Hewlêr’den gecikmeli kalkan uçaðımız Düsseldorf havaalanına indiðinde vakit gece yarısına yaklaşıyordu. 4 saati aşan uçuş boyunca derin bir uyku çekmiş olmama raðmen bedenim de uykusuzluða yenildi, yeniliyordu.
Uçaktan indiðimde adım atacak halde deðildim. Halsizdim zira, koşuşturmayla geçen 15 yoðun gün geçirmiştim.
Havaalanı garından Köln’e kalkan trene ayaklarımı sürüyerek son anda yetiştim. Doðruca restoranta gittim ve koltuða yıðılmadan önce de görevli bayandan bir şişe su istedim.
Yüzü aydınlık, bakışları ışıltılı, ürkek ve mahçup tavırlı genç bayan suyu masama bıraktı ve “Günay arkadaş hoş geldin” dedi!
“Arkadaşlar nasıl, durumları nasıl, umarım herkes iyidir, umarım gelişmeler de iyidir” diye de ekledi.
Ardından kendinden söz etti...
Barış Annesi; Şadiye Ana’nın kızı, Şehit Ciwan’ın kız kardeşiydi.
Kırşehirli Ciwan bir dönem gazeteciliðe de merak sarmış, Berxwedan’da çalışmış genç bir yurtseverdi. Almanya’yı terk etmiş, Kürdistan’a gitmiş, orada gerilla mücadelesi vermiş, canını ülkesi ve ulusu için orada feda etmişti.
Yaşamı erken solan çiçek misali kısa süren Ciwan, on beş yıla yakın bir zamandır Hakkari’de bir toplu mezarda yatıyor. Halkımız onu haklı kavgasında yaşatıyor...
Güney Kürdistan’da gittiðim her yerde yüreði ellerinde, duyguları gözlerinde, düşünceleri dillerinde mahsur kalmış çok insan gözlemlemiş, her parçadan ve her toplumsal gruptan çok insanla söyleşmiş, birbirinin aynı, birbirinden farklı çok sayıda ‘hayat hikayesi’ dinlemiş, öyle gelmiştim...
Anlamak ve anlatabilmek amacıyla gittiðim her yerde bitmek, tükenmek bilmeyen sorularla insanların yüreklerinin, gözlerinin ve düşüncelerinin içinden geçmiştim.
Bütün sözcükleri acıyla giydirmiş, acının cehennemi azabını çekmiştim. Sonunda acıyı özgürlüðün şakaðındaki o uzak ülkede bırakmış, öyle geri gelmiştim.
Ne var ki Almanya’ya daha ayak basar basarmaz ilk olarak yine acıyla yüzleşmiştim.
Anlaşıldıðı kadar acı artık sadece elimizde, yüreðimizde, evimizde, yanımızda yöremizde deðil, gittiðimiz her yerde, konuştuðumuz her kişideydi.
Yerdeydi acı, gökteydi; havada, suda, topraðın altında, daðın doruðunda, denizin dalgasında, trenin restorantında, çiçeðin kokusunda, suyun tadındaydı...
Acı artık bizimle yatıyor, bizimle kalkıyor, bizimle susuyor, konuşuyor, duruyor, kımıldıyor, aðlıyor, gülümsüyor, yürüyor, koşuyor, yolculuklara çıkıyor, çalışıyor, yoruluyor, dinleniyor ve elbette dövüşüyordu.
Şimdi de gecenin bu yarısında karşımda oturmuş, bir sunaðın başında çırpınan kuş misali titreyen gözlerle bana bakıyordu...
Ani bir kararla sırt çantama uzandım. Suyumu ekmeðimi, kalemimi defterimi, özlemlerimi, hayallerimi ve bir de sevmelerimi sefere çıkardıðım sırt çantamdan Musul işi rengarenk bir şal çıkardım.
Şalı, on beş yıla yakın bir zamandır toplu mezarda yatmakta olan Ciwan’ın adına kız kardeşine uzattım.
“Bunu abinin adına sana veriyorum” dedim.
Verirken ama, yüzüne bakamadım. Baksaydım zira, ben de aðlayacaktım...
Soran yolunda Köln’de eşine az rastlanır pırıl pırıl bir Nisan sabahını arkamda bırakıp, Hewlêr’e uçtum. Kürdistan Gazetesi’nin 114’üncü yayın yıldönümü nedeniyle düzenlenen Soran Kültür Festivali’ne katılmaya gidiyordum. Soran Prensliði’nin başkenti; direnişin ve estetiðini merkezi Rewanduz’da yapılacak olan festival, “Birlikte Baðımsızlıða Ve Güçlü Geleceðe” sloganıyla düzenlenmişti. Festivale Kürdistan’ın dört parçasından ve diasporadan yüzlerce gazeteci, yazar ve aydın davet edilmişti.
Rewanduz 19’uncu yüzyılın en uzun süreli ve en şiddetli Kürt ayaklanmasının başkentiydi. Hem isyanın hem de güzel sanatların; müzik, resim, heykel sanatı, dokumacılıðın ve size garip gelebilir ancak modanın merkeziydi.
Mir Muhammed adını duymuş olmalısınız; Kör Memed Paşa (Mirê Kor) olarak bilinen Soran Kürt Prensliði’nin yürekli, stratejik ve taktik zekasıyla ünlü Kürt lideri…
Kürt tarihinde ilk defa düzenli ordu oluşturan, top, mermi, hançer, kalkan ve kılıç gibi savaş araçları üreten fabrikalar kuran Memed Paşa, 1830‘lu yılların başında Osmanlı’ya ve Ýran‘a karşı baðımsızlık amacıyla isyan etmişti.
Ýsyandan önce de Kürt aşiretlerini ‘kılıç zoruyla‘ birleştirmiş, güneyden kuzeye, batıdan doðuya Kürdistan’ı özgürleştirmeye karar vermişti.
Kendi silahını üreten, kendi parasını basan, Rewanduz’dan Van’a, Musul’dan Batman’a Kürt aşiretlerini kendi bayraðı altında toplayan Kör Memed Paşa, Salmas‘tan Amed’e kadar uzanan bütün bölgede Osmanlı ve Ýran egemenliðine son vermiş, işgal yönetimlerini temizlemişti.
Mirê Kor önderliðindeki Soran Kürt Prensliði’nin yükselişini engelleyemeyen Osmanlı yönetimi, taktik deðiştirmiş, savaş yerine ‘müzakere‘ talep etmiş, beş yıla bir yakın süreyi bazen savaş, bazen ‘müzakere görüşmeleriyle‘ geçirmişti.
‘Rewanduz Görüşmeleri‘Osmanlı ‘müzakere‘ süreci boyunca Ýslamı ve ‘din kardeşliðini‘ kullanmış, bu yolla şeyhleri ve mollaları kendi safına çekmişti. Osmanlı’dan aldıkları parasal destekle ortaya atılan ve Ýslam dinini kendi kişisel çıkarları için kullanan softalar; şeyhler ve mollalar halkın arasına dalmış, “Halife’ye karşı isyan etmenin günah olduðu” fitnesini yaymış ve dolayısıyla isyanı zayıflatan uðursuz bir rol üstlenmişlerdi.
Softa takımın etkin olmasını ardından Osmanlı da, ‘müzakere‘ sürecini sona erdirmiş, masayı devirmiş ve katliama girişmişti!
Ýki cephede birden savaşan Kör Memed Paşa, Kürt softa takımın ihaneti yüzünden yenilmişti. Şeyhlerden ve mollalardan oluşan softa takımı Memed Paşa ile Osmanlı Sultanı II. Mahmud arasında sözüm ona ‘arabuluculuk‘ da yapmış ve sorunun ‘kalıcı çözümü‘ için bazı planlar geliştirmişti.
Bu plan üzerine Memed Paşa Ýstanbul’a gitmiş, Osmanlı Sultanı’na baðlılık sözü vermişti. Ne var ki Ýstanbul’dan Rewanduz’a dönmek üzere bindiði gemi Karadeniz’e ulaşınca katledildi. Kürt liderinin kanlı cesedi Karadeniz’e atıldı.
Rewanduz isyanının üzerinden yaklaşık 180 yıl geçti ancak, Kürt tarihinin en etkin ve yaygın bu ilk isyanı günümüz açısından da yaşamsal bir ders niteliðindeydi.
2012 yılında Güney Kürdistan Hükümeti’nin himayesinde yapılan geniş katılımlı Rewanduz Konferansı da hem geçmiş hem de gelecek açısından önemliydi. Zira, bütün parçalardan ve diasporadan Kürt aydınları geçmişi konuşacak, geleceði tartışacak, ortak bir irade sergilemeye çalışacaklardı.
Bu yüzden geçmişin ve geleceðin Rewanduz’unda olmak, Kürt aydınları ve siyasetinin nabzını orada tutmak, gelişmeleri orada yakından izlemek gerekliydi ve bu heyecan vericiydi.
Festivalde ‘Avrupa’da Kürt Medyası’ konulu bir seminer verecektim. Fakat benim için önemli olan daðı, ovası ve diasporasıyla ülkenin nabzını tutmak, gelişmeleri aktörleriyle konuşmak, söyleşiler yapmak, tartışmak, anlamaya ve elbette okurlarımıza anlatmaya çalışmaktı.
Saz elimizde kaldı Bütün bunlar beni bekliyordu. Doðuştan gazeteci ruhum depreşip duruyor, yerimde duramıyor, biran önce orada, olayların odaðında olmak istiyordum.
Ne var ki uçaðımız yolcuların 30 kilo olan bagaj hakkını aşmaları yüzünden rötar yaptı ve neredeyse günün tamamını havaalanında ve uçakta geçirmek zorunda kaldım. Aslında daha Check in kuyruðundayken görevlilerin iki de bir yerlerini terk etmelerinden ve baðırıp çaðırmalarından zor bir uçuş olacaðını anlamıştım ama, yine de bu kadar çok gecikeceðimizi sanmamıştım.
Bizim güneyliler bir alem; herkesin 30 kilo hakkı var ancak, herkesin de en az 100 kilo bagajı var. Kaldı ki kimse bagaj ücreti ödemek de istemiyor. Çoðu yolcu 70-80 kiloyu bulan fazla bagajını ya bir başkasına vermek ya da ‘el bagajı’ olarak uçaða almak istiyor. Bu da tartışmalara, karşılıklı baðırışlara neden oluyor. Ýstinasız her yolcuyla aynı sorun yaşanıyor. Tartışmalar uzuyor da uzuyor.
Çarşem’a Sor etkinlikleri için Şengal’e gidecek olan sanatçılarımızdan Leyla ile Xemdar birlikte girdiðimiz uçuş kartı kuyruðunda bir saatte bir metre bile ilerlememiz mümkün olmadı. Geciktikçe geciktik. Güney Kürdistan’da vergi yok ya; hükümet kimseden vergi almıyor ya, herkes istediði malı rahatlıkla ülkeye sokabiliyor. Ýhtiyaç var mı yok mu ona bakan olmuyor.
Valizlerin büyüklüðü karşısında da insan dehşete düşüyor. Çoðu valiz neredeyse bir mercedes büyüklüðünde! Güney’in bana korkunç gelen ‘tüketim kültürünü’ geçen gidişimde yerinde gözlemlemiştim ama, anlaşılan üç yıl içinde hayli de gelişmiş. Bunun için ülkeye gitmeye bile gerek yok; havaalanında dolaşmak ve bizim güneyli yolculara bakmak yetiyor.
Uçaðın bagaj kapasitesi dolup taştıðı için Xemdar’ın sazını koyacak yer bulamadık. Saz elimizde kala kaldı...
Hewlêr uyuyor, biz yola çıkıyoruz Duesseldorf, Prag, Budapeşte, Burgaz, Samsun, Erzurum, Bingöl, Mardin derken akşam üzeri Hewlêr’e vardık. Yolculuk boyunca transporder ekranından uçaðın güzergahını ve bilgilerini takip ettim. Mardin’in kuzeyinden Van’ın 120 kilometre güneyinden uçtuk. Ekranda Van Gölü’nü görünce içim burkuldu.
20 yıldır Van’a hiç bu kadar yakın olmamıştım. Yanımdaki arkadaştan rica ettim ve pencere kenarına geçtim. Birşey göremeyeceðimi bildiðim halde gökyüzünün enginliðinde hüzünle dolaşan beyaz bulutların arasından aşaðılara baktım...
Küçücük pencereye adeta yapıştım. Aşaðıda parçalı beyaz bulutlar ve karlı daðlar uzayıp gidiyordu. Bir yandan bulutları ve daðları izliyor, diðer yandan Van’da kayıtlı geçmişime dair neyi, nasıl hatırlamam gerektiðini düşünüyordum.
Önceliði kime ve neye vermem gerektiðini ise bilemiyordum.
Beynimden binlerce anı birden geçiyordu. Uçaðın hızı hatırlama hızıma yetişemiyordu. Yüksekliði içimdeki derinliðin yanında sıð kalıyordu. Yaşadıklarımın yanında uçaðın hızının ve yüksekliðinin hiçbir anlamı kalmamıştı. Dalmış, evimizin sürekli açık olduðu kapısına kadar gitmiştim. Yalnız evimizin deðil, Van’daki bütün kapıların ardına kadar açık olduðunu hissetmiş, yüreðimi lime lime etmiş, her eve bir parça vermiştim...
Hewlêr Havaalanı’nda beni almaya gelen arkadaşlarla birlikte bir taksiye bindik ve doðruca eve gittik. Konferansa daha beş gün vardı. Dolayısıyla önce daðların yolunu tutmam gerekiyordu. Arkadaşlarla bir çalışma planı yapmak istiyordum ancak, gerek kalmadı. Planlamalar yapılmıştı. Gece saat 02’de yola çıkacak, sabah erkenden Kandil’de olacak, kahvaltıyı orada yapacaktık.
Yorgun olduðumu hisseden arkadaşlardan biri, birkaç saat kestirmem gerektiðini söyledi. Kanapeye uzandım ama, uyumak ne mümkün; uyuyamadım.
Hewlêr uykudayken, geniş caddeler ve Selahaddin’e uzanan yol tenhayken arabaya binip, yola çıktık. Kararmış bir yalnızlıðın teslim aldıðı yollardan geçtik. Yol boyunca gözüme sadece ve sadece Koç Grubu’nun ürettiði beyaz eşyalara ait reklam panoları ilişti.
Hewlêr’i ve Selahaddin’i onlar uyurken geçip, uykudaki bir başka şehre; Şaklawa’ya ulaştık. Şaklawa’ya en son 1992 yılında gelmiştim. Yazlık bir sayfiye yeri Şaklawa, ünlü dengbêjimiz Kaxis Axa’nın bir süre yaşadıðı bir kenttir. Asıl adı Veys olan Kawis Axa’nın ünlü Genç Xelil ve Xalo kılamlarını burada yarattıðı söylenmektedir.
Ýnsanın içine işleyen sesi ve naðmeleriyle ünlü Kawis Axa 40’a yakın kılamıyla günümüzde ve gönlümüzde yaşamaya devam ediyor. Şaklawa’dan geçerken onun sesinin ruhunu hissediyor, huzurla dolup taşıyorum... Günün ilk ışıklarıyla birlikte de Kandil’e ‘roj baş’ diyorum!
* Kaynak: Özgür Politika
ANF NEWS AGENCY