İmralı’nın kapısı direnişlerle açıldı - XXVII

Türk devletinin, Temmuz 2011’de avukatlara İmralı’nın kapısını kapatarak, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi üst düzeye çıkarması Kürtlerin öfkesini artırdı. Kürdistan, Türkiye ve Avrupa yeni direnişlere tanıklık etti.

Habur üzerinden giriş yapan Barış Grubu üyeleri, 2010’nun ortalarına doğru peş peşe hapis cezalarına çarpıtılıyordu. Bunun üzerine KCK, 1 Haziran 2010’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve kendilerinin barış ve demokratik çözüm için attıkları bütün adımların AKP tarafından boşa çıkarıldığını, cevapsız bırakıldığını belirterek, 13 Nisan 2009’da tek taraflı olarak ilan ettikleri eylemsizlik sürecini bitirdiklerini deklare etti.

Bu açıklamanın ardından yeniden şiddetlenen ve bilançosu ağırlaşan savaş karşısında sivil toplum örgütleri, aydınlar, DTK ve BDP cephesinden çift taraflı ateşkese gidilmesi için çağrılar yükseldi. Aynı şekilde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da KCK'ye diyalog ve müzakere sürecine vesile olması için eylemsizlik surecinin yeniden başlatılmasını önerdi. KCK Yürütme Konseyi yeniden eylemsizlik kararını açıklarken, ilan ettikleri ateşkesin kalıcılaşması için dört maddelik "Barış Planı" sundu.

DEVLET HEYETİ İMRALI’DAYKEN KATLİAM

KCK’nin sunduğu Barış Planı’na paralel olarak Ankara’dan bir heyet de Kürt Halk Önderi ile görüşmek için İmralı’daki cezaevinin kapısını çalacaktı. Devlet heyeti ile görüşmeler devam ederken, 16 Eylül 2010 günü Hakkari'nin Peyanis köyünde bir minibüsün geçişi esnasında patlama meydana geldi. 9 sivil Kürt’ün katledildiği patlamanın Türk devlet temsilcileri ile Kürt Halk Önderi arasında yapılan görüşmeye denk gelmesi dikkat çekiciydi. Abdullah Öcalan, bu olayı takip eden günlerde avukatları ile yaptığı görüşmede şunları söylüyordu: "Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum."

Peyanis’teki katliamın ardından İmralı’da kısa süreli tıkanan görüşmeler, 2010’nun sonlarına doğru yeniden başladı, taraflar arasındaki diyalog süreci deyim yerindeyse artık ete-kemiğe bürünüyordu. Zira aynı dönemde İmralı ile paralel adına “Oslo süreci” denilen, Türk devleti yetkilileri ve PKK yöneticileri arasındaki görüşmeler gerçekleşiyordu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan temkinliydi ve 2011’de yaşananlar onu haklı çıkaracaktı: “Burada bir diyalog devam ediyor. Kimi pratik öneriler aşamasına gelmiş bulunmaktayız. Bu pratik öneriler çerçevesinde yaz başına kadar gelişmeleri takip etmek gerekiyor. Diyalog ve müzakere yöntemine şans veriyoruz. Bu yöntem pratikleşirse 2011 yılı çözümün geliştiği yıl olacaktır. Eğer bu diyalog ve müzakere yöntemiyle sonuç alınmazsa 2011 yılının ikinci yarısından itibaren topyekûn direniş ve özgürlüğü sağlama sürecine girilecektir."

‘ELİMDEN GELEN HER ŞEYİ YAPIYORUM’

Türkiye, 2011’in ortalarına doğru 12 Haziran genel seçimlere kilitlenmişti. KCK, 1 Haziran’a kadar ilan ettiği eylemsizlik kararını, siyasetin önünün açılması niyetiyle 15 Haziran’a öteledi. O günlerde yeni bir açıklama yapan Kürt Halk Önderi’ne göre artık bu tarih son şanstı: "15 Haziran'dan sonra herhangi bir erteleme ya da uzatma durumu söz konusu olmayacaktır. Bu nettir. 15 Haziran son tarihtir. Ben 12 yıldır burada sürekli demokratik-barışçıl çözüm için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Bu tehlikelerin önüne geçmeye çalışıyorum. Başbakan'ın 2005'te Diyarbakır'da çözüme dönük yaptığı konuşmadan sonra başlatmış olduğu tehlikeli süreç gibi bir süreç başlatılırsa, söylediğim gibi çekileceğim. Halkımız böyle bilsin."

AVUKATLARA İMRAYI YOLU KAPATILDI

12 Haziran seçimlerinin ardından iktidarını sağlamlaştıran AKP rejimi, İmralı’da tecridi ağırlaştıracak, Kürdistan’da da savaşı tırmandıracak yeni bir konsept için düğmeye basacaktı. Erdoğan ve ekibinin gerekçesi ise Oslo görüşmelerinin sızdırılmasıydı. İlk olarak Temmuz 2011’e kadar zaten belirli aralıklarla müvekkilleri ile görüşmesine izin verilen avukatların İmralı yolu kapatıldı. En son 27 Temmuz 2011’de müvekkilleriyle görüşmelerine izin verilen Asrın Hukuk Bürosu avukatları, Mayıs 2019’a kadar Abdullah Öcalan’la görüşemeyecekti. Yıllarca bozuk olan kosterin yerine son yıllarda ‘disiplin suçu’ gibi gerekçeler de artık öne sürülecekti.

2011’in ikinci yarısına dönersek; Kürt Halk Önderi’nin, Kürt ve dünya kamuoyuna açılan avukat görüşmelerinin kesilmesi, diğer yandan “KCK operasyonları” adı altında dalga dalga toplumun bütün kesimlerinin tutuklanarak cezaevlerine atılması, Kürt Özgürlük Hareketi’ni yeni savaş yöntemlerine zorlayacaktı. 2011 sonbaharında “Devrimci Halk Savaşı” adıyla başlayan hamle, 2012 bahar ve yaz aylarında giderek yayılacak, Kürdistan’da kızışan savaş bir anda Türkiye’nin ve bölgenin gündemine oturacaktı. Bu dönemde Kuzey Kürdistan’da iki merkez öne çıktı; Şemzînan (Şemdinli) ve Çelê (Çukurca). Sadece sınır hattında değil, Botan, Amed, Dersim ve Serhat’ta da gerilla alan tutmaya başlıyordu.

1 MART 2012’DE BAŞLAYAN DİRENİŞ

Kürt Özgürlük Hareketi, savaş cephesinin yanında diplomasi ve diasporada da tecrit rejiminin kırılması için eylemler yapılmasına karar verdi. Aralarında siyasetçi, avukat ve gazetecilerin de olduğu ‘Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi’ üyesi 15 kişi, 1 Mart 2012’de Fransa’nın Strasbourg kentindeki St. Maurice Kilisesi önünde Öcalan’ın özgürlüğünü talep eden süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlattı.

Bu tarihi eylemden önce Strasbourg’da Kürtler, Avrupa Konseyi, İşkenceyi Önleme Komitesi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Birliği’ne “harekete geçme” çağrısıyla 5 günlük dönüşümlü açlık grevler gerçekleştirmiş, ilk etapta greve değişik ülkelerden gelen 350 Kürdistanlı katılmıştı. Kürt Halk Önderi’nden Mart 2012’ye gelindiğinde 7 ayı aşkın bir süredir haber alınamıyordu ve bu yüzden de daha etkili direnişler gerekliydi. 1 Mart’tan itibaren de Fuat Kav, Ahmet Çelik, Mecbure Özer, Tarık Yusufi, İmam Yıldız, Gülistan Hesen, Harun Yılmaz, Kerim Sivri, Emine Benek, Nigar Eneyati, Erol Polat, Hasan Acar, Ahmet Kılıç, Öner Uludağ ve Gönül Kaya süresiz-dönüşümsüz açlık grevine girdi.

Bu arada eylemcilere destek amacıyla Kürdistanlılar da diğer halklarla Avrupa genelinde dönüşümlü açlık grevleri ve destek eylemleri gerçekleşiyordu. Süresiz açlık grevinde kritik aşamalar olan 30 ve 40’lı günler aşıldığında kararlılığı net bir biçimde gören Avrupalı yetkililer, İmralı’daki tecridin kırılacağına dair sözler vermeye başladı. Ardından da dönemin Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Avrupa Parlamentosu Başkanı ve KCK’nin çağrıları üzerine 15 eylemci, 52. günde greve son verdiklerini bir basın açıklaması ile duyurdu.

Açlık grevi sürecinde farklı kesimlerden oluşturulan Dayanışma Komitesi aracılığıyla toplanan 14 bin imza da Avrupa Konseyi’ne (AK) sunuldu. Eylem boyunca Avrupa’nın farklı ülkelerinden birçok isim, parlamenter, sivil toplum ve siyasi parti temsilcisi destek açıklaması yaparken, 52 gün boyunca 10 bini aşkın kişi Strasbourg’a giderek Kürt Halk Önderi için verilen direnişin etrafında kenetlendi.

Kürtlerin Strasbourg’daki direnişi, bu açlık greviyle sınırlı kalmayacak, 25 Haziran 2012’de Avrupa Konseyi önünde uzun soluklu bir eylemin startı verilecekti. “Özgürlük Nöbeti” adıyla yapılan ve hala devam eden bu eylemin, Kürt Halk Önderi’nin özgür kaldığı güne kadar sürdürülmesi planlanıyor. Nöbet eylemi, Avrupa’da sürdürülen en uzun eylem olarak tarihe şimdiden geçerken, nöbeti her hafta Avrupa’nın değişik bir kentinden gelen 5 Kürdistanlı devralıyor. 8. yılını dolduran eylemde şimdiye kadar on binlerce broşür dağıtıldı, binlerce görüşme gerçekleştirildi.

ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK OTOBÜSÜ

Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi ise 6 Eylül 2012’de bir başka kampanyasına Belçika’nın başkenti Brüksel’de start verecekti. “Öcalan’a ve tüm siyasi tutsaklara özgürlük” sloganıyla düzenlenen imza kampanyası, Avrupa’nın dört bir yanında başladı; ardından Türkiye ve Kürdistan’ın dört parçasında devam etti. Üç yıl boyunca devam eden imza kampanyası, dünyanın en fazla imza alan kampanyalarından biri olarak tarihe geçecek, Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için aralarında dünyaca ünlü aydın ve siyasetçilerin de yer aldığı tam 10 milyon 328 bin 623 kişi imza atacaktı. Toplanan imzalar ise bir heyet tarafından 13 Şubat 2015’te Avrupa Konseyi’ne teslim edilecekti.

Avrupa’daki Kürtlerin o yılki programı bununla sınırla kalmadı. Almanya’nın Mannheim kentinde, 8 Eylül 2012’de düzenlenen 20. Uluslararası Kürt Kültür Festivali’nde, “Öcalan’a Özgürlük Otobüs Turu”nun da startı verildi. Abdullah Öcalan’la ilgili broşürler, afişler ve Kürtlerin taleplerini anlatmak üzere eylemcileri taşıyan otobüs, 78 günde 92 şehri ziyaret etti. Otobüs, “Öcalan’a ve tüm siyasi tutsaklara özgürlük” imza kampanyasının da taşıyıcısı oldu. Otobüs gezdiği ülkelerde binlerce imza toplandı; 5 milyon civarında insanla da yüz yüze diyalog kuruldu.

12 EYLÜL’DE BAŞLAYAN DİRENİŞ

Bir başka direniş de 12 Eylül 2012’de başladı ve yükselerek, İmralı’nın kapısını balyoz etkisinde darbe vuracaktı. Türk cezaevlerinde tutulan bir grup tutsak, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının oluşturulması talebiyle bedenlerini açlığa yatırdıklarını duyurdu. Gün geçtikçe bütün PKK ve PAJK'lı tutsakların dahil olmasıyla başlayan eylemle paralel olarak Kürdistan’ın bütün parçalarında, Türkiye ve Avrupa’da büyük kitlesel gösteriler patlak verdi.

68 gün süren bu açlık grevi ve direniş süreci, Abdullah Öcalan’ın “Eylem başarıya ulaşmıştır” yönündeki mesajıyla sona ererken, İmralı’da yeniden görüşme masası kuruldu. Yıl sonunda Türk devletinin tepesindeki ismin açıklamasıyla da İmralı’daki görüşme trafiği kamuoyuna resmen açıklandı. Türk Başbakan Erdoğan, 29 Aralık 2012 günü TRT’de yaptığı konuşmada, Kürt Halk Önderi’nin ismini vermeden “İmralı’yla görüşüyoruz” dedi.

3 OCAK’TAKİ ZİYARETLE BAŞLAYAN SÜREÇ

Ayla Akat, Altan Tan ve Ahmet Türk’ten oluşan ilk BDP heyeti, 3 Ocak 2013’te İmralı’ya gitti. İmralı’daki tecrit kapısının kırılmasına sevinen Kürtler, o günlerde yasa boğulacaktı. 9 Ocak 2013 günü Kürt kadın devrimciler Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez, Paris’te katledilecekti. Üç kadın yüz binlerin katılımıyla yapılan cenaze töreniyle sonsuzluğa uğurlanırken, katliamın ardından açıklama yapan KCK, olaydan uluslararası arka planı olan Türk Gladiosunu sorumlu tuttu.

KCK ve diğer bileşenleri, Kürt sorununun demokratik çözümü önünde engel olan sömürgeci-faşist odaklara karşı mücadele çağrısında bulunurken, dönemin BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın şu sözü hafızalardaki yerini alacaktı: “Hem görüşelim hem de katliam yapalım diyorlarsa yanılıyorlar."

Yarın: 2013-2019 arası