Öcalan: Karşı tarafı tecride almalıyız

Öcalan: Pratik düzeyimiz, diplomatik sahada çelişkiyi derinleştirme ve kendini tecrit etmekten sadece kurtarma değil. Karşı tarafı yoğun bir teşhir ve tecride almaya geçişi ifade ediyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 1 Nisan 1994’teki değerlendirmesine bahar aylarının mücadele tarihindeki yerini anlatırken, baharın tazeliği ve yaşamın gücü ile yeni başlangıcın diyalektiğini vurgulayıp kadrolara öğüt, öneri, uyarıları motivasyonla buluşturan bir perspektif sunuyor.

Kürt Özgürlük Hareketi 40 yılını geride bıraktı. Birçok bedel verdi, birçok kazanım elde etti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bir çok konuda sayısız değerlendirme, çözümleme yaptı. Öcalan’ın 1 Nisan 1994’te bahara ilişkin yaptığı değerlendirmelerden derlenen bazı bölümleri paylaşıyoruz.

ÖZGÜRLÜK TOHUMLARINI BU AYLARDA SERPTİK

Öcalan, baharın; Mart ve Nisan ayının Kürt Özgürlük Hareketi için ne anlam ifade ettiğini şu sözlerle dile getiriyor: “Direnme tarihimizde önemli bir aşamayı teşkil eden 1987 Mart ve Nisan çözümlemelerinde de benzer bir başlangıcımız vardı. Değişik biçimlerde, onun 1985-86 karşılanışı anlamlıdır. Daha da geriye gidebiliriz. 30 Mart Kızıldere şehitlerinin anısına bağlılık ve protestomuz, 7 Nisan’da tutuklanmamız vardı. Daha o zamandan beri baharın, çok önemli, anlamlı karşılandığını gösteriyor. 1974-75 baharları yaşama özgürce ve iddialı yaklaşmayı denedik. Başkentte imhamızın planlanıp hayata geçirildiği, Ankara’da tam bir Kürdistan bilinciyle ayrılışımız ve özgürlük tohumlarını bu aylarda serpmemiz söz konusudur.

Hem düşüncede, hem pratikte 1976 ve 77 bahar ve Nisan ayları epey anlamlıdır ve çok önemlidir. 1977 ve 1978 partiyi ilan etme ve onu yaşatmanın çarelerini oldukça düşündüğümüz Mart-Nisan ayları söz konusudur. 7 Nisan 1979’da Ferhat Kurtay’la Mardin’e geldik. Bizi yepyeni bir süreçle karşılayan bir bahardı. Onun verdiği canlanma, iyimserlik duygu ve düşünceleriyle çıkış yapmamız söz konusudur. Yine 1980-81’i bu sahada karşıladık, düşmanın büyük imha yönelimini, 1980’in o ilk anlamlı eğitim birliğimizi hazırlayıp Kemal Pirlerin komutası altında yola koyduk. 1982-83’te kapsamlı bir biçimde tekrar ülkeye yönelmemizin baharını yaşadık ve Botan’a yöneliş, 1984-85’le bilindiği üzere, 15 Ağustos Atılımı’nın ertelenemez, anlamlı baharıydı. Hem de 1985’in sonuçlarını mutlaka başarıyla getirmenin ağır sorumluluğuyla karşılanması söz konusuydu. Agit arkadaşla yakın ilişkimiz altında 1985 Newroz’unu karşılamamız söz konusuydu ve bizzat kaleme aldığı Newroz umuduyla başlamıştık. Böyle anlamlı bulunan Nisan karşılamamız var.”

FEDAİ EYLEMLERLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMESİ

Fedai eylem gibi büyük eylem yapanları, özlü kişilikler olarak tanımlayan Öcalan, bu direniş kahramanlarının çok anlamlı olduğunu ve en özlü davranışların böyle gösterildiğini belirterek, değerlendirmesini şöyle sürdürüyor: “Özlü olanların büyük eylemleri oluyor fakat böyle değil de daha anlamlı, daha uzun vadeli bir savaşımla gösterselerdi diye hayıflanıyorum. Bu insanları biraz anlamlı kılmak, biraz saygılı-sevgili kılmak için çok büyük uğraşı verdik. Övünmek gibi olmasın ama bildim bileli kendimi çok zorlamama rağmen yeterlilik sınırlarını tutturmaya büyük tutkuluyduk, yeterli iş yapmak, yeterli okumak, yeterli koşmak, yeterli bilmek ve gerçekten bu tam da insana saygının kendisi oluyor. Çok az ağladığım oldu, ağladığım yerlerde de bir yetersizliğimin olduğunu gördüğümde onu gidermeye, büyük bir öfkeye dönüştürerek karşılık verdiğimi de hatırlıyorum. Ağlamam kocakarıca değildi, yetersizliğimi gidermenin öfkesiydi. Böylesi daha doğru oluyor ama çoktan yetersizliklerle kendinizi büyüttüyseniz, gerçekleştirmeniz zor oluyor. Neden kendi işini en güzel, en doğru yapmıyorsun? En hayati konularda bile niye en güzel söz ve eylemi tutturamayacaksın? Çok mu zenginsin, çok mu iş yapmışsın? Yok! Hepiniz Allah’ın fukarasısınız!”

UMUDU DİRİ TUTMAK CİDDİ MESELEDİR

Baharı karşılarken güzelliklerin akla ne kadar getirildiğini, onun savaşla bağlantısını, onun da Kürt insanının yetiştirilmesiyle, hazırlanmasıyla ilişkisinin ne olduğunu soruyor ve şunlara vurgu yapıyor: “Ben yiğitliğin de gerekli olduğuna inanıyorum, alçaklığın ne kadar egemen yaşam biçimi olsa da, ne kadar kendini örtme imkanları olsa da, günün geçerli tek yaşam biçimi diye kabul görse de, esefle, lanetle, büyük bir inatla ona karşı direndiğimi belirtmeliyim. Boyun eğmeyeceğimi, eğmediğimi çok iyi vurgulamalıyım. Onlar siz olabilirsiniz ben olmayacağım, kendime karşı böyle bir şeref sözüm de var. Bütün bir halk bir yana, ben bir yana; bütün alçaklar ordusu bir yana, ben bir yana. Şimdiye kadar da boyun eğmedim. Yaşamaya büyük saygı duyuyorum, fazla yaşamasak da yaşama saygı gerektiğini, saygı göstermek için de hemen her düzeyde büyük yeterliliği yakalamak şartı olduğunu biliyorum. Onun için bu şartlara sahip değilseniz, saygı ve sevginin şartlarına fazla talepte bulunmayın. Öncelikle gerekli olan saygıdır, ondan sonra bir şeyler isteyin. Ben halen çok sınırlı bir saygı durumuyla uğraştığım için, kendim için hiçbir şey istemiyorum. Bütün ulaşmak istediğim biraz saygılı olabilmeyi, etrafıma, dostuma, düşmanıma gösterebilmektir. Kolay değil, bu kadar alay konusu olmak, bu kadar inkar konusu olmak, bu kadar insanlık yoksulu olmak kolay değil. Halkımızın dengelerini yitirmemeye çalışıyorum veya onun çok yitirilmiş olan saygı durumunu oluşturmaya çalışıyorum. Fakat burada da bütün bu çabalara rağmen veya başarı gibi gösterilmeye rağmen kendimizi şiddetli sorguluyoruz. Bu kadar diri tutmaya çalışmamızın nedeni; kendimizi, halkımızın saygılı yaşamına ilişkin durumunu, dengesini acaba bulabilecek miyiz sorusundan ötürüdür. Umudu diri tutmak, umudu yaşanılır kılmak, ciddi bir meseledir.

BİZ BAHARI BÖYLE KARŞILIYORUZ

Halkımızın şu anda umutları diridir, asla onu tehlikeye sokmadık. Pratik savaşın olanaklarını da asla eksiltmedik, biz onun büyük sorumluluğunu duyduk. Bazıları mutlak anlamda gerçeklerle alay etmeyi marifet bilirse, onun her türlü soysuzluğunu, yüzsüzlüğünü gösterirse, bana düşen tersini kanıtlamaktır. En temel insani özellikleriyle, insan değerleriyle çelişmeyi marifet bilirse, onunla alay ederse, bana da düşen onun tersini kanıtlamaktır. Onu yaptık, güzel yaptık... Günümüzün biraz da yiğitliği budur.

Bunu Ortaçağ’da kılıçla, Romalılar da parayla gösterdiler. Biz daha değişik bir tarzda göstermeye çalıştık. Bize ne dayatıldı? Yalnız bu bahara gelişte kış boyu dayatılanları göz önüne getirdiğimizde, namertliğin nasıl zorla dayatıldığını, alçaklığın yine nasıl çok yönlü dayatıldığını gördük. En temel değerlerle oynayarak, en yüce kavramları, tutkuları en tehlikeli biçimlerde kullanarak kendini dayatanları gördük. Bütün bunlara boyun eğmedik, çok yerinde hamlelerle yerinde karşılık verdik. Biz baharı böyle karşılıyoruz. İster hesabınıza gelsin, ister gelmesin; ister sahtekarca dayatın kendinizi, ister anlamlı bir çıkışınız olsun; hepsine hazırlıklıyız. Kesinlikle sandığınız gibi kolay aşılacak, kullanılacak bir durumda değiliz veya ağlanarak-sızlanarak karşılanacak bir gerçek de değiliz.”

KENDİ HALİMİZİ GÖRMEZDEN GELMEDİK

Büyük şehitlerin kendilerine güç verdiğini, onlara büyük bir minnettarlık duyduğunu söyleyen Öcalan, değerlendirmelerini şöyle sürdürüyor: “Özellikle en son Newroz şehitlerine şükranlarımızı belirtmeliyiz. Şüphesiz onlar güç veriyorlar. Fakat esas olan kendi gücümüzü de ortaya çıkarmaktır, biz hiçbir zaman başkaları ‘şöyle adam olursun, böyle yapmalısın’ derken kendi halimizi görmezlikten gelmedik, ‘iyi söylüyorsun, tam da öyledir’ deyip kendimizi dogmalara boğmadık. Büyüklerin sözünü her zaman can kulağıyla dinledik, ilgi duyduk fakat ‘doğru olmayabilir’ sorusuna da açıklık getirdik. ‘Dediklerine doğru olmayan yönler olabilir, ona da dikkat et’ diye kendimize yaklaştık ve halen de öyledir. Hata ve yetersizlikte fazla ısrar etmemek gerekir. ‘An’ı en devrimci tarzıyla yakalamak sonuç alıcıdır. Öyle inanıyorum ki, yaptığımız biraz da böyledir. Bahara yaklaşırken, çok büyük bir anlayış olarak gördüğüm bu son iki direniş şehidimiz, ‘çözümlemeler bitmiştir, sıra eylemdedir’ der. Tabii bunu çok anlamlı söylüyor ve en büyük örneğini de kendi kişiliklerinde sergiliyorlar. Doğru bir söz aslında! Çözümlemeler bitmiştir, sıra eylemdedir! Ama nasıl bir eylem? Onlar kendi eylemlerini öyle ortaya koydular. Bu herkes için böyledir denilemez, belki de onlar için bile bu fazlaydı. Eylemin bin bir biçimi var. Onlar kendileri için en anlamlı biçimi buldular diyelim, uyguladılar, başkası yapsa belki de zarar verebilir. Mühim olan eylemin yerinde ve zamanında olmasıdır. Ne mutlu onu yakalayana!

ÇOK AMANSIZ BİR SAVAŞ; ÖLMEMEYE ÇALIŞMALISINIZ

Dostluk adına, yoldaşlık adına dayatmaları, şöyle-böyle adına karşı koymaları yapın bakalım kim düşüyor? Serbestsiniz, ben de serbestim. Siz sizinkileri dayatın, ben de benimkilerini. El mi yaman, bey mi yaman gösteririz. Biz kimsenin hukukunu elinden alacak veya onu çirkinleştirecek tutum içinde olmadık. Bazılarının bizi de böyle kullanmalarına fırsat vermedik. Bizi büyük bir hukuksuzlukla, çirkinlikle bağlamalarına fırsat veremem. Bu bir savaş ve çok amansız olmuştur. Madem bazıları bize bu kadar dayatmış, biz de dayanabildiğimiz kadar dayanacağız. Yoksa kendimi çirkinleştirerek, kendimi anlayışsız kılarak, ağlayarak, sızlayarak mı karşılayacağım? Sizin gibi kolay ölerek, kolay zincirleyerek kendimi bırakmayacağım. Ben ‘mutlak özgürüm, mutlak sağlamım, yürütüyorum işleri’ diyemem ama bütün bu darlığa rağmen bu sahada biraz yürütüyorum. Kaldı ki, bu fazla mekansal bir anlamda da değildir. Biz savaşın en büyüğünü ruhta, ilişkide, düşünsel tarzda veriyoruz. Sonuçlarının büyük olduğunu da görüyoruz. Umarım bir şeyler anlıyorsunuz, o büyük anlayışsızlık duvarları biraz deliniyor. Çok kalın duvarları biraz deldik. Büyük işlere gelmezseniz sürekli dövülürsünüz, delinirsiniz, paramparça edilirsiniz. Ölmemeye çalışmalısınız, yaşama güç getirmelisiniz. Ben bazen halkımız ve dostlarımız için esin kaynağı olduğumu söyleyebilirim, hepsinin taze umudu olduğumu ve bu anlamda da sözümün sahibi olduğumu belirtebilirim. Kimse de bunu inkar edemez. Bunun da böyle bir kişilik savaşımıyla, böylesine büyük bir yoğunlukla sağlanabildiğini de çok iyi biliyorum.

İSTEDİKLERİ TUTSAKLIĞI BANA DAYATAMAZLAR

Kolay tutsak olmamalıyım, onun ne kadar bitirici olduğunu görüp de özgür yaşama savaşımına yüklenebilseniz ve bunu anlatabilseniz. Çünkü yapılanlar az değil, gördünüz. Ben zaten öyle yaşamaya hiç gelemem, özgürlük dediğiniz tutsaklığı kabul edemem. Şu anda öyle bir ayarlamışım ki kendimi, TC’nin de eline geçirilsem aslında onlar istedikleri bir tutsaklığı bana dayatamazlar. Bu düzeyi aştım. Bu bir direnme meselesi, kendini hazırlama meselesidir. PKK’ye şu anda tutsaklara idamı dayatamıyorlar ve bu hızla giderse aslında bırakmak zorunda da kalacaklar fakat gerillaya imhayı dayatıyorlar. Gerilla bu koşullarında kolay imha olamamanın tüm olanaklarına sahiptir. İyi bir halk savaşçı önderliği daha farklı davranmalı. İşin ihtiyacı neyedir? İşin yanlışlığı nerededir? Bunu kestirmeye çalışmak gerekir. Bu kişiyi yeniden bir yeterlilik gerçeğiyle karşı karşıya getirir. Sorun böyle aşılır.

DAVANIN TUTKUSU BELİRLEYİCİDİR

 Varsa ciddi komuta yetenekleri, böyle aşılır. Tarihin bütün önemli komutanlıkları çok güzel okullarda okuyarak veya bazı özel becerilere dayanarak komutan olmazlar. Davanın tutkusu belirleyicidir. Çizgi diyoruz biz buna şimdilik ama gerisini kendisini veriş tarzı belirler. Veriş tarzında kendini tıkattın mı aşılırsın. Çok direndin mi sert ceza görürsün. Komutanlık gerçeği böyledir. Bir halk önderi olarak aşınmanın ne kadar sakıncalı olduğunu kendi kendine anlatmalısın. Görevinde aşınmaz olmak çok önemlidir. Görevinde başarılı olmak çok önemlidir. Bu halk demektir. Sen kendini konuşturmuyorsun, halkı konuşturuyorsun. Kendin savaşmıyorsun, halkı savaştırıyorsun. Bunlar çok önemli şeyler. Bu halkı biz başka türlü kendi savaşımının sahibi yapamayız.

ÇOK YÖNLÜ OLMAMIZ GEREKTİĞİNİ ANLAMALIYIZ

Yeni olan yönleri görmemiz lazım. Siyasi değerlendirmede iyi ortaya koymamız gerekir. Askeri açıdan yeni durumları iyi ortaya koymamız gerekir. Temel taktiği çok iyi görmemiz ve buna bağlı olarak her türlü örgütsel, eğitsel çalışmaya yeterli cevabı bulmak gerekir. Pratik düzeyimiz, diplomatik sahada çelişkiyi derinleştirme ve kendini tecrit etmekten sadece kurtarma değil. Karşı tarafı yoğun bir teşhir ve tecride almaya geçişi ifade ediyor. Kendi politik silahlarını devreye sokma, Türkiye halk gerçeğine daha iyi seslenme, mevcut partilerle daha iyi ilişkiler geliştirme, onlarla taktik yapma durumumuzu ortaya çıkarır. Artık herkes yakıcı bir biçimde ordu görevlerine, onun her türlü eylem, savaş görevlerine derinlik kazandıracaktır.

Dönemin militan kişiliği, artık kendini aşılamak zorunda. Çünkü büyüme dönemi, işlerin ilerlediği bir dönemdir. Eskisi gibi bir grup döneminin veya kritik bir dönemin hassasiyetinde değiliz. Dönem seridir, bir de üretkendir. Durumu biraz yetersiz olan, tıkanmış olan varsa, bir an önce katılmayı esas almalıdır, onlara düşen budur. Tabii savaştır, yine kayıplarımız olur. Fakat trajik, hesapta olmayan hatalarla kimse bize kaybettiremez. Bir asker olacağız, gerektiğinde politik önder, gerektiğinde diplomatik bir uygulayıcı, gerektiğinde bir kültür temsilcisi, gerektiğinde bir ekonomik örgütleyici olmamız gerektiğini anlamalı ve hazırlanmalıyız. Dönemi bir teşkilatlandırmaya götürebileceğimize kadar, onun çok yönlülüğünü, kapsamlılığını görerek hazırlanma dönemidir. Kimse acele edin demiyor size, ama günleri de boşa harcarsanız, bunun affedilmezliğini peşinen bilmelisiniz.

BU, BENİM SANATIM VE GÖREVİM

Bir hırsız şuradan girse, bir sahtekar şuradan vurdum aldım dese, ona ulaşır ve tutarız. Bunlar hep bu işin kuralı gereğidir, yani sahipsiz değildir. En azından ben olduğum müddetçe bu işler böyle yürüyecektir. Artık biz de bu işte biraz mesafe aldık. Yerim dar ama halen bu tarzda idare edebiliyorum. Darılmayın ‘sen niye böyle idare ediyorsun’ diye üzülmeyin. Çünkü bu benim sanatım, mesleğim, görevim. Görev her şeyden önce gelir, benim diğer şeylerime aldanmayın. Benim için her şeyden önce görev geliyor. Beni ne çok sempatik bulun, ne antipatik bulun; ne çok yakın bulun, ne çok uzak bulun. Beni görevlerin başında bulun ve görevin tam üstünde olduğumu bilin, öyle değerlendirin. Yaşadığım müddetçe görevlerimi iyi takip ederim, bunun bilincine ulaşmalısınız. Önüme konulan görevi götürür, gözetirim.

DEVRİMİN GÖZÜ ÇOK DAHA BÜYÜKTÜR

Görevler de ortaya konulmuştur. ‘Saptırırım fark etmez, üzerine otururum aldırmaz’ demeyin. Her ne kadar eski alışkanlıklarınız güçlüyse de devrimin iradesi, alışkanlıkları da yerle bir etmeye muktedirdir. Siz kendinizi çok kurnaz sanabilirsiniz fakat devrimin gözü çok daha büyüktür, devrimin kulağı çok daha uzaktan duyar. Duyargaları da kılcal damarlar gibidir, alır. Ne olup bitiyor, kendi bünyesi içinde, iradesinde en keskin bıçaktan daha keskindir. Siz partileşmek, ordulaşmak istiyorsunuz. Ben de bu işin çerçevesi, nedeni, nasılı böyledir diyorum. Size haksızlık etmiyorum. Soylu istemlerinize işlerlik kazandırmak istiyorum. Kendinizi adadığınız amaca başarı şansı vermek istiyorum ve herkes için hem birleştirici olan, hem gerekli olan, hem gönülden olan, hem de emredici olan budur. Saygı dediğim olay, benim buna bağlı kalmam ve bunu götürmemdir. Şüphesiz sizin de kendi gerçekliğinize saygılı olmayı bilmenizdir. Bunda da yüzeysellik, kavrayışsızlık, iradesizlik, ilgisizlik olamaz. Farklı yorumlama, farklı uygulamalar münafıklıktır, saptırma girişimleridir; iyi niyet ne olursa olsun, gerçekleriniz ne kadar haklı olursa olsun, bunu hiçbir şey değiştirmez.

BAHAR KADAR TAZE, YAŞAM GÜCÜ KADAR GÜÇLÜ

Hiç şüphesiz saygılı olmayı bileceksiniz, içten katılım, bilinçli katılım, başarılı katılımı bileceksiniz. Kendinize yaraşır olan saygıyı ve onun başarıyı şart kılan dayanaklarını alırsınız. Çok kararlı olursunuz ve mutlaka amacınıza bağlılığınızı pratik tarzınızla gösterirsiniz. Bu eğitimdir, bu savaşın içine girmedir, gerektiğinde sorumlu kademelerinde yer almadır; girer hakkını verir ve başarırsınız. Ben bildiğiniz gibi devam ediyorum. Tekrar söyleyeyim, görüntüye aldanmayın. Esas olan dönemin dayattığı görevlere biraz başarı şansı vermektir.

Bu perspektif bizim diğer bütün işlerimizden daha önemli. Alışkanlıklarımızdan, duygularımızdan, her türlü ihtiyaçlarımızdan daha önemli temel ihtiyacımızdır. Temel yoldaşlık bağımızdır. İnanıyorum ki, bu dönemde buna her zamankinden daha fazla parti yaşamı ve onu başarma imkanını vereceğiz. Böylesine bir baharın canlanışına, görevlerde başarıyla ancak karşılık verilebilir. Bir halk için gerekli olan çalışmalara güç getirilmiştir, yeterlilik gösterilmiştir. Halkın temel ihtiyacı, şeref-onuru ortaya çıkarıldığı gibi savunulmuş ve hatta yenilmez bir noktaya getirilmiştir. Tam başarısı için de imkanlar vardır.

Hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bu savaşım imkanlarını sizlerle de paylaşmak isteriz. Sizin de talebiniz budur ve buna göre savaşın imkanları da büyük bir değerdir. En az yaşam değerleri kadar, onun maddiyatı, maneviyatı kadar bir kişiye tutkuyla sahip olmayı, onu amansız paylaşmayı isteyen değerlerdir, onları size sunuyoruz. Bu ne bir zorlayıcılık olarak görülmeli ne de bir maceracılık olarak karşılanmalıdır. Yaşamımızın bu dönemi için bize en çok lazım olanının hazırlanıp size sunulmasıdır. Büyük bir saygıyla, büyük bir şükran duygusuyla da karşılayabilirsiniz. ‘Gerisi bize düşer’ diyerek sizde yaşamınıza böylesine çok canlı bahar tazeliği kadar, taze, yaşam gücü kadar güçlü bir karşılık verir ve başarırsınız.”