'Ayaklanma halinde olan bir halk artık özgürlük istiyor'
'Ayaklanma halinde olan bir halk artık özgürlük istiyor'
'Ayaklanma halinde olan bir halk artık özgürlük istiyor'
Türkiye’de yaşanan son gelişmeleri değerlendiren PKK Merkez Komite üyesi Cemal Şerik, AKP hükümetinin güvenlik paketi adı altında mecliste çıkarmış olduğu bu yasalarla Kürdistan’da tasfiye ile karşı karşıya gelmiş olan sömürgeci askeri yapılanmanın yeniden tesis edilmek istendiğini ifade etti. Cemal Şerik, 6-8 Ekim’de gelişen serhildanların, Kobanê direnişini kendi direnişi ve kendi devrimi olarak gören Kuzey halkının bir başkaldırısı olarak değerlendirmek gerektiğini söyledi. 6-8 Ekimin aynı zamanda AKP-DAİŞ ortaklığına karşı gelişen bir tepki olduğunu dile getiren Şerik, “Kürdistan’da yaşanan bir devrimdi, devrim anlarıydı. Biz devrim anlarını da sadece tek bir olaya bağlayamayız. Kobanê direnişinin almış olduğu boyut TC ve DAİŞ ortaklığının bir sonucu olarak gelişen saldırılarda bu anlamda tetikleyici bir rol oynadı” dedi.
6-8 Ekim serhildanlarından sonra tutuklananların önemli bir kısmının Kürt gençleri olduğuna dikkat çeken Şerik, toplumsal alanda halka öncülük edebilecek olan kim varsa bu siyasal soykırım saldırıları ile birlikte zindanlara alınarak ayaklanma gücünün harekete geçmesinin engellenmek istendiğini kaydetti.
“Cizre, AKP sömürgeciliğine karşı, Kürdistan’daki devrime kalkmış olan halk gerçekliğini ifade ediyor” diyen Şerik, AKP devletinin de bunu bastırmak için Cizre’yi hedef haline getirdiğini ve bunu başarabilmek içinde provokasyonlara başvurduğunu söyledi. AKP hükümetinin resmi olarak kaldırılan idam cezasını fiilen gerçekleştirdiğini belirten Şerik, “AKP hükümeti zindanlardaki tutsakların, ölümüne göz yumarak aslında idamları fiilen gerçekleştirmiş oluyor” diye konuştu.
Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın evrensel bir önderlik olduğunu bunun içinde tüm dünya halklarının sahip çıkması gerektiğini söyleyen Şerik “Barış için Öcalan’a özgürlük Platformunun” başlatmış olduğu imza kampanyasına kendisine insanım, sosyalistim diyen herkesin katılması için çağırıda bulundu.
Son dönemlerde Bakurê Kurdistan’da saldırılar yoğunlaştı, bunda AKP’nin iç güvenlik yasasını etkisi var mı?
Belirtiğiniz iki hususu da bir arada ele almak gerekir, çünkü biri diğerinin nedeni iken diğeri de onun sonucu dur. O acıdan ikisini de birlikte değerlendirmekte yarar var. Öncelikle burada dikkat etmemiz gereken husus AKP’nin güvenlik paketi diye sunduğu, bu yasanın gerçek anlamının ne olduğudur. Burada şunu belirtmekte yarar var. AKP hükümeti kendisini bir sistem olarak kurumlaştırmak istiyor. Biz buna AKP faşizmi de diyebiliriz. AKP hükümeti kendini faşist bir sistem olarak örgütlerken, ona ihtiyaç duyduğu kurumlaşmalara gidiyor. Biz bu kurumlaşmayı, AKP’yi her yönüyle kendini devlet erkinin hakimi olarak konumlandırması olarak da değerlendirebiliriz. Yine AKP kendi sistemini oluştururken, toplum üzerinde her alanda tahakküm kurma arayışlarından biri olarak da değerlendirebiliriz.
AKP’NİN 2023 VİZYONU
Bu çok boyutludur, dikkat edilirse AKP hükümeti sadece güvenlik paketi adıyla meclisten yasalar geçirmiyor. Bununla beraber iş güvenliğine ilişkin meclisten yasalar geçiriyor, yine ekonomik politikalarına ilişkin yasalar geçiriyor. Bazı hukuksal düzelmeler yapıyor, bunların hepsi aslında bir projenin parçaları şeklinde yaşamda anlam buluyor ve anlam kazanıyor. AKP daha önce 2023 vizyonu diye bir projeden bahsetti. Lozan’ın yüzüncü yılına denk geliyor. Lozan’ın yüzüncü yılıyla birlikte işte cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar süreci kendi dönemiyle farklı bir istikamete doğru yönlendirmek istiyor. Yani bunu şu şekilde adlandırabiliriz, cumhuriyetin ilk kuruluşunda CHP nasıl cumhuriyet partisi rolü oynamışsa, 2023 vizyonuyla birlikte AKP gelinen aşamada cumhuriyeti değişen dünya koşullarına göre uyarlanmak, biçimlendirmek istiyor.
HEDEF; 2023’TE İKİNCİ CUMHURİYET KURUMLAŞMASI
AKP’nin hedefi şu; 2023 ile beraber bir nevi ikinci bir cumhuriyet kurumlaşmasıdır. 1923’teki cumhuriyete birinci cumhuriyet dersek, 2023 ile birlikte kendisinin ve kendisine rol biçenler ikinci cumhuriyetin her yönüyle kurumlaşmasının sağlanmasını hedefliyorlar. Birinci cumhuriyet ve ikinci cumhuriyet arasında farklar var. Birinci cumhuriyet, Osmanlı devletinin yıkılışından sonra yeniden oluşturulan bir ulus-devlet sistemidir. İkinci cumhuriyetin anlamı da şudur; ulus-devlet günümüzde aşıldı. Bunun yerine küresel sermaye güçleri dünya üzerindeki tahakkümlerini ulus-devletler üzerinden değil, daha gevşek ilişkilerle oluşturarak devletlerle kendi tahakkümlerini oluşturmak istiyorlar. Küresel sermaye güçleri dünyanın her tarafını çok rahatlıkla sömürme imkanlarını elde etmeyi planlıyorlar. Fakat mevcut ulus-devletin sınırları, engelleyicidir. Bu sınırlar yerine daha gevşek ve sermaye güçlerinin girmesine engel teşkil etmeyecek şekilde yeniden düzenlenmesini gerektiriyor. İkinci cumhuriyete biçilen rol böyle bir roldür.
GÜVENLİK YASASI ENGELLERİ ORTADAN KALDIRMAYA DÖNÜK
AKP hükümeti de böylesi bir rolün gereklilerini yerine getirmekle görevlendiren bir hükümettir. Böyle bir sistem oluştururken, bunun oluşmaması için içerden gelişebilecek engelleri ortadan kaldırmak istiyorlar. Gerek hukuksal anlamda çıkardığı yasalar, gerek ekonomik alanında çıkartılan yasalar, gerekse güvenlik alanında çıkardığı yasaların hepsi bu çerçevedir. Bu açıdan önümüzdeki dönemde toplumsal, siyasal yaşamı etkileyecek çok farklı yasal düzenlemeleri gündeme getirebilirler. Temel amaç yeniden şekillendirilecek cumhuriyetin hedefe uygun olarak şekillendirilmesini sağlamak ve bunun içinde rejim için gerekli olanı ne pahasına olursa olsun yasal düzenlemelerle hayata geçirmektir. Güvenlik yasasının ana çerçevesini de bu oluşturuyor.
Bunun Kürdistan da uygulama boyutu nedir?
Birinci cumhuriyet 1923’ten itibaren oluştu. Hedef; ulus-devleti oluşturmaktı. Bu da mevcut sınırlar içinde tek ulus, tek pazar stratejisinin pratikleşmesiydi. Tek ulus, tek pazar stratejisi pratikleştirilirken asıl hedeflenen Kürtlerin Türkleştirilmesiydi. Bir daha Kürdistan sorunu ve Kürt diye bir sorunun ortaya çıkmasını engellemekti. Ama birinci cumhuriyetin önüne koyduğu bu hedef gerçekleşmedi. Kürt direnişleri, mücadelesi bunu engellendi. Özellikle 1970’li yıllardan sonra daha çok ta 1984’ten itibaren gelişen gerilla mücadelesi birinci cumhuriyet’in önüne koyduğu tek ulus, tek Pazar yaratma stratejisi engellendi. Bu birinci cumhuriyetin de iflası oldu. Türkiye cumhuriyeti devleti, Kürt özgürlük mücadelesiyle, demokrasi mücadelesiyle karşı karşıya kaldı. Kürt özgürlük mücadelesi, demokrasi mücadelesi belirlenen hedefe ulaşılmasında bir engeldi bunun içinde bunun aşılması gerekiyordu. Buda Kürdistan’da uygulanması gereken yeni yasalar anlamına geliyordu. İşte Kürdistan’daki güvenlik paketi denen şey böylesi bir amaç için uygulamaya konulacaktı.
DİRENİŞİN ÖNÜNÜ ALMAK İÇİN GÜVENLİK PAKETLERİ ÇIKARILIYOR
Türk devletinin Kürdistan’da temel politikası entegrasyondu. Siyasal anlamda, ekonomik anlamda askeri anlamda entegrasyon boyutları var. Kürdistan’da sömürgeciliğe karşı direnişin gelişmesini engelleyecek şekilde tedbirlerin alınması için Türk devleti Kürdistan’da her alanda hakim olabilecek yasal düzenlemelere gitti. Bu düzenlemelerle yeniden sömürgeciliği tesis etmeye çalıştı. Türk devleti tarihi buyunca her türlü yola başvurularak sömürgecilik hakim kılınmaya çalışıldı. Fakat AKP iktidarı yasal düzenlemelerle her şeye bir kılıf bularak bunu yapmaya çalıştı. 12 yıllık iktidarı boyunca Kürdistan’da güvenlik gerekçesiyle yaptırdığı onca karakol, baraj ve yollarla coğrafyayı talan ederken, halkın yaşam alanlarını bitirerek Kürdistan’ı Kürtsüzleştirme politikalarını hukuksal gerekçelere dayandırarak yürütmeye çalıştı. Buna karşı gelişen toplumsal direnişin önünü almak içinde güvenlik paketleri çıkarılıyor. Bu paketlerle halkın tepkisinin önüne geçilirken, polise askere olağanüstü yetkiler tanılıyor. Bu olağanüstü yetkilerin tanınmasıyla da bugüne kadar Kürdistan’da zaten var olan baskı, daha ileri boyuta taşınıyor.
HER ŞEYİ YAPMA HAKKINI KENDİNE TANIYOR
AKP, artık hiç kimsenin niye bunu yapıyorsun demesine bile fırsat bırakmadan, her şeyi yapma hakkını kendine tanıyan, bir politikayı uygulamaya koydu. Bizim burada şunu dememiz gerekiyor; Türkiye Cumhuriyeti’nin, AKP hükümetinin güvenlik paketi adı altında mecliste çıkarmış olduğu bu yasalar Kürdistan’da tasfiye ile karşı karşıya gelmiş olan Türk sömürgeciliğin askeri yapılanmasının yeniden tesis etme politikasının bir parçasıdır. Meclis’te bunun yasalaştırılmasıyla birlikte bunu topluma kabul ettirme hedefleniyor ve toplumunda gerçekleşecek olan herhangi bir karşı koyuşun önüne geçmeye çalışılıyor. Mevcut durumda Kürdistan’a yönelik baskılar, artan operasyonlar, askeri hareketlilikler, polis baskıları hep bunun bir sonucu olarak pratiğe kavuşuyor.
Sadece 6-8 Ekim serhildanlarından bu yana 3500 kişi gözaltına alındı, 900 kişi tutuklandı, 26 kişi polis kurşunuyla katledildi. Bu tabloya bakınca nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun güvenlik paketiyle bir bağı var mı?
6-8 Ekim serhildanlarını birçok buyotuyla değerlendirmek gerekiyor. Birincisi; Kobanê’den gelen direnişin boyutudur. Bu boyut; AKP-DAİŞ ortaklığının Kobanê direnişini bastırma temelinde Rojava devrimine saldırılarına karşı, Rojava devrimini, Kobanê direnişini, kendi direnişi, kendi devrimi olarak gören Kuzey halkının bir başkaldırısı olarak değerlendirmek gerekir. Kuzey halkı 6-8 Ekimde sokakları doldurarak Rojava devrimini sahiplenerek, kendi devrimi olduğunu ortaya koymuştur. Bunu yaparken de AKP-DAİŞ ortaklığını da net bir şekilde ortaya koyarken, buna karşı tepkisini de dile getirmiştir. İşte bu 6-8 Ekim serhildanlarının birinci boyutunu oluşturuyor.
KÜRDİSTAN’DA YAŞANAN BİR DEVRİMDİ
Ama 6-8 Ekim serhildanlarını sadece bununla değerlendirmek eksik kalır. Çünkü 6-8 Ekim’de Kuzey Kürdistan’da yaşanan bir devrimdi, devrim anlarıydı. Biz devrim anlarını da sadece tek bir olaya bağlayamayız. Yaşanan bu olay o devrim anlarının gerçekleştirmesinde tetikleyici bir rol oynayabilir. Kobanê direnişinin almış olduğu boyut TC ve DAİŞ ortaklığının bir sonucu olarak gelişen saldırılarda bu anlamda tetikleyici bir rol oynadı. Kürdistan halkı Türk sömürgeciliğini artık kabul etmiyor. Sömürgecilik koşullarında artık yaşamak istemiyor. Bu bilinç gelişmiş. Bilincin geliştiği bir yerde eksik kalan tek yan, bunun her an harekete geçmesinin sağlanmasıdır. Kürdistan halkının içinde bulunduğu durum budur. Her an harekete geçilebilecek halk olma özelliğine sahiptir. 6-8 Ekim serhildanları Kürdistan halkının bu gerçekliğini göstermiştir. Ayaklanma halinde olan bir halktır artık özgürlük istiyor, artık demokrasi istiyor.
AYAKLANMA GÜCÜNÜN HAREKETE GEÇMESİ ENGELLENMEK İSTENDİ
TC devletinin de bunu öyle kolay kabul etmeyeceğini görmüş durumda. O nedenle bunun ancak mücadeleyle gerçekleşebileceğini pratikte göstermiş oluyor. 6-8 Ekim serhildanlarının boyutunu böyle bilmek gerekir. Ona göre de değerlendirmek gerekir. AKP hükümetinin artan saldırılarını da o süreçle birlikte gerçekleştirmiş olduğu tutuklamaları da bu gerçekliklerin içinde ele almamız lazım. Bir nevi, AKP hükümetinin 14 Nisan 2009’da başlatmış olduğu siyasal soykırım operasyonlarına benziyor. Dikkat edilirse yerel seçimlerin hemen ardından bu saldırıları gündeme getirmişti, yerel seçimler Kürdistan toplumunda politik alanda bir patlamayı ortaya koymuştu ve bunun toplumsal alanda çok daha farklı sonuçlarını da ortaya çıkaracaktı. Yine aynı süreçte gerilla mücadelesinde de atılım yapma gibi bir süreç yaşanıyordu. Öylesi bir süreçte gerilla ile toplumsal alanı halk hareketini serhildanlarını birleşmesini engelleme Kürdistan halkının devriminin önüne geçme temelinde siyasal soykırım saldırıları gündeme geldi. Toplumsal alanda halka öncülük edebilecek olan kim varsa bu siyasal soykırım saldırıları ile birlikte zindanlara alındı. Ayaklanma gücünün harekete geçmesi bu anlamda engellenmek istendi 14 Nisan siyasal soykırım saldırıların temel nedeni buydu. Şimdi 6-8 Ekim serhildanlarından sonrada artık devletin AKP hükümetinin 2009’da başlattığı siyasal soykırım saldırıları sonuçsuz olduğu gerçeği ortaya çıktı.
‘YÖNELİRSEN KARŞINDA BENİ BULURSUN’ DİYEN BİR GENÇLİK VAR
Toplumsal mücadele kendi dinamizmi içerisinde olan boşlukları doldurdu 6-8 Ekimde de bu harekete geçti. 6-8 Ekim serhildanlarıyla birlikte gerçekleşen saldırılarla birlikte devletin asıl olarak engellemeye çalıştığı bu gerçeklik oldu. Tutuklamalar yaygınlaşırsa serhildanlara öncülük edecek potansiyel ortadan kaldırılır diye düşündü ve binlerce insanı gözaltına aldı, işkenceden geçirdi. Bunların içinden önemli bir kısmını da zindanlara aldı. Dikkat edilirse devletin tutuklama ve gözaltı gerçekleştirdiği alanlar serhildanların olduğu alanlardır. Serhildanlar içerisinde de özel olarak hedef aldığı kesim gençliktir. Çünkü gençlik 6-8 Ekim olaylarında gerçekten de çok aktif bir konumda oldu. Türk devletine, AKP hükümetine 2009 yılında olduğu gibi meydanların boş olmadığını gösterdi. Eğer sen yönelirsen karşında beni bulursun mesajını verdi.
AKP HÜKÜMETİ GENÇLİĞİ HEDEF ALDI
Bu AKP hükümetini çok korkuttu o nedenledir ki gençliği hedef aldı, gençliğe saldırdı.
Bunun bir sonucu olarak da 6-8 Ekim serhildanlarından sonra tutuklananların önemli bir kısmı Kürt gençleri oldu. Yani devletin 6-8 Ekim serhildanlarından sonraki saldırılarının temel amacını devrime yürüyen Kürdistan halkının, devrime yönelmesini engelleme çabası oldu. Bu şekilde değerlendirmek mümkün.
Son günlerde Cizre de polis terörü durmadan devam ediyor şimdiye kadar 5 genç katledildi, onlarcası yaralandı. Bütün bunlar AKP’nin yaratmak istediği polis devleti politikalarından bağımsız ele alınabilir mi?
Cizre’de yaşanan süreci de az önce belirtiğimiz gerçekliklerden ayırt etmek de mümkün değil, iç içedir. Dikkat edin Kürdistan’da Cizre, Gever ve Lice başta olmak üzere birçok yerde serhildanlar yaşanıyor. Buna benze Kürdistan’daki birçok yerleşim yerleri serhildanları ile anılan, serhildanları ile kabul görülen merkezler durumundadır. 6-8 Ekim serhildanları sürecinde de Kürdistan’ın her yerinde olduğu gibi buralarda da güçlü direnişler meydana geldi. Denilebilir ki aslında bu tür alanlar Kürdistan’da gerçekleşecek olan halk hareketlerinde ateşleyici rol oynayabilecek bir özellik taşırlar. O nedenle devletin bu tür yerlerde politikası farklıdır. Buradaki devrimci dinamizmi öldürmek, bitirmek istemektedir. Temel yöneliminde böylesi bir amaç, böylesi bir hedef var.
CİZRE DEVRİME KALKMIŞ, HALK GERÇEKLİĞİNİ İFADE EDİYOR
Dikkat edin daha 6-8 Ekim serhildanları yaşanmadan önce Lice’de saldırılar meydana getirdiler. Hem de defalarca saldırdılar. Provokasyonlar yarattılar. Bu saldırılar esnasında hayatını kaybedenler oldu. Benzeri Gever’de de oldu. Şimdi de bu durum Cizre de devam ediyor. Cizre, AKP sömürgeciliğine karşı, Kürdistan’daki devrime kalkmış olan halk gerçekliğini ifade ediyor. AKP devleti de bunu bastırmak için engellemek için hedef haline getirdi. Cizre’ye yönelmesinin temel nedeni de budur. Şimdi bunu gerçekleştirmek içinde kendine göre provokasyonlar yaratıyor.
PROVOKASYONLAR YARATILMAK İSTENDİ
Devlet eskinin hizbulkontrasını yeniden canlandırmak istedi. Onları kullanarak, aslında kendi saldırılarını maskelemek istediler. Bununla yapmaya çalıştıkları neydi? Güya Cizre’de Kürtler birbirini vuruyor. Hizbulkontra ile gençlik arasında çatışmalar var. Bu da kargaşaya neden oluyor. Böyle bir hava yaratmak istediler. Aslında yaratmak istedikleri bu havayla kendilerinin Cizre’deki yapacakları müdahalelere kendilerince bir meşruiyet yaratmak istediler. Sadece bu da değil. Mesela Cizre’de devletin AKP hükümetinin oluşturduğu silahlı çeteler var. Bunlardan birisi kendisine Şêx Seid birlikleri adını da vermiş. Bunlar kontrgerillanın yaratmış olduğu bir çete gurubudur. Bu çete gurubu eliyle provokasyonlar yaratılmak istendi.
HALKLA GENÇLİK KARŞI KARŞIYA GETİRİLMEK İSTENİYOR
Yine devlet eliyle sokak çeteleri oluşturulmaya başlandı. Devlet bu sokak çetelerine yol açtı. Polis bunların oluşumuna öncülük etti. Cizre’de esrarı ve uyuşturucuyu geliştirmek istediler. Bunlarla yapılmak istenen neydi? Halkın üzerinde bir baskı oluşturmak istediler. Gençlik hareketiyle herhangi bir alakası olmayan gençlere yüzlerine maske taktırıp kepenk kapattırmaya çalıştılar. İnsanlardan sokak ortasında haraçlar aldı. Sokak ortasında dövülenler kurşunlananlar oldu. Aslında bunları yapan, yaptıran devletti. Yaratılan sokak çeteleri bunları gerçekleştiriyordu. Bunları da gençliğe mal etmek istediler. Bir yandan hizbulkontra harekete geçirilmek isteniyor, diğer yandan o çeteler ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. O çeteler huzursuzluk yaratıyor çeşitli saldırı provokasyon eylemleri gerçekleştiriyorlar. Halkta belli bir hoşnutsuzluğun gelişmesine neden oluyor. Bunlar da gençliğe mal edilerek, halkla gençlik karşı kaşıya getirilmek isteniyor.
CİZRE’DE HALK KENDİ MEŞRU SAVUNMASINI YAPIYOR
Devlet bu anlamda hem o çeteler üzerinden hem de hizbulkontra üzerinden Kürdistan’a Cizre’ye yapacağı müdahalelerin koşullarını yaratmak istedi. Bu saldırılarla kendisine meşruiyet oluşturmak istedi. Cizre’deki bu olaylar bu saldırılarla başladı. Tabi ki bu saldırılara karşı gençlikte, halkta karşı koyacaktı. Saldırılara karşı kendisini korumak için hendekler açtı. Polis ve asker mahallelere giremedi. Bu halkın ve gençliğin kendi öz savunmasıydı. Devletin saldırılarına bu şekilde karşılık verdiler. Daha sonra devlet yetkilileri kamu güvenliği adı altında bazı şeyleri tartışmaya başladılar. Kamu güvenliği olursa devlet saldırıları olmayacak, tutuklamalar olmayacak şeklinde görüşler açıkladılar. Bunun üzerine halk hendeklerden geri çekilmeye başladı. Geri çekilince de tekrar devletin saldırıları başladı. 15-16 yaşındaki gençleri katlettiler. Bunun üzerine halk kendini tekrardan savunmaya başladı. Biz Cizre’deki yaşanan olayları devletin provokasyonları, devletin saldırıları sonucu olarak ortaya çıktığının kanaatindeyiz. Halkın buna karşı koyuşu da halkın meşru savunma direnişidir. Şu anda Cizre’de halk, kendi meşru savunmasını yapıyor.
HÜKÜMETİN KAMU GÜVENLİĞİ DEMAGOJİDİR
Devlet kamu güvenliğinden bahsediyor. Peki, devlet bu kamu güvenliğini kimden istiyor? Kendisi devlettir. Güvenliği halktan mı istiyor? Eğer halk bu güvenliği sağlayacaksa bunu, meşru savunma şeklinde gerçekleştirir. Cizre’de halk kendi güvenliğini kendi sağlıyor. O açıdan devletin halkın kendi kendini savunması karşısında ses çıkarmaması gerekir. Eğer kamu güvenliğinden anladığı şuysa, halkın kendini savunmaktan vazgeçmesiyse bu da mümkün değil. Çünkü saldırıyor, katlediyor, tutukluyor. Bunun karşısında halk ne yapacak? Tabi ki kendini savunacak. Öyleyse burada devlet AKP hükümeti kamu güvenliği deyince demek ki farklı şey anlatıyor. Bu tam bir demagojidir. Kamu güvenliği falan değildir. Zaten Kürdistan toplumu kendi kendine korumaya başladı. Öyleyse burada devletin istediği nedir? Kamu güvenliği derken kastettiği nedir? Halk kendini savunmaktan vazgeçerek, kendisini AKP polisinin, AKP askerinin insafına terk ederek kurbanlık koyun gibi gel beni doğra, katlet, cezaevine al mı desin. Bu açıdan AKP hükümetinin kamu güvenliği gibi sözleri bir demagojidir, saptırmadan öte bir anlam ifade etmiyor.
Son 15 günde 4 hasta tutsak yaşamını yitirdi AKP devleti ölüm sınırında olan insanları ısrarla zindanda tutulmasını neye bağlıyorsunuz?
AKP hükümetinin gerçekliğini doğru görmek, doğru anlamak gerekiyor. AKP hükümeti faşisttir. Faşizmi yerel koşullarda kurumsallaştırmaya çalışan bir partidir. Böyle bir hükümetin politikalarını da faşizmin kurumlaşmasından ayrı düşünmek mümkün değildir. AKP hükümeti zindanlarda tutsakların ölümüne neden olarak aslında kendi gerçeğini çok iyi şekilde anlatmış oluyor.
AKP HÜKÜMETİ İDAMLARI FİİLEN GERÇEKLEŞTİRİYOR
Türkiye’de AKP hükümeti öncesi idamlar kalkmıştı. Yasal olarak resmi olarak böyle bir durum var. Ama AKP hükümeti zindanlardaki tutsakların ölümüne neden olarak resmi olarak kaldırılmış olan idamları fiilen gerçekleştirmiş oluyor. Yani AKP hükümeti zindanlardaki tutsakların, ölümüne göz yumarak aslında idamları fiilen gerçekleştirmiş oluyor. Bu da AKP hükümeti nezdinde idam cezasının halen yürürlükte olduğunu gösteriyor. Tutsakların, zindanlarda birbiri ardına yaşamlarının kayıp etmesinin asıl nedeninin bunun olduğunu görmek gerekiyor. Normalinde hükümetin bu kadar hasta olan tutsakları bırakması gerekiyor. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Fakat AKP faşist karakterli bir hükümet hasta tutsakları serbest bırakmaz. Daha fazla ölümlerin yaşanması için elinden gelini yapar. Hasta tutsakların daha rahat koşullarda yaşamlarını sürdürmeleri yerine daha erken ölmeleri için elinden ne geliyorsa onu yapar. Mevcut durumda AKP hükümeti zaten bunu yapıyor. Bir yandan çözümden bahsedeceksen diğer yandan ise zindanlardan tabutlar çıkaracaksın. Bu şekilde ne kadar ikiyüzlü olduğunu da ortaya koymuş oluyor.
HASTA TUTSAKLARI BİR TEHDİT UNSURU OLARAK KULLANIYOR
2012’yılında Kuzey Kürdistan ve Türkiye zindanlarında büyük açlık grevi eylemleri oldu.
Devlet o zaman ne yaptı? Açlık grevlerine çözüm bulmak için İmralı’ya Önderliğin yanına gitti.
Bununla bir nevi o zamana kadar ki politikasını değiştirmek zorunda kaldı. Önder Apo ile yapılan görüşmede basın yayınlara yansıtıldı. O süreçte devlet yetkilileri açlık grevlerinin bitmesini istiyordu. Bitmesi içinde şartlardan biride, hasta tutsakların durumunun gözden geçirilmesiydi. Bu konuda verilen sözler vardı. 2012’den bu yana üç yıl geçti. AKP hükümeti o süreçten bu güne kadar tutsaklardan hiç birisini bırakmadı. Aksine yaşam koşullarını daha da ağırlaştırdı. Hasta tutsaklar bu şekilde bir biri ardına zindanlarda yaşamlarını yitirdi. AKP hükümetinin vermiş olduğu sözlerin, söz düzeyinde kalmakta öteye bir anlamı olmadı. Şimdi burada şunu belirtmekte yarar var. AKP hükümeti hasta tutsakları bırakmıyor. Aksine hasta tutsakları ellerinde bir tehdit unsuru olarak kullanıyor. Hasta tutsaklar üzerinde siyaset yapıyor. Bu çok net bir şekilde görülüyor.
“Barış için Öcalan’a özgürlük Platformunun” başlatmış olduğu imza kampanyasına, birçok kişi ve çevre katıldı. Batman ve Kızıltepe belediye eşbaşkanları da bu kampanyaya katıldıkları için gözaltına alındılar. Devlet bu konuda birçok kişiye dava açtı. Yine Amed’te bulunan Şengal çadırlarında Kürt halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın posteri var diye baskınlar düzelendi. AKP iktidarı ne yapmak istiyor?
Önder Apo’ya özgürlük için imza kampanyası da demokrasi ve özgürlük mücadelesinden ayrı düşünemeyiz. Onun için de değerlendirmek gerekiyor. Tabi özgürlük ve demokrasi mücadelesi, sadece Kürdistan halkının meşru savunmasını, serhildanlarını geliştirmesiyle sınırlı değildir. Bunun içerisinde demokratik özgür yaşamı inşa etme çalışması da yer alıyor. Yine özgürlük değerlerine mücadele değerlerine sahip çıkmakta bunun içinde yer alıyor. Bunların başında Önderliğe sahip çıkma geliyor. Nasıl ki özgürlük ve demokrasi mücadelesine, yaşamın her alanın da mücadelenin her alanın da sahip çıkılıyorsa, Önder Apo’ya özgürlük kampanyasında sahip çıkılması gerekiyor. Bu sadece Kürdistan halkının sorunu değildir. Türkiye halkının da bir sorunudur. Sadece Türkiye halkının da değil, dünya halklarının da bir sorunudur. Çünkü önder APO evrensel ölçülerde bir Önderliktir. Önderliğin paradigmasal ölçüde ortaya koyduğu görüşler, yeni mücadele perspektifleri, tüm dünya insanlarının esas alacağı bir paradigma ve perspektiflerdir. Bu acıdan tüm dünya halkları sahip çıkması gerekiyor. Kürt sorunu, Türk sorunudur, Kürdistan sorunu Türkiye sorunudur. Bu gerçeği görmek gerekiyor. Çünkü Kürdistan halkının bir sömürge konumda olması, Türkiye halklarının ayağına vurulmuş bir prangadır. Eğer Türk halkı demokrasi, özgürlük istiyorsa, önce bu sömürge halkın, özgürlüğü ve kurtuluşu için talepte bulunması ve mücadele etmesi gerekiyor. Bu açıdan da Türkiye halkının kendi özgürlüğü Önder Apo’nun özgürlüğünde görmesi, Kürdistan halkın özgürlüğünde görmesi gerekiyor.
EVRENSELLEŞEN BİR ÖNDERLİK
Tabi her şey den önce Önder Apo Kürdistan halkının Önderidir. Kürdistan halkı mücadelesinde özgürlüğüne ulaşacaksa bu önderliğin paradigması sayesinde olacaktır. Bunun için Kürdistan halkı Önder Apo’nun önderliğinin her alanda yaşamsallaşması için de her türlü mücadeleyi yürütecektir. Bu da Kürdistan halkının en doğal hakkıdır. Çünkü Kürdistan halkının özgürlüğü için bir önderlik gerekiyor. Bu da Önder Apo’dan başkası değildir. Yine dünya halkların en doğal haklarının önderliğe karşı sorumlulukları vardır. Çünkü Önderliğin evrensel bir düzeyde ortaya koyduğu düşünceleri dünya halkların yolunu aydınlatırken, aynı zamanda evrenselleşen bir önderlik gerçeği haline geliyor. Böylesi bir Önderlik için tabi ki her kesin yediden yetmişe, kadınından erkeğine, gençliğinden yaşlısına, inanç farklılığı gözetmeksizin, kültür farklılığı gözetmeksizin, kimlik farklılığı gözetmeksizin, herkesin Önder APO için başlatılan bu kampanyaya sahip çıkması gerekiyor.
İnanıyoruz ki bu kampanya, daha önce yürütülmüş olan kampanyalardan çok daha geliş çevrelere yayılarak daha iyi sonuçlar elde edecektir.
İNSANIM DİYEN HERKES BU KAMPANYAYA KATILMALI
2005 yılında Kürdistan halkı Önder Apo’yu siyasi iradem olarak kabul ediyorum demişti. Bu temelde başlatılan kampanyada üç milyondan fazla imza toplanmıştı. Böylesi bir kampanya ise 2005’tekinin katbekat üstünde olan bir kabul edilişle kendisini kamuoyuna deklere edecektir. O acıdan kendine insanım diyen, Kürdüm diyen, demokratım diyen, yurtseverim diyen, devrimciyim diyen, sosyalistim diyen, her kesin böylesi bir kampanyaya katılması ve bunu en insani bir görev olarak görüp içinde yer alması ve gereklerini yerine getirmesi gerekiyor.
HALK HER KOŞUL ALTINDA KENDİ ÖNDERLİĞİNİN YANINDA OLMUŞTUR
AKP hükümeti gelişen önderlik gerçeğini gördüğü için kapana kısılmış hayvanlar misali sağa sola saldırmaya çalışıyor. Devletin yaklaşımları halkı sindirmeye dönüktür. Başlatılan imza kampanyasına imza atanlara tahammülsüzlüğü bundan ileri gelmektedir. Devlet gelişmeler karşısında halkı sindirmek için her zaman en iyi olarak yaptığı şeye başvuruyor. Baskı yöntemine. İnsanları tutuklayıp sorgulaması, baskınlar düzenlemesi halkın önderliğe olan sevgi, saygı ve hayranlığını azaltmaz. Tersine çoğaltır. Bu tür yöntemlere geçmişte de sıkça başvuruldu. Fakat hiçbir zaman tutmadı. Bu halk her zaman her koşul altında kendi önderliğinin yanında olmuştur. Her şeye rağmen olmaya devam edecektir.