Bayık: AKP-MHP'nin planı Kürtleri ezmek ve iradesini kırmaktır

Bayık: Şöyle bir barış olmaz; iradesini kıracağım, sindireceğim, zayıflatacağım, ondan sonra da bazı kırıntılar Kürtlerin önüne atacağım! Kürt özgür ve demokratik yaşam istiyor.

Uluslararası Al-Monitor sitesine konuşan KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bayık, “PKK'nin Kürdistan'da 45 yıldır yürüttüğü bir mücadele vardır. Gün gün örgütlenerek kazanılmış bir toplumsal gerçeklik, bir halk gerçekliği vardır. PKK'nin mücadelesi ve Kürtlerin bilinçli bir halk haline gelmesi ani bir olayla gerçekleşen bir durum değildir. Kürt halkı uzun yıllar süren mücadele içinde bilinçlenmiştir, örgütlenmiştir; düşman saldırıları karşısında da ancak direnerek mücadelenin kazanılacağını bilmektedir” dedi.

Cemil Bayık'ın Al Monitor sitesinde yayınlanan röportajı şöyle:

PKK, tarihi boyunca Türkiye’nin Kürt halkına uyguladığı şiddete karşı binleri veya milyonları sokağa döküyordu. Özellikle de Türk hükumeti demokratik yollardan seçilmiş Kürt milletvekillerini veya şehir meclis üyelerini hedef aldığında PKK kitleleri harekete geçirebiliyordu. Ancak mevcut Türk hükumeti demokratik yollardan seçilmiş yüzlerce Kürt liderini tutuklayıp şehirleri yıkıp birçok kişiyi katletmesine rağmen, PKK hala eskisi gibi cevap vermemiştir ne askeri olarak ne de kitleleri harekete geçirerek. Acaba bu durum PKK’nin Kürt halkı nezdindeki itibarını yitirdiğini anlamına mı geliyor?

Doğrudur, PKK on binleri, yüz binleri, milyonları sokaklara dökmüştür. Kürt halkı 30-40 yıldır sadece Bakurê Kurdîstan'da değil, Kürdistan'ın tüm parçalarında, Ortadoğu'da büyük bir yürüyüş içindedir. Yurtdışındaki Kürtler de sürekli ayaktadır. Kürt halkı 30-40 yıldır sürekli ayaktadır. PKK de bu mücadelenin öncülüğünü yapmaktadır. Bugün on binler, yüz binler sokağa dökülmüyor sorusunu anlamak mümkündür. Ancak zaman ve mekân farklılığını da görmek gerekiyor. 7 Haziran’da HDP 80 milletvekiliyle Türkiye meclisine girince, Rojava’da Kürtler büyük kazanım elde edince, Kürt Özgürlük Hareketi'nin Başurê Kurdîstan'da etkisi artınca, tüm dünyada PKK'nin ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin etkisi yükselişe geçince bu durum Türkiye'yi ürkütmüştür. Kürtlerin gücünün yükselişi karşısında ya Kürt sorununun çözümü için adım atacaktı, ya da bu duruma karşı savaş açacaktı. Bu durumun ya önüne geçecekti ya sorunu çözecekti. Çözüm politikası olmayınca Lozan Antlaşmasının yıldönümü olan 24 Temmuz 2015’le birlikte büyük bir saldırıya geçti.

Bu saldırı bir ezme ve tasfiye etme saldırısıydı. Zaten kendileri defalarca, her sokağa, her yere sahip olacağız, asayişi ve kamu düzenini sağlayacağız demişlerdir. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı toplu bir savaş açılmıştır ve bu savaşı yaparken de her türlü yol ve yöntem kullanılmıştır. Her türlü demokratik örgütlenme, eylem, yürüyüş engellendiği gibi, Kürt Özgürlük Hareketi'nin örgütlü olduğu her yerde saldırıya geçerek şehirleri yakıp yıkmış, sivilleri katletmiş, büyük bir terör estirmiştir. Buna karşı da halk sessiz kalmamıştır, tarihi bir direniş gösterilmiştir. Türk devleti, karşısında direniş gösterilmeyeceğini, halkın üzerine gidip kolay ezip sindireceğini sanırken, Kürt gençleri, kadınları, halkı şehirlerde Kürt tarihine geçecek bir direniş göstermişlerdir. Eğer saldırılara direniş gösterilmeyerek bu uygulamalara ses çıkarılmadan hâkim olmasına göz yumulsaydı, Kürt’ün bir daha ayağa kalkamayacağı bir tasfiye harekâtına boyun eğilmiş olunurdu. Ama boyun eğilmemiştir. Kürt açısından tarihi bir direniş ortaya konulmuştur. Bu önemlidir. Bu tarihi direniş Kürt’ün iradesi olarak ortaya konulmuştur ve sonuna kadar da direnileceği gösterilmiştir. Düşman da soykırımcı sömürgecilik de buna çok sert bir biçimde saldırıyla cevap vermiştir. Kürdistan'da şehirleri, kasabaları ve mahalleleri ağır silahlarla yıkmış ve işgal etmiştir. Bu işgal yanında Kürdistan'ın tümünde devlet terörü estirilerek on binlerce insan gözaltına alınmıştır. Binlercesi zindanlara atılmıştır. Şehirler, mahalleler, sokaklar işgal edilmiştir. Bu gerçekliği görmek gerekiyor. Nasıl ki 1980 12 Eylül’ünde bir askeri darbe gerçekleştirilip Türkiye demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının üzerine çok şiddetle gidildiyse, bu belli bir dönem bir sessizlik ortaya çıkardıysa, 15 Temmuz darbesi gerekçe yapılarak 20 Temmuz’da ilan edilen Olağanüstü Hal’le birlikte Türkiye ve Kürdistan'daki saldırılar daha da ağır hale getirilmiştir. Askeri darbeler zamanında yapılmayan uygulamalar şimdi yapılmaktadır.

Türk devletinin iki yıldır gerçekleştirdiği saldırılar toplumsal hareketlilikte belli bir daralma ortaya çıkarmıştır, ama şu gerçekliğin de görülmesi gerekiyor; Türk devleti bu iki yıl içinde yaşadığı sıkıntıları, zorlukları 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiçbir döneminde yaşamamıştır. Şu anda Türkiye 90 yıllık tarihinin en zor dönemini yaşamaktadır. Kürt halkına, demokrasi güçlerine yönelik ağır bir saldırı yapmaktadır, ama bu onun güçlülüğünü değil, zayıflığını göstermektedir. AKP iktidarı düşmekten korktuğu için tüm faşist güçlerle işbirliği yapmıştır. MHP ile bu kadar sıkı ilişki içinde olması, iktidara geldiği dönemdeki tüm politikaların tersine bir politika izlemesi, iktidarını kaybetme korkusuyla ilgilidir. Bu açıdan olayları değerlendirirken bütünlüklü ele almak gerekiyor. Şu anda Türk devleti en zayıf dönemini yaşıyor. Kürtler ise Türk devletine karşı öfkesinin en yüksek olduğu dönemi yaşıyor. Kürt halkının özgür ve demokratik yaşam iradesi zayıflamamış, aksine Türk devletinin bu saldırılarıyla birlikte Kürt’ün özgür ve demokratik yaşam iradesi daha da güçlenmiştir.

Toplumsal hareketlilikte yaşanan sıkıntıların bazı nedenleri bulunmaktadır. Son on yılda Özgürlük Hareketi'nin belli zamanlarda ilan ettiği çatışmasızlık ortamında nispi bir rahatlama dönemi vardı. Toplum bu rahatlama döneminde belli bir örgütlülük, eylemlilik ve hareketlilik içindeydi. 24 Temmuz’da çok sert askeri saldırılarla birlikte halkın örgütlenmelerine ve demokratik eylemliliklerine de saldırıldı. Türkiye'nin siyasi koşullarında çok önemli değişiklikler ortaya çıktı. Bu açıdan yeni koşullara hazırlanacak, yeni koşullara adapte olacak, yeni koşullarda örgütlenip eylem yapacak bir geçiş süreç yaşanmaktadır. Şimdiki durumu böyle görmek gerekiyor. Ama halkın öfkesi fazlasıyla vardır. Bu yönüyle Türk devletinin Kürtler üzerindeki etkinliği artmamıştır, daha da zayıflamıştır; Kürt Özgürlük Hareketi'nin halk üzerindeki etkisinde ise herhangi bir zayıflama yoktur. Aksine gelinen aşamada Kürt Özgürlük Hareketi'nin düşünceleri ve mücadele tarzı dışında başka türlü Kürt sorununun çözülemeyeceği anlayışı Kürt toplumunda daha da gelişmektedir. Geçmişte zaman zaman Türk devletiyle çok güçlü mücadele etmeden de sorun çözülebilirmiş gibi yanılgılı yaklaşımlar vardı; Hareketimiz hep bu yaklaşımları eleştirmişti. Şimdi Türk devletine karşı etkili mücadele vermeden Kürt sorununun çözülemeyeceği anlayışı daha da güçlenmiştir.

Türk devlet gerçeğini ve ona karşı mücadele diyalektiğini daha bütünlüklü görmek gerekiyor. Türk devletinin saldırdığı dönemleri onun hâkimiyeti ya da Kürt Özgürlük Hareketi'nin zayıfladığına yorumlamak mümkün değildir. 1980’de 12 Eylül askeri faşizmi geldi Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve Kürt halkına saldırdı. Ama PKK, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı bu süreçten daha güçlü çıktı. 1990’larda Türk devleti her türlü kiri savaş yöntemini kullandı; binlerce köyü yakıp yıktı, binlerce faili meçhul cinayet oldu, ama bu ortamdan da Kürt Özgürlük Hareketi daha da güçlenerek çıktı. Önder Apo esaret altına alındı, Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecekti. Komplo döneminde Kürt halkına yönelik çok sert saldırılar gerçekleşti. Ama Önder Apo'nun esaretinden sonra da Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi gelişmesini sürdürdü ve Türk devletini demokratikleşmeye ve Kürt sorununun çözümüne zorladı. Bu yönüyle Kürt Özgürlük Hareketi çok etkili ve sonuç alacağı hale geldi. Ama Kürt sorununda çözüm politikası olmadığı için Türk devleti sadece Bakurê Kurdîstan'da değil, Rojava’da da Başur’da da gelişen Kürt Özgürlük Hareketini etkisizleştirmek için saldırıya geçmiştir. Buna karşı da direnilecektir ve bu süreçten de Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi güçlü bir biçimde çıkacaktır. Bu açıdan PKK'nin Kürtler üzerinde etkinliğinin zayıfladığını söylemek mümkün değildir. PKK'nin Bakurê Kurdîstan'da da Rojava’da da Rojhilat’ta da Başur’da da Kürtler üzerindeki etkinliği en güçlü biçimde sürmektedir. Türk devletinin halk PKK'den kopmuş, artık devlete yanaşmış gibi ileri sürdüğü söylemler kesinlikle doğru değildir; kendilerini kandırmaktadırlar.

Bu dönemde Türk devletinin en fazla yaptığı şeylerden biri psikolojik savaştır. Yoğun bir psikolojik savaş yürüterek kendisini güçlü gösterme, PKK'yi zayıf gösterme çabası yürütmektedir. Bütün çabası bir taraftan asker ve polis saldırısıyla, tutuklamalarla, işkencelerle Kürt halkının iradesini kırmak olurken, diğer taraftan psikolojik savaşla bunu sağlamaya çalışmaktadır. Ama gerçeklik farklıdır. PKK'nin Kürdistan'da 45 yıldır yürüttüğü bir mücadele vardır. Gün gün örgütlenerek kazanılmış bir toplumsal gerçeklik, bir halk gerçekliği vardır. PKK'nin mücadelesi ve Kürtlerin bilinçli bir halk haline gelmesi ani bir olayla gerçekleşen bir durum değildir. Kürt halkı uzun yıllar süren mücadele içinde bilinçlenmiştir, örgütlenmiştir; düşman saldırıları karşısında da ancak direnerek mücadelenin kazanılacağını bilmektedir. Bu açıdan on binlerin, yüz binlerin meydanlara çıkamaması gerçeği sadece Türk devletinin çok ağır saldırılar yapması, şehirleri asker ve polislerin işgal etmesi sonucudur. İnsanların evinden çıkmasını bile yasaklıyor; üç kişi bir araya geldi mi tutukluyor. Bir basın açıklamasına bile izin vermiyor. Türkiye'de bir darbe vardır, bir faşist iktidar gerçeği vardır, saldırısı vardır. Bu yönüyle olayı bütünlüklü ele almak gerekiyor.

Askeri anlamda ise gereken cevaplar verilmektedir. Bu konuda Türk devletini sarsan birçok eylem gerçekleştirilmiştir. Özellikle sınır hattında geçen yıl yaşanan savaş gerilla mücadelesi dönemindeki en sert savaşlardan biri olmuştur. Türk devleti büyük kayıplar vermiştir. Geçen yıl Türk devletinin ana yollarda, ara yollarda yol kenarında hiçbir karakolu kalmamıştır. Hemen hemen hepsi ortadan kaldırılmıştır. Yine şehirlerde polis karakollarına büyük eylemler gerçekleştirilmiştir. Bu bakımdan askeri eylemler açısından herhangi bir zayıflık söz konusu değildir. Bu yönüyle gereken cevaplar verilmiştir. Bundan sonra da verilecektir. Kuşkusuz Türk devleti büyük bir psikolojik savaş yürütüyor. Zaten eylemler verilmeyecek, yansıtılmayacak; sadece devletin verdiği bilgiler verilecek. Bu konuda kararlar alınmıştır. Bu kararlar basına da bildirilmiştir. Türkiye'deki basının da nasıl devlet ve hükümet kontrolünde olduğu bilinmektedir. Bu açıdan eylemlilikler belki yeterince yansımamaktadır, ama AKP ve devlet üzerinde siyasi etkisi çok fazladır. Bunu görmek gerekiyor. PKK'nin ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin halk üzerindeki etkisi bugün de yüksek düzeydedir. Bu konuda herhangi bir sorun yoktur. Aksine halkın devletten kopuşu sürmektedir. Halkın devletten kopuşu sürerken herhalde başka örgütlere, başka hareketlere yönelmesi durumu yoktur. Türk devleti saldırılarını arttırdığı dönemde PKK'ye alternatif belirli bir güç yaratıp psikolojik savaşını, saldırılarını bir de bu yönlü sürdürmek istese de şimdiye kadar bu yönlü yürüttüğü çabalar herhangi bir sonuç vermemiştir. Halk devletten koparken bu kopuş PKK'nin toplumsal tabanının daha da genişleyeceği anlamına gelmektedir.

Bildiğiniz gibi, cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde Türkiye’nin sistemi tam başkanlık sistemine doğru yeniden şekillendiriliyor. Bu sistem değişikliğinin 16 Nisan’daki referandumunda onaylanması bekleniyor. PKK niye bu sistem değişikliğine destek vermiyor. PKK’nin kaygıları nelerdir? Niye referandumda evet sonucunun çıkmasını Türkiye’yi faşist bir rejime doğru götürdüğünü düşünüyorsunuz?

Kuşkusuz anayasa Kürtleri yakından ilgilendirmektedir. Anayasa, devletlerin siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel tüm yapılanmasını şekillendirmektedir. Bu yönüyle 1924’ten bu yana yapılan tüm anayasalar Kürt inkârcılığına dayalı, Kürtleri soykırıma uğratmayı hedefleyen anayasalar olmuştur. Sadece anayasalar değil, tüm yasalar ve yönetmelikler de Kürtleri soykırıma uğratma amacı temelinde şekillendirilmişlerdir. Mevcut anayasa değişikliğiyle bu konuda herhangi bir değişiklik yapılmıyor. Aksine bu otoriter, Kürt soykırımına dayalı anayasa yönetim olarak da daha otoriter bir karaktere kavuşturuluyor. Aslında Kürt soykırımına dayalı mevcut anayasa tamamen soykırımı hedefleyen, buna göre kurgulanmış bir yönetime kavuşturulmak isteniyor. Bu açıdan biz oluşturulmak istenen başkanlık sistemini bir soykırım yönetim sistemi olarak değerlendiriyoruz. Buna karşı çıkıyoruz ve hayır diyoruz. Kaldı ki böyle anayasa değişikliği yapılmaz. Kürtler üzerinde en ağır baskı kuracaksın; Kürt siyasetçilerin hepsini zindana atacaksın, demokrasi güçleri üzerinde baskı kuracaksın, basın üzerinde baskı kuracaksın, konuşan herkesi zindanlara atacaksın; bu ortamda da bir ülkenin tüm siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamını şekillendirecek bir anayasa değişikliğini, bir yönetim anlayışını referanduma sunacaksın! Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Biçim olarak da çok antidemokratiktir. Biçim olarak da demokratik anayasa yapma karakterine, tekniğine uymamaktadır. Sadece bu nedenle de olsa hayır demek gerekmektedir.

Kürtler açısından temel bir ölçü vardır; yapılanlar demokratikleşmeyi hedefliyor mu, hedeflemiyor mu? Demokratikleşme yönünde mi adım atılıyor, ya da biçimsel de olsa demokratik kurumlar ortadan mı kaldırılıyor? Türkiye önceden de demokratik değildi. Parlamenter sistem döneminde de soykırımcıydı, demokratik karaktere sahip değildi. Ancak mevcut başkanlık sistemiyle bu daha da katı otoriter bir sisteme kavuşturulmak isteniyor. Bu yönüyle Kürtler hayır demek zorundadırlar. Kürtler için ölçü, demokratik olup olmadığıdır. Kürtler Türkiye'de demokratik olan her şeye evet derler, demokratik olmayan, demokrasiye uygun olmayan her şeye de hayır derler. Sorun başkanlık sistemi, parlamenter sistem ya da başka bir şey değildir. Kuşkusuz her ülkenin koşullarına göre sistemlerde belirli farklılıklar ya da değişiklikler olabilir. Türkiye gibi demokratik devrim yapmamış, demokratik kültürü oluşmamış ülkelerde başkanlık gibi sistemler daha otoriter, daha antidemokratik siyasal düzenler ortaya çıkarır. Bu da bir gerçeklidir. Ama sistemin başkanlık ya da parlamenter sistem olmasından öte, bu değişiklikler demokratikleşme doğrultusunda mı oluyor, yoksa tersine mi oluyor? Kürtler bu çerçeveden baktığında bu değişikliklerin demokratikleşme yönünde olmadığını, tüm faşist iktidarlar gibi, tüm otoriter liderler gibi güçlü iktidar, güçlü yönetim istediklerini görüyorlar. Güçlü iktidardan kasıtları, bütün yetkilerin kendilerinde toplanmasıdır. Hâlbuki demokrasi, yetkilerin topluma dağıtılmasıdır; yerele dağıtılmasıdır. Merkezin yetkilerinin zayıflatılmasıdır. Bu anayasa değişikliğinde Türkiye'deki mevcut sistem daha da merkezileştiriliyor. Önceden de merkeziydi; önceden de yerel demokrasi yoktu toplumun söz ve karar sahibi olması zayıftı, şimdi daha da zayıflatılıyor. Önder Apo da Kürt Özgürlük Hareketi de Kürt sorununun Türkiye'deki en temel çözümü olarak yerel demokrasinin, yani yetkilerin yerele kaydırıldığı bir demokratik sistemin Kürt sorununu çözeceğini söylemektedir. Şimdi tersi oluyor; daha da merkezileşmiş, daha da otoriter bir sisteme dönüştürülmek isteniyor. Bu bakımdan hayır diyoruz. Çünkü demokratik olmayan ve merkeziyetçi her sistem Kürt soykırımına hizmet eden ve Kürt’ü boğan bir sistemdir.

Artık günümüzde demokrasi anlayışı 4-5 yılda birilerinin seçilip ondan sonra seçilenin her şeyi yaptığı, her dediğinin uygulandığı bir sistem değildir. Zaten bu anlayış Hitler’i, Mussolini’yi doğurmuştur. Bu açıdan İkinci Dünya Savaşından sonra demokrasi anlayışı değişmiştir. Artık seçimden seçime bir başkanın ya da parlamentonun seçildikten sonra her şeyi yaptığı, yetkilerin tümüyle kendisinde merkezileştiği sistem aşılmıştır. O sistemin otoriterizme ve diktatörlüğe kaydığı görülmüştür. Bu nedenle demokratik toplumun, örgütlü toplumun güçlü olduğu, iki seçim arasında da siyasetçi üzerinde güçlü etkide bulunduğu, siyasetleri etkilediği bir demokratik anlayış gelişmeye başlamıştır. AKP iktidarı bunu reddediyor. Yetki alınacak, artık o yetkiye 4-5 yılda hiç kimse karışamayacak! Astığı astık, kestiği kestik olacak! Bu, genel, evrensel demokratik eğilime de terstir. Öte yandan da Kürtler demokratik olmayan her şeyin Kürt karşıtı olduğunu, Kürt düşmanı olduğunu, Kürt soykırımına hizmet ettiğini düşünmektedirler. Bu referandumda öngörülen değişiklikler de demokratikleşme yönünde değil de demokratikleşmenin tersi olan yetkilerin daha da merkezileşmesi, belirli güç odaklarında toplanması anlamına geldiğinden Kürtler hayır demektedirler.

Önder Apo İmralı’daki görüşmeler sürecinde de sürekli şunu söylemiştir; biz otoriter, hegemonya peşinde olan hiçbir adımı desteklemeyiz, karşı çıkarız. Erdoğan’ın ve AKP iktidarının otoriter hegemonya peşinde koşmasını da kabul etmeyiz demiştir. İmralı’daki görüşmeler sürecini de Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünde değerlendirmek istemiştir. Dolmabahçe Mutabakatının gerçekleşmesini bu amaçla sağlamıştır. Böylece Türkiye'de demokratikleşmeye zemin sunmak, demokratikleşmenin kapısını açmak istemiştir. Erdoğan ise tek kişiye dayalı otoriter bir sistem arzuladığı için Dolmabahçe Mutabakatını reddetmiştir. Bu yönüyle biz referandum değişikliklerinin var olan otoriter, Kürt soykırımcı sistemi daha da otoriter yönetime kavuşturmak olarak ele alıyoruz. Zaten kendileri de bunu açıkça dillendirmektedirler. Yani Kürt soykırımına dayanan Türkiye'deki siyasi rejim daha otoriter bir yönetime kavuşturulmak isteniyor. Bu yönüyle biz bunu soykırım yönetimi sağlamak olarak görüyor ve bu nedenle de reddediyoruz.

En son size yakın medya kanallar yoluyla Kürdistan’ın 3 parçasında Türkiye’ye karşı savaş yürütüleceğini belirtmişsiniz: Irak, Türkiye ve Suriye. Türkiye’ye karşı savaştan, özellikle Irak ve Suriye’de savaşmaktan kastınız nedir?

Bakurê Kurdîstan'da sürekli şiddetli bir savaş var. Medya Savunma Alanlarında da savaş süreklidir. Zaten Türk devleti her gün hava saldırılarıyla savaşı sınır ötesine taşırmıştır. Her gün uçaklarıyla Kandil’e saldırı yapıyor, Garê’ye, Zap’a, her tarafa saldırıyor. Suriye'de zaten Rojava Devrimini bastıracağını söylüyor. Öte yandan Erdoğan yeni stratejiden söz etti. ABD İkiz kuleleri vurulduktan sonra önleyici müdahale denen bir strateji benimsemişti. Şimdi Türk devleti de bunu taklit ediyor. Ben de Kürtlere karşı her yerde savaşacağım diyor. Aslında sadece Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı değil, bütün Kürtlere karşı savaş açmıştır. Çünkü Kürtlerin yükselişi gerçekleşmiştir. Bu durum da Türkiye'yi zorlamaktadır. Çözüm politikası da olmayınca, o zaman Kürtlerin tüm Ortadoğu'da, dünyada güçlenmesinin önüne geçmek istemektedir. Bunun için Suriye'de Kürtlere karış savaşıyor. Bakur’da zaten şiddetli bir savaş var, halk üzerinde kapsamlı bir baskı ve zulüm yapıyor.

Türk devleti savaşı Kürtlerin bulunduğu her yere taşımışsa, biz de bu yaklaşım karşısındaki tutumumuzu gözden geçirmek durumundayız. O her gün saldırırken, savaşı her yere taşırken bizim savaşı sadece Bakurê Kurdîstan’la sınırlı tutmamız doğru bir yaklaşım olmaz. Savaş mantığına da ters olur. Bu açıdan biz de Türk devletinin bu topyekûn saldırısı karşısında durum değerlendirmesi yapıyoruz. O Kürtlere karşı her yerde savaş yürütmek istiyorsa, biz de buna nasıl cevap veririz biçiminde bir yaklaşım içindeyiz. Bunun şimdiden nasıl olacağını, nasıl pratikleşeceğini söyleyemeyiz, ama zaten savaşı Türk devleti taşıyor. Suriye'ye, Irak'a, her yere! Şengal’e saldıracağım, Kandil’de şöyle yapacağım, şurada burada böyle yapacağım demiyor mu? Bu açıdan bizim de Türk devletinin bu politikasına karşı cevap vermemiz savaşın gereğidir. O kendine göre bizimle her yerde savaşmayı meşru görüyorsa, bizim de ona karşı her yerde cevap verme yaklaşımımız olur.

Tabii ki burada kaybedecek olan Türk devletidir. Biz zaten mücadele için varız, savaş için varız. Kürt halkının özgürlüğü için mücadele edip savaşıyoruz. Bu yönüyle de Türk devleti eğer savaşı yaygınlaştırıyorsa bu bizim açımızdan sessiz kalınacak bir durum değildir. Bu durumda da kazançlı çıkacak olan Türk devleti değil, Kürtler olacaktır. Kürt özgürlük mücadelesi olacaktır.

PKK'nin stratejisi bu iken, bu durum barış sürecinin yeniden başlamasına dair hiçbir umudun bulunmadığı anlamına mı geliyor?

Barış tek taraflı bir yaklaşımla olmaz. Türk devleti şu anda Kürt halkının iradesini kırma, sindirme, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme saldırısı yürütüyor. Topyekûn bir saldırıya geçmiş durumda. Zaten Kürt’ün gücünü kırmak için iki buçuk yıl önce savaş kararı aldılar. İki yıldır da bu savaşı sürdürmektedirler. Şöyle bir barış olmaz; iradesini kıracağım, sindireceğim, zayıflatacağım, ondan sonra da bazı kırıntılar Kürtlerin önüne atacağım! Kürt özgür ve demokratik yaşam istiyor. Adalet olmadan, vicdan olmadan, eşitlik olmadan, hakkaniyet olmadan barış olur mu? Barış adalet ve eşitlikle olur. Bu açıdan şu anda barış için herhangi bir zemin bulunmuyor. Ancak Türk devletinin, AKP iktidarının saldırıları kırılırsa o zaman çözüm ve barış umudu ortaya çıkabilir. Bu bakımdan artık barış ve çözüm umudu mücadeleyle olabilecek bir durumdur. Mücadele edilirse, Türk devletinin bu soykırımcı, tasfiyeci iradesi kırılırsa, o zaman Türkiye'de demokratikleşmenin ve Kürt sorununun çözümünün önü açılır. Yoksa şu anda zaten herhangi bir umut yoktur. Umut mücadelededir. AKP-MHP ittifakına dayalı faşist iktidar geriletilmeden Türkiye'de hiçbir görüşme de olmaz, diyalog da olmaz, çözüm de olmaz.

Önder Apo en makul yaklaşımları gösterdi, ama AKP iktidarı bunu elinin tersiyle itti. Çünkü Türk devletinin çözüm anlayışı yok. Türk devleti hala Kürtleri sindirmek, ezmek ve yok etmek istiyor. Barış ve çözüm ancak Türk devleti Kürtlerin varlığını kabul ederse olur. Başurê Kurdîstan’la ilişkileri de Kürtlerin varlığını kabul etme anlamına gelmiyor. PKK'ye karşı kullandıkları için onlarla ilişkileniyorlar. Yoksa Kürt’ün varlığını kabul etme gibi herhangi bir durum yoktur. Kürt’ün varlığının kabul edilmediği bir yerde de barış sürecinden, herhangi bir çözümden bahsedilemez. Bu açıdan biz mücadeleyi sürdüreceğiz. Şimdi dünyada birçok yerde haklı olarak “adalet yoksa barış da yok” deniyor. Kürt’ü tanıma yoksa, çözüm yoksa, vicdan yoksa, adalet yoksa nasıl barış olacak? Kimse Kürt Özgürlük Hareketi’nden, Kürt halkından teslim olmasını beklememelidir. Ya özgür yaşam, ya özgür yaşam, diyoruz. Bunun dışında başka bir seçeneği kabul etmiyoruz. Bunu da Türk devleti kabul etmiyor; her yerde saldırıp ezeceğim diyor. O zaman buna karşı da biz büyük bir tarihi direniş göstereceğiz.

Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin iç savaşa doğru gittiğine dair işaretler var. Öcalan’a sempatisi olduğunu söyleyen TAK birçok patlama gerçekleştirdi. Birçok YPS savaşçısı öldürüldü. Önümüzdeki bahar ve yaz sürecinde Türkiye’yi Suriye’ye çevirecek kanlı bir savaşa şahit olacağımızı düşünüyor musunuz?

Bizim Türkiye'yi Suriye'ye çevirmeyi hedefleyen bir politikamız yoktur. Herhangi başka nedenlerle Türkiye'ye düşmanlık yaptığımız da yoktur. Biz, Türkiye'de Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini veriyoruz, meşru mücadele yürütüyoruz. Çünkü Türk devletinin Kürdistan üzerindeki politikaları soykırımcıdır; Kürt’ü yok etme politikalarıdır, Kürt’ün varlığını tanımıyor. Sadece Bakurê Kurdîstan'da değil, Rojava’da da Başurê Kurdîstan'da da, Rojhılatê Kurdîstan’da da, Kürt’ün olduğu her yerde de Kürt düşmanlığı yapıyor. Buna karşı tabii ki Kürt halkının meşru savunması olacaktır, özgürlük ve demokrasi mücadelesi olacaktır. Bu yönüyle 45 yıldır Önder Apo çizgisi ve PKK öncülüğünde bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi verilmektedir. Türk devleti ne kadar zalim olursa olsun ne kadar saldırırsa saldırsın bu mücadele sonuna kadar yürütülecektir. Tabii ki Türk devleti savaşı bu kadar şiddetlendiriyorsa bizim de Türkiye'de savaşı şiddetlendirme hakkımız ve meşruiyetimiz vardır. Türk devleti “ben şehirleri yakıp yıkacağım, Kürt’ü ezeceğim, Kürt’ün hiçbir örgütlenmesine, demokratik kurumlaşmasına müsaade etmeyeceğim derse; Kürt’ün varlığına yönelik bir saldırı içinde olursa, Kürt de buna direnecektir. Bu açıdan 2017’de savaş şiddetlenecektir.

Bu savaş sadece Bakurê Kurdîstan’da değil, Türkiye'de de Türkiye'nin metropollerinde de derinleşerek gelişecektir. Eğer Türkiye savaşı bu kadar şiddetli sürdürüyorsa, o zaman bizim de bu savaşı Türkiye'ye taşıma hakkımız vardır. Hiç kimse bu savaş niye Türkiye'ye taşırılıyor diyemez. Bu açıdan savaşı giderek daha fazla Türkiye'ye taşıracağız, derinleştireceğiz. Şimdiye kadar belki ölçülü yapıyorduk, ama Türk devletinin Kürt halkına, Kürt Özgürlük Hareketi'ne savaşı bu kadar ölçüsüz olursa, sadece Bakurê Kurdîstan'da değil, Rojava’da ve her tarafta düşmanlık yaparsa Kürt halkı da Türkiye metropollerinde Türk devletinin askeri güçlerine, polis güçlerine, özel savaş güçlerine ve siyasi güçlerine karşı eylemlerini arttıracaktır. Bu, Türkiye'yi Suriye'ye çevirme politikası değildir. Aksine Türkiye'nin Kürt sorununu çözmeyerek, demokrasi güçlerine saldırarak Türkiye'yi bir savaş alanı haline getirme politikasına karşı bir savaştır. Eğer Türkiye'de savaş şiddetlenecekse bunu yaratan AKP iktidarıdır.

TAK’ın bizimle herhangi bir ilişkisi yoktur. Türk devletinin Kürdistan'da uyguladığı zalimlik gibi bir halka karşı çok şiddetli saldırılar olduğunda bu tür tepki örgütleri, tepkiyle davranan ve ona göre harekete geçen gruplar, örgütler olur. Bunu da yaratan Türk devletinin kendisidir. Çünkü Türk devleti savaşı o kadar kirli ve ölçüsüz hale getirmiştir ki, kadın, çocuk, yaşlı demeden savaşı o kadar zalimce sürdürmektir ki, bu Türk devletine karşı derin öfkeleri, derin tepkileri, derin patlamaları doğal olarak ortaya çıkarmaktadır. Bizim savaşımız 45 yıldır Kürt halkının meşru savunma savaşıdır; her zaman makul yaklaşımlar göstermişiz, savaş hukukuna uymuşuz, sivillere yönelik herhangi bir eylemimiz olmamıştır. Bazı eylemlerde sivillerin zarar görmesi durumunda da her zaman bunun özeleştirisini vermişiz, buna dikkat etmişiz. Hatta 1980’lerin sonunda sivillerin zarar gördüğü eylem yapanları yargılamışız. Bunu tüm dünya da bilmektedir. Bundan sonraki politikamız da bu doğrultuda olacaktır. Ama savaşı sadece Kürdistan'da değil, Türkiye'de de geliştireceğimizi tüm dünya bilmelidir.

Kürt sorununun çözümü için Türkiye ile aranızda arabuluculuk yapmaları için birçok defa Avrupa Birliğine, ABD'ye ve uluslararası camiaya çağrıda bulunmuştunuz. Bazıları Erdoğan başkanlık hayallerine ulaşırsa Abdullah Öcalan’la İmralı’da yeniden diyalog kurabileceğine inanıyor. Bu tür bir gelişme olabilir mi?

Kuşkusuz Kürt sorunu uluslararası hale gelmiş bir sorundur. Yüz yıldır Türk devleti ABD'nin, Avrupa’nın, uluslararası güçlerin desteğini alarak Kürtler üzerinde soykırım politikası uygulamıştır. Zaten Kürtler üzerindeki soykırım politikası Lozan Antlaşmasıyla gerçekleşmiştir. Lozan Antlaşması Musul ve Kerkük’ün İngiltere’ye bırakılması karşılığında Türk devletine Kürtler üzerinde soykırım politikası yürütme izni vermiştir. Türk devleti Kürtler üzerindeki soykırım politikasına onay alma karşılığında Musul ve Kerkük’ü İngiltere’ye bırakmıştır. Bu açıdan Kürtler üzerindeki soykırım politikası konusunda İngiltere ve Avrupa suç ortağıdırlar. İngiltere’nin politikalarını daha sonra ABD devralmıştır. Bu yönüyle yüz yıldır bu soykırımcı politikaya destek vermektedirler. Ya da Türk devleti bu desteğe dayanarak ve bu destekten cesaret alarak Kürtler üzerinde soykırım politikası yürütmektedir. Ancak bu anlaşmanın üzerinden yüz yıla yakın bir zaman geçmiştir. Dünya ve bölge koşulları değişmiştir. Artık Avrupa Birliğinin, ABD'nin, uluslararası güçlerin geçmişte ortak oldukları bu suç durumunu sürdürmelerini gerektiren siyasal zemin kalmamıştır. Dolayısıyla yüz yıldır Kürt halkına ve insanlığa karşı işlenen bu suçlar karşısında durumlarını değerlendirip Kürt sorununun çözümünde rol almaları gerektiği çağrısı yapmaktayız. Ancak geçmişte içine girdikleri yanlışlıkları, suçları, hataları böyle düzeltebilirler, bunu giderebilirler. Bunu yapmazlarsa tarihe, Kürt soykırımına ortak olmuş güçler olarak geçeceklerdir. Kuşkusuz soykırımı Türk devleti yapmaktadır, ama desteği de bugüne kadar bu güçlerden almışlardır. Bu açıdan biz her zaman bu güçlere Kürt sorunu konusunda rol alabilecekleri, arabulucu olabilecekleri çağrısında bulunmuşuz; üçüncü göz olmaları çağrısında bulunmuşuz. Çünkü Türkiye hala bu güçlerin müttefikidir. Bu yönüyle eğer Türkiye de samimi yaklaşıyorsa Türkiye'nin müttefikleri aracılığıyla, müttefiklerinin gözetiminde bu sorun çözülebilir demişiz. Biz bu yaklaşımı göstermişiz. Ancak ne Türkiye bu yaklaşımı kabul etmiştir, ne ABD, AB, uluslararası güçler böyle bir sorumluluk üstlenmişlerdir. Ama biz şimdi de BM ve AB dâhil bütün uluslararası güçleri, herkesi Kürt sorununun çözümünde rol almaya çağırıyoruz. ABD'ye de Rusya’ya da Kürt sorununun çözümü konusunda rol almaları gerektiğini söylüyoruz. Çünkü bu uluslararası bir sorundur, bir insanlık sorunudur. Ortada bir soykırım politikası vardır. Bu soykırım politikalarına ortak olmamalarını istiyoruz. Soykırım politikası yapan Türk devleti karşısında bir tutumları olması gerektiğini söylüyoruz. Bugün de bu çağrılarımız sürmektedir.

Türkiye'de referandumdan Erdoğan başkan olarak çıkarsa İmralı’da yeniden diyalog kurulabilirmiş gibi sözler toplumu aldatmak için ortaya atılmaktadır. Şunu söyleyebiliriz; Kürtlere karşı yürütülen savaşın büyük çoğunluğu psikolojik savaştır. Türk devleti Kürtlere karşı bir özel savaş, bir aldatma, oyalama, kandırma, psikolojik savaşla gerçekleri çarpıtma devletidir. Bu çarpıtma ortamında da Kürt soykırımını zamana yayılmış bir biçimde sürdürme politikası yürütmektedir. Şimdi de Kürtler yine oyalanmak isteniyor. Bu tür değerlendirmelerin amacı, Kürtleri direnişten alıkoymaktır. Türk devleti bu kadar zulüm yapıyor, eziyor, tümden tasfiye etmek istiyor, ama hala Erdoğan’ın, AKP'nin Kürt sorununun çözümünde adım atacağı biçiminde değerlendirmeler ortaya atılıyor! Bunlar tamamen soykırımcı devlet ve AKP iktidarı karşısında Kürt halkını direnişsiz bırakmak, Kürt halkının direnişini engellemek isteyen yaklaşımlar, değerlendirmeler ve yorumlardır. Kaynağı da Türk devletidir; Türk özel savaşıdır. Özellikle Türk devletiyle ilişki içindeki Kürtlerdir. Türk devleti bazı Kürtleri kullanarak bu tür değerlendirmeler ve propagandalar yaptırıyor. Yine Türk devletiyle ilişkili uluslararası alandaki bazı ilişkiler ve kurumlar bu tür değerlendirmeler ve yorumlar yaparak Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü imha ve soykırım savaşında Kürt’ü mücadelesiz ve direnişsiz bırakmak istiyorlar. Bunu kesinlikle böyle anlamak gerekir. Şu anda AKP ile Erdoğan’ın politikası Kürt’ü ezmek, Kürt’ü tasfiye etmektir. AKP-MHP iktidarı Kürt Özgürlük Hareketini ezecek, Kürtleri zayıflatacak, iradesini kıracak, ondan sonra bazı adımlar atacak! Bu söz müdür? Böyle adım mı olur? Kürt soykırımından vazgeçmek böyle mi olur? Bu tür yaklaşım ve beklentiler kesinlikle Kürt soykırımına teslim olma dayatması olur. Hiç kimse Türk devletinin Kürtlere Kürt soykırımını kabul ettirme dayatması yapması gerçeğini bir adım olarak gösteremez.

Zaten Kürt halkının da bizlerin de böyle bir yaklaşımı kabul etmemiz mümkün değildir. Kürt Özgürlük Hareketi ezildikten sonra, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ezildikten sonra, iradesi kırılıp sindirildikten sonra ortada artık Kürt sorununun çözümü kalmaz. Kürt soykırımının tamamlanması politikaları kalır. Bu yönüyle Erdoğan başkan olduktan sonra diyalog kurulabilecekmiş gibi sözler Kürt halkını aldatma sözleridir; dünyayı aldatma sözleridir. Bir yönüyle de Erdoğan başkan olursa görüşmeler başlarmış gibi bir algıyı yaratarak Kürtlerin AKP-MHP iktidarına karşı mücadelesini zayıflatmak, hayır kampanyasını zayıflatıp Kürdistan'da referandumda evet oylarını yükseltmek amaçlanmaktadır. Bu tür haberlerin başka bir amacı yoktur.

Erdoğan’ın başkanlık hayali vardır. Zaten 2015 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de HDP heyetiyle AKP iktidarı arasındaki var olan Dolmabahçe Mutabakatı da bu nedenle reddedildi. Dolmabahçe Mutabakatı, Erdoğan’ın hegemonik otoriter sistem anlayışını engelleyen bir içeriğe sahipti. Demokratikleşmeyi içeriyordu. Erdoğan ise demokratikleşmeyi değil, otoriter bir sistemi arzuluyordu. Bu bakımdan Dolmabahçe Mutabakatına karşı çıktı ve o süreci bitirdi. Böyle bir kişilikten başkan olduktan sonra demokrasi doğrultusunda adım atacağını beklemek akıl dışılıktır, kendini kandırmaktır. En başta da Kürtleri kandırmaktır. Bu açıdan Kürtlerin bu tür özel savaş ve psikolojik savaş söylemlerine karnı toktur. Şu anda Kürtlerin önünde tek hedef vardır, o da AKP-MHP iktidarına karşı mücadele verip onları geriletmek, bu iktidarı gerileterek Türkiye'de demokratikleşmenin önünü açmak ve bu temelde de Kürt sorununu çözmektir. AKP-MHP faşizmi geriletilemeden Kürt sorununun çözümünün zemininin yaratılması mümkün değildir.

Türkiye şu anda PKK bağlantılı Kürtlerle sadece Türkiye'de değil, Şengal ve Suriye'de de savaşmaktadır. El Bab hem Kürtler hem de Türkiye için kritik öneme sahiptir. Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesi istediği sonuçları almadı. Türkiye'nin daha fazla ilerlemesi, QSD güçleri ile bir savaş durumunu ortaya çıkarabilir mi? Demokratik Suriye Güçleri’nin Türkiye'ye cevap vereceğini düşünüyor musunuz?

Nerede Kürtler bir kazanım elde etse Türk devleti oraya saldırmaktadır, orayı boğmak için her türlü yol ve yöntemi denemektedir. Çünkü Kürdistan'ın diğer parçalarında özgürlük ve demokrasi kazanılırsa bunun kendileri için örnek olacağını görmekte ve bundan korkmaktadır. Aslında Başurê Kurdîstan’ı da kabul etmez. Şu anda PKK'ye karşı kullandığı için, en büyük düşmanı PKK olduğu için, öncelikli hedefi tasfiye etmek açısından Başurê Kurdîstanlı güçlerle ilişki kurmaktadır. Çünkü esas savaştığı güç PKK’dir, Kürt Özgürlük Hareketi'dir. Yine Rojava’da Kürtlerin kazanım elde etmesinin Türkiye'yi olumsuz etkileyeceğini düşünmektedir. Bu açıdan da başından itibaren Rojava Devrimini boğmak için her türlü yol ve yöntemi denemiştir. Ancak Rojava Devrimine karşı kullandığı çeteler, maşalar başarılı olamayınca bu defa doğrudan kendisi Suriye'ye girmiştir. İlk önce Cerablus’a, El Bab’a girmiştir. Kesinlikle burada amaç Rojava Devrimini boğmaktır; kantonların birleşmesini engellemektir. Başka bir amacı yoktur. Öyle IŞİD’le savaşma gibi bir amacı yoktur. IŞİD’le sadece zihniyet ortaklığı değil, politik ortaklığı da vardır. El Bab’a girmesi, IŞİD’le savaşa girmesi bile Kürt karşıtlığı nedeniyledir. Bab’da kendisinin de IŞİD’e karşı savaştığını gösterip Rojava Devrimini boğma zemini yaratmaya çalışmaktadır. Aslında bunu tüm dünya da herkes de bilmektedir. Bizim açımızdan Türkiye'nin Rojava’ya neden girdiği bellidir. Rojava Devrimci Güçleri de Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu da Türkiye'nin Suriye'ye, Bab’a neden girdiğini çok iyi bilmektedirler. Asıl hedefin IŞİD olmadığını bilmekte, bu açıdan da Türkiye'ye karşı tedbirlerini almaya çalışmaktadırlar.

Türk devleti Bab’ta belirli yerleri ele geçirdikten sonra şimdi sıra Mınbic’te demektedir. Açıkça Kobanê ile Afrin arasındaki bölgeyi tümden kontrol altına alıp oraları kendi çetelerine bırakmak istemektedir. Türkiye'ye bağlı çetelere orada ayrı bir yönetim oluşturmaya çalışmaktadır. Mınbic üzerinde bu kadar durmasının nedeni budur. Bunların da nasıl bir yönetim olacağı ve yaşam biçimi yaratacağı ortadadır. El Kaide’cidirler, özü itibariyle IŞİD’çidirler. Zaten AKP ile ideolojik olarak benzer bir yaklaşım içindedir. Bu açıdan hala onlara dayanarak Suriye üzerinde politik etkinlik kurup Kürtler üzerinde baskı yaratmayı amaçlamaktadır. Şimdi Mınbic’e saldırıları sürmektedir. Sanırız Minbic askeri meclisi buna cevap verecektir. Çünkü Minbic Askeri Meclisi, Minbic meclisi Minbiclilere aittir. Minbic’te yaşayan tüm halkların meclisi ve askeri güçleridirler. Bunlar da Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu içinde, QSD güçleri içindedirler. QSD güçleri sadece Kürtlerden oluşmuyor, birçok bileşeni var. Bu bileşenlerden biri de Minbic askeri güçleridir. Buna karşı direneceklerdir. Demokratik olmayan işgalci güçlerle demokratik güçlerin, Minbic’in öz halkı arasındaki savaş olacaktır. Minbic halkı bu işgalci güçlere, bu antidemokratik güçlere karşı direnecektir. Eğer bu saldırılar Minbic çevresindeki QSD güçlerine de yönelirse, bu Türkiye ile QSD güçleri arasında bir savaşa dönüşür. Türkiye'nin Kuzey Suriye'de devrimci demokrasi güçlerine saldırması, kendine bağlı çeteleri orada hakim kılması karşısında Demokratik Suriye Güçleri de kesinlikle cevap vereceklerdir.

Minbic’te demokratik güçler hâkimdir. Minbic’te IŞİD atılmıştır. Şimdi Türkiye devleti demokrasi güçlerini, demokratik toplumcu güçleri çıkararak yeniden El Kaide’ci dinci milliyetçi güçleri orada hâkim kılmak istemektedir. Orada bütün halklar kardeşçe ortak bir siyasi sistem kurarken, demokratik bir sistem kurarken, Türk devleti bu demokratik sisteme karşıdır. Çünkü bu demokratik sistemin Kuzey Suriye'ye yerleşmesi Türkiye'deki antidemokratik rejimi de zorlamaktadır. Sadece Kürtlerin özgürlük kazanması değil, Suriye'nin demokratikleşmesi de Türkiye'nin korkusudur. Bu açıdan demokratik güçlere saldırmaktadır. Kuzey Suriye'de de tüm demokrasi güçleri bir ittifak içindedir, bir cephe kurmuşlardır. Bu bakımdan işgalci güçlere karşı bu demokrasi güçleri, halkların demokrasi cephesi direnecektir. Bu sadece Kürtlerin, Arapların direnişi olmayacaktır; bu, tüm Suriye halklarının, Suriye'deki tüm demokrasi güçlerinin demokratik olmayan güçlere ve işgalci güçlere karşı direnişi olacaktır. Biz devrimci demokratik güçlerin dünyanın her yerinde olduğu gibi Kuzey Suriye'de, Minbic’te de işgalci güçlere, demokratik olmayan güçlere direneceğine inanıyoruz. Herhalde demokrasi güçleri otoriter, faşist güçlere bulundukları alanları bırakmayacaklardır. Dolayısıyla Minbic’te demokrasi karşıtı güçlere direniş gösterilecektir. Demokrasi karşıtı güçler aynı zamanda işgalci güçlerin işbirlikçisidir. Bu bakımdan işgalci güçlerin işbirlikçilerine karşı da savaşı yürüteceklerdir. Yani hem Türkiye'ye hem de işbirlikçilerine karşı mücadele edeceklerdir. Biz şimdiye kadar Minbic askeri meclisinin tutumundan, yaklaşımlarından, Demokratik Suriye Güçlerinin şimdiye kadarki tutumlarından işgalci güçlere, işbirlikçi güçlere, demokrasi karşıtı güçlere karşı mücadelenin geliştirileceğini anlıyoruz.

Türkiye başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş 13 Şubat’ta koalisyon güçleriyle konsensüse varılırsa Türkiye'nin Minbic ve Rakka’ya doğru ilerleyeceğini söyledi. ABD başkanı Donald Trump ve Erdoğan arasında yapılan telefon görüşmesinden sonra bazı ABD üst düzey yetkilileri Türkiye'yi ziyaret ettiler. YPG’nin Türkiye güçleriyle birlikte Rakka’da IŞİD'e karşı savaşacağını düşünüyor musunuz? Kadın savunma güçleri YPJ Suriye’nin kuzey doğusunda Amudê kasabası yakınında Türkiye ordusu çatıştılar. Bu çatışma yaygınlaşır mı?

Türkiye uzun süre müttefiki olduğu, destekçisi olduğu IŞİD’in arka cephesi, ger cephesi ve lojistik üstü olmuştur. Bunu tüm dünya bilmektedir. Ancak bu politikası hem teşhir olunca hem de IŞİD’in Suriye politikasında etkili olmayacağı, gerileyeceği görülünce Türkiye bu defa IŞİD'e karşı olduğunu söylemeye, IŞİD karşıtı tutum almaya başlamıştır. En azından söylemde IŞİD karşıtı bir tutum içine girmiştir. IŞİD'e karşı mücadele içinde Rojava devrimcilerinin, Demokratik Suriye Güçlerinin ve Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun etkili olduğunu görünce artık kendisine bağlı güçlerin Suriye'de bir rol oynayamadığını görünce bu defa doğrudan müdahaleye yöneldi. Bu nedenle Cerablus’u işgal etti, Bab’a girdi. Şimdi de Mınbic’e ve Rakka’ya gideceğini söylüyor.

Türkiye Suriye'de bir dış güçtür. Demokratik Suriye Güçleri, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu, Rojava Devrimcileri ise bir iç güçtür, iç dinamiktir. Türkiye bir dış güç olarak Suriye'deki sorunları ağırlaştıran bir karaktere sahiptir. Eğer Rakka konusunda Türkiye'ye bir rol verilirse bu, Suriye'nin daha da karışması anlamına gelir. Suriye'de bir dış gücün dengeler içine girmesi sorunları daha da ağırlaştırır. Suriye'de sorunları çözecek olan iç dinamiklerdir. İç dinamikler de bellidir Demokratik Suriye Güçleridir, Rojava devrimcilerdir. Türkiye'ye bağlı çeteler bile artık bir iç güç olmaktan çıkmışlar, tamamen Türkiye'nin uzantısı haline gelmişlerdir. Böyle bir gücün Suriye'de etkin olması hiç kimsenin çıkarına ve faydasına olmaz. Ne Suriye'ye barış ve istikrar getirir ne Suriye'de demokratikleşme sağlatır, ne de sorunları çözer. Çünkü Türk devletinin zihniyeti Suriye'deki mevcut sorunları yaratmıştır. Türkiye'nin etkili olduğu yerlerde El Kaide zihniyeti, anlayışı, yaşamı hâkim olmaktadır. Türkiye'nin girdiği her yerde bundan başka bir sonuç ortaya çıkması da mümkün değildir. Bu bakımdan ne ABD'nin ne Avrupa’nın ne Rusya’nın, ne Suriye'nin, ne İran'ın, ne de Irak’ın Türkiye'nin bu kadar Suriye içlerine girmesini kabul edeceğini sanmıyoruz. Böyle bir dış gücün Rakka’ya girmesi siyasal karmaşayı daha da arttıracaktır. Ama Demokratik Suriye Güçleri hem bir iç güçtür hem de demokratik güçtür. Demokratik bir zihniyet olmadan Suriye'deki her müdahale sorunları daha da ağırlaştırır.

Demokratik Suriye Güçleri sadece Kürt güçleri değildir; Suriye'deki bütün halkların içinde olduğu güçtür. Kaldı ki Rojava Devrimcilerinin, Demokratik Suriye Güçlerinin, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun genel yaklaşımı şudur; hangi halk nerede yaşıyorsa oranın yönetimi o halka ait ve demokratik olmalıdır. Araplarsa Araplar oranın yönetiminde ağırlıklı olurlar. Kürtlerse Kürtler olurlar, Çeçenlerse Çeçenler, Süryanilerse Süryaniler, Türkmenlerse Türkmenler, Ermenilerse Ermeniler olurlar. Herkes bulunduğu yerde tüm toplumu temsil edecek meclis içinde ve yönetim içinde yer alır. Kuşkusuz demokratik olması açısından zayıf kesimlere pozitif ayrımcılık yapılması da Rojava Devrimi ve Demokratik Suriye Güçlerinin genel bir yaklaşımıdır.

Rakka özgürleştirildiğinde Rakk’yı Rakkalılar yönetecektir. Öyle Erdoğan’ın dediği gibi Araplar Kürtleri kabul etmez gibi bir yaklaşım yoktur. Kürtleri kabul etmezse işgalci Türkleri hiç kabul etmez! Kürtler şu anda bulundukları her yerde bütün halklarla kardeşçe yaşamaktadırlar. Kürtlerin hiçbir yerde halkları yerlerinden etme, oradaki halklar üzerinde egemen olma gibi bir yaklaşımları yoktur. Kesinlikle halkların demokratik meclisinin, demokratik yönetiminin hâkim olması için çabalamaktadırlar. Demokratik Suriye Güçlerinin bütün çabası budur. Bu açıdan ne Rojava Devrimcileri ne Demokratik Suriye Meclisi, ne de Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu Türkiye'nin Rakka operasyonunda yer almasını kabul edeceklerdir; etmezler. Türkiye'nin Rakka’ya girmesini de istemezler, Türkiye’yle ortak bir çalışma yürütmeyi de kabul etmezler. Bu bakımdan böyle bir şey dayatmadır, Rakka operasyonunu da boşa çıkarmaktır. Bu açıdan doğru olan, Rakka içindeki ve dışındaki Arap güçleriyle Kürtlerin içinde yer aldığı Demokratik Suriye Güçlerinin Rakka’yı özgürleştirme operasyonuna katılmalarıdır.

Kürtlerin, Rojava Devrimcilerinin, PYD’nin biz Rakka’yı yöneteceğiz, Rakka’ya hâkim olacağız gibi bir yaklaşımı yoktur. Kürtler QSD içinde Rakka operasyonunda yer alarak Rakk’nın özgürleştirilmesine destek olmaya çalışıyorlar. Çünkü Rojava Devriminin güvenliği de Suriye'nin demokratikleşmesinden geçmektedir. Dolayısıyla Rakka’da demokratik Arap güçlerinin hâkim olmasını istemektedirler. Demokratik güçler demek, Kürtlerin dostu demektir. Türkiye ise Rakka’da demokratik güçlerin değil, otoriter güçlerin, El Kaide gibi güçlerin hâkim olmasını istiyor, ÖSO gibi demokratik olmayan güçlerin hâkim olmasını istiyor. ÖSO gibi güçler El Kaide güçleridir. Bu açıdan da ABD'nin, koalisyon güçlerinin Rakka’yı El Kaide zihniyetine, ÖSO zihniyetine teslim edeceğini düşünmüyoruz. Çünkü bunu ne Kürtler kabul eder ne de demokrasi güçleri kabul eder. Eğer şimdiye kadar Suriye'de IŞİD'e karşı demokrasi güçleri mücadele vermişse, Demokratik Suriye Güçleri Mücadele vermişse o zaman Demokratik Suriye Güçlerinin Rakka’yı özgürleştirmesi ve demokratik Rakka yaratması konusundaki çabalarına da herkesin saygı duyması gerekmektedir. Önemli olan sadece Rakka’nın IŞİD’ten temizlenmesi değildir, aynı zamanda IŞİD’ten temizlenen Rakka’nın demokratik bir yönetime kavuşmasıdır. Rakka’nın demokratikleşmesi, demokratik bir yönetime kavuşması demek, aslında Suriye'nin demokratik bir yönetime kavuşması demektir. Bu bakımdan Rakka’da kimin yönetim olacağı, nasıl yönetim olacağı da önemlidir. Bu açıdan Demokratik Suriye Güçleri ve Rakka’nın devrimci güçleri Türk devletinin Rakka operasyonuna katılmasını kabul etmeyeceklerdir. Çünkü Türkiye antidemokratik güçlere destek vermektedir. Bu açıdan demokrasi güçleri, antidemokratik güçlerin Rakka’ya ilerlemesine kesinlikle müsaade etmeyeceklerdir, kabul etmeyeceklerdir, etmemeleri gerekir.

Demokratik güçlerin bir görevi de antidemokratik güçlere karşı savaşmaktır. IŞİD zihniyetine karşı savaşmaktır. IŞİD gidecek, El Kaide ya da El Kaide’ye yakın zihniyetler gelecek! Daha otoriter, demokratik olmayan zihniyetler gelecek! Bunun kabul edilmesi mümkün değildir. Türkiye zaten Rakka’da demokratik güçlerin hâkim olmasını istemiyor. Çünkü Rakka’da demokratik güçler hâkim olursa Suriye demokratikleşecektir. Türkiye Suriye'nin demokratikleşmesini istemiyor. Türkiye istiyor ki Suriye otoriter bir Suriye olsun; otoriter bir Suriye'de Kürtlerin hakları kabul edilmesin. Onun için Türkiye'ye bağlı güçler Cenevre’de de, Astana’da da Kürtlerin olmasını istemiyorlar. Kürtlerin olmamasını istemek, otoriter bir Suriye istemek demektir. Türkiye de zaten böyle bir Suriye istiyor. Bu açıdan YPG, Demokratik Suriye Güçleri Türkiye ve onun işbirlikçisi olan El Kaide zihniyetli güçlerle yan yana gelemez. Bunlar birbirlerine karşı olan güçlerdir. Suriye'deki mücadele esas olarak da demokrasi güçleriyle demokratik olmayan güçler arasındaki mücadeledir. Bu bakımdan demokrasi güçlerinin demokratik olmayan güçlere boyun eğmesi, onların etkin olması için onlara yardımcı olması beklenemez. Bu açıdan Rakka özgürleşecekse Demokratik Suriye Güçleri ve Demokratik Arap Güçleriyle özgürleşecektir. Bunun dışındaki her tercih IŞİD’e karşı mücadeleyi tıkatmaktan, Suriye'de sorunları ağırlaştırmaktan, Suriye'yi demokratik bir yönetim olma durumundan uzaklaştırmaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Buna da Demokratik Suriye Güçleri izin vermeyecektir.

Son süreçte Suriye'deki politik ittifaklar ve formüller değişti. Türkiye destekli isyancılar Halep’ten geri çekildiler ve sonrasında da Astana görüşmeleri başladı. Kürtler bu görüşmelerden dışlandılar. Siz bu görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye'de politik ittifaklar çok fazla değişmedi. Türkiye Suriye'de siyasette etkisiz kaldığını gördü. Bu çerçevede çok sıkıştı. Bu durum karşısında Halep’ten çekilme karşılığında Türkiye'ye Cerablus’a girme izni verildi. Halep tabii ki rejim, dolayısıyla Rusya için çok önemliydi. Bu yönüyle böyle bir pazarlık gelişti. Bu süreçte Rusya inisiyatif kazandı. Astana’da Rusya, Suriye ve İran’ın isteklerinin hakim olduğu görüşmeler yapıldı. Astana toplantısı Rusya’nın, Suriye'nin, İran’ın Türkiye ile ittifak yaptığı anlamına gelmiyordu. Rusya, İran, Suriye Türkiye'yi belli düzeyde oyalayarak kendilerini Halep ve çevresinde etkin kılmaya çalıştılar. Yine Türkiye'nin bu zayıflığından yararlanarak Suriye siyasetinde belli düzeyde etkili oldular. Bu yönüyle Türkiye ile kurdukları ilişkiler Rusya’nın, İran’ın Suriye'nin belli düzeyde etkinlik kazandığı dönem oldu. Yoksa Türkiye ile bu güçler arasında bir ittifak olmadı.

Türkiye politikalarıyla koalisyon güçlerinin desteğini alamadığından sıkışınca böyle bir duruma düştü. Biz bunu böyle görüyoruz. Astana görüşmelerinde herhangi bir siyasi çözüm çıkacak, gelişme olacak biçiminde bir yaklaşım içinde olmadık. Çünkü Kürtlerin içinde olmadığı, Kürtlerin demokratik zihniyetinin olmadığı, yine Kürtlerle birlikte Süryanilerin, Arapların, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun, Demokratik Suriye Güçlerinin etkisinin olmadığı bir platformda hiçbir biçimde siyasi ilerleme sağlamak mümkün değildir. Kaldı ki Astana’ya muhalif olarak katıldığı söylenenlerin hiçbir karşılığı yoktur. Ne toplum güçleri vardır ne siyasi güçleri vardır ne ideolojik güçleri vardır ne askeri güçleri vardır. Sadece işbirlikçidirler. Ama Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu, Rojava Devrimci Güçleri öyle mi? Milyonlarca insana dayanıyorlar. Bütün farklı kimlikleri içeriyorlar. Arapları, Süryanileri, Çeçenleri, Türkmenleri içeren bir ortak platformları var. Askeri olarak Demokratik Suriye Güçleri gerçeği var. Demokratik Suriye Meclisi, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu gerçeği var. Bunlar hem askeri hem siyasi hem toplumsal hem ideolojik olarak bir gücü ifade ediyorlar, bir alternatif sistemi ifade ediyorlar. Demokratik bir karakterleri var. Diğerlerinin hiçbir karşılığı yok. Bu bakımdan bu görüşmelerden hiçbir sonuç çıkması mümkün değildir. Bu sadece Astana görüşmeleri için değil, Cenevre görüşmeleri için de geçerlidir. Bu yönüyle biz Astana görüşmelerini birbirlerini oyalama ya da belirli güçlere mesaj verme olarak değerlendiriyoruz. Türkiye Rusya’ya biraz yanaşarak ABD'yi ürküterek ABD'yi yanına çekmeyi düşündü. Aslında ABD bunu fazla ciddiye almadı. Böyle bir ortamda Rusya Türkiye'yi kullanmaya çalıştı. Suriye ve İran Türkiye'nin bu zayıflığından yararlandı, çeteleri gerilettiler. Bu açıdan Astana toplantısını politik manevraların olduğu bir görüşme olarak değerlendirmek daha doğru olur düşüncesindeyiz.

Rusya Dış İşleri bakanlığı Suriye Kürtleri ve Suriye rejimi arasında Rusya’nın nezaretinde bazı müzakerelerin gerçekleştiğini söyledi. Suriye rejimi ile bir çözümün olacağını düşünüyor musunuz?

Kuşkusuz önceki Baas zihniyeti ve rejimiyle bir çözümün olması mümkün değildir. Eski rejim merkeziyetçi, farklı kimliklerin demokratik haklarını tanımayan bir karaktere sahipti. Demokratik olmadığı için Kürtlerin hakları da tanınmıyordu. Bu açıdan Kürtlerin Suriye'deki mücadelesi bir yönüyle de Suriye'yi demokratikleştirme mücadelesidir. Çünkü ancak Suriye demokratik olursa Kürtler özgür ve demokratik yaşama kavuşabilirler. Bu açıdan Kürtler, Rojava Devrimci güçleri, Demokratik Suriye Güçleri rejimden bağımsız olarak, diğer güçlerden bağımsız olarak Suriye'nin demokratikleşmesi için mücadele etmektedirler. Kürtler Suriye'yi demokratikleştirme mücadelesi vermektedirler. Ayrı bir devlet kurma yaklaşımları yoktur. Suriye'nin içinde kuzey Suriye'de demokratik bir sistem kurulmasını hedefliyorlar. Bu federasyon içinde de Kürtlerin varlığının, kimliğinin, özgür ve demokratik yaşamının kabul edildiği bir demokratikleşmeyi öngörüyorlar. Bütün kültürlerin, farklılıkların demokratik özerkliğini yaşadığı bir demokrasiyi öngörüyorlar. Bunu kabul eden herkesle çözüm olur. Bunu kabul eden Suriye zaten değişmiş olur, demokratikleşmiş olur, eski zihniyeti bırakmış olur. Soruna böyle bakmak lazım. Yoksa mevcut Suriye rejimiyle bir çözüm olur mu, olmaz mı sorusu, düz bir yaklaşımla değerlendirilebilecek bir soru değildir. Kuşkusuz şimdiye kadarki Suriye rejimiyle, Baas rejimiyle Kürt sorununun çözümü mümkün değildir. Ancak demokratik temelde bir değişime uğrarsa, demokratik bir zihniyetle, demokratik bir yaklaşımla Suriye'nin demokratikleşmesi konusunda bir tutumu olursa o zaman bu rejim artık eski rejim değildir, değişmiştir, yeni bir karaktere kavuşmuştur. O zaman böyle bir rejimle çözüm olasılığı ortaya çıkabilir. Biz sorunlara böyle yaklaşıyoruz.

Kürtler bir taraftan Rusya, diğer taraftan ise ABD ile çalışıyorlar. Kürtler bu stratejiyi ne ölçüde sürdürebilirler? Siz birçok kez PKK’nin 3. çizgi stratejisinin başarılı olduğunu söylemiştiniz; şimdilik bu doğru olabilir, ancak bunu sürdürebilir misiniz?

Kürtler çok haklı bir dava yürütüyorlar; soykırıma karşı mücadele veriyorlar. Bu çerçeveden bakıldığında hiçbir devletin Türk devletinin soykırımına alet olmaması gerekiyor. Diğer taraftan soykırıma uğrayan bir halkın yanında olmaları gerekmektedir. Önder Apo İmralı’da esaret altına alınmadan önce de “haklı bir mücadele yürütüyoruz, bu mücadelemizi herkese anlatabiliriz; Avrupa’ya da ABD'ye de Rusya’ya da, Çin’e de, Hıristiyan’ına da, Yahudi’sine de herkese anlatabiliriz” demiştir. Kürtler şu anda böyle bir mücadele yürütüyorlar. Bu açıdan Rojava Devrimcilerinin mücadelesi de dünyada herkesin haklı görebileceği bir mücadeledir. Bu yönüyle bu mücadele hiç kimseye karşı değildir. Her şeyden önce kendi varlık mücadelesini vermektedir. Suriye’nin değişmesini isteyen her güç Rojava Devrimcileriyle, Demokratik Suriye Güçleriyle çalışabilir; bazı ortak amaçlar yürütebilirler. IŞİD'e karşı mücadele ortak bir amaçtı; Suriye'nin demokratikleşmesi ortak bir amaç olabilir. Ortadoğu'da milliyetçiliğe, dinciliğe, her türlü fanatizme karşı durmak ortak bir olabilir. Bu yönüyle Kürtler demokratik tutumlarıyla, özgürlükçü tutumlarıyla Ortadoğu'da barış ve istikrarın temelidirler. Barış ve istikrarı getirecek bir ideolojik, siyasi tutuma, bir mücadeleye sahiptirler. Ortadoğu'da barış, istikrar, demokratik siyasi çözüm isteyen herkesle Demokratik Suriye Güçleri ortak çalışma yürütebilirler. Biz böyle düşünüyoruz.

Kuşkusuz ideolojik ve siyasi olarak farklılıklar vardır. Rojava Devrimcileri ile Rusya arasında, Rojava Devrimcileri ile ABD arasında ideolojik ve siyasi farklılıklar vardır. Ancak günümüz dünyasını soğuk savaştaki dünyayla da aynı görmemek gerekiyor. Soğuk savaş döneminde siyasi güçlerin bir taraftan yana çok katı bir tercih yapma durumu vardı. Böyle bir dünya gerçekliği vardı. Şimdi soğuk savaş ortadan kalktı. Kuşkusuz tüm güçler arasında bir siyasi mücadele var, ama bu mücadele geçmişteki gibi çok katı ve cepheden sert bir biçimde karşı karşıya gelme halinde olmamaktadır. Rusya da kapitalist sistem içindedir, ABD de kapitalist sistem içindedir. Artık sistem içi bir mücadele vardır. Ancak bu mücadele de 19. ve 20. yüzyıldaki gibi belirli devletlerin bir tarafta, diğer devletlerin bir tarafta karşı karşıya savaş yaptıkları biçiminde olmamaktadır. Savaş tarzının bu biçimde olmasını sağlayan bir ekonomik, sosyal ve siyasi gerçeklik günümüzde yoktur. Bu bakımdan mücadele daha farklı yol ve yöntemlerle yürümektedir. Böyle bir dünyada Rojava Devrimcileri, Demokratik Suriye Güçleri, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu ve bu federasyonun öngördüğü siyasi çizgi, Suriye çözümü bütün güçlerin üzerinde ortaklaşacağı bir çözümü ifade etmektedir. Demokratik Suriye Güçlerinin çözüm yaklaşımı, ABD ve Rusya’yı yakınlaştıracak, ortak bir zemin yaratacak, belli bir uzlaşma zemini yaratacak bir karaktere sahiptir. Biz bu açıdan Demokratik Suriye Güçlerinin, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun her siyasi güçle de belli bir ilişki sürdüreceğine inanıyoruz. Bazen birisiyle ilişki öne geçebilir, bazen diğeri öne geçebilir. Ama bu ilişkiler sürebilir. Öte yandan Rojava Devrimcilerinin, Demokratik Kuzey Suriye Federasyon Güçlerinin bağımsız bir ideolojik siyasi çizgiye sahip olma karakteri var. Bu yönüyle herhangi bir siyasi gücün uzantısı, işbirlikçisi değildirler. Ama siyasi karakterleriyle hem Rusya’nın hem ABD'nin uzlaşabileceği belli bir güçtürler.

Önder Apo’nun ortaya koyduğu üçüncü çizgi Demokratik Ulus çizgisi temelinde mezhepçiliğe ve milliyetçiliğe dayanmayan, Suriye'nin bölünmesini ve ayrı bir devlet olmayı değil; demokratik karakterde Suriye'nin Birliğini esas alan tek alternatif çizgidir; tek doğru yaklaşımdır. Eğer Rusya, ABD, diğer uluslararası güçler gerçekten Suriye'de bir çözüm yaratacaklarsa bu tek doğru çözüm çizgisini zemin alarak bütün siyasi güçlerin uzlaşmasına dayalı bir yeni Suriye ortaya çıkarılabilir. Herhalde Suriye için ilelebet bir savaş yürütülmeyecektir. Geçmiş yüzyılda olduğu gibi şiddetli, karşılıklı bir savaş yürütülecek, biri diğerini ezecek, hâkim olacak, ondan sonra bir çözüm gelecek yaklaşımı günümüz koşullarında gerçekçi değildir. Zaten ne böyle bir siyasi mücadele olacaktır, ne de böyle bir sonuç ortaya çıkacaktır. Belirli bir uzlaşmanın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bunun da Suriye Demokratik Güçlerinin, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun ortaya koyduğu zemin üzerinde gerçekleştirebileceğine inanıyoruz. Şimdiye kadar halkları kardeşçe ve barış içinde bir demokratik sisteme kavuştularsa demek ki doğru bir siyasi çizgi yürütüyorlar. Suriye'nin ve Ortadoğu'nun barış ve istikrara kavuşması, insanlık için tehdit teşkil eden ideolojik siyasi güçlerin etkisizleştirilmesi açısından bu doğru siyasi çizgi bir uzlaşma zemini olur ve bu temelde de demokratik Suriye'nin, yeni Suriye'nin ortaya çıkması gerçekleştir.

Astana görüşmelerindeki anayasa tasarısının Kürtler ile birlikte tasarlandığına dair bilgiler var. Siz bu anayasanın içeriğini destekliyor musunuz?

Astana görüşmelerindeki anayasa taslağının Kürtlerle birlikte hazırlandığını düşünmüyoruz. Zaten Astana görüşmelerinden sonra Rusya’ya çağrılan Kürtler bazı yönleriyle böyle bir taslağın hazırlanmasını olumlu bulmakla birlikte genel olarak eleştirdiler. Kürtlerin varlığının ve haklarının tartışılması konusunda olumlu olduğunu, ama Kürtler için öngörülen statünün yetersiz olduğunu söylediler. Bu taslak belli düzeyde bir kültürel özerkliği ifade ediyordu. Ancak Kürtler özyönetimi esas alan demokratik özerkliğin olduğu bir Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu öngörüyorlar. Bu açıdan Kürt halkının özyönetimini ifade etmeyen böyle bir anayasa yetersizdir. Ama geçmişte Kürtlerin haklarının tanınmaması, varlığının tanınmaması, asimilasyon, soykırım politikalarının izlenmesi dikkate alındığında Kürtlerin varlığını kabul eden bir yaklaşım, bir anayasanın tartışmaya sunulmuş olması bir adımı ifade ediyor, bir iyi niyeti, bir olumlu yaklaşımı ifade ediyor. Ama yetersizdir. Rusya’nın sunduğu taslakta Kürtleri ve farklı halkları ilgilendiren bölüm gerçekten çok yetersizdir, zamanı geçmiştir. Artık Suriye'de daha radikal demokratik bir yaklaşımın olması gerekmektedir. Suriye'nin daha demokratik bir karaktere kavuşması gerekmektedir. Bu açıdan merkezi yönetim yetkilerinin azaltıldığı, yerel demokrasilerin güçlendiği, bu çerçevede farklı etnik ve dinsel kesimlerin özerkliğinin, demokratik özerk yaşamının olduğu bir çözüm gerekmektedir. Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu içinde bütün halkların temel haklarının tanındığı, farklı kimliklerin özyönetiminin, dolayısıyla özerk yaşamının kabul edildiği bir anayasa Suriye için en doğru çözüm olacaktır. Biz bir ilk adım olarak olumlu bulmakla birlikte genel olarak yetersiz bulduğumuzu söyleyebiliriz.

Bazıları Suriye Kürdistanı’nın Akdeniz’e bir enerji hattı olacağını ve Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın Kuzey Suriye Federasyonuna karşıtlığının bundan kaynaklandığını düşünüyorlar. Türkiye’nin Suriye’de size karşı sürdürdüğü savaş bir enerji savaşı mıdır?

Türkiye'nin Kuzey Suriye'de sürdürdüğü savaş ve Rojava Devrimi düşmanlığı kesinlikle bir enerji savaşı değildir, Kürt düşmanlığıdır. Kürt soykırım zihniyetinin Rojava’ya taşınmasıdır. Türkiye bu nedenle Rojava Devrimine düşmanlık yapmaktadır. Kesinlikle esas neden enerji değildir. Bu belki ikincil, üçüncül bir etken olabilir. Ama esas sorunun kesinlikle enerjiyle alakası yoktur. Kürtlerin de enerji koridorunu ele geçireyim, enerjiyi ele geçireyim diye bir dertleri yoktur. Kürtlerin sorunu kesinlikle özgür ve demokratik yaşama kavuşmalarıdır, özyönetimlerine kavuşmalarıdır. Yoksa petrollere, şuna buna el koyayım gibi bir yaklaşımları yoktur. Bir petrol koridoru olsun, bir petrol boru hattı elimizde olsun gibi bir yaklaşımla hareket etmemektedirler. Herhalde Suriye içinde petrolün adil bölüşümünü isterler. Suriye'nin demokratikleşmesi aynı zamanda ekonomi de her alanın demokratikleşmesi anlamına gelecektir. Bu açıdan Suriye'de çıkan petrollerin bütün halklara adil ve eşit dağıtımını isteyeceklerdir, ya da petrol gelirlerinin adil ve eşit bir biçimde bütün halklara, alanlara, topluluklara yansımasını demokrasinin gereği olarak göreceklerdir. Bu açıdan Kürtlerin verdiği savaşın petrolle hiçbir alakası yoktur. Kesinlikle Rojava Devrimcilerinin böyle bir düşüncesi yoktur. Böyle bir düşünceyle hareket etmemektedirler. Kürtlerin derdi, kendi varlıklarını korumak, soykırımcı sistem altından çıkmaktadır. Çünkü 20. yüzyılda Ortadoğu'da kurulmuş sistem başta Türkiye'de olmak üzere her yerde Kürtleri zaman içinde soykırıma uğratacak bir karaktere sahipti. Bu bakımdan Kürtler açısından bu soykırımcı sistemin bırakılması, Kürtlerin varlığının tanındığı bir demokratik sisteme kavuşturulması temel bir amaçtır.

Katar ve Suudi Arabistan neden böyle bir karşıtlık yapsınlar biz bunu anlamış değiliz. Bu bakımdan Katar ve Suudi Arabistan’ın Demokratik Kuzey Suriye Federasyonuna karşıtlığının bir petrol boru hattı çerçevesinde olduğunu düşünmüyoruz. Kaldı ki Katar ve Suudi Arabistan neden Demokratik Kuzey Suriye Federasyonuna düşmanlık yapsın, bunu da anlamış değiliz. Bu açıdan Demokratik Kuzey Suriye Federasyonuna, Rojava Devrimine düşmanlığı biz esas olarak Rojava Devriminin, Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun demokratik karakterine yönelik olarak görüyoruz. Çünkü Demokratik Kuzey Suriye Federasyonunun demokratik karakteri tüm Suriye'yi demokratikleştirecektir. Demokratik bir Suriye de Ortadoğu'da demokratikleşmenin gelişmesinde önemli bir etkide bulunacaktır. Bunu da en başta Türkiye kendisi için tehlikeli görmektedir. Biz Demokratik Kuzey Suriye Federasyonuna, Rojava Devrimine düşmanlığı bu çerçevede görmekteyiz.