DEM Parti Milletvekili Cengiz Çiçek, ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımıyorum’ diyen Erdoğan'ın bugün İmralı heyetini kabul etmesini değerlendirerek sürecin niteliksel olarak bir başka aşamaya sıçradığını da ifade etti.
DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek, Erdoğan’ın daha önce Dolmabahçe Mutabakatı’nı inkâr ettiğini hatırlatarak, şimdiki süreçte bu fotoğraf karesine giren Erdoğan’ın görüşmeleri başka bir boyuta taşıdığına dikkat çekiyor.
DOLMABAHÇE’Yİ TANIMIYORUM DİYEN ERDOĞAN’DAN BUGÜNE…
Cengiz Çiçek, son görüşmeyi yorumlarken Dolmabahçe Mutabakatı’na gönderme yapıyor. Ayrıca o süreçten sonra yaşananları da hatırlatarak bugüne kadar gelen mücadelenin de altını çiziyor:
“İmralı Heyeti ve Erdoğan görüşmesinin tarihsel açıdan önemi, bizim açımızdan şu: Bu topraklar iki çözüm sürecinin deneyimini yaşadı, Oslo ve son İmralı süreci. Şimdi her iki tarafın da o süreçlerden biriktirdiği birçok şey var. Zaten toplumun gözü önünde yaşanan bir şey vardı. Dolmabahçe Mutabakatı’nda Sayın Erdoğan'ın bizzat kendisi, ‘benim bu mutabakattan haberim yok, tanımıyorum’ diye bir açıklamayla süreci sonlandırdığını da resmen ilan etmişti. Akabinde, bir ‘çöktürme eylem planı’ devreye sokuldu. Ortalama 10 yıldır, biz bu ‘çöktürme eylem planı’nın bütün sonuçlarını hep beraber yaşıyoruz. Sadece siyasi değil, ekonomik, kültürel, sosyal bir bütün olarak bunun sonuçlarını yaşıyoruz. Aradan geçen zamanda bu kadar baskı sonrasında ortaya çıkan bu yeni sürecin akabinde, Sayın Erdoğan'la DEM Parti heyetimizin görüşmesi tarihsel açıdan aslında bir ilerlemenin de göstergesi.
Her şeyden önce toplum, direnen güçler ve Kürt halkının direnişi bir bütün olarak aslında bu ortaya çıkan fotoğrafta büyük bir pay sahibidir. Her fırsatta, en zor dönemlerde bile hep şunu söyledik: Direndiğimiz ve mücadele yürüttüğümüz sürece tarih hiçbir zaman geriye sarmaz, hep ileriye sarar. ‘Dolmabahçe'nin Mutabakatı’nı tanımıyorum’ diyen Erdoğan'dan, bugün İmralı heyetimizi kabul eden Erdoğan’a baktığımızda, bizzat kendisi bu ilerlemeyi tarihsel anlamda çok iyi ifade ediyor. Bu yönüyle de şöyle bir tanım yapmak mümkün: Devlet en üst katından -çünkü bu görüşme Saray’da oldu- bu sözün içerisine girdi diyebiliriz.
‘SÜREÇ, NİTELİKSEL OLARAK BAŞKA BİR AŞAMAYA SIÇRADI’
Tabii ki bu görüşme ve sonrasındaki gelişmeler ayrı bir tartışma konusu; onları ayrı ele almamız da gerekiyor. Bu yönüyle süreç, niteliksel olarak bir başka aşamaya sıçramış demek bizim için herhalde zor olmasa gerek. Ekim'den bu yana aylar geçti ve gerçekten taraflı-tarafsız herkes, Sayın Erdoğan'ın bu gelişmelere ve tartışmalara dair mesafesini konuşuyordu. Bu mesafesinin nedenini anlamaya çalışıyordu. Bu konuda her birimizin durduğumuz yere göre yorumları olabilir, oldu da. Ama toplamda nesnel ve objektif olarak bu sürece mesafeli görünen, fazlasıyla temkinli görünen bir Erdoğan fotoğrafı vardı. Bu yeni fotoğrafın verilmesiyle birlikte, yani heyetimizle yapılan görüşmede Sayın Erdoğan'ın kendisinin de bu sürece bundan sonra daha ciddi gireceğinin göstergesi, Bahçeli'nin açıklaması da aslında bu minvaldeydi.
Artık şöyle bir tablo var önümüzde: İlgili bütün aktörler, özellikle iktidarı ve devleti temsil edenlerle Kürt siyasetini temsil eden bütün aktörlerle görüşme yapıldı. Bu görüşme trafiğinin hepsi bir bütün olarak tamamlanmış sayılabilir ve bundan sonra, aslında en üst düzeyde yapılan bu görüşmelerden doğal olarak kamuoyunun beklentisi, ivedilikle sürecin ilerlemesi için kimi adımların atılması yönünde. Bundan sonra pratik bir adım görmeden görüşmelerin kendisini tekrar etmesi, açıkçası toplumda ve kamuoyunda güvensizliği daha fazla derinleştirecektir diye düşünüyorum.”
‘ÖNCELİKLİ ADIM, SAYIN ÖCALAN’IN KOŞULLARI’
Çiçek, ilk olarak Önder Apo’nun tecrit koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini söylerken, bunun sebeplerini ise şöyle sıralıyor: “Bu işin nihayete erdirilmesi için Sayın Abdullah Öcalan'ın koşullarını düzeltilmesi gerekiyor. Sonuç olarak PKK'nin feshi söz konusu, PKK'nin silah bırakmasından bahsediliyor. Kürt sorunun bir şekilde çatışmalardan uzaklaştırılmasından, hukuki ve siyasi zemine çekilmesinden bahsediliyor. Barış zaten savaşan güçler arasında oluyor ve doğal olarak bu silahsızlanma sürecinin, Kürt meselesinin çatışma ve savaş aralığından uzaklaştırılma sürecinin gerektirdiği zorunlu adımlar var. Onlardan şüphesiz en önemlisi ve belki de en öncelikli olanı, Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlük koşullarının sağlanması ve çalışma koşullarının düzeltilmesi.
Her şeyden önce PKK yetkililerinin de yaptığı açıklamaya dayanarak söylüyoruz bunu; PKK, kongreyi yapabilmek için kendi liderinin bu kongre sürecine katılması gerektiğini söyledi. Bu da çok doğal bir şey. PKK yasalar kapsamında yasadışı bir örgüt olarak görülebilir ama adından menkul bir parti ve o partinin bir lideri var. Her parti kongresini lideriyle yapmak zorunda. Sayın Öcalan hangi formda, hangi biçimde katılır kongre sürecine, onu elbette ki tarafların kendisine bırakacağız.
‘SAYIN ÖCALAN’IN KONGRE SÜRECİNE DAHİL OLMASI GEREKİYOR’
Böylesi tarihsel bir kongrenin gerçekleştirebilmesi için Sayın Öcalan'ın kongre sürecine katılması, dahil olması gerekiyor. Hakeza, yine sağlıklı bir kongre ortamının sağlanabilmesi için çatışma koşullarının ve operasyonların durdurulması gerekiyor. Bu dönemde Güney Kürdistan'a ve çevresine binlerce operasyon ve binlerce hava saldırısı yapıldı. Böylesi güvenlik koşullarının olmadığı bir ortamda kongrenin toplanması son derece zor gibi gözüküyor. PKK yetkilileri zaten bunu defaatle açıkladı. Bize düşen görev de zaten bu koşulların olgunlaştırılmasını sağlamak. Bu, sadece DEM Parti'nin, sadece Kürt siyasetinin ve Kürt hareketinin talebi olmaktan çıkarılmalı. Çünkü Kürt meselesi, bir bütün olarak bu topraklarda yaşayan bütün insanların sorunu artık. Bunun için Kürt olmanıza gerek yok. Çünkü Kürt meselesinin çözümsüzlük ortamı, artık herkesin yaşam alanını fazlasıyla olumsuz etkilemiş bir problem.”
‘TÜM MUHALEFET VE PARTİLERİN KATILIMI ÖNEMLİ’
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bir röportajda “Kürt sorununun çözümü ile ilgili hangi adım atılırsa değerli bulurum” sözlerini nasıl değerlendirdiğini sorduğumuz Cengiz Çiçek, şöyle yanıt veriyor: “Türkiye'de siyasal iklimin bütünüyle normalleştirilmesi, ılımlı hale getirilmesi gerekiyor. Biz uzun yıllardır Kürt meselesinde askeri çözümlerin Türkiye demokrasisini her zaman sakatlayacağını, güçten düşüreceğini söyledik. Tarih zaten bizi haklı çıkardı. Hakeza, Kürt meselesinde barışçıl arayışların olduğu bir dönemde Türkiye'nin batısında antidemokratik uygulamaların bir bütün olarak yükselmesi de Kürt meselesini doğrudan etkileyecek bir mesele.
O nedenle iktidarından muhalefetine, AKP'sinden MHP'sine, CHP'sinden DEM Partisi’ne, bir bütün olarak toplumsal partilere ve toplumsal muhalefetin kendisine şöyle bir görev düşüyor -özellikle bu görev her şeyden önce iktidar grubuna düşüyor.- Türkiye'de siyasal iklim normalleştirilmediği sürece, diyalog ve müzakere iklimi bütün partiler arasına yayılmadığı sürece, haliyle birçok sorun olacaktır.
Mesela Kürt sorunu ve Türkiye'nin demokratikleşme problemi sanki birbirinin ayağını çelen bir pozisyondaymış gibi görünür; ama tam tersi, aslında bu iki mesele doğrudan birbirini olumlu ya da olumsuz etkileyecek meseleler olarak değerlendirilmeli. O nedenle Cumhuriyet Halk Partisi'nin sürece katılımını sadece Cumhuriyet Halk Partisi'nin kendi yapıp yapmadıklarıyla değil, Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere bütün muhalefetin bu sürece katılımının yollarını hep birlikte aramamız gerekiyor. Bu sadece DEM Parti'nin işi değil. Elbette ki DEM Parti olarak heyetlerimiz Cumhuriyet Halk Partisi ile ve diğer partilerle görüştü, olumlu görüşmeler de oldu. Ama iktidar blokunun, Kürt meselesi gibi sistemsel ve Türkiye'nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük problemlerinden biri olan bu problemin çözümüne yaklaşımında, meseleyi sadece DEM Parti ile sınırlı görmemesi gerekiyor. Biz isteriz ki iktidar bu meseleyi nasıl ele aldığını, varsa bir çözüm perspektifini tüm muhalefetle partimiz gibi paylaşsın. Bu çok önemli.
‘CHP, GEÇMİŞE ORANLA EPEY İLERİDE GÖRÜNÜYOR’
Aynı zamanda iktidar tarafından bir adımın atılması gerekiyor; siyaset ikliminin daha ılımlı, daha diyalog ortamına çekilmesi için. Bizim yaptığımız bütün görüşmelerde ve CHP'nin ilgili yetkililerinin, Genel Başkan'ın yaptığı bütün açıklamalarda ortaya çıkan bir gerçek var. Onun da hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Bütün tuzaklara, kendi içinde sıkıntılı, sorunlu alanlarına rağmen CHP-çünkü bir testten de geçti başta Özgür Özel’in kendisi- gerçekten bizce Kürt meselesinin demokratik çözümüne ve onun iradesine dair başta beyan ve söz düzeyinde olmak üzere, geçmişe oranla epey ileride görünüyor. Bu olumlu, teşvik edilmesi gereken bir pozisyon. Çünkü geçmişte biz bunun sorunlarını hep yaşadık. Özellikle son çözüm sürecinde neredeyse şöyle bir tablo vardı: Bir yanda AKP, MHP bu sorunu çözüm yoluna sokmak istiyordu görüntüsü vardı; ama öbür taraftan da bu çözüm arayışlarına bir bütün olarak mesafeli yaklaşan, hatta karşı pozisyon alan bir muhalefet gerçeğinden, bir CHP gerçeğinden bahsediliyordu. O günden bugüne bu değişimin kendisi hep çabalarla oldu. Herkesin çabasıyla oldu ve aslında tarihsel bir hakikatin kabulüyle de oldu.
Açığa çıkan bu yalın tablo bizce şu: Herkes bu özgüvenle ve bu gerçek üzerinden kendisini konumlandırmalı, diye düşünüyoruz. Bizim için de geçerli bu. Kürt meselesi ve Kürt halkının demokrasi ile özgürlük mücadelesi, Türkiye'de çok ciddi bir demokrasi kuvveti artık. DEM Parti'nin üçüncü yol olarak kendisini konumlandırdığı politik hat, gerçekten bu ülkede artık hiçbir gücün gözden kaçıramayacağı, gözden çıkaramayacağı bir hat. Bir özne, bir belirleyen artık. Ve o nedenle de artık iktidarından muhalefetine, herkes Kürt meselesinin demokratik çözümünden yana tavrını ortaya koymalı. Bu tavırdan uzaklaşan her siyaset kaybedecek artık. Bence bu tablo, içinde bulunduğumuz günümüz tablosu, iktidarın ve muhalefetin bu gerçeği gördüğünün de ispatı olarak değerlendirilmeli. Önümüzdeki dönemdeki siyasal gelişmelerin hepsi bu gerçek üzerinden şekillenecek. Kürt meselesini çözmüş bir devlet, açıkçası demokrasi standartlarını da yükseltecek. Aslında Sayın Öcalan'ın da defaatle söylediği şey, sistemsel olarak demokratik dönüşümün kendisini zorlamalıyız. Konjonktüre ve gündelik çıkarlara boğmadan, sistemin demokratik dönüşünü bir perspektif ve hedefle ele alırsak, bu soruna hem Sayın Öcalan'ın hem Kürt siyasetinin hem de bizim çabalarımızla daha doğru yanıtlar ve daha anlamlı cevaplar vermiş oluruz.”
‘MÜCADELEMİZİN TARİHSEL BİR ÖNEMİ VAR’
Cengiz Çiçek, 19 Mart’ta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun alınmasıyla başlayan fakat onu da aşan hem bu eylemleri hem de eylemlerin olduğu süreçte, İmralı heyetinin yaptığı görüşmelere gelen eleştirilere dair de şunları ifade ediyor: “Şüphesiz yüzyıllık Cumhuriyet tarihinde bir inkâr varsa, o inkâra karşı yürütülen mücadelenin -sadece Kürtler bağlamında söylemiyorum, Çerkesler, Aleviler de bütün olarak resmî paradigmanın yok saydığı, dışladığı bütün kesimler için söylüyorum. Hatırlayacak olursanız Sayın Öcalan, bu resmi paradigmanın dışında tutulan bütün güçlerin oy oranının yüzde 30’lar civarında olduğunu söylemişti; temel hedeflerinden biri de sistemin yok saydığı bütün toplumsal kesimleri, farklılıkları zenginlik olarak görüp, bunu bir politik mücadele hattına evriltmemizdir. O yüzden, sadece Kürt meselesi bağlamında söylemiyorum ama sorunuz Kürt meselesi bağlamına oturduğu için şunu çok net söylememiz gerekiyor: Dünden bugüne, yani Kürt halkının statü mücadelesi, varlık mücadelesi, özgürlük mücadelesi her zaman Türkiye'de demokratik standartları yükseltmiştir. Türkiye'de her zaman demokrasiye ve özgürlüklere dönük arayışı canlı tutmuştur. Eşitlik ve adalet değerlerinin bu topraklarda hâkim kılmasına dönük her türlü anlayışı, çabayı canlı tutmuştur.
‘DEM PARTİ’NİN DEMOKRASİ SINAVINDAN GEÇİRİLMESİ DOĞRU BİR TUTUM DEĞİL’
Bir an için tarih sahnesinde Kürt siyasetinin, Kürt Hareketi’nin ya da Kürt sorunun demokratik çözümünü isteyenlerin mücadelesinin olmadığını düşünelim; yani yaklaşık 40-50 yıldır bu mücadelenin olmadığını düşünelim. Bu topraklarda belki demokrasi ve özgürlükler adına yaprak kımıldamayacaktı. Bize oy versin vermesin, bize eleştirisi olsun olmasın ama bütün kesimlerin açıkçası kabul etmesi gereken bir gerçek var ki o da şu: DEM Parti’yi, Kürt siyasetini, sosyalist hareketleri, üçüncü yol mücadelesinde buluşturan bu mücadele, bu toprakların en büyük demokrasi mücadelesidir. O nedenle şu yaklaşımlar bizi gerçekten hem üzüyor hem de hayıflanıyoruz, onu söyleyelim. O da şu: Her fırsatta DEM Parti'nin ya da Kürt Hareketi'nin birileri tarafından demokrasi sınavından geçirilmesi, açıkçası doğru bir tutum değil, demokratik bir tutum da değil. Niye böyle söylüyoruz? Çünkü bizim mücadelemizin varlığı, zaten bir bütün olarak Türkiye'de hala demokrasiye dair umutları canlı tutuyor. Bu sadece DEM Parti'nin umudu değil, CHP’ye oy verenlerin umudunu da canlı tutuyor. Diğer partilere oy veren, yani AKP, MHP dışındaki, iktidar dışındaki bütün muhalefet partilerine oy vermiş, onlara gönül vermiş milyonların mücadelesini, umudunu canlı tuttu bizim mücadelemiz. Böyle bir tarihsel bir önemi var.
‘DEM PARTİ KİMSENİN ARZULARININ NESNESİ DEĞİL’
Buradan hareketle, kimi sorun alanlarına dair tartışmalarda iktidarın ya da muhalefetin, DEM Parti'yi kendi iktidar çıkarlarının ya da kendi parti çıkarlarının ya da kendi hedeflerinin doğrultusunda bir pragmatizmle ele alması son derece tehlikeli, yanlış ve bir o kadar da kaybettiren bir şey. Biz hep şunu söyledik: Biz kimsenin arzularının nesnesi değiliz, biz üçüncü bir kuvvetiz, üçüncü bir yoluz. Tarihsel olarak var olan iki egemen blok dışında, kendi bloğumuzu örgütlemeye çalışıyoruz. Aslında kendi iktidar alternatifimizi, iktidar perspektifimizi, halkların iktidar perspektifini de buradan örmeye çalışıyoruz. Bu anlamda bizim mücadelemiz, sistemin demokratik dönüşümüne dair bir tarihsel mücadele. Aynı zamanda o tarihsel birikimle ortaya çıkan güncel bir mücadele.
Şimdi her birimizin şunu sorması gerekiyor: Eğer bizden şöyle bir şey bekleniyorsa, biz bunun adını çok net koyduk. Eş genel başkanlarımız da koydu; Newroz alanlarında ya da partimiz adına, mücadelemiz adına söz kuran bütün arkadaşlarımız aynı şeyi söyledi. Van’a atanan kayyımın ya da Dersim'e, Hakkâri’ye atanan kayyımın, yani halk iradesinin gaspı olarak değerlendirdiğimiz kayyım darbesinin benzerini İstanbul'da İmamoğlu'na dönük, büyükşehir belediyesine dönük bir operasyon olarak da değerlendik. Bu, İstanbul'da İmamoğlu'na, milyonların iradesine dönük bir hak gaspıdır. Yani bir darbedir, antidemokratik bir uygulamadır. Ama buna karşı protestolara, buna karşı eylem sürecinin nasıl geliştirileceğine dair, herkesin sorumlulukla hareket etmesi gerekiyor. O nedenle bundan sonraki sürece de şöyle bakmamız gerekiyor: Bizce CHP'nin de bu işi daha çok zorlaması gerekiyor. Şimdi milyonlarca insan sokağa çıktı, bunu görmeyen bir siyaset her zaman kaybeder. Bunu kendimiz için de söylüyorum. Sokağa çıkan milyonların büyük bir bölümünün, ezici bir bölümünün talebi demokratik gelecekti. Kendi geleceklerine dönük gerçekten o umudu yeşertmek ve hayatta tutmak istediler, hatta bu tavır CHP'nin kendi tavrını da aşan bir tavırdı.
Bu, nasıl Gezi Parkı’ndaki gibi üç beş ağacın meselesi değilse, bir toplumu nefessiz bırakan politikalara karşı toplumun isyan çığlığıysa, tepkinin kendisi de sadece İmamoğlu ya da büyükşehir belediyesiyle açıklanamaz veya CHP’ye dönük bir hamleyle açıklanamaz. Milyonlar, uzunca süredir Türkiye'de bir baskı ortamında, kuşatma ortamında, nefes alamaz bir ortamda tutuluyor ve aslında bir kez daha görüldü ki insanlar, kendilerine dönük bu baskı politikalarına karşı kendi özgürlük alanlarını, demokratik alanlarını savunmaya geçti. Bu bizim için çok net bir tabir. Ama bu anlamda sadece DEM Parti'yi sınava tabi tutmak, açıkçası bizler açısından bizim ortaya koyduğumuz mücadelenin de anlaşılmadığının göstergesi. Özellikle son yerel seçimler başta olmak üzere, en kritik kavşaklarda DEM Parti'nin oynadığı demokratik tavrın, bu ülkeye neler kazandırdığını herkesin görmesi gerekiyor.”