Cemal Kavak’la bir kez daha dile gelen hakikat
Cemal Kavak’la bir kez daha dile gelen hakikat
Cemal Kavak’la bir kez daha dile gelen hakikat
Avrupa’da sürgünde yaşamanın zorluklarına dayanamayarak bir yıl önce yaptığı eylemle yaşamına son veren Kürt siyasetçi Cemal Kavak’ın eylemini oğlu Devrim Kavak yazdığı mektupla değerlendirdi. Babasının yaptığı eylemi “Hakikat arayışçılığı” olarak ifadelendiren Kavak, “Bu isyan çığlığı iyi anlaşılmalı, bu isyan çığlığı iyi duyulmalı ve bu isyan her gün biraz daha büyümelidir. Bizler isyana isyan kattıkça onları hem daha iyi anlamış hem de daha iyi anlamlandırmış olacağız” dedi.
Türkiye’de gördüğü baskılar ve aldığı hapis cezaları nedeniyle 2006 yılından sonra Avrupa’ya çıkmak zorunda kalan ve geçtiğimiz yıl 20 Ağustos’da yaşamına son veren Kürt Siyasetçi Cemal Kavak’ın ölüm yıldönümü nedeniyle Bingöl M Tipi Cezaevinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan oğlu Devrim Kavak bir mektup kaleme aldı.
Devrim Kavak’ın babası için yazdığı mektup şöyle:
“Zaman hızlı mı akıp geçmişti yoksa her zamankinden daha mı ağırdı? Sanki zaman durmuştu, kimse belki fark etmedi ama o gün mücadele yoldaşları, sevdikleri bunun farkındaydı. Zaman o gün durmuştu çünkü artık o sevgili yoktu, yüreklerde yer edinmiş, mücadeleyle kazanılmış yürekler artık onsuz kalacaklardı. Sevilen artık son görevini yerine getirmenin telaşında düşünüyordu. Anlatacağını anlatmış, yapacağını yapmış gerekli fedakârlıkta bulunmuş fakat bunun yeterli olmadığını ve halen son sözün söylenmediğini fark etmişti.
Daha da heyecanlandı, yeni fikirler yenidünyalara açılmak, tanımak ve onları kazanmak için. Heyecanı gittikçe artıyordu, artık yerinde duramıyordu. Ulaştığı sonucu herkesle paylaşması gerektiğini biliyor, bunu nasıl yapması gerektiğini ise düşünüyordu. Nasıl? Nasıl? Nasıl? Diye düşünürken birden daldığı düşünce onu Bağdat’a Hallaç’a ulaştırdı. Hallaç ulaşmıştı yarenine ve bu yareni tanıtıyordu sevgiden yoksun olanlara, kimse inanamadı sevilenin bu olduğuna. Herkes hak ’ki ararken Hallaç hak olup çekivermişti meydana. Huşu içinde naralarıyla inletiyordu pas tutmuş kulakları ve köhnemiş düşünceleri. Hallaç bağırdıkça sahte Hak arayanlar „vurun kâfire“ diye bağırıyorlardı. Hallaç büyük bir hususuyla müjdelerken hakikati, kınından çekilmişti Hak ’kin kılıcı ve ok yaydan fırlamıştı. Artık kimse duramazdı bu hakikatin karşısında, söz eylem olmuştu ve Hallaç da Hak. Vurdular Hallaç’a, Hallaç “vurun ben ölmem “diyordu. Vurdukça Hallaç’a, Hakikat vuku buluyordu yüreklerde, Hallaç hiç üzülmedi yediği darbelere çünkü Hakikat dile gelmişti kendisiyle. Biliyordu Hak ’ki dile getirdiğinde olacakları. Biliyordu asılıp, derisinin yüzüleceğini ve parçalara ayrılacağını ve Hallaç kendini feda etmeksizin Hakikatin yüreklerde açığa çıkmayacağını da biliyordu. Tek yol kendini feda etmekti Hak’ka ve Hakikate. Ve Hallaç kendini büyük bir huşuyla feda ediyordu, vurun ben ölmem diye.
Heyecanı daha da artmıştı. Tefekkür hali onu tarihi yoldaşlarıyla bütünleştiriyordu. Hakikat arayışçılarının ardılı olduğunu biliyordu ama bu kadar yakın olduğunu şimdiye kadar hiç fark etmemişti. Mutluluk artık gözlerinden okunuyor, çocuksu gülüşü gamzelerine konuyordu. Bulunduğu oda da arşınlıyordu tarihi yürüyüşünü.
Birden Zilan canlandı gözlerinde. Ne de genç diye iç geçirdi. Dersim’deydi, hava sıcak, Haziran kanlı başlamıştı ve komplolarla devam ediyordu. Bir halkın güneşi karartılmaya çalışılırken özgürlük savaşçıları imha edilmeye çalışıyordu. Genç ve yeni bir savaşçı durumu fark etmenin ötesinde ne yapılması gerektiğinin bilincine varmıştı. Bu yaşananlara bir son vermenin zamanı geldi diyordu. Artık söz eylem olmalı eylem bedenle bütünleşmeli beden hakikati haykırmalıydı. “ Verebileceğim bir canim daha olsa da hak yolunda feda olsaydı“ diyordu Zilan. Ve can, hakikati haykırmak üzere fedaice kendini ortaya koymuştu.
Birden bir hüzün dalgası sardı kendisini. Bu, mutluluk ile heyecanın ve hakikat insanlarına olan özlem ve bağlılığın göstergesiydi. Eğer Hakikat ortaya konacaksa söz eylem olmalı eylemde bedenle hakikati haykırmalıydı.
Yürüdükçe, memnuniyetini yüzündeki tebessümle ifadeye kavuşturuyordu. Hakikat dile gelmeli diyordu. Anlatılanlar anlatılmış, söylenenler söylenmişti. Artık sıra eylemdeydi.
Bulunduğu mekânın hakikat arayışçıları canlandı gözlerinde. Avrupa nice masum insanın nice hakikat arayışçılarının bedenleri, kanları ve külleri üzerinde yükselmişti. İsimleri dahi bilinmeyen nice arayışçının işkence çığlıkları yanan bedenlerin cızırtıları kulaklarında ve ateşle eriyen bedenlerin kokusu burnundaydı. Soludukça havayı, öfkesi daha da artıyordu. Avrupa’ya sinirleniyor, ellerini yumruğa kavuşturuyor; yüreği daralacakmış gibi oluyordu. Nasıl olurda insan bedeni üzerinden yükselen betonlarda hiçbir şey olmamış gibi yaşanılır diye öfkeleniyordu. Simdi daha iyi fark etmişti. Avrupa; “Avrupa farkındalığı ortadan kaldırılan bireylerin yurdudur“ diyerek. İste, haykırması gereken hakikatin çığlığı daha da bir gürleşmişti.
O hiçbir zaman aynılaşmadı, bunun farkındaydı.“ Aynılaşmak farkındalığı ortadan kaldıran yegâne düşmandır“ diyordu. Düşündü, ülkesinden kopanların zoraki istikameti olmaktan çıkmıştı burası. Artık insanlar doğduğu, büyüdüğü toprakları unutmuştu. Oysa o özlem duyuyordu, hasretini dindiremiyordu. Çocukluğunun geçtiği Amed sokakları hala canlılığını koruyordu. Arkadaşlarıyla oynadığı oyunlar hatırındaydı. Devrimciliğe atıldığı lise yılları halen onu heyecanlandırıyordu. Bayramlarda elini öptüğü babası halen hatırındaydı. Nasıl unutabilirdi bunları? Nasıl unutabilirdi kültürünü ve değerlerini. Toprak, Ana değil miydi? O büyüdüğü topraklardan çok uzakta topraksız zeminde nasıl normal yasayabilirdi? Etrafına bakındıkça anasız topraksız zeminde yaşanıldığını görüyordu. Bu onun en çok zorlandığı konuydu. Bir türlü anlam veremiyordu. Anadan-topraktan vazgeçilemezdi. Oysa Anadan vazgeçmek ihanet değil miydi?
Tarihi yürüyüşüne bulunduğu odayı arşınlayarak devam ederken Viyan göründü gözlerine “Kimse bizi alıştıramaz“ diyordu ve “Unutmak ihanettir“ diye eklemişti son söz olarak.
Evet, o alışarak ve unutarak değerlerine, toprağına, anasına, onu var eden Hakikate ihanet edemezdi.
Artık eylem bedenle buluşmalı ve beden Hakikati haykırmalıydı. Ağustos etkinliğini planlarken Agit’e yaraşır olması için çok uğraşmıştı. Hakikat savaşçısını ve eyleminin anlamını iyi biliyordu. Her zamankinden daha bir coşkuyla katilmiş ve örgütlemişti. Bu final olmalı diyordu kendine. Bir final coşkusuyla kutlanmasını sağlamış, var oluşun ruhunu ortaya koymuştu. Bu görevi de yerine getirdiğine göre artık kendisi eyleme ulaşabilirdi.
Öylesine mutluydu ki, mutluluğuna sözcükler kifayetsiz kalırdı. Eline bir kalem alarak önünde duran kâğıtlara hızlıca bir şeyler karaladı. Fazla söyleyip yazmayacaktı, çünkü bedeniyle anlatıyordu, eylemiyle haykırıyordu mücadeleye ve öze olan bağlılığını.
Artık söz eylem olmalıydı, eylem bedenle hakikati haykırmalıydı. En radikal kararla özgür tercih hakkini eylemle taçlandırıyordu. Avrupa’nın ortasında, herkesin hayran olduğu yasamı kabullenmeyerek. Bir hançer oluverecekti Zeus’un torunlarına. Bedeniyle parçalayacaktı köhne düşünceleri ve haykıracaktı pas tutmuş kulaklara “Özgürlük kendi doğduğumuz topraklarda anlamlıdır“ diye.
Ne de güzel yazmıştı, Avrupa yasamı vazoda yetişen bir çiçek misali sahte ve yapay. Asil olan kendi toprağımızda özgürce kök salabilmektir. Ne de güzel tarife kavuşturmuştu Zalimin yasam diye sunduğu büyük yalanı ve aldanmayı.
Artık zaman, eylem zamanıydı. Kimse onu alıkoyamazdı bu yoldan. Vuslat vakti gelip geçiyordu. Olacakları düşündü, sevdiklerini ve yoldaşlarını. Onları yalnız bırakmıyordu ki, üzülsün. Tersine o bir görev ve eylem insaniydi. Hiç bir görev ve eylemden kaçınmamıştı ve bu da bir görev, bir eylemdi. Yeri geldiğinde en büyük eylemi ortaya koymaktır, dedi görev. Şimdide bu görevi yerine getirmek için eyleme koşuyordu.
Hakikatin sevgili yüzü olan Cemal, çocuksu gülüşüyle Kemale eriyordu, yasamı uğruna ölecek kadar severek Mazlumlaşıyordu eylemiyle bedenini hakikat çığlığına çevirip özgür olmak için direnin diyerek. Hakikat bir kez daha cemal yoldaşla dile gelmiş, söz eyleme dönüşmüş, eylem bedenle bütünleşerek hakikati haykırmıştı.”