtdışında ve Kürtlerin yaşadığı tüm ülkelerde 12 Eylül’de başlamak üzere ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ sloganıyla bir devrimci demokratik hamle başlatmış bulunuyoruz. Bu hamlenin hedefi İmralı’da ağır tecride dayalı işkence sistemini, sistematik özel savaş ve Kürt halkı üzerinde psikolojik harekat haline getiren, işgali yaygınlaştıran, içerde ve dışarda başta Kürt halkı olmak üzere halklar üzerinde faşist baskıları yoğunlaştıran AKP-MHP-Ergenekon iktidarını yıkmaktır.”

-Son-