10’uncu Yargı Paketi’ndeki infaz düzenlemesi meclise sunuldu. Kamuoyuna da açıklanan paket, beklentileri karşılamadığı gibi birçok düzenleme de eşitlik ilkesine aykırı. Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Avukat Şükrü Alpsoy, paketi değerlendirirken bu eşitsizliklere dikkat çekiyor.
Avukat Alpsoy, özellikle hasta tutsaklara yönelik düzenlemenin sorunlu olduğunu vurguluyor. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hasta tutsakların düzenleme dışında bırakılmasının kabul edilemez olduğunu belirten Alpsoy, şu anki düzenlemenin zaten infaz erteleme olarak diğer mahpuslara uygulandığını, ancak ağırlaştırılmış müebbetleri kapsamadığı için yeni bir şey olmadığını ifade ediyor.
‘DÜZENLEME HASTA MAHPUSLAR AÇISINDAN ÇOK EKSİK’
Alpsoy zaten var olan uygulamaya dikkat çekerek paketin neredeyse hiçbir düzenleme içermediğine işaret ediyor:
“Yeni infaz düzenlemesinde infaz eşitliği, hasta mahpuslar veya umut hakkı anlamında bir düzenleme yok. Zaten yapılan açıklamalarda bunun için sonbaharın beklenmesi gerektiği söyleniyor ama toplumda Kurban Bayramı’ndan önce çıkacağı beklentisi oluşmuştu. Bu yönüyle çok eksik bir düzenleme, hatta eksikten öte, hiç olmayan bir düzenleme.
Hasta mahpuslara ilişkin kısım şu şekilde: 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 110’uncu maddesinde bir kısım değişiklikler yapıldı ve onun da üçüncü fıkrasında değişiklik var.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olanlar hariç olmak üzere, ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle hayatını yalnız idame edemeyeceği tespit edilenler ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacak kişiler için konutta infaza yönelik bir düzenleme bu.
Bu düzenlemenin sonuca etki etmediğini ifade edebiliriz. Çünkü zaten bu düzenleme yapılmadan önce de 17’nci madde bağlamında infaz ertelemenin koşulları, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) raporuyla cezaevinde hayatını idame edemeyecek durumda olan kişiler için mevcuttu.
Esasen sorunlu olan kısım uygulamadan kaynaklanmakta; özellikle ATK’nin tarafsız ve bağımsız olmayan raporlarından kaynaklı bir durumdu. Kanundan kaynaklanan en temel sorun ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olan hasta mahpuslarla ilgiliydi. Çünkü İnfaz Yasası’nın 25’inci maddesindeki düzenleme gereği, hiçbir şekilde ağırlaştırılmış müebbet infazına ara verilemediğinden, ATK raporuyla sabit olsa dahi infazları ertelenmiyordu.
Bu düzenlemede ise, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar hariç tutulmuş.
İnfaz ertelemede olduğu gibi, toplum güvenliği bakımından ‘tehlike oluşturma’ koşulu, yine bu özel infaz usulünde kalan hapis cezasının konutta çektirilmesi bakımından da düzenlenmiş.
Orada da şöyle bir sorun var. Toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmak, zaten bu kişilerin infazının ertelenmesi ve kalan cezaların konutta çektirilmesi mevzusunda aranan bir koşul. Hayatını hapishanede idame ettiremeyecek derecede ağır hastalığı olan bir kişinin toplum güvenliği bakımından ağır ve somut ne gibi bir tehlikesi mevcut olabilir?”
‘EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI’
31 Temmuz 2023 tarihine yönelik düzenlemedeki eşitsizliğin de giderilmediğini aktaran Avukat Alpsoy: “İnfaz düzenlemesinden beklenenlerden biri de 31 Temmuz 2023 tarihindeki düzenlemede bir değişiklik yapılmasıydı. Bir kişi 31 Temmuz 2023’e kadar hapishanede hükümlü olarak bulunuyorsa denetimli serbestlik ya da koşullu salıverme süreleri ekstra üç yıl daha fazla uygulanıyordu.
Bir kere kıstas olarak cezanın kesinleşme tarihi değil, suç tarihinin esas alınması gerekir. Yani kesinleşme tarihinin esas alınması ciddi bir garabet. Örnek veriyorum; iki kişi aynı suçu, aynı tarihte işlemiş olsunlar. Aynı cezayı alsınlar ama birinin mahkemesi hızlı bir yargılama yapsın ve 31 Temmuz 2023'ten önce kişi hükümlü olarak hapishaneye girsin. Diğeri, 2 Ağustos 2023'te hapishaneye girsin hükümlü olarak, yani iki gün geç yargılama yapsın mahkeme.
İki gün geç girmiş olan kişi, bu üç yıllık ekstra denetim imkanından faydalanamıyor. Bunun kabul edilebilecek bir tarafı yok çünkü bu kişinin elinde olan bir şey değil. Aynı suç işlenmiş, aynı ceza alınmış, aynı tarihte işlenmiş; her şey aynı. Ama sırf mahkemelerin daha geç yargılamasından kaynaklı böyle bir sonuç ortaya çıkacak.
Bu durum, infazda eşitlik mantığına tamamen aykırı. Bunun kaldırılması ve o üç yıllık denetim süresinin bütün mahpuslar açısından eşit olarak uygulanması gerekir. Sadece suç tarihi ve kesinleşme tarihi boyutunda da değil, aynı zamanda suç türü bakımından da bu düzenlemenin uygulanmaması gerekir.
Örneğin, belli suçlar istisna tutuluyor. Bunlar arasında örgütlü suçlar ve siyasi politik mahpuslar da var. Bugün örgüt üyeliği, örgüt propagandası, örgüte yardım, örgüt adına suç işleme gibi örgütsel suç denilen siyasi politik suçlardan belirlen mahkumiyetlerin adil olmayan yargılamaların neticesinde verildiğini biliyoruz.
İnfaz boyutunda da bir ayrım gözetilmesi, aslında bir düşman ceza hukuku politikası pratiğidir. Bunun ortadan kaldırılması, siyasi mahpuslar başta olmak üzere tüm mahpusların da bu eşitlikten faydalanması gerekir” diyor.
‘ÖRGÜTE YARDIM DA ARTIK KALDIRILMALI’
Pakette olmayacağı açıklansa da “Örgüt adına suç işleme” maddesine de değinen Alpsoy, aynı uygulamanın “örgüte yardım” maddesiyle devam ettirileceğine ve bunun da iptal edilmesi gerektiğine değiniyor:
“Örgüte yardımda suç işleme maddesi var, hepimizin bildiği gibi. Anayasa Mahkemesinin daha önce hakkında iki defa iptal kararı vermiş olduğu düzenleme bu. Daha önce AİHM'in de bu yönde kararları vardı.
AİHM bu kararlarda şunu diyordu: Örgüt adına suç işleme, çok belirsiz bir kavram. Şöyle bir durum var; örgüt adına suç işlemeden ceza verildiğinde, aslında örgüt üyeliğinin cezasını vermiş oluyor mahkemeler. Kişi, örgüt üyesiymiş gibi aynı cezayla cezalandırılıyor.
Oysaki örgüt üyeliğinde süreklilik, yoğunluk, örgütsel faaliyetlerin olması, emir alma, emir verme, talimat alma, gizlilik içerisinde bulunma gibi birçok durum vardır. Bu kadar koşulu ağır olan bir suçtan cezalandırmayıp sadece bir yürüyüşe katıldığı için, belki de bir slogan attığı için bir kişiyi örgüt adına suç işlediği gerekçesiyle örgüt üyelerinin cezasıyla cezalandırıyorsun.
Bu durum, cezalandırmanın kapsamını çok açık ve keyfi bir şekilde genişleten bir şey. Anayasa Mahkemesi de en nihayetinde bu yönde bir iptal kararı verdi iki defa.
Bu düzenlemenin ya hiç gelmemesi ya da gerçek anlamda çerçevesini daraltarak, kanuni tanımlarını netleştirilerek getirilmesi gerekirdi. Biz, hiç gelmemesi gerektiği taraftarıyız, ki bu noktada açıkçası iktidar kanadından da açıklamalar geldi.
Örgüt adına suç işlemenin teklifte yer almadığı, zaten süresinin temmuz ayında dolacağı ve yeni düzenleme yapmayı düşünmediklerini ifade ettiler. Açıkçası bu yeni infaz düzenlemesindeki tek olumlu gelişme olarak da bunu sayabiliriz. Bir düzenleme yapılmazsa, bu düzenleme artık komple kalkmış olacak ve dolayısıyla artık örgüt adına suç işleme gibi bir suç kalmayacak. Bunu da önemli buluyoruz.
Ama örgüt adına suç işleme dışında, yine aynı kapsamda değerlendirilen başka bir suç türü var: Örgüte yardım suçu. Örgüte yardım suçuna Anayasa Mahkemesi'nin bir iptal vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Örgüte yardım suçu da örgüt adına suç işlemeden farklı bir düzenleme değil aslında.
Mesela, şiddet unsuru içermeyen, ifade özgürlüğü kapsamındaki açıklamalar vs. üyelik suçunu oluşturmuyor ama torba düzenleme diye örgüte yardıma yedirilmeye çalışılıyor. Bu şekilde, aslında örgüt üyeliği ve örgüt propaganda suçlarını oluşturmayan eylemler, ifade özgürlüğü, toplantı gösteri ve yürüyüş hakkı, örgütleme özgürlüğü kapsamındaki eylemler cezalandırma konusu yapılıyor. Şu anki infaz düzenlemesinde değil ama ileriki düzenlemeler için böyle bir önerimiz ve talebimiz mevcut.”
‘SİYASİ MAHPUSLAR İÇİN UMUT HAKKI OLMALI’
Avukat Şükrü Alpsoy, mükerrer suçlarda dahi koşullu salıvermelerin olduğu düzenlemede politik ya da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan siyasi mahpuslar için umut hakkı düzenlemesi olmamasını da eleştiriyor:
“Bu düzenlemede olanları değil, esasen olmayanları konuşmak gerekiyor. Mesela, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü olan politik ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamında ceza alanlar hakkındaki 107. maddenin 16. fıkrasının da kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Eskiden ikinci mükerreri olanlar dörtte dört yatıyordu. Yani hiç koşullu salıverme ve denetim imkânı yoktu. Örneğin, iki sene ceza aldıysa ve bu ikinci kez mükerreriyse, iki senenin tamamını yatıyordu. Beş sene aldıysa, beş sene tamamını yatıyordu. Koşullu salıverme ve denetimden faydalanamıyordu.
Yeni infaz düzenlemesiyle bu süre üç bölü dört olarak düzenlendi. Dolayısıyla, iki sene ceza aldıysa, bir buçuk yıl koşullu salıverme ve denetim süresiyle beraber hiç yatmama veya çok daha kısa süre yatma gibi imkanları oluyor, ikinci kez mükerreri olan kişilerin.
İkinci kez mükerreri olmak aslında toplumda çok basit bir şey değil; zor bir şeydir. Bir kişi bir suç işleyecek, bu suçun cezası verilecek ve kesinleşecek. Bu kesinleşmeden sonra, belli bir süre içerisinde ikinci kez bir suç işlenecek, o birinci mükerrer olacak. Daha sonra, o denetim süresi içerisinde işlenen ikinci suç yine cezalandırılacak ve kesinleşecek. Yine o ikinci kesinleşmeden sonra, belli bir süre içerisinde suç işlenecek.
Dolayısıyla, sadece 2-3 suç işlemiş kişiler için geçerli değil; bu suçları belli süreler içinde işlemiş, yani sabıkasında 10, 15 hatta 20 kayıt olan kişiler için söz konusu olan bir durumdur bu.
Bu kadar suç kaydı olan kişiler için dahi koşullu salıverme yasağı kaldırılmışken, politik nedenlerle ve adil yargılanmayarak ağırlaştırılmış müebbet cezası alan siyasi mahpuslar için umut hakkına dair düzenleme yapılmamış olması; koşullu salıverme yasağının devam ediyor olması, bu infaz düzenlenmesinin eşitlikçi olmadığının ve eski uygulamanın hâlâ devam ediyor olduğunun göstergesidir. Bu noktadaki düzenlemelerin de en kısa zamanda yapılması gerektiğini düşünüyoruz.”