AB-Türkiye arasında şantaj ve rüşvet anlaşması…-Cahit Mervan

Şimdi bu saatten sonra oyunu başlatma ve kurma sırası başından beri Türk devletinin şantajlarını sineye çeken, ancak topun durduğu yerden sahaya bakan Avrupa Birliği’nde.

28 Avrupa Birliği üyesi devlet istemeyerekte olsa Türkiye ile anlaşmaya ‘’evet’’ dedi. Böylelikle AB-Türkiye arasında süren ‘’Kayseri pazarlığı’’ sonuçlanmış oldu. Anlaşmanın tam neyi içerdiği ve nasıl uygulanacağı da halen bir muamma. Çok muğlak yanları var. AB liderlerinin bir kısmı, örneğin İtalya Başbakanı Matteo Renzi ‘gerçekleştirmesi zor’ bir anlaşma olarak değerlendiriyor. 

Ancak bilinen bir gerçek şu ki Avrupa Birliği bu anlaşma ile en temel insan haklarını çiğnendi. Yaşam ve sığınma hakki gibi evrensel ve uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmış haklar hiçe sayıldı. 

Bu nedenle Avrupa basını ağırlıklı olarak anlaşmayı sert bir dille eleştirerek  ‘’Avrupa Birliği vicdanını Akdeniz sularına gömdü’’ yorumunu yaptı. Uluslararası Af Örgütü ise anlaşmayı ‘insanlık adına kara bir gün’ olarak tanımladı.

ŞANTAJ POLİTİKASININ HEDEFLERİ

Türk devleti planlı ve organizeli bir şekilde yüz binlerce sığınmacıyı Avrupa kapılarına yığarak bir taşla birkaç kuş vurmayı hedefliyordu. Bu açık şantaj politikasının belli başlı hedefleri ise şunlardı:

BİR: Avrupa Birliği’nin, Türk devletinin açık bir şekilde yürüttüğü Kürdistan’daki yıkım ve vahşet karşısında sessiz kalması.

İKİ: Türk devletinin Suriye’de yüz binlerce insanın ölmesine yol açan politikasına destek bulmak, mümkünse ’tampon bölge’ hayalini gerçekleştirmek. İşgale gerekçe yaratmak.

ÜÇ: Rojava’nın siyasi olarak kuşatılmasını sağlamak, Kürtlerin Cenevre ve benzeri barış görüşmelerine katılmaması için AB’nin desteğini almak.

DÖRT: Erdoğan’ın muhaliflerine karşı içte uyguladığı despot, ceberut politikasına karşı AB’nin olası itiraz ve eleştirilerinin önüne geçmek.

BEŞ: Sığınmacı şantajıyla vize serbestliği sağlamak ve iç politikada kullanmak için AB ile tam üyelik için geçmişte yapılan, ancak son dönemlerde donmuş olan müzakerelerde bazı fasılların açılmasını sağlamak.

ALTI: Mümkün olduğunca Avrupa Birliği’nden para koparmak.

Türk devletinin bu şantaj politikası tam olmasa da kısmen hedefine ulaştığını görüyoruz. Gerçekten Avrupa Birliği, Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım savaşını görmezlikten geldi. Elle tutulur bir tepki ortaya koymadı. Hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, TC’nin Cizre ve Sur’da katliamlarını özendiren asla hukuki olmayan ‘siyasi’ kararlar aldı.  Öte yandan Rojava Kürtlerin Cenevre barış görüşmelerine dâhil edilmesi için kılını dahi kıpırdatmadı.

Aynı şekilde AB bütün tarihsel değerlerin ihanet ederek Erdoğan rejiminin basın özgürlüğü başta olmak üzere, faşist cuntaları aratmayan her türlü uygulamalarına göz yumdu. Başını kuma gömdü. Ve sonuç olarak Avrupa Birliği sığınmacı akımını önlemek, sığınmacıları sınırı dışı etmek için bütün değerlerine ihanet ederek Türk devletiyle ‘Kayseri pazarlığına’ oturdu. Sonuçta her tarafa çekilecek bir anlaşma çıktı.  

AB’DEN ŞANTAJA KARŞI RÜŞVET

Bu nedenle bugün Avrupa’da sadece medya, sivil toplum örgütleri değil halkın büyük bir çoğunluğu da Türkiye ile yapılan, Avrupa Birliği’nin tüm değerlerini yerle bir eden bu pazarlığın ahlaki sorumluluğu altında kendini his ediyorlar. Sadece şantajcı Türk devletine kızgın değiller. Aynı zamanda Türk devletinin şantajına ‘boyun eğen’ yöneticilerine, hükümet ve devlet başkanlarında tepkililer.  Halk bu şantaj politikasının Türk devleti tarafından bir alışkanlık haline getirildiğini düşünüyor. Bu nedenle daha çok milliyetçi ve neo-faşist partilere yöneliyor.

Erdoğan ve Davutoğlu artık herkesin bildiği ve dikkat çektiği şantajcı politikanın verdiği ‘özgüvenle’ atıp-tutmaya devem ediyorlar. Ancak Avrupa Birliği’nin bu anlaşma sonrası hızla Türkiye’ye ilişkin eski fabrika yarlarına döneceğini söylemek yanlış olmasa gerek. 

AB, Türk devletinin şantaj politikası karşısında içine düştüğü  ‘çaresizliği’ bir anlamda ‘pragmatik’ davranarak sığınmacı akımını önlemek ve kontrol altına almak için, Türkiye ile bir anlaşma yaptı.  AB bu anlaşmayı Türk devletinin şantaj politikasının ve Erdoğan’ın siyasi nezaketi de çokça aşan şımarıklığının tavan yaptığı bir noktada imzaladı.

ŞİMDİ OYUN KURMA SIRASI AVRUPA BİRLİĞİ’NDE

Bu nedenle bundan sonraki süreç Türkiye’nin aleyhine işleyecek.  AB, Türkiye devletine kendisine bekçilik yapması için verdiği paranın sonucunu almak isteyecek.  Zaten AB liderleri taslak metin üzerinde görüş birliğine vardıktan sonra ‘özel muamele yok’ diyerek bu konuda Türkiye’ye açık bir mesaj verdiler.

Şimdi bu saatten sonra oyunu başlatma ve kurma sırası başından beri Türk devletinin şantajlarını sineye çeken, ancak topun durduğu yerden sahaya bakan Avrupa Birliği’nde. 

Avrupa Birliği verdiği paranın nerede harcanacağının takipçisi olacak. Parayı bir bavul içinde vermeyecek. Para akışını bizzat kendisi denetleyecek.  İkincisi içinde bulunduğumuz yılın Haziran ayında Türkiye’ye vize serbestliği tanınmayacak. Irkçı ve neo-faşist partilerin Fransa ve Almanya gibi ülkelerde yükselişte olduğu, vize serbestliği ile birlikte tavan yapacağı düşünüldüğünde, bu konu Türk kamuoyu için Davutoğlu-Erdoğan ikilisinin hoş bir aldatmacasından öteye geçmeyecek.

Türk devletinin Kürdistan’da yürüttüğü vahşet, bu anlaşmayı açmaza itiyor. Kendi devlet sınırları içinde yürüttüğü kirli savaşla her gün binlerce insanı mülteci konumuna iten bir devletin AB’ye mülteci akımını durduracağını sanmak boş bir beklentidir.

TÜRK DEVLETİNİN AHLAKSIZ OYUNU

Türk devleti bir anlamda bu anlaşmayla Avrupa Birliği’ni arkasına alarak Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirmek çabası içinde. Suriye’den gelen mültecilere vatandaşlık verilerek, Türk ordu ve polis kuvvetlerinin yakıp yıktığı Kürdistan’ın şehir ve kasabalarına yerleştirileceği iddia olmaktan öteye geçmiş durumda. Hatta bu konuda Milli Güvenlik Kurulu’nda bir plan hazırlandığı ve uygulamak için AB’ye yapılan mülteci şantajının sonuçlarının beklendiği belirtiliyor. 

Cumhuriyet döneminde birçok kez Ankara, Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirmek için farklı yollara başvurdu. Mecburi iskan, sürgün ve soykırım bu yolların başında geliyor. Hatta Balkan, Kafkasya ülkelerinden ve en son Afganistan’dan gelen insanları zoraki olarak Kürdistan’a yerleştirdi. Bununla Kürtlerin Kürdistan’da çoğunluğunu aşağı çekmek, nüfus planlamasına gitmek istedi. Her seferinde başarısız oldu. Şimdi yüz binlerce Suriyeli sığınmacıyı Kürdistan’da yakıp yıktığı şehirlere yerleştirmek istiyor.   Bu ise yeni çatışma ve kriz demek. Kürtlerin bu zoraki demografik yapıyı değiştirme planına sessiz kalacağını beklememek gerekiyor.

İçerde Kürtlere karşı tarihin en acımasız ve ahlaksız savaşını yürüten Türk devletinin AB ile yaptığı anlaşmaya sadık kalacağının hiçbir garantisi yok.  Kaldı ki Türk devleti Kürdistan’da devreye koyduğu vahşet politikasıyla şehir ve kasabalarını yerle bir ediyor, her gün binlerce insanın göç etmesine neden oluyor.  Bu sayı çoktan yüz binlere ulaşmış durumda.  Yerlerini-yurtlarını terk etmek zorunda kalan yüz binlerin kısa bir gelecekte yönlerini Avrupa Birliği ülkelerine, başta da Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelere çevirmeyeceğini kim garanti edebilir ki?  Bu bile başlı başına AB için ciddi bir ‘tehdit’ olarak algılanıyor.

Sonuç olarak Türk devleti Avrupa Birliği’ne şantaj yaptı. Bunun karşılığında rüşvet aldı. Bu AB-Türkiye arasında imzalanmış şantaj ve rüşvet anlaşmasıdır. İki tarafta insani değerleri hiçe sayan bir anlaşmaya imza attılar. Tamda bu nedenle uygulanması mümkün olmayan bir anlaşma olarak kalacak.  Ömrü şantaj ve rüşvet kadar olacak.  Kabak daha çok Türk devletinin başına patlayacak.