Barış Akademisyeni Çelengir: İmzamın arkasındayım

Barış Bildirisi’ne imza attığı için yargılanan İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Sezen Çelengir, savunma yaptı. Çelengir, imza metnine hâlâ sahip çıktığını söyledi.

Kürdistan'daki katliamlara karşı hazırlanan "Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı Barış Bildirisi'ne imza attıkları için haklarında dava açılan akademisyenlerin yargılandığı davaların duruşmalarına İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediliyor. Verilen öğle arasının ardından ilk olarak İstanbul Üniversitesi Araştırma Görevlisi Sezen Çelengir'in duruşması görüldü.

'SİVİL HALKA KARŞI SORUMLUYUZ'

Çilengir, savunmasında şunları söyledi:

"Uzun zamandır bu savaş ortamının sayılara indirgenen hali insanlık adına zaten çok üzücüdür. Bu dönemde kısıtlı haber olanaklarına rağmen, bu bölgede yaşayan sivil halkın ölümüne dair gelen haberlerin her gün artması ve yaşadıkları zorlukların en temel insan haklarını tehdit eder noktaya gelmesi ise, sadece bilim insanlarında değil, eminim toplumun pek çok kesiminde de barışın tesis edilmesi noktasında harekete geçme isteği uyandırmıştır.

Bir kişinin yaşamını tehdit eden her durum, insan haklarının konusudur."

İnsan hakları kurumları tarafından bölgede hazırlanan raporlara atıfta bulunan Çilengir, "Bu metinde bahsi geçen ve suç unsuru olduğu varsayılan 'Bu suça ortak olmayacağız' metnine imza atmamın en temel nedeni, devletin ve mevcut siyasal iktidarın her ne koşulda olursa olsun burada yaşayan sivil halka karşı sorumluluklarının devam ettiğini düşünmem ve bilim insanı olarak tüm ülkede barışı tesis etmek noktasında iradesinin belirleyici olduğu devleti ve haliyle mevcut siyasal iktidarı, sağduyulu çözüm örmeye davet etmektir. Bu noktada, 10 Ocak 2016'dan bu yana keyfi ve hukuksuzca devam eden bu süreçte tarafıma isnat edilen suçların hiçbirini kabul etmiyorum" diye konuştu.

Çilengir, iddianamede bazı noktalara açıklık getirmek istediğini de belirtirken, şöyle devam etti:

"Bunlardan biri, iddianamenin tamamından anlaşıldığı üzere, metinde adından ya da politik izleğinden hiçbir ibareye rastlayamayacağımız bir örgütün propagandasını yapmakla suçlanmış olmamdır. İddianamede akademisyenlerin devleti ve mevcut siyasal iktidarı muhatap alması, bir suç unsuru olarak ele alınmış ve şiddetin bazı biçimlerinin üstünü örtmek olarak yorumlanmış. Öncelikle, bu ülkenin bir yurttaşı ve akademisyeni olarak kalıcı barışın tesis edilmesi ve bölgede bu süreçte zarara uğrayan sivil yurttaşların ihtiyaçlarının karşılanması için mevcut siyasal iktidardan başka hangi odağa seslenmiş olmanın beklendiğini bilemiyorum. Aynı şekilde barışın şiddet sarmalını içeren hiçbir biçimi ya da yoruma açık yanı yoktur. Böylesi bir suçlama, tamamen bu imzanın özüne aykırı düşmektedir."

'ASIL BİZİ HEDEF GÖSTERENLERDEN HESAP SORULMALIYDI'

Çilengir, savcının iddianamede barış istemenin suç olduğunu ve kendi ifadesiyle demokratik bir toplumun gereği olarak bu tip suçların önüne geçmek gerektiğini belirtmesine de değindi.

Çilengir, şu değerlendirmeyi yaptı: "Ancak demokratik toplumun gerekleriyle bu kadar ilgileniyorsak, esas olarak onun en temel gereğinin ifade özgürlüğü olduğunu atlayamazsınız. Bu yüzden barış istemek, barışı arzulamak asla suç olarak nitelendirilemez. İfade özgürlüğü, maalesef bazen iktidar odaklarını rahatsız edebilir ancak hukuk için böyle bir tavır söz konusu olamaz, olmamalıdır. İfade özgürlüğü zaten özü itibarıyla 'herkesin bir olmuş' sözü için değil, diğerleri için, farklıyı söyleyenler için vardır. Savcı, iddianamede çözüm sürecinde akademisyenlerinde yer aldığı akil insanlardan bahsetmiş, yani sadece iktidarlar barış istediğinde mi akademisyenlerin ifade özgürlüğü söz konusu olabiliyor. Aksine kamusal yararı bulunan konularda ifade özgürlüğünün sınırlandırılması çok daha zor olmalı. Zaten demokrasiden bahsetmek için iktidarların da hoşgörülü olması gerekir ama burada yargılanırken demokrasiden bahsetmek anlamsız sanıyorum. Burada bizlerden değil, bizlerin kanında duş almak isteyenlerden, yerel ve ulusal gazetelerde boy boy fotoğraflarımızla, isimlerimizle bizleri hedef gösterenlerden hesap soruluyor olmalıydı."

'BARIŞ PROPAGANDASI YAPTIK!'

İddianamede yoktan suç üretilmeye çalışıldığını dile getiren Çilengir, şunları ifade etti: "Neticede tüm bu iddiaların hukuki bir dayanağı olması gerekir. AİHM'e göre terör örgütü propagandası suçu için, şiddet yöntemlerinin meşru gösterilmesi, övülmesi ve ya bu yöntemlere başvurmanın teşvik edilmesi gerekiyor. Yani nihai talebi barış olan, savaş değil müzakere diyen bir metnin nasıl bir örgütün şiddet eylemlerini meşru göstermek gibi bir amacı olduğu iddia edilebilir? Siz metinde şiddeti meşru gösteren, öven ya da teşvik eden tek bir cümle gösterebilir misiniz? Kaldı ki zaten hiçbir örgütün adının geçmediği bir metin nasıl o örgütün fiili hakkında tavır almış olabilir ki? Zaten fark ettiyseniz iddianamede 'barış' ifadesi dışındaki tüm ifadeler kalın ve büyük punto ile yazılarak barış, yapay bir sebep, küçümsenecek bir talep olarak ele alınmış ve akademisyenlerin esas olarak, savcının ifadesiyle söylüyorum 'sahada muhatap olarak görülen kitle'yi hedef aldığı ifade edilmiştir. Sanırım savcı, 'halk'tan bahsetmektedir ama onu bile bu metinden çok daha radikal bir dille ifade etmeye çalışmıştır. Benzer çabayı, barış ifadesi dışındaki bazı kelimeleri (katliam, planlı kıyım, sürgün politikası) cımbızlayarak da sürdürmüştür ancak bunların suç unsuru olarak nitelenmesi de kabul edilemez. Bunun hem ifade özgürlüğünü hem de metnin bütünlüğünü aşındıracağını düşünüyorum. Neticede ne kadar küçümsenmeye çalışılsa da Esra hocaların savunmalarında da söylendiği gibi, buradan çıksa çıksa ancak 'barış propagandası' çıkabilir."

'BU SUÇA ORTAK OLMAYACAĞIZ!'

İddianamenin gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan suçlamalara ilişkim tek bir delil içermediğini vurgulayan Çilengir, savunmasını şöyle sonlandırdı: "Savcı, Türkçe metin dışında İngilizce metinden ve hatta onun tahrifli çevirisinden bile yeni suç unsurları bulmaya çalışmış. Burada da 'organize suç' hayali devam ediyor sanıyorum. Yine vurgulamak istediğim son bir nokta; iddianamede 'bu suça ortak olmayacağız' metninin sürekli olarak 'tarihi perspektif ve konjonktürel bir yaklaşımla' incelenmesi dikte ediliyor. Ama sanıyorum savcılığın bunu, sadece ve sadece barış talebi etrafında bir araya gelmiş bin 128 akademisyen ile yapamayacağı çok açıktır. Eğer konu 'tarihi perspektif ve konjonktürel yaklaşım' ise, ziyadesiyle çözüm süreci devam ederken hükümet yetkililerinin kamuoyunda sıkça paylaştıkları görüşlerinin neden suç unsuru taşımadığı, yaşadığımız keyfi süreci de açıkça gösteriyor. Sonuç olarak tekrarlamam gerekirse ben iddianamede kurulan yapay bağlantıları ve suçlamaları kabul etmiyorum ve tüm bu keyfi hukuksuzluğa karşı 'bu suça ortak olmayacağız' metnindeki barış talebinin hâlâ haklı bir talep olduğunu düşünüyorum."

Avukatlar taleplerini mahkemeye sunduğu sırada Avukat Ali Saydı, Mahkeme Başkanı Ömer Günaydın'a, önceki duruşmada birleştirme talebinin reddi için verdiği kararın hukuka aykırı olduğunu belirterek, "Geçerli bir sebep söyleyin" dedi. Mahkeme Başkanı da "Size gerekçe mi beğendireceğiz" dedi.

Bu sırada izleyici sıralarında bulunanların kendi aralarında konuşması üzerine, "duruşmaya müdahalede bulunuldu" iddiasıyla Avukat Gülşah Kaya duruşma salonundan çıkarıldı.

Avukatların itiraz etmesi üzerine Mahkeme Başkanı duruşmaya ara verdi.