Av. Bilmez: CPT’nin ilk maddesi İmralı’yı ziyaret olmalıydı

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İbrahim Bilmez, CPT’nin Türkiye’ye son gelişinde İmralı'yı ziyaret etmeyerek, uluslararası egemen hukuk ve siyasetin, tecrit ve Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün sürdürülmesinde sorumlu olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.

Müvekkilleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 7 Ağustos 2019 tarihinden beri görüşemeyen Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İbrahim Bilmez, Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) Türkiye’ye son gelişinde İmralı Cezaevi’ni ziyaret etmemesini ANF’ye değerlendirdi.

Avukat Bilmez, bu düzeyde bir hukuksuzluk ve keyfiyetin uygulandığı başka bir cezaevi olmadığını çok iyi bildiği halde CPT’nin İmralı Cezaevi’ni ziyaret etmemesinin uluslararası hukuk ve sistemin İmralı Cezaevi’ne yaklaşımını bir kez daha göstermiş olduğuna işaret etti.

Tecridin kaldırılması yönünde rapor hazırlayan CPT’nin 11-25 Ocak 2021 tarihleri arasında geldiği Türkiye’de İmralı Hapishanesi’ni ziyaret etmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Hazırladıkları rapor sonrası tavsiyelerine uyulup uyulmadığını yerinde tespit etmeleri gerekmez miydi?

Hatırlanacağı üzere CPT’nin son Türkiye ziyareti 9-17 Mayıs 2019 tarihleri arasında olmuştu. Bu dönemde başta cezaevleri olmak üzere dünyanın birçok yerinde üç bini aşkın insan, Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridi protesto amacıyla yapılan açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinin kritik bir aşamasındaydı. O dönemde mahkeme yasaklama kararını kaldırmış, Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı açıklama yapmış, CPT de kayıtsız kalamamıştı. Nitekim 2011’den sonra İmralı’da ilk avukat görüşmeleri de o zaman gerçekleşmişti.

2 Mayıs ve 7 Haziran 2019 tarihleri arasında gerçekleşen 5 avukat görüşmesinden sonra İmralı Cezaevi’nde yeniden avukat görüşmeleri engellenmeye başladı. CPT ziyarete ilişkin raporunu 5 Ağustos 2020 tarihinde açıkladığında, İmralı’daki tecridi bir şekilde ortaya koyup Türkiye’ye iyileştirme çağrısı yaptı. Ancak Türkiye’nin buna cevabı ise Eylül’de telefon ile, aile ve vasi ile ve avukat ile görüşmeleri yasaklamak oldu.

Bu gelişmelerin tamamı hakkında, yürüttüğümüz hukuk mücadelesine ek olarak CPT’yi de bilgilendiriyorduk. CPT aynı zamanda İmralı Cezaevi’ne 3 Mart tarihli aile ziyaretinden sonra hiçbir ziyaretin gerçekleşmediğini ve 27 Nisan tarihli telefon görüşmesinden sonra da hiçbir iletişimin sağlanmadığını, yani İmralı’daki müvekkillerimizden haber alamadığımızı da bilmekteydi. İmralı Cezaevi’nde 22 yıldır çok ağır düzeyde sürdürülen işkence niteliğindeki uygulamaları da bilmekteydi.

Bu nedenlerle CPT’nin Türkiye ziyaretinin birinci maddesi kesinlikle son raporunda da açık bir şekilde tespitler yaptığı İmralı Cezaevi’ni ziyaret etmek olmalıydı. Ancak maalesef böyle olmadı.

BU GÖRÜNTÜ KÜRT SORUNUNA VE İMRALI’YA YAKLAŞIMIN YANSIMASIDIR!

Peş peşe gönderdiğiniz hak ihlalleri raporlarına henüz cevap vermeyen CPT’nin, Asrın Hukuk Bürosu olarak sizlerle değil de hükümet ve insan hakları savunucularıyla görüşmekle yetinmesi nasıl okunmalı?

CPT İmralı Cezaevi’ni ziyaret etmediği gibi, kendilerini düzenli olarak bilgilendiren biz avukatlar ile de görüşmedi. Sadece bu konuda yetkililer ile görüşme yaptığını duyurmakla yetindi. Avrupa Konseyi bünyesinde işkence önleme mekanizması olarak kurulan CPT, tüm üye devletler arasında bu düzeyde bir hukuksuzluk ve keyfiyetin uygulandığı başka bir cezaevi olmadığını çok iyi bilmektedir. CPT ziyaret programına İmralı Cezaevi’ni dahil etmiş olsaydı, tecridin bu kadar kolay ve keyfi sürdürülemeyeceğini hepimiz görmekteyiz. Bu durum bizlere uluslararası hukuk ve sistemin İmralı Cezaevi’ne yaklaşımını bir kez daha göstermiş oldu.

2020 İmralı Cezaevi Değerlendirme Raporu’nda, İmralı tecrit sisteminin hukuk dışı alan olarak uluslararası bir konsept dahilinde hayat bulduğu tespitinde bulundunuz. Büyük resme bakıldığında bir ikiyüzlülükten söz edilebilir mi?

İmralı Cezaevi’ne yapılmayan bu ziyaretin veya CPT raporlarının hükümet tarafından tanınmamasının bu tespitimizin daha net görülmesine vesile olduğunu da söyleyebiliriz. Burada bir iki yüzlülük mü var; bence bizim açımızdan öyle değil. Zira oldukça net bir görüntü var. Bu görüntü de uluslararası hukuk ve siyaset ilişkisinin Kürt sorununa ve İmralı cezaevine yansımasıdır.

İmralı Cezaevi’ne yaklaşım ve uygulanan tecrit politikası aynı zamanda Kürt sorununun evrensel demokratik ölçülerde çözümünün istenip istenmediği ile ilgilidir. Yaşanan gelişmeler, bizlere uluslararası egemen hukuk ve siyasetin İmralı tecridinin ve Kürt sorununda çözümsüzlüğün sürdürülmesinde sorumlu olduğunu ortaya koymaktadır.

KÜRTLERİN ULUSAL BİRLİĞİ SAVAŞ İSTEYENLERİ KAYGILANDIRIYOR!

Hazırladığınız son İmralı raporunda, 27 Nisan’da ailesiyle yaptığı son telefon görüşmesinde müvekkiliniz Abdullah Öcalan’ın “Kürdü Kürde kırdırmaya çalışıyorlar” uyarısında bulunduğunu belirtiyorsunuz. Bugünkü gelişmelere baktığınızda, aile ile yapılan telefon görüşmelerinin yeniden engellenmesi bu uyarı ile bağlantılı mı, nasıl değerlendiriyorsunuz?

İzah ettiğimiz gibi İmralı tecrit politikası doğrudan Kürt sorununa yaklaşım ile ilgili. Sadece bu konuda değil, uluslararası komplodan bugüne kadar İmralı’daki her uygulama bu şekilde. Abdullah Öcalan her fırsatta iki temel konu ile ilgili değerlendirmelerini ve çözüm önerilerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bunlar Kürt sorununun tüm Ortadoğu’da demokratik çözümü ve Kürt halkının kendi içerisinde ulusal demokratik birliğidir.

Sayın Öcalan’ın öneri ve değerlendirmeleri de tüm coğrafyada ilgi ile takip edilmekte ve çok ciddi bir karşılık bulmaktadır. Ancak bunlar aynı zamanda savaş politikalarından çıkarı olan tüm çevreleri de kaygılandırmaktadır. Tecrit politikasının arka planını da kısa ve öz olarak bu şekilde ifade edebiliriz.

AÇLIK GREVİNİ TERCİH EDENLER EKSİKLİK OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜŞ

Bugün tecride karşı cezaevleri yine devrede. Siyasi tutsak ve hükümlülerin tecride karşı her seferinde açlık grevine girmesi, hukuki ve siyasi anlamda tıkanıklığın bir işareti mi?

Bugün yeniden açlık grevleri var. Ve maalesef bu durum da bizlere İmralı’da uygulanan tecridin düzeyini net bir şekilde göstermektedir. Sayın Öcalan ile HDP heyetinin son görüşme tarihi olan 5 Nisan 2015’ten sonra İmralı Cezaevi’ndeki tüm iletişimler açlık grevleri, yangın haberi veya pandemi gerekçesi ile mümkün olabildi. Yani olağan bir iletişim durumu yaşanmadı.

Açlık grevi de ağır bir eylem biçimi ve anlaşılıyor ki açlık grevi eylemlerini tercih edenler de hukuki ve siyasi anlamda bir eksiklik olduğunu düşünmüş olmalılar ki böyle bir tercihte bulunuyorlar.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN DEMOKRATİKLEŞME MÜMKÜN DEĞİL

Çözüm sürecinde hemen hemen her konu masaya yatırılmışken, bu süreçler hiç yaşanmamış gibi iktidarın tekrar tecrit ve savaş konseptini devreye koyması nasıl yorumlanmalı?

Aslında tecrit politikaları ve savaş konsepti hiçbir zaman gündemden kalkmadı. Sadece dönem dönem dozajı değişti. Yoksa İmralı cezaevinde heyet görüşmeleri olduğu zaman bile Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşmesine izin verilmiyordu. Temel haklarının tamamı bir pazarlık veya şantaj konusu olarak ele alınıyordu. Aradaki fark sadece Kürt sorununun demokratik zeminde çözülmesine yönelik ciddi bir umut ortaya çıkmış olmasıydı. Bu da hiç şüphesiz doğrudan Abdullah Öcalan’ın etkisi ve yaklaşımı ile ilgiliydi. Nitekim 2019 yılında sınırlı sayıdaki avukat görüşmelerinde de Abdullah Öcalan çözüm gücü konusundaki etkisini net bir şekilde bir kez daha hissettirmişti.

Bu konuya yaklaşım noktasındaki en büyük eksiklerden biri, meselenin güncel politik gelişmeler ile sınırlı ele alınmasıdır. Şu nettir; Kürt meselesi Türkiye’nin en önemli sorunu, Ortadoğu’nun da en önemli sorunlarından birisidir. Savaş politikalarının her bir boyutu ile tüm sonuçları bunu net bir şekilde göstermektedir. Kürt sorunu kalıcı bir şekilde demokratik zeminde çözülmeden ne Türkiye’nin ne de Ortadoğu’nun demokratikleşmesi mümkün değildir. Evet, bir dönem sorunun çözümü için bir diyalog zemini gelişmişti ancak müzakere aşamasına o zaman da dönüşmemişti. Bugün bu sorunun çözümü için çok büyük bir fırsat bulunmaktadır. Bu fırsat da Kürt halkını kendi şahsında demokratik ulus anlayışı ile irade haline getirmiş Sayın Öcalan’ın çözüm üretebilecek koşullarının sağlanmasıdır. Aksi aynı politikanın yine devamı olacaktır.