Arslan: Tecrit ve AKP bitmeden kriz sona ermez

İmralı'daki tecrit sürdükçe Türkiye'de krizin çözülemeyeceğine dikkat çeken DBP Eşbaşkanı Mehmet Arslan, "Türkiye'nin sorunlarının çözülebilmesinin yöntemi AKP'nin iktidardan düşmesidir" dedi.

Türk devletinin Kürt halkına dönük saldırıları dört parça Kürdistan'da devam ederken, bu saldırılara karşı Kürtlerin direnişleri de paralel bir şekilde ilerliyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yönelik ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması için süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemleri de sürüyor. Öcalan üzerindeki tecrit koşulları her gün daha çok ağırlaşırken, Kürt halkının, bu konudaki öfkesi ve yapılanların yetersiz olduğuna dair eleştirileri de büyüyor. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Başkanı Mehmet Arslan, gündemdeki konulara ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.

Arslan, tecridin Kürt siyasetinin öncelikli problemi olması gerektiğini ifade ederek, kendilerinin bunu zamanında doğru tanımlayamadıkları ve göremediklerini söyledi. Seçimlerin Türkiye siyasetinin yönünü bir bütünen değiştirmeyeceği ve sorunlarını çözmeyeceğine dikkat çeken Arslan, "Türkiye'de çok ciddi problemler var. Yerel seçimlerde bu problemlerin doğru tanımlanması ve çözüm arayışına girmesi açısından önemli bir noktayı bize işaret ediyor. Kürtlerin sorunu, kendi kendini yönetme sorunudur" dedi.

Türk devletinin Rojava ve Başur'a yönelik saldırılarını AKP'nin topluma vadedebileceği hiçbir şeyinin olmamasına bağlayan Arslan, "Kürt halkına saldırılar AKP'nin iktidar sorununu belki çözüyor ama Türkiye'nin sorunlarını çözmüyor" diye belirtti. Arslan, tecrit bitmeden, AKP düşmeden krizin ve sorunların çözülemeyeceğine işaret etti.

DBP Eş Başkanı Mehmet Arslan'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Cezaevlerinde siyasi tutsakların süresiz-dönüşümsüz açlık grevleri gün geçtikçe yayılıyor...

Açlık grevleri, başta Türkiye cezaevleri, Hewlêr, Strasbourg ve Galler olmak dünyanın birçok yerinde yankı uyandırdı. Özellikle Sayın Öcalan üzerinde 20 yıldan beri sistematik bir şekilde sürdürülen ağırlaştırılmış tecrit politikasına karşı Kürt temsilcilerinin, siyasetçilerinin ve halkının geliştirmiş olduğu bu direniş bizler açısından çok kıymetli ve değerli bir eylem biçimidir. Kuşkusuz Türkiye'de sorunları çözme biçimi bu olmamalıdır.

Demokratik siyaset yöntemleri kullanılmalıdır ama ne yazık ki AKP hükümeti Kürt sorununa baskıcı, tasfiyeci ve teslim alma politikalarını uygulayan bir anlayış ile yaklaşıyor. Dolayısıyla Kürt siyaseti de kendini ifade etme imkan ve olanaklarına sahip olmadığı için ancak böylesi bir direnişle kendi sesini dünyaya duyurmak istedi ve Sayın Öcalan üzerinde geliştirilen bu insanlıkdışı, kirli ve ahlaksız politikayı teşhir etmeye çalıştı.

Bundan kaynaklı başta Leyla Güven arkadaşımızı, DBP Eşbaşkanı Sayın Sebahat Tuncel, Hakkari eski Milletvekili Sayın Selma Irmak ve Hewlêr temsilciliğinde çalışan Nasır Yağız arkadaşımız olmak üzere, şu an Sayın Öcalan üzerindeki tecridi kırmak için bedenini ortaya koyan tüm direnişçileri kutluyoruz. Sonuç ne olursa olsun bu eylemin başarıya ulaştığını düşünüyoruz. Çünkü bugün Kürtlerin tamamı, dünyanın dört bir tarafında cezaevlerinde, Leyla ve Sebahat arkadaşlarımızın geliştirdiği eylemle yatıp kalkıyorsa, bence bu ses duyulmuş, anlaşılmıştır.

Tecridin sona ermesi talepli bu eylemlerin siyasi iktidar tarafından görmezden gelinmesini nasıl yorumluyorsunuz?

AKP hükümetinin açlık grevcilerine ve Kürt siyasetçilerine yönelik görmezden gelen tutumu halen devam etmektedir. Bu açlık grevlerini kırmak için çeşitli oyunlar ve politik kurnazlıklar peşine düştüler. Biliyorsunuz ki 12 Ocak'ta Sayın Öcalan ile kardeşi Mehmet Öcalan arasında 15 dakikalık bir görüşme sağlandı. Bu görüşmenin akabinde cezaevlerinde açlık grevleri kırılmayınca bu kez Leyla Güven arkadaşımızı tahliye ettiler. AKP'nin bu tutumunun, tecrit politikasını değiştirmeye yönelik bir tutum olmadığını, aksine eylemcilerin eylemlerini kırmaya dönük bir tutum olduğunu gösteriyor. Yani bu AKP hükümetinin Kürtlerin hassasiyetlerine gözlerini ve kulaklarını kapatmış. Çeşitli entrika ve oyunlarla Kürtlerin direnişinin önüne geçmeye çalışıyor.

Tabii başta Leyla Güven arkadaşımız olmak üzere tüm eylemciler devam kararı aldılar. Görüşme olmasına rağmen tecrit ortadan kalkmadığı için açlık grevi eylemlerinin devam edeceğini ifade ettiler. Bu irade bizler açısından başarı sağlamıştır. Çünkü AKP'nin bu kirli politikasını dünyaya teşhir etmiştir. Bu, Kürtlerin Sayın Öcalan'a olan hassasiyetlerinin anlaşılması ve görülmesi açısından önemli bir eylem ve direnişe dönüşmüştür. Bu yoldaşlarımızın eylemi, Sayın Öcalan'ın sesi olmuş ve onun üzerinde yürütülen kirli politikaların teşhir olmasını sağlamıştır. Ama nihayetinde tecrit politikası halen devam ettiği için, açlık grevi eylemleri de her geçen gün daha çok büyümektedir.

'SAYIN ÖCALAN, SIRADAN BİR TUTUKLU DEĞİL'

AKP'nin bu süreci politik kurnazlıklarla geçiştirmek yerine köklü çözümler geliştirmesi gerekiyor. Bu çözümleri geliştirmenin yöntemi de bu ülkenin yasa ve kanunlarını uygulamaktan geçer. Açlık grevindeki arkadaşlarımızın talep ettikleri, Sayın Öcalan'a bir ayrıcalık tanınması değil. Her hükümlü ve tutukluya uygulanan hakların Sayın Öcalan'a da uygulanması gerektiğini ifade eden bir eylemdir. O yüzden de AKP hükümeti bu konuda bir taviz vermiş olmayacak. Tam da yasa ve kanunlarının gereğini yapmış olacaktır. Devletin başındaki kişilerin, devletin yasalarını ihlal etme noktasını ortadan kaldıracaktır. Onları suç pratiğinden kurtaracaktır.

Şimdi Sayın Öcalan sıradan bir tutuklu değildir. Milyonlarca insanın irade olarak beyan ettiği bir siyasi liderdir. Bu sadece bizim açımızdan böyle değildir. Bu Türkiye'yi yöneten iktidar için de böyledir. 2013-2015 yılları arasında Sayın Öcalan ile Kürtlerin temsilcisi olarak görüştüler. Sayın Öcalan'a yaklaşım, Türkiye'nin demokrasi ve özgürlüğü açısından çok önemli bir noktaya işaret ediyor. Dolayısıyla kalkıp Sayın Öcalan'a sıradan bir tutuklu gibi yaklaşmak, işleri yokuşa sürmektir. Bu yaklaşım, Türkiye'nin siyasal, toplumsal ve ekonomik krizini daha çok büyütecektir. Bugün AKP'nin Türkiye'yi yönetememe durumu aslında bunları ifade ediyor.

Kürt Siyasal Hareketi'nin açlık grevleri için yaptıklarını yeterli bulmayan bir kitle var. Buna dair neler söyleyebilirsiniz?

Kuşkusuz açlık grevlerinin bu aşamaya gelmesinde, Sayın Öcalan üzerindeki tecridin bu kadar ağırlaştırılarak sürdürülmesinin bir tarafı AKP hükümetidir, diğer tarafı da Kürt siyaseti, yani bizleriz. Biz, Sayın Öcalan üzerindeki bu kirli tecrit politikasının zamanında önünü alan, bunun yaratabileceği sonuçları hükümete ve topluma anlatabilseydik, sanıyorum, şimdi bu kadar kriz haline dönüşmeyecekti. Bu konuda bizlerin bir öz eleştiri yapması gerektiğini düşünüyorum.

Hem Sayın Öcalan üzerindeki tecride, hem de halkımızın duygularına tercüman olamadığımız için bugün başta Leyla Güven ve Sebahat Tuncel olmak üzere 282 arkadaşımızın ne yazık ki böylesi çok zor koşullarda ama güçlü bir iradeyle girdikleri açlık grev eylemleriyle karşı karşıyayız. Buradan çıkış kuşkusuz AKP hükümeti açısından buna duyarlılık gösterip, bu sese kulak vermek ve gerekliliklerini yerine getirmektir. Ama bizim açımızdan, bazı önceliklerimizi doğru tespit edip, onun gereğine göre adım atmamız gerekiyor.

Kürtlerin demokratik siyaset ve demokratik seçim yöntemlerini esas alan bir faaliyet yürütmesi gerekirken, bu toplumun özgürlük sorunları çözülmeden sadece seçim endeksli yürütebileceğimiz çalışmaların Kürt sorununu çözmeyeceğini gördüğümüzü ifade edebilirim. Şüphesiz ki biz seçimleri önemsiyoruz. Ama bizlerin, temel sorunlarımızı çözmeden sadece parlamentoda ve yerel seçimlerde başarı sağlayarak Kürt sorununu çözemeyeceğimiz noktası anlaşılması ve görülmesi gerekiyor.

'PARÇALI BAŞARILAR SONUÇ GETİRMİYOR'

Hem seçimleri kazanmak için seçim endeksli çalışmamız gerekiyor, hem de Kürtlerin temel sorunlarını çözmemiz için güçlü politikalar belirleyip, bunun örgütlülüğünü sağlamamız gerekiyor. Aksi takdirde parçalı ve bölgelere dayalı elde edilen başarılar sonuç getirmiyor. Bu sadece Kuzey siyaseti açısından da bir problem değil. Örneğin Güney Kürdistan'da bir referandum gerçekleşti ve referandumda bir bağımsızlık talebi öne çıkarken, bir baktılar ki Kürdistan'ın kalbi diyebileceğimiz Kerkük gibi bir kent işgal edildi.

Kürtler Rojava Kürdistan'ında Kobanê işgalinden sonra elbette çok büyük başarılar sağlamışken, bir baktık ki Efrîn işgal edildi. İşte Kuzey Kürdistan'da demokratik seçim yöntemleriyle elde edilen belediyelere kayyumlar atandı, milletvekillikleri düşürüldü ve tutuklandılar. Kürt siyasetçiler, genel başkanlarına kadar tutuklanıp cezaevlerine konuldular. Halen bu süreç devam ediyor.

Tüm bunlar, Kürtlerin temel özgürlük problemlerinin bu topraklarda çözülmeden sadece seçim endeksli yapılan faaliyetler bizi başarıya götürmeyecektir. Bundan kaynaklı da Kürtlerin temel sorunları, özgürlük ve statü sorunlarıdır. Bu eksende de bizim politika üretmemiz gerekiyor. Bu çalışmalarımızın başındaki temel aktör de Sayın Öcalan'dır. Çünkü bu krizlerin aşılması ile ilgili Sayın Öcalan'ın perspektifleri vardır.

'ÖCALAN'SIZ KÜRTLÜĞÜN KAYBETTİRECEĞİ BİLİNİYOR'

Halkımız açlık grevlerine ilişkin yeteri derece sahip çıkılmadığını düşünüyor. Bu eleştiriler bize de yansıyor. Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kırılmaması ile ilgili partimizin yeteri kadar politika üretemediğini ifade ediyorlar. Bunlar haklı ve yerinde eleştiriler. Çünkü Kürtler kendi varlıklarını Sayın Öcalan ile tanıdılar. Bu topraklarda Sayın Öcalan'sız Kürtlüğün ne olduğunu da biliyorlar.

Yine Sayın Öcalan ile kazanabileceklerini de bildikleri için ona sahip çıkılmasının, onun sesi olunması gerektiğinin ve onun üzerinde yürütülen kirli politikaların önüne geçilmesini istediklerinden kaynaklı bugün bizi eleştiriyorlar. Cezaevlerinden istemediğimiz haberleri duymamız için güçlü bir muhalefet oluşturmamız gerekiyor. Tecrit ile ilgili güçlü bir politika üretmemizin zamanı geldi. Kuşkusuz Türkiye'nin tüm sorunları için politika üretmemiz gerekiyor ama bu politikaları üretebilecek zemin ve mekanı oluşturmadığımız zaman ne yazık ki biz siyaset de yapamıyoruz.

Tecrit, Kürt Siyasal Hareketi tarafından neden stratejik bir çalışma haline getirilmiyor?

Tecrit Kürt siyasetinin en öncelikli problemi olması gerekiyordu. Ne yazık ki biz bunu zamanında doğru tanımlayamadık ve göremedik. Bu bir eksikliktir Kürt siyaseti açısından. Tecrit bugünle sınırlı bir durum değil. 1999'dan beri Sayın Öcalan üzerinde uygulanıyor. Hükümetlerin inisiyatifine kalmış; müsaade edilirse avukatları ya da ailesi gidiyor, müsaade edilmiyorsa gitmiyorlardı. Sayın Öcalan üzerinde 1999'da geliştirilen komplo, tasfiye amaçlıydı. O dönemde halkımızın çabaları, direnişi ve Sayın Öcalan'ın öngörüsüyle bu süreç boşa çıkarıldı. Ama bu komplocu kirli güçler, bu süreci sadece bir tutuklama ile tamamlamak istemediler. Dolayısıyla tecrit ile kendilerince cezalandırma seçeneğini uyguluyorlar.

Kürt siyasetindeki temel yanılgı, beklentili ruh haliydi. 2015 tarihinden sonra, tekrardan bir çözüm süreci gelişir mi beklentisi vardı. Süreci germeyelim, belki AKP yumuşar anlayışı hakimdi. Şimdi bizler, AKP'nin Kürt politikasına yaklaşımı üzerinden bir politika belirleyemeyiz. Bizim Kürt sorununun çözümü ile ilgili genel bir perspektifimiz ve politikamız olur, AKP'nin yürüteceği siyasete cevabımızı biz oradan veririz. AKP'nin alacağı tutuma göre tutum belirleme yaklaşımı aslında bizim yeteri derecede süreci görmeme ve sürecin gerekliliklerine göre örgütlenmeyerek direnmemeyi ifade ediyor.

'KÜRT SİYASETİ KENDİ PERSPEFTİFİYLE HAREKET ETMELİ'

Bizim 'süreci riske atmayalım, germeyelim' yaklaşımımız, AKP'yi Kürt siyaseti ile ilgili bu denli boğma ve teslim alma yaklaşımına iterek oldukça cesaretlendirmiştir. Oysa Kürt siyasetinin potansiyeli bu değildir. Kürt siyaseti kendi gündemini ve stratejisini oluşturarak, kendi halkıyla bu süreci yürütmelidir. Beklentimiz ve temennimiz Türkiye hükümetinin yetkililerinin, Kürtlerin sorunlarını demokratik yöntemlerle çözme çabasına ve arayışına makul cevaplar vermesidir. Ama bize bu konuda siyaset alanı tanınmıyorsa biz vaz mı geçeceğiz?

Zaten Kürt siyaseti bu topraklarda çok zorlu şartlarda yer edindi. Bu parlamento ve belediyelerde temsil ediliyorsa ilk başlarda çok kolay şartlarda gelmedi. Kürtler siyasetini yaparken bir başkasına göre değil, kendi problemlerini çözebilecek öngörü, perspektif ve doğrultuya sahip olmalıdır. Bu stratejiyle de yürümelidir. İktidarlara, Türkiye'deki muhalefete ve halklara bunu ortaya koyarak göstermelidir. Doğrudur, bizim talebimiz bir gerilim veya çatışma yaratmak değil.

Yerel seçimler yaklaşıyor. Stratejik olarak Kürt siyasetinin nasıl bir hat izlemesi gerekiyor?

Türkiye'de çok ciddi problemler var. Yerel seçimlerde bu problemlerin doğru tanımlanması ve çözüm arayışına girmesi açısından önemli bir noktayı bize işaret ediyor. Kürtlerin sorunu, kendi kendini yönetme sorunudur. Şimdi kendi kendini yönetmenin en makul alanları, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde demokratik seçim yöntemleriyle elde ettikleri belediyelerdir. Ama ne yazık ki biliyorsunuz, 2016 yılında bizim DBP'nin 102 belediyesinin 96'sına kayyumlar atandı.

Şimdi kendi kendini yönetme talebi kuşkusuz bir belediyeyi kazanmak olarak ele alınmamalı ama bu oranın gelişmesi açısından önemli bir alan ifade ediyor. Biz o alanları büyütüp, halkın talepleri ve beklentileri doğrultusunda kendi kendini yönetebileceği kentler ve belediyeler olarak ele almamız gerekirken, ne yazık ki AKP kayyum politikasıyla bu süreci engelledi. Halkın iradesini gasp etti, kayyum atadı.

'HER ŞEYİ HALKIMIZ İLE BELİRLEMELİYİZ'

Bizim yerel seçimler bakımından belediyeleri, genel seçimler bakımından da Türkiye'yi yönetme iddiamız var. Türkiye'ye barışı getirme iddiamız var. Bunun da bir yolu seçimlerde başarı sağlamaktan geçer. Bu bizim açımızdan önemsenmesi gereken bir husus. Dolayısıyla bizim siyasete, halkı dahil etmemiz gerekiyor. Her şeyi halk ile belirlememiz lazım. Halka rağmen hiçbir sorun çözülmeyecek ve hiçbir siyaset başarılı olamayacaktır. O yüzden de Kürt siyaseti kendini halka dayandırarak, o halkın talep ve beklentilerini karşılayabilecek bir politika üretmesi gerekiyor.

Bu temelde de geliştirilecek siyasetin hem halkın kazandığı belediyeleri koruması açısından hem de bizim itiraz ettiğimiz merkeziyetçi siyaset anlayışının alternatifini yaratmış olacağımızı düşünüyorum. Dolayısıyla biz bu seçimi kuşkusuz çok önemsiyoruz. Sadece bazı belediyeleri ele almak ya da biz yönetelim diye değil, Türkiye'deki siyasal ortamın yumuşaması açısından AKP'nin baskı politikalarının sonuç vermediğini göstermek isteyeceğiz.

Bununla beraber, kendi halkımız ile kendi kendimizi yönetmenin yol ve arayışını geliştireceğiz. Bu yerel seçimlerde halkımızın dahil olabileceği, sadece hizmet anlamında değil, siyasal anlamda beklentilerini de karşılayabilecek bir seçim propagandası ve stratejisi oluşturarak, bunun gereklerine göre çalışmak yürütebilmektir. Biz bu seçimlerde Türkiye'nin demokratikleşebilmesi için AKP'nin bu tutumlarının kırılması gerektiğini düşünüyoruz.

Seçimlerin Kürdistan ve Türkiye halkarı açısından ne tür değişimlerin zemini olacağını düşünüyorsunuz?

31 Mart yerel seçimlerinin Türkiye siyasetinin yönünü bir bütünen değiştirmeyecek, sorunlarını çözmeyecektir. Çok büyük beklentiler de yaratmaya gerek yok. Ama bazı temel problemlerin aşılması için bir işaret fişeği olacaktır. AKP bu seçimlerde başarılı olursa atadığı kayyumlara meşruiyet kazandırmaya çalışacak. Ama başarısız olursa, baskı ve zor ile hiçbir şey yapamadığını düşünmek zorunda kalacak. Bu seçimlerin sonucu çok önemlidir.

AKP'nin oy oranı ne kadar artmış ya da bizler oy oranımızı ne kadar korumuşuz. Eğer ki baskı, sindirme ve öldürme ile problemler çözülüp, insanlar AKP'li olmuş olsalardı, şu an Şırnak, Cizre ve Nusaybin gibi yerlerde bir tane bile DBP ve HDP'li kalmaması gerekiyordu. Çünkü insanlar ölümü yaşadı. Sokak ortasında katledildiler. Bodrumlarda diri diri yakıldılar. Şimdi bunu yaşayan bir halkın kalkıp ısrarla bizlere oy veriyorsa, bu halkı kirli yöntemlerle korkutamayacağını bileceksin.

'KÜRTLERİN ÖZGÜRLÜK PROBLEMİ ÇÖZÜLMELİ'

Türkiye'de demokratik bir ortamda seçime gitmiyoruz. İşte bir sürü sahte seçmen kayıtları yapılıyor. Bir evde, bir ilçeyi aşan seçmen nüfusu ile karşı karşıya geliyoruz. Hiç demokratik olmayan bir süreçte, demokratik olmayan yöntemlerle gireceğimiz seçimde göstereceğimiz başarı, Kürtlerin bu topraklardaki özgürlük problemi çözülmeden hiçbir şeyin değişmeyeceğini gösterecektir.

Bundan kaynaklı da biz bu seçim sürecini önemsiyoruz. Belki yerel seçimler her şeyi değiştirmeyecektir ama halkın bu iradi duruşu ve onurlu direnişi, AKP'ye Kürt sorununu görmezden gelen ve yok sayan politikalarla bu topraklarda siyaset yapılmayacağını gösterecektir.

Rojava ve Başur'a dönük saldırılar yine gündemde. Bu gündemin özellikle seçimlerle birlikte gelişmesini nasıl ele almak lazım?

Ne yazık ki AKP çok kötü bir alışkanlık edindi, her seçim öncesi Kürtlere savaş açarak, onlara saldırarak Türkiye'deki milliyetçi şovenist çevrelerin oylarını toplamaya çalışıyor. Çünkü Türkiye'de AKP'nin topluma vadedebileceği hiçbir şey yoktur. Türkiye'nin temel sorunlarını çözme gibi bir politikası gelişmediği için sanki ülkenin bir beka ve güvenlik sorunu varmış gibi bir algı yaratarak kendilerine sahte düşmanlar yaratıyorlar.

Bu düşmanların baş aktörü olarak da Kürtleri görüyor. Bundan kaynaklı da her seçim öncesi Türkiye'de bir kriz yaratılıyor ve Kürtlere savaş açmaları da buradan doğuyor. Bu artık Türkiye halklarının çıkarına bir politika değildir. AKP'nin Rojava ve Başur'a saldırılarının kaynağı, bu halkın temel sorunlarını çözebilecek tek bir cümlelik projesinin olmadığını gösteriyor. AKP şu anda topluma kriz, kaos, savaş ve ölümün dışında bir vaadi yoktur. Çünkü gerilim ve savaş ölüm getiriyor. AKP'de bu politikaları yürütüyor. Bundan kaynaklı sadece Kürtlerin değil, Türkiye halklarının AKP'nin bu savaş politikalarına ve kışkırtıcılığına prim vermemesi gerekiyor.

'BU ÜLKENİN AKP SORUNU VARDIR'

Kürt halkına saldırılar AKP'nin iktidar sorununu belki çözüyor ama Türkiye'nin sorunlarını çözmüyor. Bu ülkede bir güvenlik ve beka sorunu yoktur. Bu ülkenin bir AKP sorunu vardır. Çünkü bu krizlerin gelişmesinde ve çözülmemesinin önünde AKP engeldir. O yüzden Kürtlere savaş açarak bu sorunlar çözülmez. Başur ve Rojava'ya saldırarak sorunları çözemezsiniz. Türkiye'nin sorunlarının çözülebilmesinin yöntemi AKP'nin iktidardan düşmesidir.

Türkiye'de eğer sorunlar çözülmek isteniyorsa başta Kürtler olmak üzere tüm komşularıyla savaş ve gerilim politikalarından vazgeçmelidir. Sorunların çözümünde diyalog ve demokratik yöntemler esas alınmalıdır. Bu ülkede bir ilerleme katedilecekse ancak bu temelde olur. Aksi durumdaki yöntemler belki geçici anlamda AKP'nin iktidarda kalmasını sağlayabilir ama bu Türkiye halklarına bir fayda sağlamayacaktır. Rojava'yı, Başur'u ve Kuzey'deki Kürt siyasetini tehdit eden saldırgan tutumlardan vazgeçilmelidir.