HDK, 10-11 Haziran’da bir Örgütlenme Çalıştayı gerçekleştirdi. “Yeni yaşam için HDK’yi örgütle, HDK’de örgütlen!” şiarıyla gerçekleştirilen çalıştayda; Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte faşizme ve diktatörlüğe karşı mücadele perspektifleri yeniden tartışılıp ele alındı.
Örgütlenme Çalıştayı haftasını geride bırakan, HDK eş sözcüleri Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ve Gülistan Koçyiğit; yeni mücadele sürecini, referandumla birlikte oluşan Hayır Meclislerini, çalıştaydan çıkan yeni yol haritasını, demokrasi, barış ve var olan güncel politik durumu ANF’ye anlattı.
10- 11 Haziran’da bir çalıştay gerçekleştirdiniz. HDK’yi çalıştay sürecine hazırlayan koşulları nelerdi ve buradan hareketle nasıl bir yol haritası belirlendi?
Onur Hamzaoğlu: Türkiye’deki nesnel koşulları uzun zamandır değerlendiriyoruz. Nedir bunlar? Özellikle tüm hukuksuzluğuna ve gayri meşruluğuna rağmen referandum, toplumsal muhalefetin yükseldiği bir dönem oldu. 16 Nisan’a değin ve sonrasında da en azından bu muhalefetin bir araya gelişiyle ki sadece belli başlı yapıların değil, bireysel olarak da insanların inisiyatif aldığı meclislerin kurulması açısından önemli bir adım oldu. Öte yandan referandumdan çıkan sonucun faşizmi umutlandırmaması da dönemin mühim koşulları arasındaydı. Nasıl ki 2011 yerel seçimlerinde, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu bir başarı kazandı ve ardından bunun sürdürülebilmesi için HDK fikri doğduysa; bu yaşadıklarımızın da benzer bir durumun pozisyonu olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla var olan örgütlülüğü daha da pekiştirme ve ilerletme anlamında; bugün olmamız gereken yerde neden değiliz? Hatalarımız da oldu, bunları nasıl telafi edebiliriz? Ve tabii ki bugüne kadar başarabildiklerimizi de bunların beraberinde görmek. Çünkü yaklaşık 5.5, 6 yıllık bir zamanı konuşuyoruz. O yüzden bunu sadece 10- 11 Haziran’daki toplantımızla değerlendirmek eksik olur.
Neden?
Onur H.: Çünkü 12 Mayıs itibariyle bileşenlerimizle birlikte referandum sonrası süreç HDK’ye ne gibi görevler getiriyor tartışmasını yürüttük. Ardından burada bize çıkan ödevleri de görünce 29 Mayıs’ta yine bileşenlerimizin katılımıyla HDK fikriyatı boyutuyla bu nesnellik içinde nereye oturuyoruz? Ve her bir yapımız kendisine ne gibi sorumluluklar üstleniyor etrafında konuştuk. Her ikisinden de birlikte çıkardığımız sonuçlarla 10-11 Haziran Örgütlenme Çalıştayı’nı bitirdik. Orada da yine genel anlamda durum değerlendirmesi ve bu durumun pekiştirilerek geliştirilmesi ele alındı. Öncelikle yerele daha çok söz hakkı tanıyarak; yerelin durum saptamasını ve çözüm önerilerini daha çok önemseyen bir perspektifi, onunla birlikte yaşayarak yürüttüğümüz bir toplantı oldu. Açıkçası elde edilen sonuçları daha iyi değerlendirebilirsek, kişisel olarak bu işin başarıya ulaşabileceğini düşünüyorum.
Peki, nedir ortaya çıkanlar, daha somutlayacak olursak?
Onur H.: Çalıştay’dan çıkan sonuçlar takvimini bugünden başlatarak ve tartışarak ilerleyeceğiz. En azından Temmuz ayını ortasını geçmeden önümüzde somut bir tarih yerine oturacak. Bununla beraber şunu da söyleyelim; Hayır Meclisleriyle üretilenler itibariyle bir cepheden bahsetmek mümkün. Tabii bu ‘hayır’ etrafında bütünleşmiş yapılarla birlikte bireyler de var. Çünkü aritmetik sonucun ötesinde, hayır toplumsallaştı. Bazen yüzde 60 alırsınız ama onu göremezsiniz. Biz yüzde 49.6’yı gördük. Burada hayırcılar üzerinden hatta evetçileri de kapsayarak başka bir şeye yönelmek lazım. Biz onu HDK’de şöyle tartıştık; referanduma konu olan anayasa değişiklik paketinin esasında bir toplumsal mutabakat olması gerekirdi. AKP daha önce de 2010’da 12 Eylül Anayasası’nı demokratikleştiriyoruz diye referanduma gitti. Fakat şimdi baktığımızda o zamandan bu yana bağımsız yargıyı yok edip kendilerine bağlı bir organ haline getirdiler. Bu da yetmedi, Türkiye’de 21’inci yüzyıl faşizminin organlarını, yani tekleşmeyi ve hukuksuzlaşmayı beraberinde yönetiyorlar. Adına referandum dedikleri ve ‘evet’ ve ‘hayır’ dışında başka seçeneğin olmadığı; hatta değişikliğin içeriğinin bile tartışılmadığı, toplumun ikiye bölündüğü bir süreç yaşandı. Buradaki esas konu, toplumsal mutabakatın nasıl olacağı ve bunu gerçekleştirmek için ne yapılacağı? HDK fikriyatı ve şuandaki çalıştay sonuçları; tam da bu toplumsal mutabakatın, evrensel değerlerle Türkiye formatında hayata geçirilmesi için bize bir zemin sunuyor.
Toplumun tüm bileşenleri, sadece bizim yanımızdakiler değil, sürece katabileceğimiz ve herkesin kendini içinde bulabileceği bir mutabakat zemini gerekli. Türkiye’nin eşitlikçi, demokrat, tam da bizim amblemimizdeki gibi çok renkli, sesli ve dilli halkların, emekçilerin, gençlerin, kadınların ve LGBTİ’nin kendilerini bulduğu bir anayasa oluşturma süreci başlatabiliriz.
Hayır Meclislerinden bahsettiniz, HDK olarak referandum sonrası süreç için bu meclislerin işlerliği içinde nasıl bir pozisyon alıyorsunuz?
Onur H.: Biz parti değil, bir platformuz. Özellikle çalışmalarımızın yoğun olduğu Hayır Meclislerindeki karar organlarında yer almama konusunda irade gösterdik.
Neden?
Onur H.: Bu tipte örgütlenmeler genel anlamda siyasi temsilcilerin katalizörlüğünde; bağımsız bireyler olsa bile inisiyatifi elden bırakmadıkları, karar organlarını genellikle kendilerinin yer aldığı yapılar halinde etkinlik gösterir. Fakat İstanbul’daki Hayır Meclisleri özellikle daha farklı bir şekilde örgütlendi. Hayır Meclislerinde, başarılı olanlar doğrudan doğruya buradaki erki katılımcılara devreden ve kurulan meclislerin doğrudan onlar tarafından yönetilmesini sağlayan bir şekilde gelişti. Mesela Üsküdar’ı örnek verebilirim buna. Oralarda yapılar yok ya da herhangi bir platform. Orada bireysel olarak bir araya gelmiş bir duruşun üretimlerini ve iradesini gerçekletiriyor insanlar. Unutmamak gerek ki Üsküdar, AKP’ye oy vereyen ya da vermiş olanların oylarıyla yüzde 53 hayıra ulaşmış bir ilçesi İstanbul’un. Bu açıdan önemli bir yerdir Üsküdar Hayır Meclisi. Hatta HDK fikriyatı işte tam da budur zaten...
Toplumsal bir mutabakatın yeniden oluşturulabileceğinden de bahsettiniz. Bu mutabakat içerisinde, özellikle savaşın yeniden artarak devam ettiği bu dönemde, HDK olarak barışı ve Kürt meselesini nasıl konuşacak ve konumlandıracaksınız?
Gülistan Koçyiğit: Yakıcı bir süreçten geçiyoruz, birçok şeye tanıklık ettik. İçinde eş sözcümüzün de olduğu Akademisyenler, barış için sözünü söyleyip şiddetin sonlanması ve Kürt sorunun demokratik çözümü için bir irade ortaya koydu. Ama ona bile tahammül edemeyen iktidar, KHK ile tavsiyelere başladı. Yani barış demenin ateşten gömlek olduğu bir sürecin içindeyiz. Tabii barış demek niye bu kadar kriminalize edildi ona bakmak gerek. Burada AKP’nin temel stratejisi elbette iktidarını kalıcı hale getirmekti. Bunun için de çeşitli güçlerle ittifak yaptı ya da bir şekilde toplumun en çok özlem duyduğu kavramları istismar etti. Barış da Türkiye ve Kürdistan’da en çok özlenen kavramlardan biriydi. Fakat sona doğru şunu da gördü AKP, 2013- 15 yılları arasındaki çatışmasızlık süreci, toplumda bir iyilik halini açığa çıkardı. Toplum ilk defa birbirine dokundu. Buradan da bizim yeni yaşam dediğimiz HDK’nin temel perspektifini oluşturan fikriyat ortaya çıktı.
Buradan AKP kendisine şöyle bir ders çıkardı: ‘Barış benim için artık kullanışlı bir argüman olmaktan çıktı. Ben barış dediğimde karşımdaki güçler kendilerini büyütüyor.’ Kürt Siyasal Hareketi, sol- sosyalist, demokratik yapılar buradan güçleniyor ve topluma sirayet ediyor. Böylelikle barış politikasından geri adım arttı ve savaşta karar kıldı.
Bugün, savaş koşullarını tersine çevirmenin yolları nelerdir HDK için yeni mücadele döneminde?
Gülistan K.: Toplumun barış talebini daha çok görünür kılınması lazım. 2013-15 yılları arasında temel eksiklik neydi? Neden o çatışmasızlığı ya da Dolmabahçe Müzakeresini koruyamadık? Süreci niye daha ileriye taşıyamadık diye kendimize sorduğumuzda ortaya şu çıkıyor: Toplumdaki barış talebini, açığa çıkartma konusundan eksik kaldık. Sürekli bir bekle gör politikası içindeydik. Bütün kesimler açısından. Bir heyet var Ada’ya gidip geliyor, bir taraftan da Kandil’e ve sanki bu süreç böyle çözülüp gidecek diye bakıp; mevcut sistemi çok da anlamayan ve yapacaklarına karşı öngörüsüz bir pozisyonda olduğumuzu düşünüyoruz. Bu müzakerelerin temel muhattapları arasında; elinde silah tutanlar ve devlet dışında toplumun da olduğunun dile getirilmesi gerektiğini söyleyen bir çalışmamız olsaydı, sanırım bu savaş ortamını yaşamayacaktık. AKP de topluma rağmen bir savaş kararını veremeyecekti.
Bir barış olacaksa bu yine elinde silah tutanlarla ve PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın muhattaplığında olması gerekli. Kürt halkı açısından baktığımızda içinde Sayın Öcalan’ın olmadığı bir bar süreci düşünemiyoruz. Aynı şekilde PKK’siz bir sürecin de bir karşılığı yok. Bu temel koşullar sağlandıktan sonra sürecin kalıcı bir şekilde devam etmesi için toplumun rol üstlenmesi gerekiyor. HDK’nin burada ciddi bir görevi olduğunu da düşünüyoruz. Hem barışı yeniden halkın gündemine sokmak hem de bunu yeniden pratik hayata geçirilebilmesi bizim için temel başlıklardan biri.
Referandum’dan sonra artan bir muhalefetten bahsetti Onur Bey. Hem barışın yeniden konuşulabilmesi hem de bu dönemde yükselen mücadele açsından, CHP’nin başlatmış olduğu Adalet Yürüyüşü, HDK fikriyatı açısından tüm bu çerçevede nasıl bir perspektife oturuyor ve bu talepler ortaklaşabilir mi?
Gülistan K.: Biz CHP’nin başlatmış olduğu yürüyüşü anlamlı buluyoruz. Anlamlı gördüğümüz nokta da şu: Demokratikleştirme ve hak alma mücadelesinin zaten sokakta yürütülmesi gerekiyor. Bunu hep söylüyoruz ve bunun pratiği içindeyiz zaten. Temel doğrultumuz da bu. Toplumla bir mücadele örgütlenmeli ve yürütülmeli. Temsili demokrasi ve parlamento bunun sadece bir ayağı. Bugün kendisini devletin partisi olarak tanımlayan CHP’nin mevcut meclisten artık bir şey çıkmayacağını görmüş olması ile yönünü bir şekilde sokağa çevirmesi, burada bir mücadeleye yeltenmesi bizce bir kırılma noktasıdır, önemli ve anlamlıdır. Fakat bunun CHP ile sınırlı ve sadece bir parti yürüyüşü olarak kalması ne yazık ki Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından bizi bir yere taşımaz. Bu adalet yürüyüşünün mutlaka barışı, eşitliği, özgürlüğü yani topumun tüm kesimlerinin talebini karşılaması gerekiyor. Yoksa sadece bir milletvekilinin tutuklanması üzerinden, halihazırda HDP’ye yapılan 4 Kasım darbesi düşünüldüğünde, çok da toplumsal bir alanı kapsamaz. CHP bunu ne kadar toplumsallaştırır, hayır diyen ve daha hayır dememiş tüm yurttaşların talebini de karşılayacak bir foruma dönüştürürse; aynı oranda büyüyecek ve toplumsal dinamikleri tetikleyecektir. Tabii bunun CHP’nin yapısında kalıcı değişiklik yaratıp yaratmayacağını da göreceğiz. Hâlâ HDP ile yan yana gelmek konusunda imtina eden ve Kürt sorununa nasıl bir çözüm önerdiğini bilmediğimiz bir CHP var. Bunu söylerken mevcudu yok saymak ya da değersizleştirmek için demiyoruz. Alanın ilerletilmesi için bunların da görülmesi gerekiyor ki mevcut faşizan yapıyı yıkabilelim...
Onur Hamzaoğlu: Biz en başından beri sokak diyoruz. Bugün Türkiye’de faşizmin varlığını kabul edenlerin sayısı arttı. Kasım ayında HDK olarak faşizmin varlığını verileriyle ortaya koymuştuk. Hukuksuzluk, parlamentonun çalışmaması, yürütme erkinin kendini yasamanın da yerine koyması, kapitalizmin bunalımı, sermaye gruplarını çatışması ve tek adam... Tabii bunlar 2016’dan önce de vardı ama bunun adına faşizm denilmesi konusunda kaçınma vardı. 16 Nisan’dan sonra ise bu başka bir form aldı. Türkiye’deki faşizmin temsilcileri, iktidar meşruiyetlerini referandumda yitirdi. Dolayısıyla biz HDK olarak buradan herkese şöyle sesleniyoruz: Türkiye’de iktidardan talep etmenin koşulları bitti. Muhattap alınacak bir iktidar yok. Dolayısıyla sokak derken; orada sesimiz duyuralım da talep edelim değil, biz sokakta yeniden inşa etmenin çağrısını yapıyoruz. Bizim sokaktan da Hayır Meclislerinden de anladığımız bu. Biraz önce bahsettiğim toplumsal mutabakatı ile aslında yeni Türkiye’nin ve yaşamın inşası, barışıyla eşitliğiyle demokrasisiyle sokakta başlayacak. Talep ederek değil, doğrudan doğruya Türkiye halkaları, emekçileri, işçileri, gençleri kadınları, inanç grupları kısacası herkes sokakta buluşacak, birliklerini tazeleyecek. Yeniden anlayacaklar birbirlerini ve Türkiye’yi yeniden kuracaklar. Birlikte yapacağız...
CHP’nin bu yürüyüşü, Sayın Koçyiğit’in de dediği gibi anlamlıdır; kendi meşruiyeti için anlamlı evvela. CHP’nin içindeki yüzü sola, demokrasiye dönük unsurların da kazanımıdır aynı zamanda. Onlar başarmıştır bunu ve bizim de o başarıyı taçlandırmamız gerekli kol kola girerek. Ama bu, elindeki pankartla en önde yürüyen beyaz gömlekli bir adamın yürüyüşü de değildir öte yandan da. Bu Türkiye’nin ve halklarının yürüyüşü olmalı. Türkiye’nin yeniden kurulması anlamına gelen toplumsal mutabakatın olabilmesi için de bu yürüyüşün eşitlik talebiyle Diyarbakır’dan başlaması gerek. Ki bu yürüyüş ne zaman Edirne’ye de uğrar işte o zaman halkların yürüyüşü olur...