Şahin Tümüklü: Sokakta meşru mücadele yürütülmeli

AKP-MHP faşizmine karşı sokakta ve fiili meşru mücadele yürütülmesi gerektiğini söyleyen ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, "Birleşik Mücadele Güçleri olarak bu sürecin özeleştirisini yaratmak için en kararlı kesimlerle yan yana gelmek gerekiyor" dedi.

Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, HDP’ye açılan kapatma davası, iktidarın devrimci demokratik kesimlere yönelik baskı politikaları ve faşist rejime karşı mücadele yollarına ilişkin ANF’ye konuştu. Faşist rejimin her anlamda sıkıştığını kaydeden Tümüklü, yönetemeyen bir rejim karşısında kitleselleşen bir öfke olduğunu belirtti. Tüm direnişçilerin taleplerinin ortaklaşması gerektiğini belirten Tümüklü, geçilen sürecin özeleştirisinin en kararlı kesimlerle beraber mücadele ederek verilebileceğini söyledi.

Faşist iktidar uzun süredir HDP’ye dönük saldırı ve baskı politikalarını sürdürüyor. Kurumlara yapılan operasyonlar, milletvekilliklerin düşürülmesi, tutuklamalar, açılan soruşturmalar ve kapatma davası gibi. Son olarak Yargıtay tarafından açılan kapatma davasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

HDP’ye açılan kapatma davası hukuki değil; düpedüz faşist saldırganlık politikasının bir şekilde demokratik mücadele cephesini kapatmak, emekçiler ve ezilenler açısından bir şekilde bu demokratik çıkışın mücadelenin önüne set çekme amacı taşıyor. Faşizmin kendisini esaslı bir şekilde örgütlediği son dönemdeki saldırganlık düzeyine uygun bir konsept.

Bu anlamıyla HDP’nin kapatılmasıyla diğer Kürt partilerinin kapatılması hem nitelik itibariyle hem de hedef itibariyle bambaşkadır. Bu anlamda biz HDP’nin kapatılmasını faşizmin kendisini örgütleme meselesi ama aynı zamanda esaslı bir mücadele örneği olan başta Kürtler ve onların müttefiki olan sosyalistlerin, demokratik devrimci mücadelesinin önüne set çekme amacı taşıyor.

Doğal olarak hiçbir hukukiliği olmayan siyasi bir saldırganlık biçimidir. Birleşik mücadele zeminlerinde en geniş ve en kapsamlı tartışmaları dönem açısından, faşist saldırganlığın bu yeni düzeyini düşündüğümüzde esasen en kapsamlı ve en geniş değil; en kararlı ve en mücadeleci kesime dayanmaktır. Bu anlamıyla esas görev HDP ve demokrasi için mücadele eden mücadele dinamiklerinindir."

HDP’li 2, CHP’li 8 milletvekili ile ilgili meclise 10 fezleke gönderildi. Aralarında CHP Genel Başkanı’nın da olduğu fezlekeler ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Halk diliyle söylemek gerekirse faşist rejim el yükseltiyor. Dolayısıyla mücadelenin en geri ya da düzen içi burjuva sol diye tabir ettiğimiz CHP’ye bile dokunması aslında şaşırtıcı değil. Faşist düzenin karşısında ezilenlerin ve emekçilerin mücadelesini yürüten, örgütlü mücadele yürüten kesimlerin şunu çok net bir biçimde somutlaştırması gerekir. CHP ve onun burjuva düzen içi solu her zaman için emekçiler ve ezilenler açısından öfkenin emildiği, karşı çıkışın sönümlendirildiği ve mücadele dinamiğinin bir çeşit muhalif çizgiye çekildiği bir hattır.

Demokrasi ve özgürlük isteyen güçler açısından baktığımızda Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliği düşürüldüğünde ve polis şiddetine maruz kaldığında biz sokağa çıkmalıydık. Özeleştiriyi de barındıran tartışmaya ihtiyacımız var. CHP’ye veya onun başkanına fezleke hazırlanmasının bir rejim gerçeği ile ilgisi var. Yönetemeyen faşist rejim ve bu anlamıyla da karşı çıkışların hızla kitleselleştiği bir durum var. Bekacı bir çizgiye gelen, Kürt sorununda devletçi çizgiyi hızla hayata geçiren, emekçi ve ezilenlerin öfkesi harekete geçtiğinde onu emerek düzen içine çeken CHP’ye bile düşmanca bir yaklaşımla fezleke hazırlandı. Faşist rejimin her anlamıyla krizi derinleşmiş, her yanıyla kendisini bile hareket edemez bir duruma getirmiş doğal olarak da herkese her şeye saldırıyor.

Sokağa çıkmalıydık dediniz. Bir taraftan faşist uygulamalar artıyor, diğer taraftan öfke de büyüyor. Buna rağmen neden sokak eylemleri kitleselleşemiyor. Bu anlamda kendinize bir özeleştiri yöneltiyor musunuz?

2015’teki çöktürme planı, Suruç Katliamı, Ceylanpınar’la başlayan öz yönetim direnişleri ile devam eden 15 Temmuz’la da taçlanan ve esas hedef olan ezilenlerin ve emekçilerin örgütlü mücadelesinin tasfiye edilmesi politikası uygulandı. Bunun mücadele içinde çok net etkileri var. Diğer etki ise uzun süredir mücadele dinamiklerinin kendi rol ve sorumluluklarına uygun bir politika üretmekteki sıkıntılar.

Başta Türkiye devrimci hareketinin, sosyalistlerin bir sorunu bu aynı zamanda. Bu politik eksene uygun, kendi rol ve sorumluluğunu yerine getirme meselesi… Saldırılardan onlar da azade değil, çoğu kadro ve örgüt erozyonuyla karşı karşıya. Ama aynı zamanda bu gelişen öfkenin hem salgın hem kapitalizme olan öfkesini örgütleme iddiası ve cüretinin de bir yanının yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda kendimize de bir özeleştiri yöneltiyoruz.

Sizce faşist rejime karşı nasıl bir mücadele yolu izlenmeli?

Aslında çok uzun süredir mücadele dinamiğinin gelişimine dair bir kıvılcımlar var. Leyla Güven’in açlık grevi, barış annelerinin sokak mücadelesi, bugün İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi, Kürdistan’da kayyumlara ve sömürgeci siyasete karşı Newroz meydanlarından haykırılan HDP eksenindeki savunma, işçi sınıfının değişik düzlemlerdeki mücadelesi ve şu anda devam eden açlık grevleri gibi. Bunları birleştirme iddiasını, kitlelerle buluşma ve bir şekilde taraflaştırma konusunda gerçek bir zayıflığın içinden geçiyoruz.

Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) olarak çok özel bir görevle karşı karşıyayız. Sonuçta hiçbir yapının tek başına buna yanıt vermesi mümkün değil. Ama bir iktidar iddiasıyla, bir gelecek hedefiyle, BMG olarak hem bu sürece yanıt vermek hem bu sürecin özeleştirisini yaratmak açısından en kararlı kesimlerle yan yana gelmek gerekiyor. İşte bu sürecin pratik politik özeleştirisini vermek aslında şu; tecride karşı ve hapishanelerdeki hak ihlallerine karşı bedenini açlık grevine yatıran direnişçilerin talebiyle kayyuma karşı direnen Boğaziçi’ni birleştirmek; İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için mücadele eden kadınların mücadelesiyle HDP’nin savunulmasını mücadelesinin aynı parçalar olması.

Bugün bu mücadeleleri birleştirdiğimizde tecride karşı, başta Sayın Öcalan'ın üzerindeki tecrit olmak üzere, hapishanedeki hak ihlallerinden İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmesine hepsi aynı noktadan çıkıyor. Bu mücadele en kararlı biçimde sokakta ve fiili meşru şekilde yürütülmesi ile elde edilecek. Yine bu vesileyle açlık grevi direnişçilerini selamlıyor ve onlara saygılarımı gönderiyorum.