Bir emperyal sevda: Mavi Vatan

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de benimsediği Mavi Vatan Doktrini, devletteki Avrasya bloku ile Erdoğan’ın emperyal hayallerini süslese de dünyada bir karşı blok oluşturdu.

Türkiye son dış politik hamlelerini Doğu Akdeniz’e doğru yoğunlaştırırken iktidara yakın medya organlarında tam bir savaş rüzgârı esiyor. Hemen hemen her gün Yunanistan’a dair yakıp yıkma manşetleri atılırken hedef biraz daha Fransa’ya doğru kaymaya başladı. Öyle ki bu propaganda rüzgarına Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın da katılarak geçtiğimiz haftalarda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Recep Tayyip Erdoğan’ın basına yansıyan fotoğraflarıyla üstünlük mesajı verdi. Medyanın tüm bu savaş rüzgârına rağmen Doğu Akdeniz’deki Oruç Reis gemisi geri döndü. Erdoğan ise “Biz Oruç Reis'i eğer bakım için şöyle bir limana çektiysek, bunun da bir anlamı vardır. Niye çektik? Bu anlamlı bir yaklaşımdır. Yani diplomasiye bir fırsat tanıyalım” dedi. Doğu Akdeniz’deki önemli aktörlerin başında gelen ve bir süredir Türkiye ile sürtüşme içerisindeki Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise Türkçe bir tweet atarak “Ajaccio'da, Türkiye'ye net bir mesaj gönderdik: İyi niyetli, naiflik olmaksızın sorumlu bir diyaloğu yeniden açalım. Bu çağrı bundan böyle Avrupa Parlamentosu’nun da çağrısı. Görünüşe göre de işitilmiş. İlerleyelim” dedi.

Bir süredir savaş çıkacak mı çıkmayacak mı? Sorularının cevabı Doğu Akdeniz’de yalnız kalan Türkiye’yi diplomasiye itmiş gibi duruyor. Peki, Türkiye Doğu Akdeniz’deki bu konumuna nasıl geldi? Bölgede yaşananları 7 soruda ele aldık.

NEDEN DOĞU AKDENİZ?

Türkiye’yi bölgeye çeken en önemli etken hidrokarbon rezervleri. Bulunduğu söylenen ortalama yaklaşık 15-20 trilyon metreküp doğalgaz rezervleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’nin 572 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacağı öngörülüyor. Yine aynı bakanlığın verilerine göre Türkiye’nin yıllık doğal gaz ihtiyacı 45-50 milyar metreküp arası. Türkiye bu oranın nerdeyse tamamına yakınını dışarıdan ithal ediyor. Bunun yüzde 36,9’unu Rusya, yüzde 15,7’sini Azerbaycan, yüzde 13,5’ini Cezayir, yüzde 11,7’sini İran, yüzde 7’sini Nijerya; yüzde 5,8’ini Katar, yüzde 3,2’sini ABD ve yüzde 3,1’ini Trinidad Tobago’dan alıyor. Bu durum doğalgaz ihtiyacında dışa bağımlı olan Türkiye için Doğu Akdeniz’i değerli bir konuma sokuyor. Suriye ile başlayıp Doğu Akdeniz’e uzattığı geç kolonyal stratejisi için de önemli bir hamle haline getiriyor. Ama uzmanlar arama yapılan bölgede hidrokarbonun çıkarılmasının bir hayli zor olduğunu söylüyor.

DOĞU AKDENİZ HAMLESİ NASIL BAŞLADI?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de takıldığı en önemli faktörlerden bir tanesi kıta sahanlığı sınırları oldu. Doğu Akdeniz’de ise deniz sınırları çerçevesinde Mısır, İsrail, Lübnan ve Güney Kıbrıs arasında, 2003, 2007 ve 2010 tarihlerinde, üç tane Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalandı. Türkiye ise bu anlaşmaları kabul etmediğini açıklayarak, 2011’de Kuzey Kıbrıs ile bir anlaşma yaptı. Bu hamle çok büyük bir sonuç vermedi. Zira Suriye savaşının başlangıç yıllarında Türkiye rotasını o taraf çevirdi. Türkiye, daha sonra Libya’ya yöneldi. Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti lideri ve İhvan yanlısı Fayez Al Serrac ile yapılan anlaşma gereği Türkiye buradan hedefine yönelecekti fakat tam istenildiği sonucu vermedi. General Hafter’in hamlelerinden sonra tüm taraflar arasında ateşkes sağlandı. Türkiye tam anlamıyla istediği bölgeye ilerleyemediği gibi Libya’ya Suriye üzerinden götürdüğü cihatçı çeteler ise dünya kamuoyunda daha sesli konuşulmaya başlandı.

LİBYA MUTABAKATI NEYDİ?

Türkiye’yi Libya’ya yönlendiren en önemli gelişmelerin başında da Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kurulması, Mısır ve Yunanistan arasında hem askeri hem de siyasi ilişkilerin gelişmesi, üstelik bunun da ABD destekli olmasıydı. Bunun üzerine Libya kartını oynayan Türkiye, yaptığı mutabakat ile Libya ile arasında 18,6 millik bir sınır oluşturdu bu da yaklaşık 30 km’lik bir alana tekabül ediyordu. Bu kıta sahanlığı örneğin Yunanistan’ın en büyük adası Girit’in çok fazla yakınından geçen, hatta onu yok sayan bir anlaşmaydı. Bu anlaşmaya öncelikle Yunanistan’dan tepki geldi. Hem Girit’i yok saydığı hem de Yunanistan kıta sahanlığını ihlal edildiği belirtildi. ABD, Rusya ve AB ise Türkiye’nin bu anlaşmasına “sağduyu” çağrısı ya da “ihlal” açıklaması yaptı.

MAVİ VATAN DOKTRİNİ NEDİR?

“Bir asır önce nasıl millet olarak Sevr'i yırtıp atmışsak bugün de Doğu Akdeniz'de ülkemize dayatılmaya çalışılan Sevr'e boyun eğmeyeceğiz” ifadelerini kullanan Erdoğan’ın bu sözlerinden kısa bir süre sonra Doğu Akdeniz’de arama yapacak olan Oruç Reis gemisi yola çıktı. Sonrasında Yunanistan ile savaşın eşiğine gelindi. Türkiye ise Libya’daki anlaşma ve Mavi Vatan Doktrini’nde ısrar etti. Peki, nedir bu Mavi Vatan Doktrini? Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’e ait bu doktrin; Türkiye’yi çevreleyen Akdeniz, Ege, Marmara ve de Karadeniz’deki politikalarını şekillendiriyor. Öte yandan Gürdeniz’in yazdıklarını haritalar üzerinden somutlaştıran kişi ise Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi Başkanı Doç. Dr. Cihat Yaycı. Doktrin Türkiye’yi çevreleyen bu denizlerdeki yetki alanlarını içeren bir bütün. Hem su kaynakları hem de deniz kaynakları açısından Türkiye’ye yetkiler tanıyor fakat uluslararası deniz ve kıta sahanlığı anlaşmaları ile çelişiyor.

YAYILMACILIK MI HAK MI?

Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki en büyük sorunu yetki alanı meselesi. Yetki alanı sorunun takılan Türkiye, kendisi dışında yapılan diğer anlaşmaları yok hükmünde sayarak Mavi Vatan Doktrini çerçevesinde bir yol izlemeye başladı. Yunanistan bunu yayılmacılık olarak tarif ederken Türkiye “hak” olduğunu iddia ediyor. Balyoz Davası’ndan bir dönem tutuklu kalan ve o dönem Aydınlık Gazetesi’ne konu hakkında yazılar yazan Gürdeniz ise Mavi Vatan’ı şöyle tarif ediyor: “Türkiye’de Mavi Vatan uyanışı 1973 yılında Ege Kıta Sahanlığı krizi ile başladı. Yunanistan karasuları dışında açık deniz alanlarını sahip olduğu adaların kıta sahanlığı içinde göstererek Türkiye’nin haklarına tecavüz edince ortalık karıştı. Son 40 yıldır devam eden bu mücadele, 2003 yılından sonra Doğu Akdeniz’e de taşındı. Halen GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi), Türkiye ve KKTC’nin Akdeniz’deki MEB haklarını ABD, İsrail; Fransa, İtalya ve Güney Kore firmaları ile gasp etmeye devam ediyor. Dışişleri Bakanlığı ise bu gelişmeleri sadece notalar savaşı ile yürütüyor.

Bugün ben dâhil 36 Amiral ile Cumhuriyet Donanması’nın 400’e yakın deniz subayının hapishanelerde tutulmasının özü mavi vatana sahip çıkılması ve denizlerde Türklerin yükselen bir güç haline dönüşmesidir. Bu uğurda açık denizlere çıkmış, Hint Okyanusu’na inmiş güçlü bir donanmayı oluşturarak, kendi savaş gemilerimizi, silah ve sensörleri yapabilir hale gelmiş olmamız emperyal hegemonları rahatsız etmiştir. Yeni oyuncuya tahammül yoktur.”

Gürdeniz’in son cümlesindeki “Yeni oyuncu” tanımı devlet içindeki “Avrasyacı” olarak tanımlanan blokun ve dış politikada öngörülmez olan Erdoğan’ın hayallerinin kesiştiği nokta. Zira hatırlarsak Doğu Perinçek, AKP’ye yanaşmasının sebebinin Türkiye’yi Avrasya çizgisine çekmek olduğunu dile getirmişti.

NEDEN FRANSA İLE ÇEKİŞME YAŞANIYOR?

Uzun zamandır Doğu Akdeniz’de izole edildiğini ve yalnızlaştırıldığını savunan Türkiye’nin girmeye çalıştığı sahada, bugün en çok kapıştığı devletlerden biri Fransa. Yunanistan ile savaş tehlikesi yaşansa da Türkiye için asıl mesele NATO’nun ikinci askeri gücü olan Fransa. Fransa özellikle Türkiye’nin bu hamlelerinden sonra “Uluslararası hukuk kurallarına uygunluk” söylemini en çok dile getiren ülke oldu ve arama çalışmalarına son vermesi çağrısında bulundu. Sadece çağrıda bulunmadı Fransa, Doğu Akdeniz krizinde "Lafayette" adlı Fransız firkateyni iki Rafale savaş uçağı eşliğinde Doğu Akdeniz'e gönderdi. Ama Fransa ile çekişme sadece Doğu Akdeniz’de değildi. Suriye ve Libya’da da Türkiye ile Fransa karşı saflarda yer aldı. Fransa, Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye ve Kürtlere yönelik politikalarını desteklemezken Libya’da da Serrac’a karşı General Hafter yanlısı bir politika izledi. Uzun süredir gerilimli olan Fransa -Türkiye ilişkisinde, Fransız gemisi Courbet’in iki Türkiye firkateyni tarafından taciz edilmesi şikâyetiyle NATO'ya başvurması da gerginliği tırmandırdı. Uluslararası alanda kendi karasuları olmayan Doğu Akdeniz’de askeri gücünü artıran Fransa, eleştirilerin hedefi olsa da Macron, “Kırmızı çizgi” tanımı kullanarak Türkiye’ye karşı duracağının altını çizdi.

Almanya’nın Fransa- Türkiye- Yunanistan arasındaki krize arabuluculuk çalışmaları başlarda çözüm getirmedi. NATO ise hazırladığı Doğu Akdeniz krizinde Fransa ve Türkiye’nin doğrudan hedef alınmayacak sonucu ile iki NATO ülkesini karşı karşıya getirmeme gayretini sürdürüyor. Öte yandan Fransa’nın Korsika adasında düzenlenen MED7 zirvesinden, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile dayanışma mesajı verildi. AB’nin güney kanadını oluşturan Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Malta’nın bir araya gelerek gerçekleştirdiği MED7 zirvesindeki bir diğer mesaj ise Türkiye’nin bölgedeki eylemlerine devam ederse yaptırım gelebileceğiydi.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

Türkiye’nin neredeyse bölgede kıyısı olmayan ülkeleri de karşısına aldığı Doğu Akdeniz krizi, Suriye ile başlayan “Komşulara Sıfır Sorun” stratejisine benzer bir yola girdi. Suriye’de olduğu gibi ABD ve Rusya arasında çelişkileri kullanamayan Türkiye, iç politikayı domine etmek için “savaş” pozisyonu alsa da Korsika’daki toplantının ardından Oruç Reis limana çekildi. Erdoğan ise konuşmalarının satır aralarında “diyalog” kelimesini yineledi ama Oruç Reis’in yeniden limandan çıkacağı vurgusunu da unutmadı. Macron ise Türkçe attığı tweet ile mesajlarının Türkiye’ye ulaştığını kastederek bu “raundu” kendisinin kazandığını yarı yarıya ilan etti. AB liderlerinin 23-24 Eylül’de yapılacağı söylenen ama 1 Ekim’e ertelenen Doğu Akdeniz ve Türkiye-Yunanistan’ı ele alacağı toplantıya kadar tarafların beklemede kalacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin liderler zirvesinden sonra ne yapacağı net olmasa da NATO ve AB’nin Paris-Ankara-Atina hattındaki gerilimi durdurmaya çalışacağı açık.