Son bir yıldır Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'la görüşmeleri engellenen İmralı Heyeti Üyesi Baluken, "Masa devrilmemiş olsaydı, Türkiye'de bugün yaşanan bu kadar büyük bir yıkım, talan, kan ve gözyaşı olmayacaktı. Belki de bugünlerde normalleşme dediğimiz silahların tamamen devreden çıktığı bir süreci yaşayacaktık" dedi.
İmralı Heyeti'nin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'la İmralı adasında son görüşmeyi yapmasının üzerinden bir yıl geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "28 Şubat mutabakatını tanımıyorum" açıklamasının ardından 5 Nisan'da kesilen görüşmelerden Türkiye halkları Amed, Suruç, Ankara ve İstanbul'da katliamlara tanıklık ederken, Kürt coğrafyasının her yerinde savaş ve darbeye karşı direnişin bedeli çok ağır oldu.
Bir yıl önce İmralı görüşmeleri hangi aşamada kesildi? Görüşmeler kesilmeseydi bugün Türkiye hangi siyasi konjonktürde olurdu? Bir yılda yaşananlara rağmen müzakereye dönüş mümkün mü?
Bu sorulara İmralı Heyeti'nin üyesi ve HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken yanıt verdi.
Baluken, Dolmabahçe mutabakatının açıklanmasının ardından İmralı'da iki toplantı yapıldığını hatırlattı. Baluken'in verdiği bilgiye ve Mezopotamya Yayınları'ndan çıkan İmralı Notları'na göre, İzleme Heyeti'nin oluşturulması ve Öcalan'ın Newroz'da okunacak mesajının ardından İzleme Heyeti'nin İmralı Heyeti ile birlikte adaya giderek görüşmelere katılması aşamasına gelinmişti.
Baluken nokta için "İzleme Heyeti'nin adaya gitmesi durumunda resmi müzakerelere başlanacaktı. Resmi müzakereler ile birlikte asgari müştereklerde varılacak mutabakatlar ile Sayın Öcalan PKK'ye Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı silahlı mücadele yerine demokratik siyasi mücadelenin ikame edilmesi çağrısını yapacaktı" dedi.
Öcalan'ın açıklamasının Amed Newrozu’nda okunmasının ardından kamuoyunun beklentisi İzleme Heyeti'nin adaya gitmesi yönündeydi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, kamuoyunun bu beklentisinin aksine İzleme Heyeti'nin adaya gitmeyeceğini açıklamasını yaptı.
'HÜKÜMET SARAY'IN İRADESİNE TABİ OLDU'
Baluken, o dönemde Bülent Arınç başta olmak üzere bazı hükümet sözcülerinin, Erdoğan'ın tavrına karşı İmralı'daki toplantıda varılan mutabakata bağlı olduklarını, İzleme Heyeti'nin adaya gitme kararının hükümete ait olduğu yönündeki açıklamasını hatırlattı, "Ancak sonraki süreçte hükümet de başlangıçta yaptığı açıklamalara tezat olarak Saray'ın bu iradesine tabi olduğunu, müzakere masasının devrilmesinin ortak bir irade sonucu kararlaştırıldığını beyan etti" dedi.
İktidarın çözüm süreci devam ederken "çöktürme planını" hazırladığına dikkat çeken Baluken, "Çözüm süreci devam ederken çöktürme planını hazırlayanlar, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında masayı devirme kararı verenler, 5 Nisan 2015 itibariyle bunu hayata geçireceklerini, bundan sonraki sürecin savaş ve katliam konsepti etrafında şekilleneceğini ilan etmiş oldular. Ağırlaştırılmış tecrit sistemi, bu yönüyle aslında bir yıl öncesinden gelişebilecek olan bütün olumsuzlukların ilk işaret fişeğiydi" diye konuştu.
Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet süreci bitirmemiş olsaydı, bugün ne olacaktı?
HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, süreç devam etseydi iç politikada bugün yaşanan büyük yıkım ve can kayıpları ile dış politikada iflas ve fiyaskonun yaşanmamış olacağını vurguladı.
'MASA DEVRİLMEMİŞ OLSAYDI PKK KONGRE ÇALIŞMALARINI TAMAMLAYACAKTI'
Baluken şöyle konuştu: "Eğer bu masa devrilmemiş olsaydı, bir hakem heyeti tıpkı dünya örneklerinde olduğu gibi İmralı Adası'na gitmiş olsaydı; Sayın Öcalan resmi müzakerelerin başladığını kabul ederek PKK'ye kongre çağrısı yapacaktı. Bu konuda PKK ve KCK yetkililerinden kamuoyuna da yapılan açıklamalar, heyetimize de aktarılan görüşler ortadadır. Böylesi bir çağrının gelmesi durumunda kongrenin toplanması için gerekli hazırlıklara başladıklarını belirtmişlerdi. Dolayısıyla masanın devrilmemesi ve resmi müzakerelere başlanması durumunda 30-40 gün gibi çok kısa bir süre içinde PKK büyük bir ihtimalle kongre çalışmalarını tamamlayacaktı. Meclis'te kurulacak Hakikatleri Araştırma ve Yüzleşme Komisyonu ile birlikte Türkiye'de yepyeni bir sayfa açılacaktı. Türkiye'de bugün yaşanan bu kadar büyük bir yıkım, talan, kan ve gözyaşı olmayacaktı. Belki de bugünlerde normalleşme dediğimiz silahların tamamen devreden çıktığı bir süreci yaşayacaktık."
Türkiye'nin çöken Suriye ve Rojava politikasına dikkat çeken Baluken, "Türkiye'nin dış politikada içine girdiği diplomatik sefaletin en büyük sebebi Rojava politikasının doğru bir temele oturtulamamasıdır" dedi. Baluken şöyle konuştu: "Müzakerelerde ilerleme sağlanmış olsaydı, bugün ABD ziyaretine gittiği sırada bir randevu almak için direnen bir ülke pozisyonundan çok, bölge halklarının iradesi tarafından önemsenmiş bir ülke olacaktı."
‘HÜKÜMET İDARESİ ÇÖZÜMÜN ÖNÜNÜ AÇABİLİR'
5 Nisan'dan bu yana yaşananlara rağmen yeniden müzakere masasına dönmek mümkün mü?
Baluken, bu dönüşün koşullarının olduğu görüşünde. Ortadoğu'da klasik statükocu ulus devletin artık yaşama şansının olmadığına dikkat çeken Baluken, halkların kendi çözümlerinin ortaya çıktığını belirtti.
Bugüne kadar yok sayılan Kürt ve Kürdistan realitesinin Ortadoğu'da yeni süreci etkileyecek temel faktör olduğunun altını çizen Baluken, şöyle konuştu: "Önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da istikrar, barış ve demokrasinin olup olmayacağı adeta Kürtlerin ve Kürdistan'ın statüsü ile doğrudan bağlantılı ve bunu herkes böyle değerlendiriyor. Türkiye'nin de bu realite ile yüzleşmesi gerekiyor. 40 milyonluk bir halkı inkar ederek, önümüzde dönemde Ortadoğu'da belli politikaları hayata geçirmenin mümkün olmadığını Türkiye'nin rasyonal devlet aklının bilmesi gerekiyor. Kürt halkının özyönetim iradesi bugün bakımından en doğal ve sağlıklı çözüm önerisi. Dolayısıyla Türkiye ya da AKP hükümeti bugüne kadar bunu bastırmak yerine anlamaya çalışmış olsaydı çok daha doğru sonuçlara ulaşırdı. Hala yaşanan travmatik süreçlere ve halklar arasında gelişen duygusal kopuş psikolojisine rağmen bir toparlanma şansının olduğu kanaatindeyiz. Kürt halkının iradesini boğmak yerine bu iradeye saygı duyduğunu gösteren ve bunu yasal ve anayasal güvence ile tanıdığını söyleyen bir devlet ya da hükümet iradesi çözüm noktasında birçok gelişmenin önünü açabilir. Mevcut durumda hala bu yaklaşımın devlet ve hükümet tarafından ortaya konmamış olması hala bir çözümsüzlük girdabını bütün Türkiye halklarının kendi önünde görmesi gibi bir sonucu doğuruyor."