Bıçak sırtındaki barış-Cahit Mervan

Bıçak sırtındaki barış-Cahit Mervan

Hem Türkiye’de ve hem de Ortadoğu’da çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Bir anda her şey alt-üst oluyor. Örneğin Mısır’da seçimle iş başına gelen devlet başkanı askeri cuntayla indiriliyor. Bu utanç tablosuna milyonlarca insan, canlı yayında tanık oluyor. Batı’nın hoşgörüsüne sahip cuntanın katliamlara bulduğu gerekçe ise bize çok tanıdık geliyor.       

Bu alt-üst oluşlar aynı zamanda herkesi yeniden durduğu yeri tarif etmeye zorluyor. Yeni ittifak arayışları, yeni kombinasyonlar gündeme geliyor.  Dün karşı karşıya olanlar, hiçbir mahsur görmeden yan yana gelebiliyor. Birçok güç ‘karşıtını’ bertaraf etmek için ucuz fırsatlar kolluyor.

Hakkını teslim etmek gerekir ki Kürtler sağlam duruyor. Kurulan bütün tuzakları bertaraf ediyor. Başlattığı ve yürütmek istediği barış sürecinin akamete uğramaması için büyük bir çaba ve özveri içinde bulunuyor. 

Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin değişen ve geçici rüzgarlara göre değil, kalıcı stratejik tutumu muhataplarınca bilerek veya bilmeyerek yanlış okunuyor. PKK’nin barış stratejisi neredeyse bir zaaf olarak algılanıyor. Veya öyle gösterilmeye çalışılıyor.

Bu nedenle geldiğimiz aşama itibariyle barış süreci bıçak sırtında yürüyor. Müzakere masasının geleceği tehlike altına girmiş durumda.

Bunun tek bir nedeni var: o da Türk hükümetinin sorumsuzca tutumudur. Türk tarafı işi yavaştan alıyor. Verdiği sözleri yerine getirmiyor. Üzerinde anlaşmaya varılan mutabakata sadık kalmıyor. Savaşın yeniden başlaması için âdete ne gerekiyorsa yapıyor. Barışa değil, savaşa davetiye çıkarıyor.

PKK lideri Abdullah Öcalan, durup dururken bu süreci başlatmadı. Günlerce, aylarca İmralı’da Türk devleti adına ve bizzat Türk başbakanı Tayyip Erdoğan’ın görevlendirdiği heyetle görüşmeler sonucu varılan ortak mutabakat üzerine süreci başlattı.

Barış ve çözüm süreci Öcalan tarafından ilan edilmiş olmasına rağmen çift taraflı bir irade beyanıyla başladı. O kadar ki Türk tarafı, Erdoğan ve ekibi sürece ilişkin yaptıkları açıklamalarda ‘biz başlattık. İnisiyatif bizdedir’ dediler. Olanca güçleriyle kamuoyunun karşısında süreci ‘sahiplendiler.’

Hatta sürecin kendi inisiyatiflerin de olduğunu göstermek için medyayı seferber ettiler. Gazetecileri özel olarak görevlendirdiler. İmralı’da süren görüşme ve müzakereleri çarpıtarak kamuoyuna aktarmaya çalıştılar. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bittiğini, tükendiğini ve havlu attığı yalanını yaydılar. Bu yalanı o kadar abartılar ki, az daha kendileri de inanıyordu!  

Ancak şimdi durum o meşhur gazete manşetlerinden, merdiven teorilerinden çok farklı bir noktada. Yazdıkları-çizdikleri hiç bir teori gerçekleşmedi. Ortada psikolojik savaş ve cehaletin iç içe girdiği bir yığın manşet ve bir torba dolusu yazı kaldı.  Ve bir de Türk hükümetinin tutarsızlığı kaldı.

Çünkü çözüm sürecinin birinci aşaması tamamlandığı halde,Türk hükümeti siyasi ahlakı da zorlayarak verdiği sözü tutmuyor. Hatta altına imza attığı mutabakat metninin gereğini yerine getirmiyor. Oyalama, zamana yayma ve çürütme politikası güdüyor. Erdoğan kişisel hırslarını ve kariyerini barışın önüne koyuyor. Büyük ve riskli, ama aynı zamanda vebalı, çok büyük bir kumar oynuyor.

Bunun için karartma yapıyor. Demagojiye başvuruyor.  Barış ve çözüm yerine, barış ve çözüm fikrini bir tüccar gibi pazarlamaya çalışıyor.  En küçük bir adımı bile minnetle atıyor. Demokrasiyi tartarak, gram gram vermeye çalışıyor.

Erdoğan’ın başında olduğu hükümet tam bir tüccar mantığıyla hareket ediyor. İşe numara katmaktan, fırıldaklar çevirmekten de uzak durmuyor.

Erdoğan çözümün gereğini yapacağına, değim yerindeyse kutuplarda Eskimolara buz, Arabistan çöllerindeki Bedevilere ise kum satmaya çalışıyor. Ama kimsenin bunu yutması söz konusu değil. AKP ve başta da başbakan Erdoğan bilmeli ki, çöldeki insanın suya ve buza, kutuplardaki insanın ise toprağa ve kuma ihtiyacı var. Beklenen bunun gereğini yapmasıdır.

Yapar mı? Yapması gerekiyor. Yapmazsa ‘ağa keyfi’ bilir. Türk hükümeti bilmelidir ki, adım atmaması durumunda sürecin sürgit olacağını beklemesi hayalcilik olur. Bunu Türk hükümetinin idrak etmesi gerekiyor.

Ayrıca Kürt tarafı Türk hükümetinin tutumundan derin kuşku duyuyor. Açıkçası güvenmiyor.  Her fırsatta AKP’nin, Erdoğan’ın barış ve çözüm sürecine ilişkin güven tazelemesi gerektiğini belirtiyor.      

Ancak bir durumun açıklığa kavuşturulmasında yarar var. Kürdistan Özgürlük Hareketi sürece ilişkin ‘endişe ve kaygı’  içinde değil. Kendine güveni tam. Bu bir paradoks gibi görünse de, karşı tarafa duyduğu güvensizlik ve kuşku bu ‘tarafta’ endişe ve kaygıya yol açmıyor.

Çünkü Kürdistan Özgürlük Hareketi barış ve çözüm süreci başladığında ilan ettiği stratejik hattı devam ettiriyor. Hem kendi üzerine düşenleri yapıyor. Hem de büyük bir kararlılıkla her türlü şart ve koşula göre kendisini hazırlıyor. Her şeyden önemlisi attığı adımların bilincinde ve kendisine güveniyor.  

Türk hükümetinin en temel yanılgısı da burada dışa vuruyor. Hükümet çözüm sürecini sulandırarak, işi yavaştan alarak, sürüncemede bırakarak ve çürüterek Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni ‘endişe ve kaygı’ içinde tutarak kilitleyebileceğini ve tasfiye için uygun zemin yakalayabileceğini düşünüyor. 

Ancak bunu gösteren hiçbir belirti şuan söz konusu değil. PKK içe kapanmış, kendisini ‘endişe ve kaygı’ içinde perişan etmiş, kilitlemiş bir durumda değil. Aksine 40 yıllık tarihinin birçok bakımdan zirvesinde bulunuyor.   O nedenle kamayı en sağlam o tutuyor. PKK’nin tuttuğu kamanın üzerinde ise Erdoğan ve ekibi bulunuyor. Ve onlar için zaman tükeniyor.  

Şimdi kamanın üstünde yürüyenler bunu düşünmek zorundalar. Muhataplarını doğru okumak kendi selametleri açısından önem taşıyor.  Samimi ve tutarlı olmak zorundalar.  Bir taraftan İmralı’da Öcalan ile nerdeyse 50 kez görüşecekler, vaatlerde bulunacaklar, sözler verecekler ve mutabakat metni imzalayacaklar, diğer taraftan sanki hiçbir şey olmamış gibi davranacaklar, Eskimolara buz, Arabistan çöllerindeki Bedevilere kum satmaya çalışacaklar. Ve perde arkasında PKK’ye ‘lütfen kamayı sağlam tutun’ diyecekler.

Artık bu duaya amin demek mümkün değil. Erdoğan politik geleceğini düşünüyorsa akıllı olmak zorunda. Yoksa her zaman ve sonsuza dek PKK kamayı bu şekilde tutacak değil. Kürtlerde barış dilencisi değil.