Açıkalın: Hatay’da rezerv alan mülkiyet hakkını ortadan kaldırılıyor

Avukat Cihat Açıkalın, Hatay’da imar planının bilerek bayram tatili dönemine getirilip itiraz hakkının engellenmek istendiğini belirterek, rezerv alanı uygulamasının da mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığını söyledi.

HATAY REZERV ALANI

Afetlerin gerçekleştiği veya kentsel dönüşümlerin yaşandığı örneklere dikkat çeken avukat Cihat Açıkalın, “Hepsi de kötü yönetildi ve demografik yapı çok büyük zarar gördü” dedi. 

Çevre, Şehircilik Ve İklim Değişikliği Bakanlığının Antakya'nın tarihi kent merkezi için hazırladığı imar planı, 11 Haziran 2024’te Resmi Gazete'de yayımlandı. 5 Nisan 2023’te yürürlüğe giren "6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu" kapsamında hazırlanan plan için iki haftalık itiraz süresi tanındı. Bu iki haftanın 11 günü hafta sonları ve bayram tatili olmak üzere resmi tatil kapsamında kaldı. Birçok depremzede, askıya çıkan imar planından çok geç haberdar oldu. Öte yandan Adana Bölge İdare Mahkemesi, Hatay'da rezerv alan ilan edileceği duyurulan ilk yer olan Samandağ çarşı merkezine dair rezerv alan kararını bozdu. Hatay Barosu’nun önceki dönem başkanı Cihat Açıkalın, şehrin yeni imar planına dair ANF'nin sorularını yanıtladı.

Şehir merkezine dair imar planı askıya çıktı. Sizin 6 Şubat depremlerinden sonra şehrin yeniden imarına dair dikkate alınması gerektiğini özellikle belirttiğiniz kimi hususlar vardı. İmar planında bu hususların göz önünde bulundurulduğunu söylemek mümkün mü?

Bu şehir, çok büyük bir yıkım yaşadı. Elbette yeniden inşa edilecek. Bunun tartışılacak bir yanı yok fakat tarihi ve kültürel dokusuna, demografik yapısına uygun, bilimi ve hukuku esas alan bütünlüklü, her ayrıntısı üzerine düşünülmüş olması gereken bir imar planıyla. Çevre Şehircilik İl Müdürlüğünün yıkılması gündeme gelmişti 11 Şubat 2023'te. Biz itiraz ettik ve yıkımı durdurduk. Orada önemli evraklar vardı, adli emanete alınmasını sağladık dönemin başsavcısının desteğiyle. Belki de biz o çalışmayı yapmasaydık bugün soruşturmalar için gerekli olan resmi deliller ortadan kalkmış olacaktı. O gün "Bizler sadece barınma hakkı üzerinden yıkılan evlerin yerine yenilerinin yapılması talebinde bulunmuyoruz. Evet başımızı sokacak yerimiz olsun ama biz bunun kent kültürü ve demografi korunarak yapılmasını istiyoruz" dedi. Üzerinden 17 ay geçti, bu konuya dair en az 50 defa basın açıklaması yaptık. Dava açtık, itiraz ettik. Hala aynı noktadayız maalesef. Yersiz endişelenmişiz dedirtecek tek bir iyi uygulama veya girişimle karşılaşmadık. Acele kamulaştırma kararlarından, rezerv alan kararlaştırılması için belirlenen yerlerden dolayı ciddi kaygılarımız vardı. Yıkılmamış binalar, tarım alanları, zeytinlikler için acele kamulaştırma kararına gidildi. Meskun mahal olan yerlerin rezerv alan olarak değerlendirilmeye açık hale getirilmesi başlı başına sorundu. İmar planı kapsamına alınan bölge çok parçalı. Özetle tüm kaygılarımızda, tüm itirazlarımızda haklı çıktık. Bu imar planı bunun göstergesidir. İtiraz süresi için iki hafta tanındı, ancak bu iki haftanın 11 günü resmi olarak tatil. Dört güne sıkıştı itirazlar. Nasıl bir oldu bitti ile karşı karşıya olduğumuz buradan dahi okunabilir.

Yeni imar planı içerisinde rezerv alan olarak gösterilen alanlar var. Aylardır rezerv alan ilanları ve buna yönelik itiraz süreçlerine şahit oluyoruz. Rezerv alan sorunu nedir?

Uygulama, 9 Kasım 2023’e kadar şöyleydi; afetin gerçekleştiği alanda değil, afet riskinin daha az olduğu bölgelerde rezerv alan ilan edilirdi ve bu alanlar meskun mahal diye tabir edilen yerleşim yerlerinin dışında, ağırlıklı olarak kamusal alanlarda rezerv kararlaştırılması olurdu. Yasada 9 Kasım'da yapılan değişiklikle afet riskinin gerçekleştiği meskun mahalde de rezerv alanı ilan edilebileceği eklendi. Bu değişiklik, insanların mülksüzleştirilmesinin önünü açmış oldu. Tabii bu noktada dikkat çekmek istediğim bir konu var; doğru tabir, "Rezerv alan ilanı" değil, "Rezerv alan kararlaştırılması”dır.  Rezerv alanın doğrudan ilanı diye bir şey bu sorunlu yasalar çerçevesinde dahi mümkün değil. Rezerv alan önce kararlaştırılır, imar planları, zemin etütleri yapılıp risk haritası çıkartılır. Bunun toplamına "gerekçe" diyor mahkemeler. Bu gerekçeyi ilan edersiniz, o bölge sahiplerinin itirazları varsa mahkemece değerlendirilir ve son duruma göre rezerv alan kararlaştırılmasına gidilir. Yani birçok aşamadan oluşan bir süreç. Bakanlık yetkilileri ısrarla "Biz rezerv alan ilan ettik"  diyor. Böyle bir şeyin imkanı yok. Kararlaştırmaya gidersin ve bu nihai bir şey değildir. Aşama aşama gidersin ve bu sürecin içinde orada oturan, mülk sahibi olan insanlar da vardır. O parseldeki evi benim rızam olmadan, benimle müzakere etmeden rezerv alan diye ilan edemezsin. İlan ettik, diyerek oldu bittiye getirmeye, "Artık bir şey yapılamaz" algısını oturtmaya çalışıyorlar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bunu başından beri yapıyor, "Ferman ettim bu böyledir" diyerek bu ülkenin kendi yasaları ile çelişen bir oldu bittiyi oturtmaya çalışıyor. 30 yıllık hukukçuyum, kelime oyunuyla hukuka aykırı bir hareket biçimini meşrulaştırmaya çalıştıklarını sonradan gördüm. Bu mutlak dil karşısında belirsizliği yaşayan insanların nasıl çaresiz hissettiklerini siz tahmin edin. Sizin vesilenizle bunu da bir kere daha söyleyelim; rezerv alan ilanı tabirini yoğunlukla kullanmak, iktidarın uygulamalarını algısal ve dilsel zeminde meşrulaştırmaya hizmet ediyor. Buna hukukçulardan STK'lere, siyasi partilerden basına kadar hepimizin dikkat etmesi gerekiyor.

Tarihi kent merkezi için imar planı askıdayken, bakanlığın Samandağ için benzer dinamiklerle oluşturduğu rezerv alan ilanına yönelik yürütmeyi durdurma kararı geldi. Bunu nasıl okumak gerekiyor?

Samandağ'da biliyorsunuz Afet Yasası olarak bilinen 6303 Sayılı Kanun’da değişiklik yapılmadan önce rezerv alan ilanına gidilmeye çalışılmıştı. Burada katman katman bir hukuksuzluk vardı. Demin bahsettim, meskun mahal alanların da rezerv alan olarak değerlendirilebileceği, yapılan düzenlemeyle birlikte 9 Kasım 2023’ten itibaren geçerli oldu. Samandağ çarşı merkezi için alınan karar bundan öncesine aitti, yani kanunda değişiklik yapılmadan önce bu karara gidilmeye çalışılmıştı. Haliyle yürütmenin durdurulması talep edildi. Bakanlık da bu talebin reddini istedi ama Adana Bölge İdare Mahkemesi isabetli bir karar verdi. Ne keşif yapılmıştı ne de bilirkişi raporu vardı. İnsanlara tebligat dahi yapılmamıştı. Aynı durum, 11 Haziran'da çıkartılan imar planı için de geçerli olacak. Bu plan kapsamındaki yerler için de hiçbir keşif yapılmadı, bilirkişi raporu alınmadı. Aynı usulsüzlükler burası için de geçerli. Bu eksikler giderilmeden ilan edilen bir imar planı, hem bilime hem de hukuka aykırı. Bölge İdare Mahkemesi'nin kararı başından beri dikkat çektiğimiz bu hususlar açısından önemli ve isabetli bir karardır. Altını çizmek lazım; bu karar ,durdurma niteliği değil uyarı niteliği taşıyor. Bu davanın esası ile ilgili bir karar değil. Bizim rezerv ilanına dair tedbir talebimiz vardı. Bu talep incelenmeksizin reddedilmişti. İtirazımız üzerine Bölge İdare Mahkemesi özetle , “Siz yürütmenin durdurulması ve tedbir verilmesi noktasında bilirkişi raporu aldırmadan, yerinde tespit yapmadan karar veremezsiniz, bu hukuka aykırı olur. Önce bunları yapın" dedi. Yani gerekçeyi görelim, referansımız bilim ve hukuka uygun olsun, demiş oldu. Bilim derken kastettiğimiz elbette raporlar ve zemin etütleri ve risk azaltma planı. Rezerv alan ilan edilecekse bunların hepsinin yapılması gerekir.

Rezerv alanı olarak belirlenmek istenen alanlar için benzer hukuki süreçlerinin yaşanacağını söylemek mümkün mü?

Rezerv alan ilan edilecek bölgelerle ilgili risk azaltma planının gerekçelendirilmesi ve rezerv alan ilanını haklı kılan bilimsel raporların alınmış olması gerekiyor. Tabii bunların duyurulmuş olması şartı var ama böyle bir rapor şehrin hiçbir yerinde ilan edilmedi. Önemli aykırılıklardan ve itiraz noktalarımızdan biri bu. Bilimsel bir raporun olması lazım. Orada imarın olabileceğinin ve riskin azaldığını veya ortadan kalktığını ortaya koyan raporların olması lazım. Bir diğer itirazımız da yeni bir imar planı oluşturmadan rezerv alan ilan edilmesine yönelikti. Bunlar, ileride oluşacak imar planına aykırı olabileceği için doğru değil. Akla mantığa aykırı bir şekilde imar planı öncesi rezerv bölge kararlaştırılmasına gidildi. Kent merkezine yönelik imar planını bayrama yakın askıya çıkardılar. Plan askıda, 15 gün itiraz süresi var ama bu sürenin 11 günü bayram tatiliyle geçti zaten. Bu hukuki açıdan hak kaybına yol açan, vatandaşın itiraz hakkını kullanmasının önünde engel oluşturan bir durum. İtirazlar edildi, bu itirazlar nasıl neticelenecek görmek lazım. Eğer plana itirazlar reddedilirse bu da bir idari yargı konusudur. İdare mahkemesi nezdinde bu da bir iptal davası konusudur. Esasen imar planlarını belediyenin yapması lazım ama burada belediyeler de devre dışı bırakıldı, doğrudan bakanlık yaptı. Bakanlık imar planı hazırlayabilir, prensip olarak bilimi ve hukuku esas alan bir çalışmaysa, insanlar mağdur edilmeyecekse itirazımız yok. Hazırlanan imar planının halk tarafından mutlaka kabul görmesi lazım. Rezerv alanı uygulaması bu planlar kapsamında yalnızca mülksüzleştirmeye hizmet ediyor. Mülkiyet hakkı ortadan kaldırılıyor. Bu başlı başına hukuka aykırı bir durum. Dolayısıyla önümüzde birçok noktadan itirazların geliştirileceği bir hukuki süreç var.

Rezerv alan uygulamasının mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığını söylediniz. Bu kısmı biraz açabilir miyiz?

Mülkiyet hakkı, vatandaşın anayasal güvence altına alınmış haklarından biridir. Afet yasasında yapılan değişiklikle meskun mahalde rezerv ilanının önü açıldı. Buna rağmen ilk günden beri vatandaşa bilinçli olarak yanlış bilgi verdiler. Dediler ki; biz sizin yıkılan evinizin olduğu yeri rezerv alanı ilan ediyoruz, çünkü size evinizi en hızlıca bu şekilde yapabiliriz. İktidarın bu söylemi, sahada vatandaş nezdinde zaman zaman mağduriyetin boyutundan kaynaklı karşılık buldu ama gördük ki depremde hiçbir hasar görmeyen yerler, tarım alanları dahi rezerv kapsamı içerisinde. Zeytinlik arazilerin dahi imara açılması ile ilgili bir çalışma var. Dikme'de, Koçören'de, Gülderen'de. Sizin yıkılmayan evinizi ölü fiyatına elinizden alacaklar, yapacakları toplu konutlar için evinizin fiyatından daha büyük rakamlarla ödeme planı çıkaracaklar. Bu mülksüzleştirme değil de nedir? Kendi mülkünün kiracısı haline getiriliyor insanlar. Hem mülkiyet hakkını askıya alan bir uygulama hem de o bölgedeki kent demografisi ve nüfus dengesini de olumsuz etkileyecek. Bu kent kültürünün de zarar görmesi anlamına geliyor.

Yeni imar planının hem çok parçalı bir görüntüyü açığa çıkaracağı hem de Hristiyanların ve Alevilerin yaşam alanlarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu görülüyor. Bu konuya dair neler söylemek istersiniz?

Hristiyan ve Alevi nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde rezerv alan kararlaştırılması demografiyi olumsuz etkileyecek. Hatay'ın asıl rengini oluşturan iki toplumdan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu kültürlerin burada yaşamasını ve devamını engelleyecek bir durum. Doğrudan Hristiyanların mülklerini ellerinden alıyoruz, demiyorlar ama uygulamaya baktığınızda bu tablo çıkıyor ortaya. Bunu bize böyle düşündürmeyecek şekilde yasayı düzenlesinler o zaman. Mesela "Burada hak sahibi olarak görülen her yurttaşımızın mülkiyet hakkını koruma altına aldık ve mülkiyet hakkına uygun şekilde yapılaşmayı gerçekleştireceğiz" dersiniz. Yasaya bunu koymuyorsunuz, koyma niyetiniz de yok. Bakanlık "Kent bütünlüğünü esas alarak rezerv alanı kararlaştırdık" diyor. Oysa kentin dış mahalleleri depremden daha ağır etkilenmesine rağmen bu bölgelerde rezerv alan ilan edilmedi. Mimari açıdan bütünlük arz etsin diyorlar, 7 mahallede rezerv kararlaşmasına gidildi, oysa 16 mahalle var. Bir mahallenin bittiği yerde hemen diğer mahalle başlıyor. Nasıl olacak o iddia edilen mimari bütünlük? Dolayısıyla bu havada kalan, kaba tabirle uyduruk bir gerekçe. Samandağ'da Cemal Gürsel Mahallesi’ni, Antakya'da Sümerler Mahallesi’ni ve yukarıda Çekmece'ye uzanan kesimi, Eski Antakya dediğimiz Saray Caddesi ve Kurtuluş Caddesi’ni, Gündüz Caddesi’ni rezerv alan olarak kararlaştırıyorsunuz ama Sümerler'in hemen üstündeki Harbiye Caddesi'ni rezerv alanı olarak belirlemiyorsanız ya da Cemal Gürsel'in hemen yanı başındaki Yeni Mahalle’yi rezerv alanı olarak kararlaştırmıyorsanız bütün gerekçeleriniz havada kalıyor. Yan mahallede rezerv alan olarak belirlenmeyen yerde 8-9 kata kadar imara izin verecekseniz, burada 4 katla sınırlı tuttuğunuzda zaten mimari bütünlük söz konusu olmayacak. 

Kültürel ve ekolojik açıdan da sürdürülebilir bir şehir yaşamından da bahsedemeyeceğiz. Bu bölgelerin bir kısmını siz seyreltilmiş imarla yerleşime kapatıyorsunuz. Kura çekiminden bahsediyorlar da bu kura çekimlerinin örneğini Adıyaman'da gördük. Ne kadar olumsuz sonuçlar doğurduğuna şahit olduk. Somut örnek var önümüzde. Bu kentin temel dokusunu oluşturan inançların yaşatılması, bu inanç gruplarının kent kültürüne ve sosyal hayatına kattıkları değerler bakımından mutlak surette korunması gerekiyor. Kentin dokusu zarar görecek, geleceği tehlikeye girecek. Afetlerin gerçekleştiği veya kentsel dönüşümlerin yaşandığı birçok örnek var. Hepsi de kötü yönetildi ve demografik yapı çok büyük zarar gördü.

Afet yönetimi ve kentsel dönüşüm konusunda sınıfta kalmış bir devlet gerçeği söz konusuyken sizce deprem bölgesinin yeniden imarı gibi ciddi bir konuda yükseltilen itirazlar ne kadar yeterli?

Sulukule örneği var önümüzde. Roman yurttaşlarımızın hem yaşadığı hem de geçim kaynağı olan küçük küçük eğlencelerin düzenlendiği bir bölgeydi Sulukule. Kentsel dönüşüm yasasını orada uyguladılar geçmişte. Bu hükümet uyguladı. İnsanlar direnç gösterdiği zaman "Biz size daha sağlıklı koşullarda kalabileceğiniz, daha güçlü evler inşa edeceğiz. Yine siz burada yaşamaya devam edeceksiniz" dediler. Peki bugün o Sulukule var mı orada? Artık bambaşka bir yer orası. Kendilerinin palazlandırdığı iş insanlarının mülkleri, depoları var artık orada. İş merkezleri var, AVM'ler var. Keza Zeytinburnu da öyle. Burada da özellikle Tabakhane tabir edilen dericilerin olduğu kısım vardı. Vatandaşlar burada hem kendi küçük işletmelerinde hem de başlarını soktukları evlerde yaşamlarını devam ettiriyordu. 99 depreminden sonra orası için de "Afet riski taşıyor, biz size daha güçlü bir Zeytinburunu inşa edeceğiz" dediler. Bugün o Zeytinburnu'nda ne var? Benim gördüğüm kadarıyla AVM'ler var. Söylenenle yapılanın aynı olmadığını örneklerle görünce buranın da bir Zeytinburnu, Fikirtepe, Sulukule olacağı yönünde kaygı duyuyoruz. Oysa insanların kaygılarını bir günde gidermek mümkün. Cumhurbaşkanlığı sisteminde bu çok kolay. Kanun Hükmünde Kararname dediğimiz Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile nelerin yapılabildiğini hepimiz biliyoruz. KHK ile bunu yapmak çok mümkün ki acele kamulaştırmalarda bunu böyle yaptılar. 7033 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne dayandırdılar. Bu kadar kavgaya, kıyamete, eyleme, mitinge, toplantıya rağmen insanların içini rahatlatacak herhangi bir adım atılmıyorsa demek ki biz endişelerimizde haklıyız. Bir diğer üzüntüm de konuyla alakalı meslek örgütlerinin bugüne kadar kamuoyu oluşturma noktasında yeterli çabanın içerisinde olmaması ve bizleri yalnız bırakması. Bu konuda sitemlerimi dile getirdim. Mühendis ve mimarlar odalarının cılız açıklamalar dışında somut olarak sahada attığı somut adımlar yok, göremiyoruz. Baro da rezerv alan ilanlarına dair geçen yıla göre daha pasif bir durumda. Siyaset kurumlarından zaten beklediğimiz sahiplenmeyi, hassasiyet ve çabayı başından beri göremiyoruz. Aynı zamanda bu kentin sakinlerin, bu toplumun evlatları olan meslek örgütlerinin yönetici ve başkanlarının daha sorumlu daha özenli ve daha gayretli olması gerekirdi.