GÖRÜNTÜLÜ

Filozof Löwy: Abdullah Öcalan’ın fikirleri ilham verici!

Filozof Prof. Michael Löwy, Önder Apo’nun fikirlerinin sosyal mücadele yürüten hareketler için ilham kaynağı olabileceğini ifade ederken, PKK’nin kongre kararlarının hayata geçmesini ise devletin atacağı somut adımlara bağlı olduğunu kaydetti.

MICHAEL LÖWY

Kürt meselesi ve bu soruna yönelik barış arayışları sadece siyasal bir mücadele alanı değil, aynı zamanda derin teorik ve ideolojik tartışmaları da beraberinde getiriyor. PKK’nin 12. Kongre kararları ve Önder Apo’nun sürece dönük paradigmasal yaklaşımı Türkiye ve bölge siyasetinde yeni bir dönemin habercisi olarak görülüyor.

Bu gelişmeleri daha geniş bir perspektiften değerlendirmek üzere Marksist geleneğin önemli temsilcilerinden filozof ve sosyolog Michael Löwy ile konuştuk. Löwy, Kürt hareketindeki dönüşümden Rojava deneyimine, Önder Apo’nun paradigmasından barış sürecinin geleceğine kadar pek çok konuyu kendi özgün bakış açısıyla yorumladı.

Barış umutları kadar mevcut güvensizliklere de dikkat çeken Löwy, Önder Apo’nun kadın ve ekoloji vurgularının dünya çapında bir ilham kaynağı olabileceğine işaret etti. Silahlı mücadelenin yerini demokratik ve konfederal örgütlenmeye bırakmasının gerekliliğini vurgulayan Löwy, bunun aynı zamanda ancak karşılıklı güven ve somut adımlarla mümkün olabileceğinin kaydetti.

Önder Apo’nun Marksizme dönük eleştirilerini de yorumlayan Löwy, “Ben Marksistim ama kendimi libertaire (özgürlükçü) bir Marksist olarak tanımlıyorum. Yani anarşistlerin ortaya koyduğu birçok fikirden ilham alınabileceğini düşünen bir Marksistim" dedi.

Kısa zaman önce “Geçmiş Gelecektir” projesi kapsamında Amed’e giderek bir dizi konferansa katıldınız. Buradaki izlenimlerinizden yola çıkarak, Türk devleti ile PKK arasında yeniden başlayan barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bakın, birkaç hafta önce Diyarbakır’a yaptığım ziyaret sırasında Kürt solundan arkadaşlarımla konuşurken bu barış sürecine büyük umut bağladıklarını gördüm. Bunun gerçekten yeni bir dönemin başlangıcı olabileceğini umuyorlar. Ama aynı zamanda Erdoğan hükümetinden sürecin gerçekten başladığına dair somut işaretler bekliyorlar. Şu an için Erdoğan hükümeti tarafından atılmış bir somut adım yok.

Yani, Kürt siyasi tutuklular hâlâ hapiste. Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, absürt suçlamalarla içeride tutuluyorlar. Görevlerinden alınmış birçok insan hâlâ cezaevinde. Erdoğan’dan bir şeylerin değişmeye başladığını gösteren gerçek adımlar bekleniyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tarihi “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından, PKK 12. Kongresi’ni toplayarak bir dizi tarihi karar aldı. PKK’nin feshini de kapsayan bu kongre kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence Öcalan’ın çağrısına uydular; çünkü kendisi kurucu, ideolog, tarihi lider konumunda. PKK de Öcalan’ın çağrısına uydu. Çatışmaları durdurma ve PKK’yi feshetme niyetlerini açıkladılar fakat elbette bazı güvenceler talep ediyorlar. Şu anda bu güvenceler görünmüyor.

Benim anladığım, PKK Türkiye’de sosyal ve siyasi hayata katılabileceklerine dair güvenceler istiyor. Yani bekleyip ne olacağını görmek gerekiyor.

PKK, silahlı mücadeleyi sürdürmenin bir yere varmadığı sonucuna vardı; ki bu doğru bir sonuç. Yeni koşullar altında bunun verimli olmadığını düşünüyorum. Silahlı mücadeleye devam etmek bir sonuç getirmiyor. Bu noktada, bence haklılar. Ama herhangi bir garanti olmadan örgütü feshetmek ve faaliyetlerine demokratik, yasal bir şekilde devam edememek; bu çok mantıklı değil. Bu yüzden garanti istemelerini çok iyi anlıyorum.

PKK’nin “Kendimizi feshetmeye hazırız, silahlı faaliyetlere son vermeye razıyız” şeklindeki açıklamasının güvenilir olduğunu düşünüyorum. Silahlı eylemleri sürdürme niyetinde olduklarını sanmıyorum. Ancak karşı taraftan bir şey almadan silah bırakmayacaklardır. Bu noktada cevap Türkiye hükümetinden gelmelidir. Şu ana kadar böyle bir işaret görülmüyor. Tutuklular hâlâ hapiste.

Bu yüzden PKK’nin feshi, şu anda başlayan bir süreç olabilir ama birkaç gün içinde gerçekleşecek bir şey değil.

Türk devletinin bugün yeniden PKK ile çözüm masasına oturmasını nasıl değerlendirmek gerekir? Sürecin başarısı için Türk devletine düşen sorumluluk nedir?

Türk devletinin neden bugün böylesi bir sürece girdiğini yorumlamak zor. Belki de Türkiye hükümeti, Kürt hareketlerini yok etme girişiminin sonuç vermediğini anlamıştır. Kürt sorununu çözdüğünü ve demokratik bir hükümet olduğunu göstermek istiyor da olabilir. Çünkü itibarı çok düşük. Bu yüzden barış sürecini başardığını göstererek kendini yeniden meşrulaştırmak istiyor. Bu bir neden.

Bir diğer neden de, muhalefet içindeki birleşimi. Yani Kemalist hareket (CHP) ile DEM Parti arasındaki yakınlaşmayı bölmeye çalışmak olabilir. Bu iki tarafı ayırarak, Kemalist muhalefetle daha kolay baş etmeyi umuyor olabilirler.

DEM Parti bu tuzağa düşmedi. CHP’ye dönük baskıya, İmamoğlu’nun tutuklanmasına karşı tepkisini sürdürüyor. Bakalım ne olacak. Ama bence bu da hükümetin bu taktiğinin arkasındaki nedenlerden biri olabilir.

Sürecin başarısı noktasında ise, maalesef hükümet cephesi şu ana kadar sadece söylemle yetiniyor. Bugüne kadar yaptıkları uygulamalarda bir değişiklik yok. Demokratik yollarla seçilmiş Kürt belediye başkanları görevden alındı ve yerlerine hükümetin atadığı kayyumlar getirildi. Bu seçilmişler hâlâ görevlerine dönmüş değiller. Ve söylediğim gibi, Kürt tutuklular hâlâ hapiste. Yani sadece söylem ve dil değil, otoriter uygulamalar da değişmedi. Asıl sorun da bu zaten.

Dolayısıyla barış süreci şu an için bir vaat, bir umut olarak kalıyor. Ama hükümet cephesinden bakıldığında bu sürecin eylemlere dönüşmesi hala çok uzak.

Bu süreç, bir kez daha, 26 yılı aşkın süredir ağır tecrit koşullarında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde temel ve vazgeçilmez bir aktör olduğunu gösterdi. Abdullah Öcalan’ın bu rolü ve savunduğu fikirler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, bu rolünü koruyabilmesi gerçekten şaşırtıcı. Özellikle de çeyrek yüzyıldır hapiste olduğunu düşünürsek...

Bence bir yandan, parti tarihiyle çok güçlü bağlar kurmuştu, bu da insanların ona sadık kalmasını sağladı. Ama esas olarak güçlü ve özgün bir düşünce geliştirdi ve hareket bu düşünceyi, Öcalan’ın yazılarını sahiplendi. Bu düşünceden ilham aldılar ve bu teoriye, bu yeni dünya görüşüne uygun bir pratik geliştirmeyi başardılar. Gerçekten yeni bir dünya görüşü ve yeni bir siyasi stratejiden söz edebiliriz.

Bu yaklaşım, Türkiye’de Kürt solu tarafından yönetilen belediyelerin uygulamalarında ve özellikle Suriye’nin kuzeyindeki Rojava’da somutlaştı. Orada, demokratik, çok uluslu bir konfederasyon deneyimi yaşanıyor. Öcalan’ın düşüncelerinde kadınların yeri de çok önemli. Öcalan’ın tarih ve toplum üzerine düşüncesi, kadınlara verdiği önem, kadınların erkeklerle eşit düzeyde yer alması gerektiğine dair vurgusu çok güçlü. Bu gerçekten çok önemli. Bu anlayış hem Türkiye’deki hareketin pratiğine hem de daha güçlü bir şekilde Rojava’daki uygulamalara yansımış durumda.

Kapitalizm karşıtı bir düşünür olarak, Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği paradigmanın bir alternatif umudu olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, bence bu, kapitalizme alternatif bir toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimi geliştirme yönünde çok ilginç bir girişim. Hem toplumsal -hatta sosyalist diyebileceğimiz- hem ekolojik, hem de feminist bir model. Elbette, Rojava’daki koşullar son derece zorlayıcı; bu nedenle bu perspektifin tüm hedeflerinin hayata geçirilmesi mümkün olmuyor. Ama yine de bu vizyon, Rojava’ya yönelen devrimci aktivistlerin eylemlerine ilham vermeye devam ediyor.

Ve bu da Rojava’yı, bugün dünyadaki en ilginç deneyimlerden biri haline getiriyor, Chiapas’taki Zapatist hareketle birlikte.

Marksist bir teorisyen ve sosyolog olarak Abdullah Öcalan’ın ve PKK’nin Marx’a yönelik eleştirilerini ve ‘klasik’ Marksizm-Leninizm’i aşma çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bakın, ben Marksist'im ama kendimi libertaire (özgürlükçü) bir Marksist olarak tanımlıyorum. Yani anarşistlerin ortaya koyduğu birçok fikirden ilham alınabileceğini düşünen bir Marksistim. Bu nedenle, Öcalan’a ilham veren Murray Bookchin’in yazılarına sempatiyle bakıyorum. Aynı zamanda, ekolojinin de temel bir mesele olduğunu düşünüyorum; bu da bir başka ortak nokta. Ayrıca Öcalan’ın feminizm; yani kadınların toplumsal dönüşümde kesinlikle belirleyici bir rol oynaması gerektiği ve ataerkil yapılarla, kadınların baskılanmasıyla radikal bir şekilde hesaplaşılması gerektiği fikri de bana göre son derece önemli.

Bunların hepsini çok değerli buluyorum. Elbette benim de savunduğum başka fikirler var — örneğin ekososyalist bir planlama anlayışı. Bu, belki Öcalan’ın önerdiklerinden veya Rojava’da uygulanmaya çalışılandan biraz farklı olabilir. Ama ben her sorunun mutlak çözümünü elimde tuttuğumu iddia etmiyorum. Tüm zorluklarına ve sınırlılıklarına rağmen, Rojava deneyimi, dediğim gibi, bugün dünyada görülebilecek en ilginç deneyimlerden biridir.

Ama bu söylediklerim, Marksist fikirlerimden vazgeçtiğim anlamına gelmiyor.

Rojava modelinin önemine dikkat çektiniz. Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden esinlenen bu sistemin, dünyanın farklı yerlerinde sosyal ve siyasal mücadele yürüten hareketler için bir ilham kaynağı olması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Bakın, evet, genel düzeyde kesinlikle. Burada, ataerkil yapılarla radikal biçimde hesaplaşılması, kadınların mutlak eşit haklara sahip olması, tüm görevlerin kadınlar ve erkekler arasında eşit şekilde paylaşılması gerektiği fikrinden söz ediyorum. Tüm bu fikirler, onların “jineoloji” dediği yaklaşım, bana kalırsa her yerde uygulanmalı.

Peki, her yerde ulus-devletlerin yerine çok uluslu konfederal yapılar geçebilir mi? Belki. Bu, ilginç bir hipotez. Bu konuda kapalı bir doktrine sahip değilim, ama üzerinde düşünülmesi gereken bir öneri olduğunu düşünüyorum. Ve özellikle Murray Bookchin’in -ve aynı şekilde Öcalan’ın- ekolojinin, kapitalizme karşı alternatif her projenin temel bileşeni olması gerektiği yönündeki düşüncesi bana son derece önemli geliyor. Bu yaklaşım genelleştirilmeli.

Michael Löwy kimdir?

1938 doğumlu olan Prof. Michael Löwy, Fransız-Brezilyalı Marksist filozof ve sosyologdur. Libertaryen Marksizm, ekososyalizm ve çağdaş sosyal hareketler üzerine çalışmalarıyla tanınır. Entelektüel yolculuğu, klasik Marksizm bilgisi ile ekoloji ve feminizm gibi kapitalizme alternatif arayışlarda önemli gördüğü düşünceleri harmanlar.

Löwy, aynı zamanda anarşist akımlardan ve Murray Bookchin gibi düşünürlerden ilham alır; özgürlük ve doğrudan demokrasi temelinde bir sosyalizm vizyonunu savunur. Ekonomik krizler, sosyal mücadeleler ve dünya çapında yenilikçi politik deneyimler üzerine çok sayıda eser kaleme almıştır.

Toplumsal dönüşüm süreçlerini de analiz eden Löwy, Orta Doğu’daki mücadeleler, ekoloji ve feminizm gibi güncel siyasi ve kültürel konularda önemli perspektifler sunar. Düşünceleri, uluslararası ölçekte ilerici tartışmaları etkilemeye devam ediyor.