Andok: HDP’nin stratejisi doğrudur

KCK yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, HDP’nin ikili seçim stratejisinin doğru bir strateji olduğunu söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, HDP’nin çok yerinde bir şekilde; Kürdistan’da gasp edilmiş tüm belediyeleri alıp üzerine ekleme, Türkiye’de de AKP-MHP’ye kaybettirmeyi temel strateji olarak belirlediğine dikkat çekerek, “Gasp edileni almak, soykırımcı rejimi Kürdistan’dan atmak, Türkiye genelinde ve hatta Kürdistan’da alınamayacak yerlerde de bu faşist iktidarı yenilgiye uğratıp iktidardan düşürmek için her türden çaba içinde olmak. Bu, doğru bir stratejidir” dedi. AKP-MHP ikilisinin ömrünün uzun olacağını düşünmenin, oluşun doğasına tersliğini kaydeden Andok, şunun altını çizdi: “İpin ucunu kaçıran bu iktidar, gideceği güne kadar faşist, soykırımcı ve topluma karşı savaş halinde olacak. AKP-MHP faşist, soykırımcı bloku yenmekten başka çare yok.”

Xebat Andok, 31 Mart’ta yapılacak yereler seçimlerin önemi, AKP-MHP iktidarının seçimlere atfettiği anlamı, ‘muhalefet’in duruşu ve HDP’nin seçim stratejisi, ittifak anlayışı, sorunlar, eleştiriler ve yapılması gerekenler hakkında ANF’nin sorularını yanıtladı.

31 Mart’ta yerel seçimler olacak, gerçekten de koşullar seçim yapmaya uygun mu; gerilimin, karşıtlaşmanın, hatta savaşın bu kadar gündemde olduğu, yaşandığı bir ortamda seçim yapmak ne kadar mümkün?

Evet, gerçekten de duruma baktığımızda seçime değil de savaşa gidiliyor gibi bir hava var. Zaten başka türlü olması da düşünülemezdi, çünkü bu iktidar topluma karşı savaş halindedir. Faşist bir iktidar olduğundan ve kendisi gibi düşünmeyen herkese mutlak anlamda boyun eğdirmeyi var oluş gerekçesi haline getirdiğinden her anı savaşta gibi. Dolayısıyla bu faşizm koşullarında normal bir seçimin yapılması tabi ki mümkün değildir.

Normal seçimler; eşit koşulları, rahat kampanya imkanını, çalışma serbestisini, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü gerektirir. Henüz normalleşmeyi yaşamamış olan Türkiye’de her zaman için seçimler sorunlu olmuştur ama en çok AKP-MHP iktidarı döneminde yapılanlar, seçim olmaktan çıkmıştır.

AKP-MHP, 7 Haziran 2015’te daha çok da HDP’nin seçimlerde elde ettiği başarıyla AKP’nin iktidardan düşürülmesinden sonra bir darbe yaptı. 7 Haziran seçim sonuçları kabul edilmedi, bir karşı darbe gerçekleşti ve 1 Kasım 2015 genel seçim sonuçları bu temelde ortaya çıktı. O günden beri ülkenin içine girdiği hal gözler önündedir. O günden beri yapılan tüm seçimler, referandumlar aslında birer darbe pratiğidir. Zorla, baskıyla, hileyle, şiddetle, gerilimle istenilen sonuçlar elde edilmeye çalışılmaktadır. Dönüp bakıldığında o günden günümüze kadar yapılan tüm seçimlerin sonuçları çok fazla tartışmalı olmuştur. Herkes hileyle, zorla, baskı ve tehditle iktidarda kalındığını çok iyi bilmektedir.

Yapılacak seçime ilişkin gündeme gelen seçmen kaydırmalar, silmeler, yığmalar, hileler bu seçimin öncekileri de aratacağını daha şimdiden gösteriyor. Dolayısıyla gerçekleşecek olana seçim demek pek mümkün olmayacak.

O halde muhalefet partileri neden giriyor seçimlere, girmeseler daha iyi olmaz mı?

Girmeyebilirler ama bunun için gerçek bir muhalefet olması gerekiyor. Eğer AKP-MHP dışındaki tüm partiler bu koşullarda seçimlere gitmenin mümkün olmadığını, bu baskı ortamında sağlıklı bir seçimin yapılamayacağını söyleyerek seçimlere gitmeme gibi bir tutum belirleselerdi, o zaman sadece AKP-MHP’nin gideceği seçimlerin sonuçları yok hükmünde olurdu. Ama ne yazık ki Türkiye’deki muhalefet partilerinin sadece ismi muhalefet. Daha çok da seçimlerde daha az oy aldıkları için kendilerine muhalefet partisi deniyor. Halbuki partileri muhalif yapan onların programları, eylemleridir. HDP dışındaki bilinen diğer ‘muhalefet’ partilerinin hiçbirinde bunu göremiyoruz. Hepsinin ortak özelliği ulus-devletçi paradigmanın tekçi zihniyetini ve pratiğini esas almalarıdır. Bu da onların bir muhalefet partisi gibi hareket etmesini engelliyor, tamamen devletçi bir mantıkla hareket ediyorlar. Özcesi muhalefet partileri arasında birlik olmadığından normalde yapılamayacak bu seçimlere girmeye kendilerini mecbur hissediyorlar.

Sizce AKP-MHP neden bu kadar geriyor, neden yerel seçimleri bir beka sorunu olarak görüyor, gerçekten bu seçim bu kadar önemli mi? 

Gerçekten de AKP-MHP, bir varlık sorunu yaşıyor. İktidarı kaybetmekten çok korkuyorlar. Aslında 7 Haziran’da kaybettiler ama o zamandan beri zorla iktidardalar. Bu ikili, özellikle de AKP adeta iktidarda kalmak için formatlanmış bir parti gibidir. Muhalefete düşmüş bir AKP’nin tasavvuru bile yapılamaz. Çünkü iktidardan düştüğü an, başına neyin geleceğini en iyi kendileri biliyor. Zaten bunu açıktan söylüyorlar da. AKP’li Afşin Belediye Başkanı, yüzde 52’nin altına düşmeleri halinde boyunlarının vurulacağını belirtti. Devlet Bahçeli, üç büyük şehri kaybetmeleri halinde mevcut rejimin tartışmalı hale geleceğini söyledi. Yine Kürdistan’da gasp edilmiş belediyelerin Kürtler tarafından tekrar alınması halinde bunun demokratik özerklik talebi anlamına geleceğini belirterek, tüm bunların da bir beka sorununu ortaya çıkaracağını ileri sürdü. Evet, durumları bu ve bunlar büyük korkular. Doğrudur, onların yönetimindeki bir ülkenin beka sorunu olur ama onlarsız bu ülke bekasını garantiye alır. Dolayısıyla beka sorunu dedikleri, aslında kendilerinin varlık sorunudur; bu seçim, kendileri açısından çok büyük bir önem taşıyor.

Bu seçimle topluma karşı yürüttükleri savaşta hileyle, zorla, baskıyla mevcut iktidarlarını korumaya yarayacak bir sonucun çıkmasını istiyorlar. Böylelikle de iktidardaki ömürlerini bir dönem daha sürdürmeyi mümkün hale getirmeye çalışıyorlar. Ancak her halükarda aslında bu iktidar uzatmaları oynuyor. Bu iktidarın, bu zihniyet ve pratiğin bir geleceği yoktur. Çok fazla daraldılar, etraflarında kimse kalmadı. Baskı, şiddet, boyun eğdirme temel davranış haline geldi mi, kapsayıcı olman, geniş kesimleri etrafında tutman mümkün olamaz. Nitekim MHP zaten biliniyor, kafatasçı faşist bir parti, o yönüyle zaten kapsayıcı olması varoluşsal olarak mümkün değil. AKP ise artık eski AKP değil, geçmiş söyleminden eser yoktur. Mevcut durumda tamamen MHP’lileşmiş ve MHP tarafından yönetilen bir parti haline gelmiş durumda. Dolayısıyla bu ikilinin ömrünün uzun olacağını düşünmek, oluşun doğasına ters. Onlar ipin ucunu kaçırdılar, şimdi artık yapacakları bir şey yoktur. Bu iktidar gideceği güne kadar faşist, soykırımcı ve topluma karşı savaş halinde olacak.

Biraz da muhalefet açısından bakalım. Muhalefetle ilgili şerhinizi dikkate alarak soruyorum; muhalefet, bu iki karşısında neler yapıyor?

Belirttiğim gibi aslında HDP dışındaki diğer partiler zihniyet ve programları gereği çok da muhalefet partisi sayılmazlar. Buna rağmen onlar da bir hesap yapıyor, ittifaklar kuruyor ve başarılı olmak istiyor. Buna heves ettikleri de görülüyor. Tabi ki bunun da bir anlamı vardır. Her zaman için tüm yetkilerin ve gücün tek elde toplanması sorun olmuştur. Parlamenter sistemlerde yetkilerin, devlet içi organlarca dağıtılması temel bir kıstastır. AKP-MHP faşizmi, parlamenter gelenekle de uyuşmuyor, zaten o rejimi değiştirip mutlak bir faşizmi kurumsallaştırmak istiyor. Bu, devlet açısından da ciddi tehlikeler barındırıyor. Bu yönüyle diğer devletçi partilerin, devletin içinde AKP-MHP iktidar blokunun dışında farklı güç ve iktidar blokları oluşturmaları önemlidir. Bu partilerin, AKP-MHP faşist ittifakına karşı güçlenerek çıkması, AKP-MHP iktidarının zayıflaması anlamına gelecektir. O nedenle devletçi partiler arasındaki iktidar mücadelesinin farklı güç odaklarını oluşturma ihtimalini önemsemek gerekir.

Bu noktada HDP nerede duruyor, ne yapmaya çalışıyor?

Tabi HDP olmak zordur. Ne yazık ki Türkiye’deki tüm demokratikleşme sorunlarının aşılması, deyim yerindeyse onun vereceği mücadeleye endekslenmiş durumda. Keşke diğer partiler de bu kadar devletçi olmayıp, toplumcu olabilselerdi. Öyle değiller ve yapacak bir şey yok. Kimse tarihin kendisine yüklediği misyondan kaçamaz, herkes kendi üzerine düşeni yapmak durumunda. Gözleyebildiğimiz kadarıyla HDP de bu bilinç ve sorumlulukla hareket etmeye çalışıyor. Çok yerinde bir şekilde; Kürdistan’da gasp edilmiş tüm belediyeleri alıp üzerine ekleme, Türkiye’de de AKP-MHP’ye kaybettirmeyi temel strateji olarak belirledi. Gasp edileni almak, soykırımcı rejimi Kürdistan’dan atmak, Türkiye genelinde ve hatta Kürdistan’da alınamayacak yerlerde de bu faşist iktidarı yenilgiye uğratıp iktidardan düşürmek için her türden çaba içinde olmak. Bu, doğru bir stratejidir.

Bu strateji eleştiriler de alıyor…

Hangi açıdan, ne türden eleştiriler?

Örneğin Kürdistan ittifaka ilişkin tepkiler gelişti…

Kürtlerden Kürt ittifakına ilişkin olumsuz bir yaklaşımın olabileceğini sanmıyorum, çünkü Kürtlerin parçalı oluşu, birlik olamamaları yaşadıkları acıların gerçek nedeni. O nedenle yurtsever her Kürt tabi ki Kürt ittifakını ister. Zaten öyle de oldu, açıklandığında çok büyük bir heyecan ve coşku yarattı. Sömürgecilik karşısında Kürtlerin bir araya gelmesinden daha yerinde ve doğru ne olabilir ki? HDP’yi bu başarısından dolayı kutlamak gerekir. Hatta bu ittifaka gelmeyen birkaç partiye ilişkin ciddi eleştiriler gelişti. Gerçekten de ittifaka gelmeyen partilerin tutumu, duruşu halkın beklentilerine uygun olmadı. Kuzey Kürdistan’da Kürt siyasi partilerinin bir araya gelmesi, birlik olması, sömürgecilik karşısında tutum sahibi olması artık kaçınılmazdır. Buna gelmeyenlerin halkın talep ve ihtiyaçlarına ters davranmalarından ötürü aşılmaları kaçınılmazdır.

Bu çerçevede yetersizlikleri olsa da oluşmuş olan ittifakı çok stratejik düzeyde önemli görmek gerekir. Bütün söylemler, edimler, bu ittifakın daha da güçlendirilmesi, kalıcı hale getirilmesi ekseninde olmalıdır. Kafalar bunun için çalışmalı, söz bunun için söylenmelidir. Bunun dışındaki duruş ve söylemlerin Kürtlerin çıkarına hizmet etmesi mümkün değildir.

Bu süreçte kuşkusuz yanlışlar da oldu, tartışmalar da daha çok orada çıktı.

Neydi bu yanlışlar ve aşılabildi mi?

İttifak yapan partilerin elbette ki göstereceği adayların halkın değerlerine zarar vermemiş, saldırmamış, verilen mücadeleye saygı duyan kişilerden olması gerekirdi. Genel olarak buna dikkat edildiğini gördük, zaten halka saygı duyan gerçek yurtseverlerin halk tarafından kabul edilmemesi diye bir şey olamaz ama Çınar’daki öyle olmadı.

Çınar’da ne oldu?

Çınar’da belirlenen kişi çok da ittifakın ruhuna göre hareket edebilecek, halkın hassasiyetlerini dikkate alabilecek biri değildi. Zaten o nedenledir ki halkımız bu kişiye oy vermeyeceğini belirtti ve bu kişinin değiştirilmesini istedi. Pireye kızıp yorgan yakma tutumuna girmemek gerekir. Bu çok tarihi ittifakı geliştirmek, büyütmek, kalıcı hale getirmek, bunu yaparken halkın hassasiyetlerini gözetmek temel görev oluyor. Bu konuda belli bir olgunluğun olduğunu da görüyoruz ve bu memnuniyet vericidir.   

Kim Kürdistani ittifakın olmasını istemiyor?

Bu ittifakın olmasını istemeyen aslında faşist soykırımcı rejimdir. Bunu sadece Kuzey’de de değil, Kürdistan’ın hiçbir yerinde istemiyor. Her zaman birbirine karşı kullanılacak, hatta savaştırılacak Kürtlerin yanı başında olmasını istiyor. İşte Efrîn’i Kürtsüzleştirirken, yanına ne idüğü belirsiz ve ‘Kürt’ denilen kimilerini alarak bunu yapıyor. KDP’yi, YNK’yi, yapabilirse diğerlerini Özgürlük Hareketi’ne karşı kullanmak, savaştırmak için elinden geleni yapıyor. Yanında ‘Kürt’ bulundurarak, özgür Kürt’ün tasfiyesinde saldırılarına meşruiyet sağlamak istiyor. İşte Kürtlerin tümünü bu sömürgecilikten almaktan daha kutsal ve Kürdistan’ın özgürleşmesine hizmet edecek ne olabilir? Toparlarsam; Bakur’daki bu ittifak stratejik değerdedir, çok kıymetlidir. Zorlukları olsa da tümden oturması zaman alsa da bu çok gerekli ve yerinde bir hamle olmuştur. O nedenle tüm yurtsever halkımızın, dostların bu ittifakı zora düşürecek değil de güçlendirecek bir tutum içinde olmaları gerekir.

Türkiye cephesine özgü bir strateji de izleniyor, örneğin bazı illerde aday çıkarmamak gibi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Takip edebildiğim kadarıyla daha her şey açıklanmış ve netleşmiş değil. Kimilerinin yaptığı gibi eksik bilgiyle çok yorum yapmak doğru olmaz ama yetkililerin yaptığı açıklamalardan hareketle bazı şeyleri belirtmek mümkün. Nihayetinde bu bir yerel seçim ve yeterli sayıda oyunuz yoksa kazanamıyorsunuz. Savaştasınız, siyasi parti bile olsanız savaşla yok edilmek isteniyorsunuz ve HDP olarak da Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte Kürt halkını temsil ediyorsunuz. Dolayısıyla HDP’nin bunların tümünü gözeterek, pozisyon almasından, arayış ve ittifaklar halinde olmasından daha doğal bir şey olamaz. Takip edebildiğimiz kadarıyla kazanabileceği her yerde kendi adıyla iddialı olarak seçimlere giriyor. Yine her yerde belediye meclis üyelikleri için kendi adıyla giriyor. Ancak belediyeyi alamayacağı yerlerdeki oyları boşa gitmesin diye de dönemsel olarak AKP-MHP faşizmine kaybettirmeyi esas almış olduğundan, bu faşist iktidara kim kaybettirecekse, onlarla görüşme, diyalog ve ittifak halindedir. Bizce bunda bir yanlışlık yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, aday çıkarılmayan büyükşehirlerde bu yol izlenecek. Elbette ki diğer partilerle de gerekli ortaklaşmalar sağlanmıştır. Verilecekse bir destek, bu öylesine körü körüne verilen bir destek değildir, amaçlıdır ve faşist iktidarın iktidardan düşmesinin tüm nüvelerini bağrında taşımaktadır. Mevcut durumda bu kadar zorda olan AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratmaktan daha faydalı bir şey yoktur. Bu ülkenin bu iktidardan kurtarılması, taşların biraz yerinden oynaması gerekir.

“Hiçbirinin diğerinden farkı yok” diye eleştirenler var…

Böyle eleştirenler var ki; bu çok dar, duygusal ve apolitik bir yaklaşımdır. Böylesi bir yaklaşım hiçbir şeyi kurtarmaz, hatta bu yaklaşım sahipleri karşı olduklarını söyleseler de farkında olmayarak, tutumlarıyla AKP-MHP faşizminin kalıcılaşmasına katkı yapmış olurlar.

Neden?

İzah etmeye çalışayım; şimdi AKP-MHP, üç büyük şehrin kendilerinden çıkması halinde rejimin -ki kendi faşist rejimleridir- tartışmalı hale geleceğini söylüyor. Bu, onların ne durumda olduğunu gösteriyor. Madem öyle, o halde o üç büyük şehri onlardan almak, onların o faşist birlikteliğini paramparça etmek gerekir. “Olsa ne olacak” denilmemelidir, hele önce bir parçala, o zaman ne yapacağını düşünürsün. Dikkat edelim; HDP’nin aday çıkarmamasına en fazla tepkiyi de MHP ve AKP gösterdi. Bu yapılmış hamlenin onları ne denli zorladığını gösteriyor.

Şimdi kim istemez ki HDP, Kürdistan ve Türkiye’nin her yerinde aday göstersin, seçimlere girsin ve kazansın. En insani, en demokratik ve toplumcu parti HDP’dir ve gerçekten de bunu en çok da o hak ediyor. Ancak her şey insanın istediği gibi, duygularına göre olmuyor, eğer olsaydı şimdi toplum ve Kürtlerin durumu böyle olmazdı. Kimileri HDP’yi sanki sadece Kürt partisiymiş gibi ele alıyorlar ya da öyle görmek istiyorlar.

HDP kimlerin partisidir?

HDP kendi programına uygun davranmak durumundadır. HDP programatik olarak Kürtler de dahil tüm toplumun, yani tüm farklılıkların partisidir. Zaten bunu yeterince göstermiş durumda. O nedenle kimse HDP’ye farklı elbiseler giydirmeye çalışmamalı. En çok da TC sömürgeciliği, HDP’nin sadece Kürtlerin partisi olmasını istiyor, Kürtler içinde de sadece bir kesimin partisi olsun istiyor. Çünkü Kürtler ne kadar yalnız kalırsa o kadar güçsüz olurlar. HDP’nin Türkiye partisi olmasını, sömürgecilik kendisinin ölümü olarak görüyor. Bu kadar kriminalize etme çabası, saldırıya maruz kalması hep bundandır. O nedenle HDP’nin Türkiye partisi olmasını, bu anlama gelecek her davranışını, tutumunu desteklemek gerekir.  Bu yönüyle olan biteni doğru anlamaya ihtiyaç var.

O halde bu seçim stratejisine karşı geliştirilen, bu biraz da acımasız eleştirilerin nedeni nedir, kimdir bu eleştirileri yapanlar?

Doğrusu bu kadar acımasızca yüklenenlerin kim olduğunu insan merak ediyor. Bizim bildiğimiz mücadele içinde olan, bedel ödeyen ve iyi niyetlice birbirine karşı yoldaşlık yapan insanlar böyle yapmaz. Eğer düşman yönlendirmesi değilse çok fazla maksadını hatta haddini aşan değerlendirmelerdir. Kaldı ki, bu görüşlerin yaygın olduğunu düşünmemek lazım. Muhtemelen sosyal medya üzerinden tweetlerle dünyayı değiştireceğini düşünen ve açık kimliklerini de beyan etmediklerinden kim oldukları anlaşılamayan kişiler yapıyor bunu. Bilinçli olarak HDP’yi karalamak isteyenlerin yaptığı bir işe benziyor. Kötü niyetli olmayan, anlayamadığı için duygusal tepkiler verenler de muhakkak ki vardır, ancak bu saldırıların yoğun olması, akla başka şeyleri getiriyor.

HDP’li olduğunu söyleyenler de var…

HDP geleneğinde ve ona gerçekten oy veren kitlesinde, eleştiri adına karalama, yıkıcılık yoktur. Bu kültürden beslenenler, büyük bedellerle geliştirdikleri partileriyle kendilerini özdeşleştirerek özeleştiri yaparcasına eleştiri yaparlar. Gelişmek, güçlenmek için görüş sunar, eleştiri yaparlar. Küfretmezler, hakaret etmezler, yıkmazlar, hak yemezler. Adil ve ölçülü olurlar. Oldukça bilinçlenmiş olan halkımızın sağduyulu yaklaştığı, partisinin, mücadele değerlerinin etrafında kenetlendiği açık. Başlayan seçim çalışmalarında bu sıcaklığı, sahiplenmeyi görmek mümkün.

Halk ve demokratik güçler, bugünden itibaren ne yapmalı?

Halkımız ve tüm demokratik güçler, bu türden zayıflatan tartışmalara hiç girmemeli; karalamalara, saldırılara karşı duyarlı olmalıdır. İç tartışmaları geride bırakarak herkes belirlenmiş adaylar etrafında kenetlenmeli. Kürdistan’da gasp edilmiş tüm belediyeleri tekrardan almalı, üzerine eklemeli, diğer yerlerde de MHP-AKP faşizminin yenilgiye uğratılması için seferberlik halinde elinden geleni yapmalıdır.