Öcalan İmralı’yı anlatıyor - XVIII

“Müthiş bir yalan ve kendini kandırma, her yere sızmış bir çirkinlik ortamındayız. Tek kişilik hücremde dayanabiliyorsam biraz da dışarının İmralı zindanından daha beter olmasıyla bağlantılıdır.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı sistemini de Uluslararası Komplo’nun bir parçası olarak görüyor. Orayı salt bir ada cezaevi değil, kapitalist modernitenin kendisi şahsında Kürdistan halkını ve bölge halklarını hedefe koyduğu büyük saldırının dizayn ettiği bir mekan olarak değerlendiriyor. Öcalan, yazdıklarında ve görüşmelerinde bu sistemi çözümleyip anlatırken, nasıl büyük bir mücadele verdiğini de ifade ediyor.

Öcalan’ın ‘KAPİTALİST UYGARLIK-Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı’ adıyla basımı yapılan savunmasında, komplo süreci ve İmralı gerçeği, tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. 18. bölümünü paylaşıyoruz:

VAHŞİ OYUNUN SAHİPLERİNİ TANIMLIYORUM

Kapitalist sistemin bekçileri tarafından çok sistematik tarzda, âdeta Zeus’un Prometheus’u Kafkas kayalıklarına bağlamasına taş çıkartır biçimde İmralı Adası’nda tek kişilik bir zindanda yaşamaya mahkum edilmem, kişiliğimin sistem zıtlığını çözmeyi zorunlu kılmaktadır. Başka bir deyişle bu tarihi gerçekleri hatırlayıp yeniden çözümlemeden, anlamı fark edemeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’ne takılmamın İspanyol boğa güreşinde hep kırmızı şala saldıran boğanın durumundan pek farkı olmayacaktır. Şüphesiz burada Türkiye Cumhuriyeti bir boğa güreşçisine indirgenmiş, kendisine öyle bir rol biçilmiştir. Sürekli ve verimlice bu rolde oynatılmak istenmektedir. Bize, bana gerekli olan, bu vahşi oyunun gerçek sahiplerini tüm yaşam gerçekleriyle tanımlamaktır.

İYİ BİR ANTİKAPİLASİT YARGILANIYOR, YARGILIYOR

Liberalizm ve bireysellik sıkça kapitalizmin ana ideolojik ekseni olarak ileri sürülür. İddia edebilirim ki; hiçbir sistem kapitalizmin ideolojik hegemonyası kadar bireyi kendine tutsak etme gücünde olmamıştır. “Halen konuştuğun dil içerik olarak sistemin meşruiyetinden pek uzak değildir, sen de sistemin ürünüsün” denilebilir fakat içinde tutulduğum mekan, sistem karşıtlığına layık özelliktedir. Derinden farkındayım ki, şahsımda iyi bir antikapitalist yargılanıyor ve yargılıyor. Doğaldır ki, bu yargılanma hukuku katbekat aşmaktadır.

KÜRTLER TÜM KÜLTÜRLERİN TANIKLARIDIR

Sayısız halk kültürü, dört yüz yıldan bu yana kapitalist hegemonyacılığın değirmeninde öğütülerek yok edildi. Doğup büyüdüğüm mekan, adeta bir eski kültürler mezarlığıdır. Kazsanız her tarafından bir kültür fışkıracaktır. Mensubu sayılmam gereken, henüz kendini tam kavramsallaştıramamış olan Kürtler, tüm bu kültürlerin mezar sessizliğindeki tanıkları gibidir. Tarihin neredeyse tüm ilklerini yaratan kültürlerin mezarlarının bile silinmeyle yüz yüze kalması büyük acı verir. Günümüzde Irak’ta yaşanan vahşet bir anlamda kültürlerin intikamıdır.

YENİ İSLAMCILIK, KAPİTALİZMİN KOF TÜREVİDİR

Ortadoğu kültürünü kapitalizme karşı savunmak gerekir. Şüphesiz oryantalizmi aşmadan başarılacak bir görev değildir bu. Yeniden İslamcılık ise tepeden tırnağa kadar oryantalizmin en kof bir türevidir. “Oryantalizmi, sağ ve sol yorumlarıyla birlikte İslamizmi aştıktan sonra geriye ne kalır?” sorusu akla gelecektir. Asıl savunmam bu noktadan sonra geliştirilmek durumundadır. Aksi halde ben de çoktan bir kusmuktan ibaret bir sistem sözcüsü olmaktan elbette kurtulamayacağım. O bir savunma değil, papağanca tekrarlama olur.

KAPİTALİZM BU KÜLTÜRÜN HAYIRSIZ EVLADI

Kapitalizmin zafer mekanı, Kuzeybatı Avrupa sahilleri ve İngiltere Adası’ydı. Kapitalizm zafer yürüyüşünü 400 yıldır dünya-sistem seviyesinde sürdürmektedir. Tökezlediği yer Ortadoğu kadim kültür merkezleridir. Aslında kapitalizmin kendisi, bu kültürün en son inkarcı, hayırsız evladı konumundadır. Aralarındaki çatışma sanıldığından çok daha derindir. Şu an gerçekleşmekte olan acemiler savaşıdır. Adeta İskender İle Üçüncü Darius’un kopyaları oynanmaktadır. G. W. Bush ne kadar İskender’se, Ahmedinejad da o kadar Darius’tur. Diyalektik çelişki çok derinlerde ve çok biçimlilik altında cereyan etmektedir. Çelişki sadece egemen klikler arasında dile gelmemektedir. Toplumun iktidar karşıtlığı da kapsamlı biçimde devreye girmiş durumdadır.

BU TRAJEDİ OLMASAYDI

Şahsımda dile gelen veya dile getirmeye çalıştığım, iktidar karşıtlığının komple biçimleridir. Kapitalizmin kâr sızdırması bu biçimlerden sadece birisidir. Ona karşı olmak sosyalist olmaya yetmez. Kaldı ki, bu kendi başına bir başarı vaadi de olamaz. Tüm direniş ve özgür yaşam formlarını iç içe sözlü ve eylemli olarak adeta bir orkestra stilinde icra etmedikçe, ya ‘Agade’ye Lanet’ okumaktan ya da ‘Nippur’a Ağıt’ yakmaktan öteye gidemeyiz.

Yaşadıklarımı dostlarım ve yoldaşlarım ağır trajedi olarak da değerlendirmektedirler. Emin olunmalıdır ki, bu trajedi olmasaydı biz özgür yaşamı tanımayacaktık. Her şey beş para etmez bir durumdayken, nasıl birbirimizin yüzüne bakabilirdik ki! Babasının ölümüne bile gözyaşı dökemeyen bir evlat durumundayken, yaşamın hangi onurundan bahsedebilirdim? Yanlış anlaşılmasın; babamın öldüğü o yılda, ben ilk Kürdistan seferini özgür kimlik idealiyle Ağrı Dağı eteklerinde başlatmıştım. Serhatlı Kürtler bu yürüyüşün tek bir adımını bile hâlâ kutsallıkla anmaktadır. Fakat gerçekliğimiz yerinde yine ağır durmaktadır. Tam 35 yıldır devam eden özgürlük yürüyüşünden de öteye adeta maratonu diyebileceğim bu çıkış, bu satırlarla kendini anlamlandırmaktadır. Her nefesi, her mekanı, her kişisi bir destan değerinde olan bu maraton nasıl sonuçlanacak?

KESİNLİKLE ÖZGÜRLÜĞÜN ZAFERİ OLMAYACAKTI

İskender’inkine özgü ordulara sahip olsaydım ve zafer üstüne zafer kazansaydım bile, bu kesinlikle özgürlüğün zaferi olmayacaktı. Kaldı ki, çoğunlukla askeri zaferler özgürlük değil kölelik getirir. Ancak kendini, dostlarını ve yoldaşlarını savunduğunda bu zaferlerin bir değeri olabilir. Kendimi iktidar zaferine karşı savunmayı en az iktidara karşı savunmak kadar gerekli görüyorum. Ordularım olsaydı, onların zaferlerine karşı kendimi savunmayı en büyük cihat sayardım.

DIŞARISI, İMRALI ZİNDANINDAN BETER

Gerçekliğimizde yaşam yerlerde sürünüyor. Mevcut haliyle anlamını tümden yitirmiştir. Müthiş bir yalan ve kendini kandırma, her yere sızmış bir çirkinlik ve baykuşlar kadar bile ötemeyen diller ortamındayız. Tek kişilik hücremde tam dokuz yıldır dayanabiliyorsam, bu biraz da dışarının İmralı zindanından daha beter olmasıyla bağlantılıdır.

Devam edecek…