‘Cezaevlerinin acil ziyarete edilmesi gerekiyor’!

Yazar Adil Okay, Tarsus, Sincan, Şakran ve Silivri hapishanesinde yoğun hak gasplarının yaşandığını belirterek, acil olarak cezaevlerinin bir heyetle ziyaret edilmesi gerektiğini vurguladı.

Cezaevlerindeki tutsaklarla dayanışma ve onların sorunlarını kamuoyuna taşıma amaçlı kurulan gorulmuştur.org sitesinin emekçilerinden Yazar Adil Okay ile cezaevlerinin durumuna ilişkin konuştuk.

‘AKIL MANTIK ALMAZ İHLALLER YAŞANIYOR’

Size gelen somut hak gaspları nelerdir?  Cezaevlerinde yaşanan ihlallerinin boyutu nedir?

OHAL’le birlikte hak gaspı yaşanmayan cezaevi kalmadı diyebilirim. Ama göreceli olarak örneğin Tarsus, Sincan, Şakran veya Silivri hapishanesinde, Hatay hapishanesinden daha ağır, yoğun hak ihlalleri olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunlar göreceli yarın tersi olabilir. Zulmün dokunmadığı kimse kalmayacak yakında. Bu sorunları görünür kılmak için, bir grup arkadaşla beraber kurduğumuz www.gorulmustur.org adlı web sitemizde hapishaneden gelen mektupları paylaşıyoruz. Elbette mektupla, faksla iletişim önündeki engeller de çoğaldı. Tutsaklara mektuplar geç verilmeye başlandı. İletişim cezaları çoğaldı. OHAL’le birlikte akıl mantık almaz hak ihlalleri yaşanmaya başlandı. Sürgünlerin hızına yetişemiyoruz. Sürekli olarak adres güncelliyoruz. 

Elbette hapishanelerdeki tecrit içinde tecrit, keyfi yasaklar, var olan yasaların bile uygulanmaması, hasta tutsakların ölüme terk edilmeleri yeni değil. Fakat OHAL, deyim yerindeyse zindan zebanilerinin elini güçlendirdi. Devlet vur deyince onlar da öldürüyor.

Yine bu gün de tutsak Doktor Ayhan Kavak’ın ailesi aracılığıyla yolladığı selamı ve mesajı aldım. Mesajda Bandırma hapishanesinde yeni bir emre kadar dışarıdan hiçbir derginin (yasal olsa bile) alınmaması kararı alınmış. Yani mektupların geciktirilmesi bazen de “kaybedilmesi” yanı sıra yollanan kitap ve dergilere de keyfi olarak engel çıkarılmaya başlandı. Bu konu zaten basına da yansımıştı. Ancak keyfiyet olduğu nereden belli oluyor. Bir cezaevinde serbest olan bir derginin – kitabın diğerinde yasak olması. Bu bile başlı başına devletin ciddiyetsizliğini gösterir.

‘MODERN MENGELE LABORATUVARINA DÖNMÜŞ’

Cezaevleri toplumun dizayn ve disiplin edildiği  kurumlardan bir tanesidir. Neden yeteri kadar bir duyarlılık yaratılamıyor?

(C)eza evleri, toplumun “zorla” dizayn edilmeye çalışıldığı hatta tutsakların hasta edilmeye çalışıldığı mekanlardır demek daha doğru. Dışarıda da acımasız devlet sopası var. Dışarıda da özgür değiliz diyoruz ama “içerisi” ile kıyaslamak doğru değil. Cumhuriyet tarihi boyunca hapishane politikası “ıslah etme, topluma kazandırma” değil, tutsakları kişiliksizleştirme, çürütme ve imha  amaçlı “modern Mengele” laboratuvarı olagelmiştir.

Bugün itibariyle Türkiye’de bulunan 360 hapishanenin tümünde yeni hak gaspları, sürgünler, akıl almaz keyfi yasaklar, psikolojik ve fiziki işkence yaygınlaşmaya başlamıştır. Darbeciler ve işbirlikçileri diye tutuklanan binlerce insanla birlikte hapishanelerde nüfus 210 bini geçince yer sorunu başlamıştır. Hapishane yönetimleri, Adalet Bakanlığından bir diğer deyişle OHAL’den aldıkları cesaretle yer sorununu sol, sosyalist gelenekten tutsakları ve Kürt yurtsever tutsakları sürgün ederek, 3 kişilik hücrelere 6 kişi koyarak çözme yoluna gitmişlerdir. Daha sonra biliyorsunuz adli tutsakların yararlanacağı “denetimli serbestlik” ile kısmi yer açılmıştır. Şu anda hapishanelerde 197.500 tutuklu ve hükümlü var. Ve adalet bakanı 17 yeni cezaevi açılacağını duyurmuştur. Halen 7 bin fazlalık vardır.

‘DIŞARIDAKİ MUHALİFLERE GÖZ DAĞI’

Cezaevlerinde 80’leri de aşan bir uygulamayla karşı karşıyayız, neden sistem önce cezaevlerine yönelir?

1980 faşist darbesinden sonra tüm işkencelere rağmen sosyalist solun ve Kürt yurtseverlerin direnişi kırılamadı. Aralık katliamının ve F tipleri icadının hapishanelerde bu direnişi kırma amaçlı yapıldığını (80’lerde Ayhan Songar ve Turan İtil gibi Prof’ların tavsiyesi üzerine) planlandığı biliniyor. İşte bugün de benzer bir program hayata geçiriliyor.  Bu yeni yasakların, hak ihlallerinin, sürgünlerin “FETÖ ve darbe bahanesiyle” sosyalist solun ve Kürt tutsakların direncini kırma amacı taşındığını söyleyebiliriz. Devlet attığı her adımı, yaptığı her kötülüğü bir program çerçevesinde yapmaktadır. Yani tek suçlu bir hapishane müdürü veya gardiyan değildir. Suçular, onlarla birlikte tüm devlet – iktidar organlarıdır.

Ayrıca vurgulamalıyım ki: Bu yapılanlar dışarıda olan muhaliflere de bir gözdağıdır. “Her an içeri düşebilirsiniz. Sizin de başınıza bunlar gelebilir.” Devletin mesajı budur. Öyle ya dünyada tanınan yazar ve şairleri, gazetecileri, seçilmiş belediye başkanlarını, 6 milyon oy alan bir partinin genel başkanlarını hapse atan “devlet neler yapmaz, her an bize de gelebilirler” korkusu yayılmak isteniyor. Elbette devletin bu kirli politikasını uygulayan tetikçilere, hapishane yönetici ve gardiyanlarına, sözde bilim insanı danışmanlarına cevabı yine politik tutsaklar veriyor:

Gümüşhane hapishanesinden yazan 23 yıllık tutsak Seyit Oktay’ın dediği gibi:  

“Hapishaneler hep aynı, muktedirin gadrine açık. Ama direnmek yaşamaktır, başka türlüsü de mümkün değil.”

‘900 HASTA TUTSAK VAR’  

OHAL ile birlikte cezaevlerindeki hasta tutsaklar konusu da gündemdeki yerini yitirdi. Nedir son durum? Durumu ciddi olanlar kimler ve koşulları nedir? 

Türkiye'de 90 hasta tutuklu bulunuyor. İHD'nin geçen yıl açıkladığı raporda bu sayı 721 idi. Ancak bu sayı 900’e çıkmış durumda. Yarıya yakını ağır hasta. Hemen tahliye edilmeleri gerekir. Ama edilmiyorlar. Bağımsız kuruların raporları yok sayılıyor. İHD her cumartesi günü başta İstanbul’da olmak üzere birçok kentte hasta tutsaklar için oturum yapıyor ama yandaş medya bunları da yok sayıyor. Durumun vahametini sadece biz söylemiyoruz . Hasta arkadaşlarına bakan tutsaklar mektup ve fakslar yollayarak anlatmaya çalışıyorlar.

‘BİR MEKTUP ARKADAŞI EDİNİN’

Kamuoyuna ne görev düşüyor, ne yapmak gerekiyor?

Aslında çağrıyı tutsaklar yapıyor. Biz de onların sesini duyurmaya çalışıyoruz. Hapishanelerdeki insanlık dışı uygulamalara karşı yapılan her eyleme bulunduğumuz kentlerde destek olmak gerekiyor. Ve ayrıca kendine sol-sosyalist-devrimci- yurtsever diyen her insanın en az bir mektup arkadaşı seçmesi gerekiyor. Zira zindandaki tutsakların en büyük gıdası mektuplardır.

Bakınız, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum Deniz Tepeli yazdığı mektupta, Dışarından gelecek “ses”in önemine nasıl değinmiş: “Aslında, dışarıda olsak belki de hiç tanışamayacağımız, ya da fark etmeden yanından geçip yine de keşfedemeyeceğimiz dostlarla ancak tutsaklık koşullarında tanışabilirdik. Bu da hayatın cömertlik ve adaletlerinden biridir. Duvarlar ve yasaklar birçok şeyi sınırlar, kısıtlar. Ama engellerin çatlaklarından bir yol bulup, süzülüp, sıyrılıp gelir güzellikler. Küçük bir şey; mesela yazılan birkaç satır, yapılan bir davranış, bir ifade ediş biçimi çok şey anlatır.”

“Sizin hâlâ bir mektup arkadaşınız yok mu, ama onlar sizin için içeride, unuttunuz mu?”

Cezaevlerindeki tutsaklar yaşadıklarını anlatıyor:

Tutsak Sinan Bülbül, mektupların en sorunlu ulaştığı Silivri hapishanesinden yolladığı (Bir ayda elime ulaşan kasım 2016 tarihli) mektubunda yazmış:

“Sözüm ona mektuplaşmanın kötülüğüne kendilerini ikna etmişler. Bu akıl hiç uslanmadı, inada bindirdi bunu. En son Görülmüştür ekibinin 55 mahpusla yaptığı çalışmaya katılmamı istediğinizde bu kez Ankara ve Suruç olayları için yaptığımız eylem için 3 ay iletişim cezası aldım. Mektuplarım ve fakslarım size ulaşmadı. En son yanımda bulunan 4 tane yazımı taahhütlü mektupla 26 Şubat 2016’da size yolladım. O mektup da benzer akıbete uğradı.”

İzmir- Şakran Hapishanesinden yolladığı mektubunu çok gecikmeli olarak aldığım, 22 yıldır tutsak olan Gönül Bulut :

“Açık görüşe giderken kullanmak için elime birkaç peçete aldım. ‘Açık peçete götüremezsin, yasak’ dediler. ‘Alerjim var, kapalı peçeteyi süs için mi götüreceğim, kullanacağı’” ısrarım duvara çarptı kaldı. Bazı yasaklar artık akılla, mantıkla açıklanacak gibi değil. Ve katmerleşerek devam ediyor.”

Ağırlaştırılmış müebbet tutsak Zeynep Avcı da Sincan hapishanesinden son yolladığı (22 kasım 2016) mektubunda kazanılmış haklardan birinin, ana dilde savunma hakkının da gasp edilmeye başlandığını şöyle anlatıyordu:

“Sevgili Adil Hoca, Ankara’da ayaz, soğuk bu gece! Yine de gecenin tenhalığı yok günlerdir... Önceki hafta gönderdiğiniz dergileri aldım. Her şeyde bir aksama var şu sıralar. (…) Son aylarda, özellikle OHAL ile birlikte saldırılar, bulunduğumuz kadın cezaevinde de had safhaya ulaştı demek yeterli gelir mi, bilemiyorum. 17 Kasım’da cezaevi infaz hâkimliğinde açılan disiplin soruşturması nedeniyle, bir grup kadın arkadaşımız duruşmaya götürüldü. Duruşma sırasında kadın tutsaklar, Kürtçe ifade vermek istediklerini söyleyerek tercüman talebinde bulundular. Bu talep üzerine infaz hâkimliği –Hâkim- “Eğer tercüman istiyorsunuz parasını verir tutarsınız, biz tercüman falan getirmiyoruz” şeklinde karşılık vermiştir. Oysa daha önce aynı infaz hâkimliği karşısına defalarca çıkılmış ve tercüman problemi yaşanmamıştır. Bu tavır, Kürt dilinin inkârı ve yasal hakların alenen engellenmesi anlamı dışında bir yaklaşım değildir. Yine aynı gün Sincan Adliyesinde de, başka bir kadın arkadaşımızın yargılanması sırasında benzer uygulamalarla karşılaşılmıştır. Zeliha Ustabaş adlı kadın arkadaşımız, yargılandığı davasında Hemşince anadilinde savunma yapmış; fakat anadilde savunma hakkı, mahkeme heyetince “Sanık ‘keyfince’ başka dilde savunmak istemesinden dolayı mahkeme tercüman masraflarını karşılamayacaktır, isterse kendi karşılasın” şeklindeki bir karar ile engellenmiştir. Daha önceki tüm celselerde anadilde yapılan savunmaya engel koymayan, tercüman masraflarını karşılayan mahkeme; bu yaklaşımla, Zeliha Ustabaş’ın savunma yapmasını da engellemiştir.

Düne kadar çıplak arama ve münferit dediğimiz işkence de yaygınlaştı. Konuyla ilgili yazan İzmir Disk Genel-iŞ Sendikası 2 No’lu Şube (eski) Yöneticisi Barış Aras’ın tanıklığı oldukça önemli. Aras, sürgüne yollandığı Edirne F tipi hapishanesinden yolladığı mektupta şunları söylüyor: 

“DİSK’in tutuklu tek yöneticisiyim. Tutuklandığımda 5 yaşında olan oğlum Ulaş, şu an 9 yaşında ve zulmü benden daha yoğun yaşıyor. En azından İzmir’de her hafta görebildiği babasını şimdi imkânsızlıklar nedeniyle, okulun aksamaması için kaç ayda bir görecek? Sürgün sonrası babasının yüzünde, ellerinde şişlik ve morlukların nasıl olduğunu çok iyi anlayabiliyor.”

Hasta tutsaklardan Adnan Öztel, kasım 2016’da Bafra hapishanesinden yolladığı mektupta şunları yazmış:

“Sağlık sorunlarım beni oldukça zorluyor. Bu yaz çok sıcaktı. Her bakımdan sıcaktı. Çok zorlandım. Havalar serinleyince de grip salgını başladı. Ben Behçet Hastası olduğumdan bende ağır seyrediyor. Bütün üst solunum yolunu tıkıyor. Bir aydır sırtüstü yatıyorum. İlaç alamadım. Doktora çıkarmadılar.

Burada koğuş bir ara 20 kişiye çıktı. Yerlerde yatıyorduk. Normalde koğuş 10 kişilik 6 ranza atmışlar. 16 olmuş Fetöcüler gelince 20’ye çıkmıştık. Şimdi 16 kişiyiz. Görüşleri iki ayda bir kereye indirdiler.”

Yine hasta tutsak Erol Zavar’ın çıplak aramaya direndiği için hastaneye götürülmesinin engellendiği ve şiddete maruz kaldığı haberi geldi.

Keza sağlık sorunu olan tutsaklar da sürgüne yollanıyor, işkence görüyor. Gelen mektuplarda bunlara da yer verilmiş. Yılmaz Demir, Ermenek hapishanesinden yolladığı mektupta bu sorunlara değinmiş:

“Sevgili Adil Heval, Bu aralar zindanlar üzerindeki uygulamalar ağırlaştı. Bunu birebir takip ediyorsunuz. Beş aydır buradayız ama daha ziyarete çıkamadık. Verilen disiplin cezalarının sonu gelmiyor. Açıkça zindan içinde bir zindanı yaşatma gerçeği var. TBMM’ye bu temelde onlarca başvuru yapılmış. Değerli Hevalim bir yıl içinde üç defa sürgün edildik. En son buraya getirdiler. Bu bir yıl içinde iki bin hevalin yerini değiştirdiler. Yani sürgün edildiler. Bu arada 3 kart, pul ve şiir için hem kendi adıma ve hem de tüm arkadaşlar adına teşekkür ediyorum.”