Amed: Artık tahammül kalmadı

PAJK Zindan Komitesi’nden Gulê Amed, artık hiçbir PKK ve PAJK militanının, Kürt Halk Önderi üzerindeki tecride ve esarete tahammülü kalmadığını söyledi.

Haklı ve meşru bir amaca hizmet için başlatılan her eylem gibi Türk cezaevlerinde devam eden açlık grevi eyleminin de toplumsal alanda kabul gördüğünü belirten PAJK Zindan Komitesi’nden Gulê Amed, “Burada gelişen her eylem/direniş, toplumun sesi, yüreği, vicdanı oluyor. Buradan yükselen ses, Önderliğin özgürlüğü için mücadeleyi büyütme çağrısıdır ve her kesimin bu çağrıya cevap vermesi gerekiyor” dedi.

PAJK Zindan Komitesi’nden Gulê Amed, ANF’nin sorularını yanıtladı.

PKK ve PAJK’lı tutsaklar tarafından 27 Kasım’da Önder Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin tamamen sonlandırılması talebiyle açlık grevleri başlatıldı. Giderek daha fazla gündemleşiyor. Bu eylemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürtler, her türlü fiziki, ekonomik, kültürel soykırım saldırılarına karşı direnişle cevap vermiş, bu şekilde binlerce yıl varlığını koruyarak bu günlere kadar gelebilmiştir. Kesintisiz süren bu mücadele tarihi, kendisiyle birlikte doğal bir direniş geleneği de yaratmıştır. İşte bu direniş geleneği, özellikle son 40 yılda PKK mücadelesiyle birlikte dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde büyüdü, bütün insanlığa adeta zalime karşı nasıl direnilmesini gerektiğini gösterdi. Bu direnişin geliştirildiği mekanların başında şüphesiz zindanlar geliyor.

Türk devletinin, Kürt halkına karşı geliştirdiği soykırım politikalarını en yoğun uyguladığı mekanlar zindanlarıdır. Devlet, kendi varlığı için risk olarak gördüklerini siyasi soykırım operasyonlarıyla zindanlara atıyor. Şüphesiz zindana atmakla yetinmeyip uyguladığı özel savaş politikalarıyla iradesini kırarak teslim almaya çalışıyor. Bu anlamda zindanlar da bir direniş alanı, mücadele sahası olarak görülmeli, aksi durumda insan ve toplum hakikatinin iğdiş edildiği bir alana dönüşür. Bu anlamda zindan, iki zihniyetin kıyasıya vuruştuğu, en çıplak haliyle ideolojilerin karşı karşıya geldiği bir yerdir.

Bunu en iyi Kürt halkının öncüleri biliyor. Devletin Kürt halkına ve öncülerine uyguladığı bu insanlık dışı soykırımcı politikalara karşı büyük PKK şehidi Mazlum Doğan’ın 1982’deki Newroz’da yaktığı direniş meşalesi; hemen sonrası Dörtler’in eylemi ve 14 Temmuz Ölüm Orucu direnişçileri, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde köklü bir zindan direniş geleneğini yarattı. Bu direniş geleneğinden beslenen siyasi tutsaklar, sürekli bir direniş halindedir. ‘Direnmek yaşamaktır’ sadece bir slogan değil, bir var oluş tarzına dönüşmüştür. Şimdi içinde bulunduğumuz ‘TECRİDE, İŞGALE VE FAŞİZME SON, ÖZGÜRLÜK ZAMANI’ hamlesi çerçevesinde zindandaki yoldaşlarımız, Türk faşizminin özel savaş saldırıları ve teslimiyet dayatmalarına karşı sürdürdükleri direnişi, sonuç alma temelinde yeni bir eylemsellik duruşuna taşıdı. Zindan Komitesi olarak düşman esareti altında, herkesten daha zor durumda ve en az imkanların içinde geliştirmiş oldukları bu öncülük duruşunu başarıya taşıyacaklarına olan inancımı belirtmek istiyorum.

Şüphesiz büyük şehitlerimizin yarattığı direniş geleneğinin özünü, Önderliğimizin temsil ettiği direniş çizgisi oluşturuyor. Önderliğimiz, İmralı işkence ve tecrit sisteminde tüm kapitalist modernite güçleri ve onun maşası faşist TC rejimine karşı tarihin en görkemli direnişini gösteriyor. Önderliğimiz, 21 yılı aşkın bir süredir ağır bir tecrit altındadır. Artık hiçbir PKK-PAJK militanın bu tecrit durumuna tahammülü kalmamış. Dolayısıyla Önderliğine bağlı Apocu militan çizgide yürüyen, onun direniş çizgisinden beslenen binlerce PKK ve PAJK’lı militan, bugün açlık grevi eylemindedir.

Haklı ve meşru bir amaca hizmet için başlatılan her eylem gibi bu eylem de toplumsal alanda kabul gördü. Burada gelişen her eylem/direniş, toplumun sesi, yüreği, vicdanı oluyor. Buradan yükselen ses, Önderliğin özgürlüğü için mücadeleyi büyütme çağrısıdır ve her kesimin bu çağrıya cevap vermesi gerekiyor.

Şunu belirtmekte yarar var; bugün sadece binlerce PKK ve PAJK’lı tutsak zindanda rehin tutulmuyor, legal demokratik zeminde mücadele eden binlerce siyasetçi, aydın, gazeteci kadın hakları savunucusu, aktivist, devrimci, demokrat da rehin tutuluyor. Zindanlarda başlatılan bu direnişe onlar da katılıyor. Bu anlamıyla faşizme karşı halkların ortak mücadelesi açısında oldukça önemli bir eylemdir.

Bu eylemlerin daha önce de DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde başlatılan ve sonuç alıncaya kadar devam eden eylemler ile ortak ve ayrılan yönleri nedir, süresiz-dönüşümlü olarak başlayan eylem ileriki süreçlerde farklı boyutlar kazanabilir mi?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir; 12 Eylül’den bu yana devam eden “Faşizme, İşgale, Tecride Son, Özgürlüğü Sağlama Zamanı’’ hamlemiz, 2018’deki “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistanı Özgürleştirelim” hamlemizden kopuk değil, devamı niteliğindedir. Dolayısıyla hamle kapsamında zindanlarda gelişen açlık grevleri eylemi de bir öncekinin devamıdır. Özü itibarıyla her iki direniş de faşizme karşı; ilki tecridin kırılmasını, ikincisi doğrudan Önderliğin özgürlüğünü amaçlıyor. Toplamda 200 gün süren 2018’deki eylem, sonuç alıncaya kadar devam etti ve büyük bedeller de verilerek tecrit kırıldı. Bugün de dönemsel ve salt zindanlar öncülüğünde geliştirilen bir direniş değil, sonuç alıncaya kadar bütün alanlarda mücadelenin büyütülmesi gereken bir hamledir. Bu yönüyle belli bir zamana ya da mekana sığdırılan bir hamle değil. Faşizm yenilip Önderlik özgürleşene dek devam edecek bir direniş hamlesidir. Zindanlarda gelişen eylemi de böyle tanımlamak gerekiyor.

Farklı boyutlar kazanıp kazanmayacağını, direnişin gelişimi ile zindandaki direnişçilerin iradesi belirleyecek. Şunu belirtmeliyim; Önderliğimizin özgürlüğü için başlatılan hiçbir eylem, Önderliğimizin tasvip etmediği eylem biçiminde gelişmemeli. Önderliğimiz yaptığı görüşmelerde birçok kez bireysel eylemlerin kendisini zorladığını, tasvip etmediğini vurguladı. Dolayısıyla faşizme karşı, Önderliğin özgürlüğünü hedefleyen her eylem, kolektif ve örgütlü olmalı. Zindan direnişçilerinin, bunun bilinciyle hareket etmesi, kolektif tarzı esas alarak örgütlü yürütmeleri doğru olandır. Zindandaki yoldaşların bu bilinçle hareket edeceğine gerekli duyarlılığı göstereceğine inanıyoruz.

Türk iktidarının, eylemlerin başlamasıyla beraber özellikle tutsak ailelerine dönük siyasi soykırım operasyonları yaptığı görülüyor. Bununla ne yapmaya çalışıyor?

2018’deki zindan direnişinin en temel sonuçlarından biri; Önderliğin üzerindeki tecridin kısmi düzeyde kırılmasıydı. Siyasal toplumsal alandaki en büyük kazanımı ise faşizan politikalarıyla korku imparatorluğunu dönüştürülen ülkede direnişle kazanılabileceğinin toplumda gelişmesiydi. Direniş sonrası muhalefet, daha güçlü sesini çıkarmaya; demokrasi eşitlik özgürlük gibi kavramlar yeniden dillendirilmeye başlandı. Faşizm, en çok bu kavramlardan, bu kavramların toplumun talebi olmasından; emekçilerin, yoksulların, kadınların tüm toplumsal kesimlerin sokaklara çıkmasından korkuyor. Faşizmin yaratmak istediği korku imparatorluğuna rağmen binlerce kadının İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına karşı sokağa çıkması, las tesis eylemleri, barolar yasasına karşı yapılan yürüyüşler, HDP üzerindeki bütün baskılara rağmen başlattığı demokrasi ve adalet yürüyüşünün bütün kesimlerce sahiplenilmesi vb. vereceğimiz birçok örnek, direnilerek kazanılacağı inancının, tüm toplumda oluşmasının sonucudur. Toplumda uyguladığı tüm baskı ve şiddet politikalarına, yine yürüttüğü tüm özel savaş uygulamalarına rağmen istediği sonucu almaması, AKP-MHP-Ergenekon iktidarını doğal olarak tedirgin ediyor. Bu tedirginlik hali, aynı zamanda kendi baş aşağı gidişatını, çözülüşünü de gösteriyor. Bu nedenle toplumsal direnişi besleyen, büyüten, tüm kesimlere vahşice saldırıp intikam politikası yürütüyor.

Tutsakların mesajının dışarıya taşırılmasını sağlayan özgür basın geleneği ile direnişin toplumsallaşmasını sağlayan tutsak yakınlarıdır. Rejim, dışarıda özellikle direniş sonrası örgütlü ailelerimize karşı siyasi soykırım operasyonları başlatıp 70-80 yaşındaki annelerimizi tutuklamaktan çekinmiyor. Dolayısıyla bugün zindanlarda gelişen direnişin, toplumsallaşmasından korkuyor. Bu nedenle direnişi sahiplenen ve büyütülmesi için mücadele eden her kesime karşı büyük bir öfke duyuyor. İşte bu nedenle saldırıların ilk hedefi kadınlar ve tutsak aileleri oluyor. Yaşanan tam bir insanlık düşmanlığıdır, kadın düşmanlığıdır, Kürt düşmanlığıdır, demokrasi düşmanlığıdır. Buna karşı yapılması gereken; eylemciler etrafında halka oluşturarak direnişi büyütmek, sokakları direniş alanlarına çevirmektir.

KJK’nin başlattığı hamle de genel hamleye paralel bir şekilde devam ediyor. DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in bu süreçte rehin alınması, PAJK’lı tutsakların hamleyi sahiplenme düzeyi için neler söyleyebilirsiniz?

Şüphesiz her iki hamleyi de birbirinden kopuk ele almamak gerekir. Birbirini büyüten ve tamamlayan hamlelerdir. Zindanlardaki kadın tutsaklar genel mücadeleye öncülük yaptıkları gibi kendi özgünlüklerini ve örgütlüklerini de koruyor. Zindan direniş mücadelesinde kadınlar öncülük yapmaktan çekinmedi. Hareketimizin ilk kadın militanlarından olan Sara’nın Diyarbakır Cezaevi’ndeki direnişi biliniyor. Bu direniş geleneğinden beslenen Leyla Güven’in 4. büyük zindan direnişine öncülük etmesi, kadın zindan direnişi geleneğine örnektir.

Bugün kadın tutsakların her gün basın ve aileleri yoluyla yaptıkları açıklamalarda, direnişe öncülük yaptıkları görülüyor. Her alanda olduğu gibi zindanlarda da kadınlar hem kadın kimliklerinden hem ulusal kimliklerinden kaynaklı faşizmin saldırılarına maruz kalıyor. Dışarda olduğu gibi içeride de kadın kırımına, toplum kırımına karşı topyekun bir mücadele var. Dışarıda olduğu gibi içeride de kadın özgürlük mücadelesini yürüten kadınların katılımı, bu bilinçtendir. Esasta başlatılan eylemin kendisi, kırım politikalarına karşı kadın kimliğinin, yarattığı toplumsal değerlerin savunulması eylemidir. Doğal olarak ikisi de birbirinden bağımsız ama aynı zamanda birbirini besleyen/tamamlayan eylemlerdir. Önderliğin özgürlüğünü istemek, kadına ve topluma dayatılan kırım politikalarına karşı kadını ve toplumu savunma, özgürlüğünü sağlama mücadelesini yürütmek, demektir. Önderliğin özgürlüğü, kadının ve toplumun özgürlüğü olduğundan kadın tutsakların direnişi de kadın kırımına, toplum kırımına karşı kadının özgürlüğünü, Önderliğinin özgürlüğünü sağlama direnişidir.

Kürt demokratik siyasetinin aydınlık yüzlerinden olan Leyla Güven’in tutuklanması, Türkiye’deki faşizmin karanlık yüzünü bir kez daha gösterdi. Leyla Güven, kendisini kadının ve halkının mücadelesine adamış radikal demokrat bir kadındır. Özgürlük ve adalet peşinde olan cesur bir siyasetçidir. 1994’te il yönetimiyle başladığı siyasi yaşamında, belediye başkanlığı, milletvekilliği, DTK Eşbaşkanlığı gibi önemli sorumluluklar üstlendi. 2019’daki büyük zindan direnişinde de öncülük yaparak tarihi rolünü oynadı. Yaşamı hep mücadele içinde geçmiş, halkının gönlünde taht kurmuş devrimci bir kadın şahsiyettir. DTK Eşbaşkanı olarak Kürt halkının duruşunu, taleplerini, ölçülerini eksiksiz bir biçimde yerine getirmeyi başarıyor. Toplum üzerindeki etkisi de herkesçe biliniyor. Zaten Kürt halkı da kadınlar da hatta vicdanlı demokrat kesimler de bu tutuklanmayı kabul etmediklerini ortaya koydu.

Leyla Güven, içeride ve dışarıda mücadelesinden hiç vazgeçmedi, geri adım atmadı. Faşizme boyun eğmediği gibi zalime karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ortaya koydu. Bu anlamda bir kez daha tutuklanmasının nedeni, TC faşizminin intikam hırsıdır. Kendisi, “İçeride de olsam dışarıda da olsam mücadelemi sürdüreceğim” cevabıyla dosta ve düşmana gereken mesajı vermeyi başardı.

Tutsaklara ve kamuoyuna mesajınız nedir?

Direniş, başta biz kadınlar olmak üzere tüm Kürt halkının mücadele yöntemi ve var olma gerçeğidir. Direnilerek kazanabileceğini, en iyi bilen ve deneyimleyen bir halk ve Hareketiz. Dolayısıyla Önderliğimiz özgürleşip halkımızla buluşana dek varlığımıza, kimliğimize, bedenimize, halkımıza, Önderliğimize, Hareketimize, toplumsal değerlerimize dönük her türlü saldırı karşısında direnmek, mücadele etmek tek yaşam gerekçemizdir. Bunun dışında bir yaşam şansımız yok.

Zindanda direnen tüm yoldaşlarımızın yeni yılını kutluyor, direnişlerini selamlıyorum. Demokrasi, barış, özgürlük adına mücadele edip bu uğurda zindanlara giren, düşmanın bütün teslim alma politikalarına karşı direnen tüm tutsakların etrafında ateşten halka olmak, onların direnişini sahiplenmek, yaktıkları direniş meşalesini dışarıda da büyütmek hepimizin görevidir. Herkesi, toplumun vicdanı olan tutsaklar etrafında birleşmeye, onların mücadelelerini sahiplenip direnişlerini büyütmeye çağırıyorum.