On altı aydır Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile hiçbir görüşme olmuyor. 15 Temmuz askeri darbe girişiminden bu yana da İmralı’da ne olup bittiği bilinmiyor. Bu arada İmralı’ya giden tek kurum CPT (İşkenceyi Önleme Örgütü) oldu; ancak söz konusu kurum da susuyor, İmralı’ya dair hiçbir açıklama yapmıyor.
Dahası 20 Temmuz’da olağanüstü hal ilan eden AKP Yönetimi, üç ay süreyle İmralı’da hiçbir görüşmenin yapılmayacağını açıklamış bulunuyor. Bu da “Paralelcilere karşı olağanüstü hal ilan ettiğini” söyleyen AKP’nin, esasta Kürtlere ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı olağanüstü hal ilan etmiş olduğu gerçeğini açığa çıkarıyor.
Bütün bunlar, başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm Kürt halkını ve dostlarını çileden çıkarıyor. Öcalan’a özgürlük istemiyle her alanda Kürtler meydanları dolduruyor. Kürt halkının öfke ve tepkisinin daha da artacağı ve Kürdistan’daki mücadelenin giderek daha da boyutlanacağı anlaşılıyor.
15 Temmuz askeri darbe girişimini bahane ederek ilan ettiği olağanüstü hal rejimine dayanan AKP yönetimi, deyim yerindeyse taş üzerinde taş bırakmıyor. Türkiye’de devlet ve toplumda adeta deprem üstüne deprem yaşanıyor. Bu fırsatı değerlendirmeye çalışan AKP Yönetimi, kendine muhalif olan herkesi ya görevden atıyor, ya da tutukluyor.
Şimdiye kadar tutuklananların sayısı on binleri, görevden atılanların sayısı ise yüz binleri bulmuş bulunuyor. Böyle giderse, AKP’nin kendi yandaşları dışında hiç kimseyi devlet görevlerinde bırakmayacağı anlaşılıyor. Çöken ulus-devlet sistemi yeniden AKP Devleti olarak restore edilmeye çalışılıyor.
Tayyip Erdoğan ve AKP Yönetimi, tüm bunları yaparken, bir yandan da MHP ve CHP’yi sürekli yanına çekmeye çalışıyor. “Demokrasiye sahip çıkanların birliği” adına MHP ve CHP yönetimlerini kendine kuyrukçu yapmak istiyor. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye yönelik açtığı davaları geri çektiğini açıklayan Tayyip Erdoğan, 7 Ağustos günü Yenikapı’da yapacağı mitinge her iki parti başkanını da katmaya çaba harcıyor.
Besbelli ki Fethullahçılara karşı mücadele ederken Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi, CHP ve MHP’nin desteğine ihtiyaç duyuyor. Ancak Fethullahçı Hareketi tasfiye ettikten sonra CHP ve MHP’ye nasıl davranacağı şimdilik bilinmiyor. Bu konuda sadece yakın geçmişin orta oyununu andıran kavgaları belleklerde çınlıyor.
Burada öncelikle şu hususların altını çizmemiz gerekiyor: AKP, MHP ve CHP arasında oluşan mevcut birliğin “Demokrasiye sahip çıkanların birliği” olarak tanımlanması mümkün değildir. Eğer gerçekten böyle olsaydı, o zaman söz konusu birlik içinde HDP’nin de olması gerekirdi. Oysa HDP’nin özenle dışlandığı ve adeta HDP’ye karşı bir birlik oluşturulmaya çalışıldığı görülüyor.
Mevcut haliyle AKP, MHP ve CHP arasındaki birliği iki biçimde tanımlamamız en doğrusu oluyor. Birincisi, söz konusu birlik MHP ve CHP’nin AKP kuyruğuna takılmasını ifade ediyor. MHP ve CHP geçmişte AKP’nin koltuk değneği konumundaydı, şimdi ise kuyrukçuluğa terfi etmiş bulunuyorlar. Kuşkusuz MHP’nin mevcut durumu anlaşılır oluyor. Ancak kendisine sosyal-demokrat diyen CHP’nin durumunun ciddi tartışma götüreceği anlaşılıyor.
İkincisi ise esas itibariyle bu bir faşist bloktur; Türkiye’nin beyaz, kara ve yeşil Türkçü faşistlerinin böylece yeni bir faşist blok oluşturma durumu yaşanıyor. Kuşkusuz söz konusu faşist blok, karşısında daha güçlü bir demokrasi blokunu gerektiriyor.
AKP’nin Yenikapı politikaları bu biçimde netleşmiş bulunuyor. CHP ve MHP’yi yanına çekerek yeni bir faşist blok oluştur; bunlara dayanarak Kürtleri ve demokratik güçleri dışla ve karşıya al; Fethullahçılar adı altında tüm muhalifleri devlet ve iktidardan temizle! Peki bunlar gerçekleştikten sonra ne olacak? Orasını da CHP’lilerle MHP’liler düşünsünler. Tayyip Erdoğan bir dönem beraber yürüdüğü Fethullahçılara ne yapıyorsa, herhalde CHP ve MHP’ye de onu yapacak!
Burada üzerinde durmamız gereken esas husus elbette CHP ve MHP’nin ne olacağı değildir. Canları cehenneme, ne görecekleri varsa görsünler. Özellikle tüm bu olup bitenlerden sonra hala Kemal Kılıçdaroğlu’nun kuyrukçu politikasının peşinde gidenler belli ki her şeye layıktırlar. Kaldı ki bu Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başına Fethullahçılar tarafından getirilmişti. Şimdi bu gerçek unutulmuşa benziyor.
Esas olan, Tayyip Erdoğan yönetiminin geliştirdiği bu faşist blokun ciddiye alınmasıdır. Bundan yararlanarak Tayyip Erdoğan kendi diktatörlüğünü ve AKP devletini inşa ederse, bu durum Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından adeta bir felâket olur. Bu nedenle Kürtlerin, demokratik güçlerin ve tüm ezilenlerin buna asla fırsat vermemeleri gerekir. Mevcut durumda AKP yönetimi çok zayıfken bunu yapmak mümkündür.
İyi ama, bu nasıl olacaktır? Kuşkusuz teorik olarak bu soruya cevap vermek kolaydır. Tüm demokratik güçleri ve ezilenleri içine alan en geniş demokrasi blokunu kurarak ve faşizme karşı aktif mücadele ederek Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün önü alınabilir. Bundan asla kuşku duymamak gerekir.
Ancak bu kolay ifadenin pratikleşmesi her nedense ülkemizde zor olmaktadır. Şimdiye kadar sayısız kez yazılıp çizilmesine ve çağrılar yapılmasına rağmen, bir türlü en geniş demokrasi bloku örgütlenememekte ve faşist bloka karşı aktif mücadele edilememektedir.
Peki bundan kim ya da kimler sorumludur? Besbelli ki kedine “Ben demokratım” diyen güçler sorumludur. Bunların başında da HDK-HDP ile ÖDP gelmektedir. Toplumsal kesimler olarak başta kadınlar ve gençler olmak üzere Aleviler, Kürtler ve diğer halk toplulukları gelmektedir.
Belli ki artık şimdiye kadar yapılamayanı yapmak gereklidir. Çünkü artık son şans kullanımına gelinmiştir. Özellikle HDK-HDP ile ÖDP artık ayrılığı bir yana bırakarak, tüm demokratik güçlerin özlemini duyduğu geniş demokrasi bloğunu artık yaratmalıdır. Böyle bir blok oluşursa aktif mücadelenin gelişeceği ve bunun da AKP’yi tarihin çöp sepetine atacağı kesindir.
Kaynak: Özgür Gündem