Bir hayvan soykırımı: Endüstriyel yetiştiricilik

Bir hayvan soykırımı: Endüstriyel yetiştiricilik

Günümüzde et üretimi ve tüketimine karşı önemli bir duyarlılık oluştuğu söylenebilir. Kuşkusuz, küresel et üretiminin, ormansızlaşma, küresel ısınma ve kirliliğin en büyük nedenlerinden biri olduğu konusunda tepkilerini dile getiren bilim insanları ve siyasetçilerin sayısı bugün daha fazla.

Bu doğrultuda bazı restoranlar mutfaklarında et ürünlerine son verdi. Yine Budist rahip Matthieu Ricard'ın hayvan haklarını savunan kitabı önemli bir satış başarısı gösterdi.

Peki ya sonra?

Öyle görünüyor ki bu duyarlılık pratikte ciddi bir değişime yol açmadı. Zararları bilinmesine rağmen, endüstriyel üretim ve çılgınlık düzeyine varan bilinçsiz tüketim devam ediyor.

Bu durumun yol açtığı krizler ciddi bir tepki konusu oluyor. Kısaca endüstriyel hayvan yetiştiriciliği bir skandal olarak ortada duruyor. Ancak biftek, kebap tüketimi ya da Noellerdeki hindi tüketiminden vazgeçmiyoruz. Dini bayramlardaki hayvan katliamlarını da buna eklemek gerekiyor.

Tüm bunlar karşısında, et tüketiminde çok az bir azalmaya gidildiği görülüyor. Ancak bu çaba, İkinci Dünya Savaşı sonunda et endüstrisinin olağanüstü bir şekilde gelişmesi karşısında çok ama çok küçük kalıyor.

HER YIL TÜKETİM İÇİN 60 MİLYAR KARA HAYVANI, 1 TRİLYON DENİZ HAYVANI ÖLDÜRÜLÜYOR

Dünya genelinde sadece 2012 yılında 306 milyon ton et üretimi yapıldı. Bu da 1950 ile kıyaslandığında beş kat daha fazla bir üretimi ifade ediyor.

Matthieu Ricard, "Her yıl 60 milyar kara hayvanı ve 1 trilyon deniz hayvanı tüketimimiz için öldürülüyor. Bu insani toplulukların etnik uyumu için büyük bir sorun teşkil ediyor" diye belirtiyor.

Amerikalı romancı Safran Foer, 2011 yılında Fransa'da basılan ve şok etkisi yaratan kitabında daha ileri giderek "Hayvan yemek gerekiyor mu?" diye soruyor. Foer, hayvanların hukuki ve sosyal açıdan mal olarak ele alındığını belirterek, "İnsanların çoğunluğunun hayvan yemeyi basit bir varlıksal eylem olarak kabul ettiği görülüyor" tespitinde bulunuyor.

Örneğin Fransa nüfusu 1950'de 40 milyon iken bugün 70 milyona ulaştı. Et tüketimi ise 1950 ile 1980 arasında kişi başına yılda 50 kilodan, 100 kiloya yükseldi.

1980'den bu yana et tüketimi biraz gerilese de bu ülkede halen kişi başına yılda 90 kilogram civarında kalmaya devam ediyor. Bu da her yıl 500 bin sığır, koyun ve domuzun kesim mezbahalarda öldürüldüğü anlamına geliyor. Buna karşın Fransa'daki vejetaryenler nüfusun yüzde 2'sini ancak temsil ediyor.

FORD OTOMOBİL ŞİRKETİ VE YAHUDİ SOYKIRIMINA ESİN KAYNAĞI OLDU

İnsanlık bu kıyım ile 150 yıl önce tanıştı. Kuşkusuz evcil hayvan kesiminin binlerce yıllık bir geçmişi var. Ama endüstriyelleşmesi ve buna bir üniforma giydirilmesi, hayvanlara yapılan haksızlığa yeni ve korkunç bir boyut kazandırdı. Bu sanayi, modern halini 1865 yılında Chicago'da aldı.

Sembolik olarak ilk mezbahanın açılışı Chicago'da yapıldıktan sonra, 1970'de Union Stock Yards ya da kısaca hayvan kesim karargahı, yılda 2 milyon hayvanı işlemeye başladı. 1890'a gelindiğinde işlenen hayvan sayısı 14 milyona çıkarak, 25 bin kişiye iş alanı açtı.

1980'lerde ortaya çıkan ve benzeri görülmemiş bir sektöre dönüşen bu kesimevleri, otomobil üreticisi Ford Motor Company'nin kurucusu olan Henry Martin Ford'a da esin kaynağı oldu.

Ford, anılarında, Detroit'teki montaj zincirini kurmak için bu mezbahalardan esinlendiğini söylüyor. Gençlik yıllarında Chicago'daki mezbahayı ziyaret ettiğini anlatan Ford şöyle diyordu: "Zincirin genel fikri, mezbahada etleri ayrıştırmak için kullanılan hamal küfelerine bakarak oluştu."

Chicago'daki mezbahaların 70 yıl sonra Yahudi Soykırımı'na da esin kaynağı olduğu iddia ediliyor. Henri Ford'u Hitler'in fikir babası olarak görenler de var.

Ford'un açıklamalarına bakıldığında, Yahudi karşıtı olduğu anlaşılıyor. Öyle ki Yahudileri Birinci Dünya Savaşı'nı başlatmakla suçluyor. Çok sayıda Amerikalı hareket de Ford'un antisemit teorilerini sahiplenmekten geri durmadı.

Ford anılarında, "Eğer Yahudiler söyledikleri gibi akıllıysalar, Yahudi bir Amerika inşası için çalışmak yerine Amerikan Yahudiler olmak için çalışmaları daha iyi olur" diyor.

Henry Ford Yahudi karşıtı yazılarını "Uluslararası Yahudi" adıyla kitaplaştırdı. Anti-semit hareketin kutsal kitabı haline gelen bu kitap ABD ve Avrupa'da yüzbinlerce adet sattı. Yine birçok kaynağa göre Hitler, Ford'un kitabına büyük değer biçerek, askerlerin ve subaylarının kitabı okumasını sağladı.

Yahudi Soykırımı ile insanların hayvanlara yönelik muamelesi arasındaki kıyaslama bugüne kadar birçok kişi tarafında yapıldı.

1978'de Nobel Edebiyat Ödülü alan vejetaryen Yahudi yazar Isaac Bashevis Singer, birçok öyküsünde bu kıyaslamayı yaparken, "The Letter Writer" kitabında şöyle diyor: "Hayvanlarla ilişkide, tüm insanlar Nazidir. Hayvanlar için bu bir Sonsuz Treblinka'dır"

Yazar Charles Patterson da "Sonsuz Treblinka: Hayvanlara Davranışımız ve Soykırım" kitabında, ABD'nin Alman Nazizmine etkisinin sadece ırk ıslahının büyük etkisiyle değil hayvanların endüstriyel tekniklerle öldürülmesiyle de büyüdüğünü iddia ediyor.

Kitabın "Kesimin sanayileşmesi: ABD'den geçerek Auschwitz'e giden yol" başlıklı üçüncü bölümünde, Nazi propagandasının yayılmasına hizmet eden Ford'dan bahsediliyor.

Alman sosyolog ve filozof Theodor Adorno, "Auschwitz, bir insan bir mezbahaya bakıp da 'ama onlar hayvan' diye düşündüğünde başlar" diye belirtiyor.

Yazar J.M. Coetzee, "Chicago bize yolu gösterdi: Naziler bedenleri nasıl yönetmek gerektiğini Chicago mezbahalarından öğrendi" diye ekliyor.

Rus yazar Leo Tolstoy ise, kesim evleri ile savaşlar arasında doğrudan bağ kurarak, "Mezbahalar olduğu sürece, savaşlar da olacak" diye özetliyor.

HAYVAN KATLİAMINI İNSANİLEŞTİRMEK MÜMKÜN MÜ?

Ancak öyle görünüyor ki ölüm kamplarındaki vahşet bile, hayvanların maruz kaldığı uygulamalar konusunda yeterince öğretici olmadı.

Tersine, hayvan yetiştiriciliği uzmanlarının sınır tanımayan ustalıkları sayesinde hayvanların koşulları daha da kötüleşti. Vahşet belli boyutlara çıktığında hayvan işletmecilerinin kullandığı, "hayvan yetiştiriciliğini insanileştirmek" sloganı dikkat çekiyor.

Bir yandan hayvan arasındaki çukur hiç olmadığı kadar derinleşirken, öne sürülen "insanileştirme" söylemi, insanın hayvan üzerindeki baskısını gerekçelendirmek için kullanılan bir aldatmacadan öte anlam ifade etmiyor.

Hayvan yetiştiriciliğine daha "insani" bir görünüm kazandırmak, reklam düzeninin bir operasyonu olarak da değerlendiriliyor. Hayvanları öldürme meşruiyetini sorgulamak yerine, insanileştirmek gibi bir göz boyama yöntemi devreye konuluyor.

Hayvanların maddeleştirilmesi iktidarın bir suiistimali olarak görülüyor. Yaşamlarına son verilmesi ise Fransız kadın filozof Élisabeth de Fontenay'a göre "cinayet"tir. Yani kasıtlı öldürme.

İster vejetaryen olsun isterse de bazı hayvanların tüketimini ahlaki olarak kabul edilebilir gören Carnistler olsun, tüm filozoflar hayvanların seri halde ölüme yatırılmasını, gelişmiş bir uygarlığa yakışmadığında hemfikir.

ENDÜSTRİYEL YETİŞTİRİCİLİK, ET YERKEN DÜŞÜNMEYİ YOK ETTİ

Paris Yüksek Eğitim Okulu'nda filozof ve hayvan davranışlarını inceleyen zooloji alt dalı etoloji uzmanı Dominique Lastel, "Bugün büyük etik sorunu, et tüketimi değil, endüstriyel yetiştiricilik alçaklığıdır. Burada sadece hayvana yönelik bir tahribat değil, bu uygulamalarla insana yönelik de bir tahribat var" diyor.

Fransız kadın filozof Florence Burgat bu konuda daha keskin ifadeler kullanıyor. Burgat, "Nasıl ele alınırsa alınsın, yeme amaçlı hayvanları öldürmeye dayalı şiddet ortadan kalkmıyor" diye vurguluyor. Fransız filozof, bu tespitten hareketle şu soruyu soruyor: "Neden bir insanı öldürmek ağır oluyor da, bir hayvanı öldürmek değil?"

Belçika'da Liege Üniversitesi filozofu Vinciane Despret, "yeme eyleminin düşünmeyi gerektiren bir eylem" olduğunu söylerken, bu düşüncenin hayata geçirilmesinin modern beslenme tarafından ortadan kaldırıldığına dikkat çekiyor.

Despret, yıllar geçtikçe canlı bir evcil hayvanı oluşturan şeyin, görünür olmaktan tamamen çıktığının altını çiziyor. İnsanların çoğunluğu, tabağa girdikten sonra, nereden geldiğine bakmadan sadece etini yiyor. Düşüncenin yok edilmesi hamburger konusunda tavan yapmış durumda.

Chicago'da yapılan bir araştırmaya göre, orta sınıflardaki çocukların yüzde 50'si hamburger ile hayvan arasında bir bağ kurmuyor.

Belçikalı filozof Despret, "Endüstriyel yetiştiriciliği ile suç ortaklığı içinde olan bu mantığın sonucu, yeme eyleminin tamamen sorumsuz bir hale gelmesidir. Düşünmeyen bir eylemdir" diye belirtiyor.

ANTİK YUNAN’DA HAYVANLAR RASTGELE ÖLDÜRÜLMEZDİ

Kapitalist anlayışın yol açtığı sonuç bu şekilde özetlenirken, eski dönemlerde hayvan ile ilişkide farklı yaklaşımlar öne çıkıyordu.

Elisabeth de Fontenay, 1999'da yayınlanan "Hayvanların Sessizliği" kitabında, "Antik Yunan’da, ne rastgele öldürülebilir ne de eti yenilebilirdi" diyor.

Aristo ve Platon gibi eskilerde, bu pratik dini adaklarla çok yasalaştırılmıştı. Ama hayvanları yemek için öldürmek normaldi. Bundan bahsedilmezdi bile. Kuşkusuz bazı istisnalar da vardı. Pisagor'a göre bir hayvanı yemek için öldürmek suçtu.

Uzun yıllar sonra "Hayvanlarda Düşünme" adlı sözleşmeye imza atan ilkçağ filozoflarından Plutark, vejetaryenliğin kişisel bir tercih olmadığını söyleyerek, "Bir azınlığa yönelik farklı bir yaşam biçimidir ama ahlaklı yaşamanın tek biçimidir" diyor.

Hayvanlar konusunda dikkat çekici bir anlayışa Zerdüştlük'te rastlamak mümkün. Zerdüştlükte, hayvanlara acı çektirilmez, eti de genellikle yenilmez. Bu anlayış, daha çok hayvanların ürünlerinden faydalanmayı benimsiyor.

HIRISTİYANLIK VE İSLAMİYET HAYVANI İNSANIN HİZMETİNE KOYDU

Ancak eskiler çoğunlukla, insanın ne kadar farklı olduğunu göstermek için hayvanlarla ilgilendiler. Diğer bir ifadeyle hayvanlardan ne kadar üstün olduklarını gösterme arayışındaydılar.

İnsanın istisnalığı üzerine kurgulanan bu anlayış tek tanrılı dinlerde temel bir yer ediniyor. Hıristiyanlıkta, hayvanın insana hizmet için yaratıldığına inanılıyor.

İslam'da insan kâinatta en değerli varlığı olarak kutsanır. Hayvanlar ve diğer canlılar ise insanların hizmetine sunulur. Bu anlayışın sonraki dönemlerde hayvanlara yönelik kitlesel kıyımlarda rolü olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır.

İslamiyet'te halen kurban bayramları, birçok ülkede sokakların mezbahalara döndüğü kanlı görüntülere yol açıyor.

DERRIDA: İNSAN VE HAYVAN BİRBİRİNDEN AYRIŞTIRILAMAZ

Batıda hayvanlarla ilişkide en çarpıcı görüşlerden biri Fransız filozof Jacques Derrida tarafından geliştirildi.

İnsan ve Hayvan'ın birbirinden ayrıştırılamayacağını söyleyen Derrida, "Birini düşünmek, diğerini de bu düşünceye katmayı ve yeniden formüle etmeyi gerektiriyor, çünkü hayvan insan tanımına yerleştirilmiş. Tersinden de öyle" diye kaydediyor.

Derrida, modern politik düşüncenin şiddet olan düşüncesizliğe bağımlı olduğunu belirtirken, "Politik modern iktidar ve düşüncenin, dışladığını iddia ettiği şeyler içinde koşulları var. Bunlar şiddet, cinayet ve kandır" diyor.

Psikoanalitik Kuram'ın kurucusu Sigmond Freud, kanibalizmi yasaklanmasını insandaki hayvanlığı geriye püskürtmeyi hedefleyen toplumlar için temel bir gereklilik olarak ele alıyor.

Hayvan yetiştiriciliğindeki endüstriyel süreç, Sonsuz Treblinka'da hayvan soykırımı şeklinde tanımlanıyor. Bu nedenle mezbaha cehennemi, kitlesel imha suçlarıyla benzeştiriliyor.

Bu endüstriyel süreç diğer soykırımlardan farklı olarak hayvan cinayetine "kendi prensibi içerisinde sonu olmayan üniforma" giydiriyor.