Anlı: Belediyeleri halkın yanında olduğu için hedefliyorlar
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı, “Belediyelerin hedef olmasının en önemli sebebi Şengal, Kobane, Rojava’dan bugüne kadar Cizre, Sur, Silvan, Nusaybin’de halkın zor gününde halkla beraber bu mücadele içerisinde olmasıdır” dedi.
ELİF DOĞAN/MELEK YÜKSEL
AMED
Cumartesi, 9 Nisan 2016, 09:49
AKP Devleti tarafından Kürdistan’da DBP’li belediyelere yönelik başlatılan siyasi soykırım operasyonlarına tepkiler artıyor.
AKP’nin Kürdistan’daki belediyelere kayyum atanma planını ve Sur ilçesinde ‘acele kamulaştırma’ adı altında ilçenin işgal edilmesini Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı ANF’ye değerlendirdi.
‘TÜRKİYE’DE SEÇİLMİŞ DEĞİL ATANMIŞ ORGANLAR VAR’
‘Türkiye’de 7 Haziran seçimleri sonrası gözle görülür bir şekilde anti demokratik totaliter ve tek kişi iktidarı diyebileceğimiz sürece girildi’ diyen Anlı devamında şunları söyledi: “Tüm muhalif kesimlere en başta Kürtlere, Kürt şehirlerine, Kürtlerin örgütlü yapılarına ve siyasetçilerine çok ağır bir saldırı var. Bugüne kadar onlarca arkadaşımız tutuklandı. Ama bu yetersiz görüldü. Her gün tutuklamalar devam ederken şu andaki ana tartışma belediyeleri Kürt siyasetinin seçilmiş temsiliyeti olan iradenin elinden alarak devletin bir mekanizması haline getirmek. Bugüne kadar birçok yol denediler, geçmişte büyük operasyonlar yapıldı yerel yönetimlere, belediyelere, kurumlarımıza karşı akla hayale gelmeyen formüller üzerinden yönelindi. Ama bu çare olmadı kendi açısından. Halk kendi yerel yönetimlerine, belediyelerine ve siyasetine sahip çıktı. Bugün de güçlü bir şekilde sahip çıkıyor. Yapılmak istenen Türkiye’de sistemi yeniden kendine göre dizayn etme arayışının yerel yönetime belediyelere uzanan bir ayağıdır. Türkiye’de seçilmiş organlar değil atanmış organlar her geçen gün rol almaya başladı. Örneğin basın Medya’nın üzerinde RTÜK gibi bir kurul var ve bu kurul her şeyi denetleyecek hale geldi. Anayasa mahkemesi, siyasi partilerin tüm çalışmalarını ve faaliyetlerini denetleyen bir noktada yer alıyor.
Bankacılık kurumlarına baktığımız zaman, bankacılık denetleme düzenleme gibi istediği bankaya el koyabiliyor ve istediğine kayyum atayabiliyor. Holdinglere bile basit bir kararla el koymaya giden bir süreç var. Bir savcının ya da hakim bile tek başına karar verebildiğini görebiliyoruz. Türkiye’ye baktığımızda kurulların yönettiği bir ülke ve bu kurulları da atayan tek bir kişi var: Cumhurbaşkanı. Bunu yerel yönetimlerde de yapmak istiyor. Şu an 107 belediyeyi yöneten, halka hizmet sunan DBP’li belediyelere karşı birçok kez yargı yoluna başvurarak haksız işlemlerle anti demokratik uygulamalar içerisine girdiler. Bunun kendileri açısından çözüm olmadığını görünce şimdi kayyum tartışması var.”
‘DBP’Lİ BELEDİYELERE DÖNÜK BİR DARBE UYGULAMASIDIR’
Kayyumun ne olduğunu anlatan Anlı, “Sıkıyönetim zamanında, askeri darbe döneminde oraya atanmış askeri komutanın hem valilik hem belediye başkanı gibi her türlü görevi tek kişide birleştirmesidir” diyerek sözlerine şöyle devam etti. “Belediyelere dönükte aslında bir sıkıyönetim, darbe dönemi uygulamasıdır. Gördüğümüz kadarıyla şu an Ankara’da böyle bir kaygı kalmadı. Kendi insanını bu kadar acımasızca yöntemlerle bastırmaya çalışan ve bir coğrafyayı yangın yerine çeviren bir anlayıştan bunun dışında başka bir şey bekleyemezsiniz. Hem bu hükümetin seçim döneminde hem de Avrupa Birliğinde sürecinde verdiği taahhütler var. Bu taahhütlere göre Türkiye üyesi olduğu Avrupa Birliğinin ve üyesi olmaya çalıştığı bu parçanın yerel yönetimler özerklik şartındaki çekinceleri kaldıracaktı. İnisiyatif alanı genişleten ve yerel yönetimleri güçlendiren bir taaddüt var ama uygulamaya geldiğinizde istediği belediyeyi kendi memuruyla yönetmeye çalıştığı alan olarak değerlendiriyor. Buna ne biz izin veririz ne de Kürtler izin verir. Ne bunca yıllık tecrübe, deneyim, bedel izin verir ne de Türkiye’nin muhatap olduğu Uluslararası dünya izin verir.”
Devletin bu ürettiği her formül elinde sonunda dönüp onları vuracağını ifade eden Anlı, “Her geçen gün bürokrasiyi geçen yasa tanımayan hukuka aykırı kurullarla yönetmeye çalışırsa yarın aynı yöntem sizi uygulanacaktır. Bunu getirenlerin tarihten ders alması lazım. Geçmişte yapanların sonuçlarına nasıl kendileri katlanmak zorunda kaldılarsa bugünde aynı durum söz konusu. Ve diğer bir mesajımızda, burası hükümet değil. Burası Başbakan değil. İstediğinizi atayıp istediğinizi indiremezsiniz. Ülkeyi bir kayyumla yönetebilirsiniz ama Belediyelerimizi, şehirlerimizi, hayatımızı kayyumla yönetemezsiniz. Bu boş bir hayaldir. Ben bunun gerçekleşebileceğine ve bu halkın buna izin vereceğine inanmıyorum. Bizler Belediye ile var olmadık ve Belediyelerle de sonlanmaz. Belediyelerin hedef olmasının en önemli sebebi Şengal, Kobane, Rojava’dan bugüne kadar Cizre, Sur, Silvan, Nusaybin her yerde halkın zor gününde halkla beraber bu mücadele içerisinde olmasıdır. Ama bu mücadeleden kopmayacaktır. Yasa ya da hukukla sınırlanmış bir alan değildir. Siz hayatı yasalarla, kayyumlarla sınırlandıramazsınız” diye belirtti.
‘SUR BİR TARİHTİR’
Anlı, “Sur bizim için son derece tarihsel ve anlamı büyük bir yerdir. Bu sadece Amed’de yaşayan Kürtler için değil, bütün coğrafyada yaşayan halklar için kıymetli bir alandır. İlk gün bu karar duyulduğu zaman bu kentte 10 şiddetinde deprem oldu. Devletin bu meselede aslında halkı ne kadar az tanıdığını halk gerçekleştiğini ne kadar az bildiğini bu coğrafyaya karşı 90’lık bakışında en ufak bir değişiklik olmadığının somut bir yansımasıdır. Daha birkaç gün geçmeden bu kentin tüm sivil toplum örgütleri, yerel yönetimleri, meslek odaları bir araya gelip bir platform kurdular. Sur’u koruma ve yaşatma platformu. Bu platform hemen deklarasyonunu yayınladı ve buna karşı mücadele edeceğini ifade etti. Mimar, mühendis arkadaşlarımız teknik işleri yürütüyor. Dış ilişkilerden tutalım yereldeki tüm kurumsal yapılar şuanda kendi komisyonlarını kurmuşlar. Her bir komisyon bu alana dair projesini sürdürecek” dedi.
‘BU BİR KAMULAŞTIRMA DEĞİL, DEVLETLEŞTİRMEDİR’
Hükümetten defalarca randevu istedikleri fakat herhangi bir dönüş ve olumlu cevap olmadığını belirten Anlı, ‘’Başbakan ve Bakanlar Amed’de geldiğinde ne yerel yönetimlerle ne de bu kentin dinamikleriyle temas içine girmeden sadece konuşup gittiler. Biz buna bir kamulaştırma demiyoruz bu bir devletleştirmedir. Amed Sur’u Ankaralaştırmaktır. Bunun ne teknik olarak ne siyaseten ne hukuken ne de tarihsel boyutu ile uygulanabilirliği yoktur. İçerisine karakol, göz etme kuleleri, barikatlar, sokağa çıkma yasakları ve insansızlaştırarak Sur’u demografisini değiştirmek istiyorlar. Sur’da yaşayan insanların geri dönmeyip oraları ticari rantları haline getirip başkalarına peşkeş çekmek istiyorlar. Belki Suriye’den gelen kimi mültecileri buralara yerleştirmek istiyorlar. Mesele sadece Sur’un tarihsel, inanç, kültürel merkezi olması değil geleceğe dönük içerisinde çok ciddi bir risk barındırıyor. Biz Sur’da elde edeceğimiz başarıyla bu konuda merkezi yönetimin projelerinin halkın iradesiyle uygun hale getirilmesiyle bunun yarın coğrafyamızın diğer kesimlerinde bir örnek teşhir etmesine çalışıyoruz. Oradaki halkımızla aslında bu konuda bir örnek oluşturabilecek tecrübe birikimi oluşturmaya çalışıyoruz” dedi.
Anlı, “Yakında çalışmalarımızın dış boyutlarını da yapacağız. Delegasyon, Avrupa Birliği ülkeleriyle, Türkiye’nin birçok büyükelçiliğiyle görüşme yapıp dosyalarını da sunduk. Unesco’ya da başvurularımızı yaptık. Kapatılmış alanlar içerisinde molozlar dökülüyor o molozlar içinde cenazeler çıkıyor. Bu bir savaş suçudur. Bu sıradan bir durum değildir. Yok edilmesi, delillerin ortadan kaldırılması işin sadece kent demografik yapısını değiştirmek olmadığını da görmek lazım. Hukukçularımız bu süreçteki suç duyurularını yapacaklar. Belki şu anda ülkenin ana gündemi haline gelmedi ama kısa bir süre içinde eğer buradaki uygulama tutarsa yarın Türkiye’nin birçok şehrinde de bu anlayış şehirlerin kimliğini yok etmek için bunu uygulayacaktır. Biz sadece buradaki halk değil bunun çokta ötesinde bir sorumluluğumuzun olduğunu biliyoruz. Yeni bir yaşamı örmek için de aynı zamanda çalışacağız.
‘ANKARA’LAŞTIRMA PROJESİNE KARŞI DİRENECEĞİZ’
Hem hükümetin merkezi yönetimin siyasi iktidarın yapmaya çalıştığı şehirlerimize karşı bu anti demokratik Ankara projesine karşı direnirken, geleceğimizi inşa etmenin arayışı içerisinde olacağız. O insanlarımızın yaşayabileceği tekrar evlerine dönebileceği, tekrardan sokaklarında çocuk ve kadın seslerinin yemek kokularının birbirine karıştığı günlerin hızla geri gelmesi için bu çabalarımızı sürdüreceğiz. Kısa bir sürede Türkiye’deki iç hukukta halkın leyine karar çıkacak bu olmadığı takdirde elbette ki uluslararası yargıda bunların tamamı halk leyine kararlarla sonuçlandıracaktır’’ ifadelerini kullandı.