Almanya’nın tarihinde kara bir leke; 26 Kasım 1993…

26 Kasım 1993’te dönemin içişleri bakanı Kanther’in devlet televizyon kanalı ARD’nin ana haber bülteninde yaptığı “PKK’nin yasaklandı” açıklamayla Almanya’da Kürtler için yeni bir dönem başladı.

Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 15 Ağustos 1984’te başlattığı silahlı mücadelenin etkileri sadece Kürdistan ile sınırlı kalmamış, bütün dünyaya yayılmıştı. 15 Ağustos eyleminden sonraki ilk Newroz’da, 21 Mart 1985 günü Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK)’nin kuruluşunu ilan etmesiyle PKK, gerilla ordusunun yanında; kitle hareketini örgütleyecek geniş bir yelpazenin ilk kanadını da açmış oldu.

ERNK’nin önünde ağır görevler vardı. Kürdistan’ın toplumunun her kesimini; kadın, genç, işçi, aydın ve dindarını Kürt özgürlük hareketinin sömürgeciliğe karşı açtığı devrim kanalına akıtacak, diplomasi yapacak, ‘direnişin sesini’ dünyaya duyuracaktı. Hedef; Kürtlerin yaşadığı bütün kıtalar, ülkeler, şehirler, mahallelerdi.

En önemli eşiklerden birinin geçildiği, Kürdistan devriminin dünyaya açılmak kapı araladığı 1985 yılında Türk devleti de dünyanın batılı süper güçleriyle Kürt özgürlük mücadelesini boğmak için kolları sıvadı. Bunun için Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğinin bütün nimetlerinden yararlanması için düğmeye basıldı.

15 Ağustos’un ardından, 1984’ün sonu ve 1985’in başlarında NATO’nun ‘özgürlük mücadelelerini bastırma konsepti’ şablon alınıp PKK’ye karşı hayata geçirilecekti. ‘Gladio’, ‘Özel harp’, ‘kontrgerilla’, ‘psikolojik savaş’ yıllarca Türk devletinin Kürdistan’daki operasyonlarında görülecekti. Uluslararası güçlerin Kürt özgürlük mücadelesini bastırmak için devreye koyacağı konseptte en önemli Alman devletine verilecekti.

Çünkü Almanya birçok açıdan kritik bir yerdeydi. Hem yüzbinlerce Kürdistanlı, Türkiyeli ‘misafir işçiyi’ ağırlıyordu, hem de 12 Eylül mağdurlarının sığındığı ülkelerin başında geliyordu. Göçmen-emek-mülteci sarmalı ise Kürdistan özgürlük mücadelesi için fevkalade bir büyüme olanağı sunuyordu. 1980’li yılların ortasına resmi istatistiklere göre Almanya’da 300 bin civarında Kürt yaşıyordu.

1990’lı yılların başında ise Almanya’nın Kürtler için bir mülteci ülkesi haline dönüşmesiyle artan Kürt nüfus üzerine dönemin Helmut Kohl hükümeti yeni yönetmelerin arayışı içine girdi. Kürt özgürlük mücadelesini uluslararası arenada boğmak, Almanya’da yaşayan Kürtlerin geldikleri ülkedeki direnişten koparmak için çare Kürt özgürlük mücadelesinin krimanilize etmesinde arandı.

1992’ye gelindiğimizde Kürdistan’daki savaşın doruğa çıktığı yıl kadar Avrupa’daki Kürt örgütlenmesinin zirveye yaptığı yıl olarak da tarihe geçti. 1 Ağustos günü Bochum’daki spor stadyumu 1. Uluslararası Kürdistan Festivali’ne gelen Kürdistanlılar ve dostlarıyla tıka basa doluydu. Kürt hareketi Avrupa’da ilk kez yüz bin insanı buluşturmuştu.

26 KASIM KARARINA GİDEN SÜREÇ…

Tansu Çiller’in Haziran 1993’de Türkiye’de başbakan olmasıyla hem Kürdistan’daki savaş ve hem de Avrupa, özellikle de Almanya’daki Kürtleri yeni bir dönem bekliyordu. İlk gezisini Rusya’ya yapan Çiller’in sırada Almanya’ya geleceği ve PKK’yi bu ülkede yasaklatmak, “terörist” ilan ettirmek ve Kürt derneklerinin kapısına kilit vurulmasını sağlamak için elindeki bütün kozları devreye sokacağı konuşuluyordu.

O günlerde Ertuğrul Özkök Hürriyet gazetesindeki köşesinde Çiller’e şu akılı veriyordu: “Türkiye bir daha bu fırsatı yakalayamaz. Uluslararası dengeler ancak bu kadar PKK aleyhine olabilir. Bundan sonra dengeler PKK lehine gelişecektir. Dolasıyla elimizi çabuk tutup bu fırsatı kaçırmayalım.”

Ankara’da hazırlıkları yapılan Kürt karşıtı diplomasi baskısına Bonn hazırlıksız yakalanacaktı. Başbakan Kohl şöyle diyordu: “Almanya federal bir sistemdir. Her eyaletin ayrı yasaları vardır. Dolayısıyla PKK’yi yasaklamak mümkün değildir”. Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel ise “Ben eski bir adalet bakanı olarak PKK’ye terörist demekte temkinli davranırım” çıkışını yaptı.

Ancak ne olduysa Çiller’in gezisiyle başladı. Almanya ziyaretini 20 Eylül 1993 günü başlatan Çiller gafıyla gezisine damgasını vurdu. Kürtlerin haklarını ve hak ihlallerini soran Alman gazetecilere Çiller’in yanıtı şuydu: “Türkiye’de Kürtlerin sahip oldukları hakların yüzde 10’una Almanya’daki Türkler sahip değildir. Almanya’da Türkler yakılıyor.”

Çiller, Almanya’nın ardından ABD Devlet Başkanı Clinton’un davetlisi olarak 12 Ekim 1993 günü ABD’ye gitti. Çiller’in iktidara gelir gelmez çizdiği Moskova-Bonn-Washington güzergahın şifrelerini anlamak hiç de zor değildi. En önemli gayesi Kürdistan’daki savaşın dozajını yükseltmek için uluslararası desteğin artırmaktı.

Çiller’in Washington’dan dönüşünden yaklaşık bir hafta sonra 22 Ekim 1993 günü Diyarbakır’ın Lice ilçesi Türk ordusunun ateşi altına girdi. Günlerce kimsenin giremediği Lice birkaç gün boyunca her akşam Alman televizyon kanallarının ana haber bülteninin de konusuydu. Hatta Lice için “Küçük Beyrut” deyimini kullanan Der Spiegel dergisi kurşunlanan evlerin fotoğraflarını sayfalarına taşıdı.

Lice’deki vahşet Avrupa’daki Kürtleri hareke geçirdi. 4 Kasım 1993’te Almanya’nın 30’dan fazla kentinde Lice protestoları gerçekleşti. Bu arada Türk konsoloslukları, seyahat acenteleri ve Türk bankalarına saldırılar yapıldı. Wiesbaden’deki bir lokalde çıkan yangında bir kişi hayatını kaybederken, Kürtlere karşı gözaltı furyası başladı. İlk işaret dışişleri bakanı Kinkel’den geldi: “PKK derhal yasaklanmalı.”

22 Kasım’da başlayan 16 eyaletin içişleri bakanları yapılan toplantıya federal içişleri bakanı Kanther PKK’yi yasaklayacak 53 sayfalık bültenin taslağıyla gitti. Toplantıda Kanther kararnameyi olduğu gibi kabul ettirirken, 25 Kasım günü yasağı ilk açıklayan NRW Eyaleti’nin İçişleri Bakanı Schnoor “Bunu Kanther istedi” dedi. Hamburg’un İçişleri Senatörü Wrocklage ise “Yasağı Kanther’e sorun” diyordu.

Kürdistan’daki savaşa, şiddetin nedenlerine, Türk ordusunun köy yakmaları ve katliamlarına ilişkin tek kelimenin geçmediği Alman devletinin yasak bülteni özetle şöyleydi:

“PKK/ERNK halkların uyumlu şekilde beraber yaşamasını engelliyor. PKK’nin taraftar ve sempatizanlarınca Almanya ve Türkiye’de, Türkiye’nin bir bölümünü kurulacak Kürt devletine dahil etmek için suçlar bunu yeterince kanıtlıyor. Almanya’nın çıkarları tehdit altında. Şiddet eylemleri Türkiye ile olan ilişkilerimizi önemli ölçüde zedelemektedir. PKK faaliyetlerine Almanya’da daha fazla müsaade etmek, Alman dış politikasının güvenirliliğini tartışır hale getirir ve değer biçtiğimiz çok önemli bir ortağın güvenini sarsar.”

Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı, Kürdistan komiteleri, Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu (FEYKA-Kürdistan) ve ona bağlı 29 Kürt derneğinin kapatılmasını isteyen kararnamedeki bu ifadeler aslında yasağın Türkiye’nin talebiyle gerçekleştiğinin şifrelerini veriyordu. Bundan olacak ki Hürriyet gazetesi ertesi gün “Danke Herr Kohl” (Teşekkürler sayın Kohl) manşetiyle çıkıyordu.

Yasağın duyurulduğu 25 Kasım günü televizyon kanalı ARD’nin akşam haberlerine çıkan Kanther ise şöyle diyordu: “Almanya’nın bir savaş ve isyan ülkesi olmasına izin veremem. Almanya teröristlerin dinlenme yeri değil. Bazı yabancı grupların ülkelerindeki sorunları ülkemize taşımalarına izin vermeyeceğiz. Yasak, bu derneklere zorla üye olanların kendilerini PKK’nin tehditlerinden korumalarını sağlayacak.”

PKK’nin kuruluş yıl dönümü olan 27 Kasım’da yapılacak kutlamaların arifesine getirilen yasak çerçevesinde kapısına kilit vurulmak istenen derneklerde Kürtler oturma eylemine geçerken, Alman basını Kohl hükümetine ateş püskürtüyordu. Frankfurter Rundschau gazetesinin 27 Kasım tarihli sayısında çıkan bir yorum şöyleydi: “Federal hükümet Türkiye’nin duman suyuna girdi ve Kürtlerin ezilmesine destek verdi. Bonn, MGK’nin metotlarını kopyalıyor ve Kürtlere karşı Ankara ile ittifak ediyor.”

ÇİLLER’İN GİZLİ ÖDENEKLERİNDEN YASAK İÇİN PARA AKTI

Yasak için Ankara-Bonn-Washington hattında sıkı bir diplomasi vardı. 26 Kasım 1993 günü “Gizli kurye harekatı” manşetiyle çıkan Milliyet gazetesi, PKK’nin yasaklanması için Çiller-Kohl-Clinton arasındaki görüşme trafiğini yazdı. Her üç liderin dinlenmeyen telefonlar ve gizli kuryelerle aracılığıyla yaptıkları görüşmelerde PKK’ye karşı operasyon kararının alındığı belirtiliyordu.

Daha önce Filistinli örgütlere yönelik uygulanan yasağın bir benzeri devreye konulan PKK yasağı ve medya-kamuoyunda yaratılan Kürt karşıtı hava için Çiller’in gizli ödeneklerden Almanya’ya ne kadar para aktardığı tam olarak bilinmiyor. Bu ödeneklerle Çiller’in Kohl’un seçim kampanyasına sponsor olduğu iddia edildi. Zira Kohl ve ekibinin dolandırıcılık ve rüşvete hiç de yabancı olmadığı yıllar sonra açığa çıkacaktı.

1982’den bu yana ülkeyi yöneten Hıristiyan demokrat lider Kohl bir kez daha başbakan olmak istiyordu ve 1994’deki seçimler için harıl harıl seçim kampanyalar düzenliyordu. 1999’da patlak veren ve Almanya’yı sarsan CDU’ya bağış skandalında Kohl’un seçim kampanyalarını silah lobisinden aldığı paralarla sağladığı ortaya çıkacaktı.

Alman devletinin getirdiği yasak ise Kürtlerin örgütlü gücünü kıramadı. Kısa bir süre sonra yeni kurumlar açıldı. Hatta dönemin Almanya’daki Kürt örgütlenmesinin adı olan Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM)’a bağlı dernek sayısı 1994’te 70’i buldu. Ayrıca sadece dernekler üzerinden değil Kürtler kültür-sanat, dini mezhepler, kadın, gençlik ve medya alanında olmak üzere geniş bir yelpazede örgütlendiler.

Kısacası bütün organlarını kullanarak hayata geçirdiği yasak Kürtleri özgürlük hareketinden koparamadı. Zira 20 yılın Anayasa Koruma Örgütleri’nin raporlarına bakıldığında PKK’ye olan sempatinin 1993’ten itibaren arttığı açıkça görülecektir. Raporlara göre 1993’te PKK’li olduğu iddia edilen Kürtlerin iki kat artarak 6’den 13 bine çıktı. Zaten yasaktan bir yıl sonra Kürtlerin yoğun yaşadığı Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti’nin Anayasa Koruma Örgütü yasağın “işe yaramadığını” ve Kürtleri çok öfkelendirdiğine dikkat çekti. 1995 yılında ise Polis Sendikası “Yasakla birlikte PKK’liler yer altına çekildi ve işler daha da zorlaştı” uyarısını yaptı.