Comte: Paris katliamı davası bir yıl sonra başlayabilir

Comte: Paris katliamı davası bir yıl sonra başlayabilir

Paris'te katledilen üç Kürt kadın devrimci için savunma yapan avukat Antoin Comte, Fransız devletinin, bu katliamın yönlendiricisinin bir devlet olduğunu kabul etmesi gerektiğini söyledi. “Bize göre bu Türkiye'dir” diyerek net konuşan Comte, davanın bir yıl sonra başlayabileceğini belirtti.

9 Ocak 2013’de işlenen bu katliamda Fransız ve Türk hükümet yetkililerin tavrını, basının rolünü ve farklı boyutlarını savunma avukatı Antoine Comte ANF’ye değerlendirdi.

KATLİAMLA BARIŞ SÜRECİ SABOTE EDİLMEK İSTENDİ

Sayın Antoine Comte, 9 Ocak 2013’te Paris’te Leyla Şaylemez, Fidan Doğan ve Sakine Cansız’ın yaşamlarına kast edilen hunharca bir katliam gerçekleştirildi. Bu katliamda üç kadın devrimcinin ailelerini temsilen davanın savunmasını üstlendiniz. Sizden dinleyelim, o gün ne oldu?

Burada 3 cinayet işlendi. Bu katliam başta Fransa'daki Kürtler olmak üzere herkesi derinden sarstı. Bu cinayetler Avrupa’daki Kürtleri öylesine çarptı ki... Zira Avrupa'da kendilerini huzur ve güven içinde görüyorlardı. Kısaca dünyadaki bütün Kürtleri etkiledi bu.

Bu katliamın işlendiği tarihten bir yıl kadar önce, sanırım 7-8 ay önce barış süreci için görüşmeler başlandığı söyleniyordu. Tarafların bir masa etrafında toplandığı bir süreçte ki böyle yapılması da gerekiyordu, işte bu katliam ile sanırım bu sürecin dinamitlenmesi hedeflenmişti. Zira böylesi cinayetler sonrası müzakere etmek imkansızlaşıyor.

Tabi açıkça söylemek gerekirse ilk başlarda ilgili Fransız polisi, güvenlik ve istihbarat güçlerinin kaynakları, hatta kimi politik çevrelerin kaynakları Türkiye ile ekonomik ve benzeri objektif çıkar ilişkilerinden dolayı olsa gerek,“bu Kürt örgütleri arası bir iç hesaplaşmadır” tezine sarıldılar. Fakat zaman ilerledikçe yaşanan gerçekler ortaya çıkmaya başladı.

TAHRAN'DAN GELEN GARİP E-MAİL

Kuşkusuz tahkikat sürecinde ufak-ufak şeyler gün yüzüne çıkıyordu. Örneğin, 2013’ün 20 Ocak’ındaki bu katliamdan 11 gün sonraya denk geliyor, Paris polis merkezine ya da emniyet genel müdürlüğüne bir e-mail gönderiliyor. İlk görünüşte bunun Almanya'dan geldiği gözükse de, daha derine inildiğinde bu mesajın Tahran'dan atıldığı ortaya çıkıyordu. İşte Bu mesajda katilin kim olduğu, nerede oturduğu, MİT’in hesabına çalışan biri olduğu da yazılı olarak söyleniyordu.

Bu e-mail mesajı kime geliyor?

Paris emniyeti genel merkezine geliyor. Ve sonra katil zanlısının aynı gün gözaltına alındığını gözlemliyoruz.

İşte ilk etapta kamuoyunu yanıltma girişimleri görüldü. Bunlar iktidardaki politikacılardan değildi. Daha çok kendisine entelektüel diyen kesimler bunu yapmıştı, başta da Türkiyeli.

Burada Fransa’dan söz ediyoruz. Kimi Türkiye merkezli kesimler kamuoyunu yanıltma girişimlerinde bulundular. Bunlar polis kaynaklarını da etkileyip; bu katliamın Kürtlerin kendi içinde “farklı akımların bir iç hesaplaması” gibi yönlendirme çabaları gözlendi.

Buna rağmen Türk basını bize çok yardımcı olan bilgiler ortaya çıkararak sundu. Detaylarına girersem bu uzun bir hikayedir ama hangi servislerin bunun arkasında olabileceği konusunda ufak ufak bilgiler veriliyordu. Zira böylesi cinayetlerde hakikata ulaşmak öyle ümit edilen ve ulaşılan şeyler değil.

İKİNCİ YILA YAKLAŞIRKEN ELİMİZDE PEK ÇOK BELGE VAR

Bu bilgileri verenler ya da basına sızdıranların başka hesapları olduğu sanılan kimi güçler olduğu belirtiliyor...

İşte bu beni hiç ilgilendirmiyor! Bu bilgileri verenlerin bunu hangi amaçla yaptıkları beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Zira benim için politik bir cinayette en önemli şey, gerçeğe ulaşmaktır. Hangi devletin, katilin arkasında olduğunu ortaya çıkarmaktır. Zaten politik bir cinayette önemli olan kimlerin bunun arkasında olduğunu gün yüzüne çıkarmaktır. İşte bu cinayetlerde yaşamını yitiren 3 politik kadının katledilmesinden bir yıl sonra, katil zanlısı ile onu yönlendirenler arasındaki konuşmaların Youtube üzeri yayımlanması çok önemli bir gelişmeydi. Zira burada detaylı bir iletişim var. Silahın nasıl temin edileceği, kimin nasıl öldürülebileceği konusunda aralarında bilgi sunuluyor. Eğer ikinci bir silah gerekirse neden ve nasıl temin edileceği konuşuluyor. Uzmanlar ve konuya hakim olanlar bunun katil zanlısının sesi olduğunu kabul ediyorlar zaten. Biz ikinci yıla yaklaşırken elimizde pek çok veri var.

Hatırlatmak isterim; Fransa’da, aradan 27, 30, 40 yıl geçmiş olmasına karşın, halen failleri bilinmeyen siyasi cinayetler işlendi. Hatta Fas asıllı bir siyasi muhalif olan Ben Barka, 55 yıl önce öldürülmüş olmasına rağmen halen kimlerin bu cinayetin arkasında olduğu açığa kavuşmadı. Ve bu davaların tahkikatı ise halen devam ediyor. Tabiki Youtube Türk basını değil, ama buraya gönderilen bilgiler bilindiği kadarıyla Türkiye’nin bir yerinden geliyordu. Evet, cinayeti yönlendirenler ile katil zanlısının arasında süren konuşma söz konusu kayıtta tam 10 dakika sürüyor. Burada, “sen şunu öngördün mü, şunun bunun önlemini aldın mı, cinayetten sonra kurtulabilmen için gerekli tedbirleri aldın mı?...” diye devam ediyor...

Evet çizilmiş krokilerde vardı...

Krokiler daha sonra ortaya çıkıyordu. Velhasıl bu kadar bilginin ortaya çıkmış olması çok ender bir durumdur. Zira böylesi davalarda siz dosyaya dair öylesine temel bilgilere kolay-kolay ulaşamazsınız. İşte bunlar ortaya çıktı. Yine bu ses kayıtları yayınlandıktan bir kaç gön sonra bir belge ortaya çıktı. Bana göre bir “vur emri” niteliğinde olan bu belge MİT’in düzenlediği ve 3 tanınmış MİT üyesinin imzası olan bir belgeydi.

BANA GÖRE ORTAYA ÇIKAN BELGE VUR EMRİDİR

Almanya’nın tanınmış dergisi Der Spiegel de bunun gerçekliğini Alman servisleri üzerinden araştırdı ve bu belgenin tamamıyla orijinal olduğunu teyit etti...

Evet, bu yayımlanan doküman otantik dediğimiz gerçek bir MİT evrakıdır. Zira Alman gizli servisi yetkilileri bu evrakın içinde gizlenmiş olan ve adına filigram dediğimiz filmi tespit etmişlerdi. Alman servisler bu kağıdı ve içindeki bu filigramı çok iyi biliyorlar zaten. O evrakı imzalayan MİT üyesi kişileri de tanıyorlar. Bu evrakın adına not deniyor, ama bana göre bu öldürmek için hazırlanmış bir “vur emri” kararnamesidir.

BİR DEVLET SKANDALININ TAM ORTASINDAYIZ

Alman servisi bu 3 MİT elamanından birinin Almanya’daki PKK’lilerin dosyası ile ilgilenen eleman olduğunu da açıkladılar. İşte burada, bana göre bir devlet skandalının tam da kalbindeyiz. Genelde devletlerin işlettikleri bu tür cinayetler böylesine hızlı ortaya çıkmazlar. Burada ise bir parmak, hızla ‘katil devleti’ işaret ediyor. Bu dile getirdiğim bilgiler ise geçen yılın Şubat ayında ortaya çıkmıştı ve Alman gizli servisi, Der Spiegel gazetesine yaptıkları açıklamada; bu bilgilerden sonra MİT ile ilişkilerini askıya alacaklarını, zira bu tür cinayetlerin kendi toprakları üzerinde de yaşanabileceğinden dolayı kedilerinin de artık korktuklarını beyan ediyorlardı. Resmi olarak gizli servislerin işi bilgi akışını sağlamaktır. Ama burada “başka amaçlı kullanılıyor” olması, öyle görünüyor ki kendilerini endişelendirmiş..

Ki bunlar soruşturmalık konulardır...

Kesinlikle öyle… Evet kesinlikle öyle…
Kaldığımız noktadan devam edeceğiz ama katliamın ertesi gününden itibaren, Fransız televizyonlarını takip ettim: Eski anti terör savcısı Bruger, yine eski İçişleri Bakanı Claude Geant TV’lerdeki haber ve yorum programlarında bu cinayetin Kürtler arası bir çatışmaya benzediğini, işte Türk devleti ya da yetkilileri ile bağının olası olmadığı yönünde açıklamalarda bulunuyordu. Siz bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Zira bunlar Fransa’nın ilgili makam ve merkezlerinde yüksek temsili olan insanlardı. Biri iç işleri bakanı, diğeri ise bir dönemin anti terörden sorumlu soruşturma savcısıydı.

İlk başta bu durumu size söyledim. Cinayetlerin ilk gününden itibaren, bazen kişiler, bazen de kimi kurumlardan kişiler, Türkiye ile objektif çıkar ilişkisi olanlar, (Bu ekonomik olabilir, stratejik görüş birliği olabilir, güvenlik üzerine bilgi alış-verişi olabilir. Şu an bunlar Kürtlerin üzerine yapıştırılan terörist etiketinin kurbanları da olmuş olabilirler) İşte bunlar öylesine bir şekilde şartlanmıştı ki, onlara göre; “bu cinayetin sorumluları Türkler olamaz”dı. Tabi ki bunlardan kimisinin çıkarları da bunu gerektiriyordu... Claude Geant o tarihte ne söylemişti şu an tam hatırlamıyorum ama...

Claude Geant Fransa adına Ankara’ya giderek anti terör sözleşmesini de açıktan savunarak imzalayandı...

Evet öyle, bu sözleşme bütün hızıyla alelacele imzalandı. Bruger ise soruşturma savcısı olduğu yıllarda pek çok kez yanılan bir konuma düşmüştü.

Kürtler üzerinde özellikle duran biriydi...

Ben Kürtlere dair onun üzerinde durduğu dosyalara fazla bakmadım.

Hem de uzun zamandan beri...

Ben savcı Bruger ile Kürt dosyasına dair değil de İrlanda dosyası üzerine birlikte çalışmıştım ve ilişkim oldu. Kendisine şunu söylemiştim: “İrlandalıları neden takip ediyorsun? Bundan vazgeç, zira İngilizler eninde sonunda bunlarla uzlaşırlar, aynı masa etrafında oturacaklar” diyordum.

Kendisi ise; “hayır-hayır öyle şey mi olur... bunlar teröristtir” filan diyordu. Özellikle Fransa’da ama genelde soruşturma savcılarının şöyle bir handikapı var: hani derler ya; “kendi kaynaklarının esiri olma hali” gibi bir durumları var. Anti terör savcısı Bruger çalışkan biriydi ama İrlandalılar üzerine kaynaklarını İngilizler servis ediyordu. Tabi bu kaynaklar söz konusu İrlandalıları dünyanın en tehlikeli teröristleri olarak adlandırıyorlardı. Kendisine açıkça söylüyordum: “Bunları böylesine takip ederek geleceğe hakaret etme, bunlar yarın bir gün barışırlar. Bu takiplerini terk et!” diyordum. “Bu tür tipler kendi kaynaklarının esiri oluyorlar” dedim de. Amerika servisleri de bir devleti “haydut devlet!” olarak nitelediklerinde eline geçen her türlü kızıl topla vuruyorlardı ve halen de vuruyorlar ya. İşte öyle bir şey bu. Bunun tersi bir müttefik ülke olduğunda bu sefer de tam aksi istikamette, artık hiç bir şüphe duymuyorlar. Evet bunlar yaşandı ve yaşanıyor. İşte bu aynı çark ve aynı süreçtir. Bruger’in yaklaşımı da “Türkiye bir mütefik ülkedir, dolayısıyla şüphe etmemek lazım”, Kürt örgütleri ise “şüpeli kanat”tandır. O halde bu cinayetleri Türkler değil, Kürtler yapmış olmalı” şeklindeydi. Yaklaşımı buydu işte. O dönem yaptığı açıklamaları da bu kapsamdaydı. Zira burada sağlıklı bir fikir yürütme ve araya bir mesafe koymadan ziyade, Türk MİT’inin verileri ile hareket ediyor olsa gerekti.

SAVCILAR İDEOLOJİK YAKLAŞIYOR

Peki bunu nasıl tanımlamak gerekir? Devlet aklı mıdır bu, yoksa...

Bana göre böylesi insanların yaklaşımı ideolojiktir. Bu tür insanlar öylesine ideolojik bir biçimde biçimlendirilmişler ki; müttefik ad ettikleri ülkelerden bu tür cinayetlerin kaynaklanacağını, hele hele Fransa’da bunu yapacaklarını aklına bile getirmezler. Halbuki pek çok yerde Filistinliler öldürüldü. İsrail sevisleri Münih saldırılarından sonra, Roma'da, Paris’te, bu tür insanları öldürdüklerini bizzat itiraf etmişti. Bundan dolayı bana göre bu insanlar ideolojik bir darlık içinde dünyanın başka türü olamayacağına inanmış, ya da inandırılmış durumdalar. Bu ise kendi akıllarına çok ciddi derecede ziyan veriyor.

ERDOĞAN'IN KENDİSİ İTİRAF ETTİ

Brüksel'de katıldığınız Kürt konferansında öz olarak nasıl bir mesaj vermek istediniz?

Konferans katılımcılarına, yaşanan katliam ile ilgili MIT’i işaret eden kanaatimin ideolojik değil, verilere dayalı olduğunu izah etmeye çalıştım. Bunlar savcının şu ana kadar çalışmaları ile yine Türk basınına yansıyan veri ve bilgiler ile edindiğimiz kanaatti. Sonuçta elimizde deliller var. Bu deliller öylesine sağlam ki. Siz bunu bir davanın hakikatini ortaya çıkarmak amacıyla bir şans olarak da görebilirsiniz. Zira burada tarihte eşine ender rastlanan bir durum yaşandı. Şöyle ki; devletin, iktidarın şefi Erdoğan’ın, bizzat kendisi, devlet’in polisi, yargısı vs. içinde yer edinmiş olan güç odakları tarafında yapıldığını itiraf etmiştir. Biz ise avukatlar olarak geçen Mart ayında bunu dosyaya ilave edilmesi amacıyla soruşturma savcısına ilettik.

Seçimler sürecinde söyledi bunu...

Evet, Seçimler sürecinde söyledi bunu. Erdoğan o konuşmasında Pensilvanya- Filadelfiya'daki adamın işidir diye işaret ediyor. Hatırlatmak gerekirse, 2009’da barış amacıyla görüşmeler başlatılıyor ve 2011’de ise “bu görüşmeler basına sızdırıldı diye süreç durdu” deniliyordu.

BURADA TETİKÇİ TÜRK DEVLETİNİN KENDİSİDİR

Burada kast ettiğiniz Fethullah Gülen’dir tabi....

Gülen cemaatidir ve dönemin başbakanı Erdoğan, Pensilvanya'daki adamdan söz ediyor. Bu konuşmada Erdoğan diyor ki; Paris’te 3 kadını öldürenler ile görüşme kayıtlarını sızdıranlar aynı güçlerdir. Burada söz konusu bu güçlerin devlet dışı olduğunu söylemiyor, tam aksine diyor ki; “bunlar yargıda, poliste ve güvenlik güçleri içinde yuvalanmışlardır.” Hem de vurgu ile ekleme yapıyor. Burada; “Dış güçler değil, içte gerçekleşen bir yapıdır bu”. Bunların vurgusu var. Burada bizim çıkardığımız sonuç; resmi olarak Türk devletinin bu cinayetleri kabullenişidir. Bunu hangi tarafın yaptığı filan, bizim konumuz değil. Burada tetikçi Türk devletinin kendisi oluyor.

Paris’e geri dönersek; Fransa Hükümeti’nin tavrı nedir şu an? Bu konuda Fransa ulusal Meclisi'ne bir soru önergesi sunulmuştu ve hükümetin verdiği cevap vardı. Siz bunu nasıl takip ettiniz. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Açıkça söylemek gerekirse, hükümet adına yapılan açıklama çok ürkütücüydü. Evet bu katliam Fransız politik sınıfı için de korkunçtu. Paris’in merkezinde 3 kadını kafalarına dört kurşun sıkarak hunharca öldürülmüşlerdi. Buna benzer bir katliamı Fransızlar 18 Eylül 1988’den beri görmemiş ve duymamışlardı. Zira o tarihte Afrika Ulusal Kurtuluş örgütünün (ANC) Paris temsilcisi öldürülmüştü. Üstelik bu kadınlardan ikisi Fransa’da çok iyi tanınıyorlardı. Fidan Doğan’ı ben de iyi tanıyordum. Fransa ulusal meclisi, senatosu, sözün kısası politikacı ve parlamenterler ile sürekli ilişkide olan biriydi.

FRANSIZ POLİTİKACILAR DA DEHŞETE DÜŞTÜ

Avrupa Parlamentosu'nda da öyleydi...

Evet, Paris’te olduğu gibi burada da tanınıyordu.

Ki vurulmadan önceki son telefon konuşmasını da bir Fransız senatörü ile yapmış olduğu tespit edilmişti. Ne kadar çok tanındığını söylemek için söyledim bunları. Sakine ise başta Kürtler içinde olmak üzere bir tür ikondu. Kürt direnişinin simge ikonuydu. Leyla ise Almanya’da yaşadığından dolayı az tanınıyordu. Ama politikacılar, bu politik katliamdan dolayı dehşete düşmüştü. Öyle ki dönemin İçişleri Bakanı ve şu an başbakan olan Manuel Valls sabahın erken saatlerinde direkt katliam mahalline gelmiş ve cinayet sahnesini kendi gözleri ile görmüştü. Cinayet yerinde bu hunhar cinayeti lanetlemiş ve bunun arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılması için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını deklare etmişti. Ve devamen Fidan Doğan Fransa’daki politik partilerin kongrelerine de katılan biri olduğu için, cumhurbaşkanı François Hollande da yaşananın çok korkunç ve hunhar bir cinayet olduğunu vurguladıktan sonra; “kadınlardan birini ben de tanıyordum, parti Kongremize katılmıştı” mealinde açıklamada bulunacaktı. Bu açıklamadan sonra ise Türk otoriteleri sanki emir-komutaya uyma çağrısı yaparcasına; “Ne? Nasıl? Fransa cumhurbaşkanı nasıl teröristler ile görüşür?” gibisinden açıklamalar yapacak ve devam eden uzun bir sessizliğe bürüneceklerdi.

FRANSIZ POLİTİKACILAR ERDOĞAN'IN AZARLAMASINA SUS-PUS OLDULAR

Bu açıklamayı yapan bizzat Erdoğan'dı.

Hükümetin üst düzey bir temsilcisiydi. İşte bu açıklamadan sonra, politik çevre ve hükümet üyeleri şaşa kalmıştı. Niye? Çünkü daha yakın döneme kadar Türkiye ile çok özel ilişkilerimiz var. Pek çok konuda bilgi alışverişinde bulunuyorduk. Türkiye ile pek çok iş sözleşmesi imzalanmış. Dolayısıyla Türkiye’de olup-bitenlere göz kapayacak derecede ilişkimiz söz konusu. Böyle olunca da orada olanları görmezden geliyoruz. Yoksa orada ne olup bittiğini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gelen davalardan dahi öğrenebilir insan. Fikirlerinden dolayı yüzlerce insan hapse atılmıştır. Velhasıl neyi biliyorsak, bilmezden geliyoruz. İşte böylesi bir süreçte bir tarafta bu katliamdan dolayı ürküntüye kapılmış olan bir politik çevre ve aynı zamanda sanki emir komuta ilişkisine dahilmiş gibi, Türk iktidar çevrelerinden cumhurbaşkanı Hollande’a yönelen “hizaya gelin, ne yapıyorsunuz!” manasında bir azarlama... Burada, asla kabul edilemeyecek bir durum var ortada... Bir düşünün, bu azarlamanın Hollande’a değil de, De Gaulle’e yöneltildiğini. İnsan hayal dahi edemiyor. Ama buna rağmen Fransız politik çevreleri bu azarlamaya, sus-pus kaldılar. Bu sessizlik bir yıl boyunca devam etti.

Şunu bir kez daha vurgulamak isterim; bu cinayette, Türk basını başından beri beni hayrete düşürdü. Türk basınının ne kadar baskı altında olduğunu ve halini biliyorum. Ama yine de beni hayrete düşürdü, zira pek çok şeyi onlardan öğrendik. Katil zanlısının katliamdan 15 gün önce (İstanbul mu Ankara mı) havaalanındaki fotoğraflarını ilk Türk basını ortaya çıkardı.

Türkiye’ye yaptığı onlarca uçuşa da dikkat çekilmişti...

Türkiye’ye yaptığı uçuş listesini yine onlar yayınladı. Hatırlatmak isterim, Fransız polisi o zaman pasaportu dahi ele geçirilmemişti. Zira pasaportunu araba teybinin arkasına gizlemişti. İşte bu kişinin pek çok kez Türkiye’ye gittiğini kimse daha bilmiyordu. Pasaportunu, ta Mart ayında polis bulabilmişti. Ama Türk basını en son 18 Aralık 2012 olan, yani katliamdan önceki Türiye’ye geliş-gidişlerinin listesini veriyordu. Türk basını bu rolü belki iç hesaplaşmalar olduğunu sanarak da vermiş olabilir...

Ama bu benim konum ve derdim değil! Bizim tek istediğimiz gerçeğin açığa çıkmasıdır. Nedeni ne olursa olsun... İster iyi, ister kötü nedenler ile olsun. Burada önemli olan bu bilgilerin açığa çıkmış olmasıdır. Ben ve meslektaşlarım bu davada kızları öldürülen insanları, aileleri temsil ediyoruz ve bunlar gerçeğin ortaya çıkmasını bizden bekliyor. Dolayısıyla bu bilgilerin ne nedenle ortaya serpiştirildiği beni ırgalamaz. Yeter ki ortaya çıksın.

Katil zanlısı başından beri aynı tutumu mu sürdürüyor?

Katil anlısından konuşmak dahi istemiyorum...

O zaman konuyu değiştirelim...

Konuyu değiştirme meselesi değil bu... Hukukta bir prensip var; ve der ki; “insanlar istediği gibi kendini savunabilirler...” Hal bu olunca; işte, istediği gibi kendilerini savunuyorlar...

BASINI SEVİYORUM, İYİ Kİ VAR

Bu davanın hukuki prosedürüne dair soruşturma savcısı nezdinde DST yani Fransa iç güvenlik teşkilatının da sorgulanması için bir girişiminiz oldu. Daha önce reddedildi, fakat şu an soruşturma savcısı bunu kabul ederek gerekli müsaade için işlem başlattı. Bu konuda sizin değerlendireniz nedir?

Biraz geriye gidelim: 2013 yılı sonunda, Ağustos ayı olsa gerek, Snowden davası gündeme gelmişti. Bu davada öğreniyoruz ki telefon görüşmeleri üzerinde yapılan her türlü iletişim, bu e-mail gibi mesaj ya da görüşme olsun, silinse de hafızada iz bırakıyor. Bunlardan yola çıkarak ben meslektaşlarım ile birlikte 'Fransa gizli servisinin ya da ilgili güvenlik birimlerinin bu dava ile bağlantısı olabilecek görüşmeler konusunda ellerinde veri var mı, yok mu gibisinden bir araştırmaya gitmelerini isteyelim' dedik. Özellikle katil zanlısı ile MİT vb. kesimler arasındaki konuşmalar gibi ortaya koyabilecek şeyler yani. Soruşturma savcısı ilk başta, buna pek gerek olmadığını söyleyip gerekçelerini de bildirerek bu talebimizi reddetti.

Ama Ocak 2014’de 'vur emri' niteliğindeki belgeler yayımlanınca ve Der Spiegel bu konuda geniş bir haber yapınca, soruşturma savcısı geçen Mart ayında bu talebimizi yeniden işleme koyma gereği duydu. Bir kez daha burada basının rolünü ve önemini vurgulamak istiyorum. Öyle ki basın iyi ki var ve harika bir şeydir diyorum... Basını seviyorum. Zira ben aynı zamanda basın avukatıyım da... Yine bunun yani özgür basının vatandaş için çok iyi bir gereklilik olduğunu da burada vurgulamak isterim.

Velhasıl soruşturma savcısı Mart ayında yeniden yaptığımız Fransız gizli servisinden bilgi edinme ve sorgulama, talebimizi işleme koyma gereği duydu. Zira bunların asıl görevi yabancı servislerin bilgilerine ve iletişimlerine ulaşmaktır.

Karşı faaliyetleri kıstırmak ve etkisiz kılmak için mi?

DST, Fransa’da kimin ne yaptığı konusunda bilgi toplamaktan sorumludur. Tabi daha geç olmadan söz konusu bilgileri toparlaması gibi bir misyonu, bir görevi var. Kısaca soruşturma savcısı bunu işleme koydu ama bu konuda yetkili bir komisyonun prosedüre uygunluğu konusunda onayını vermesi gerekiyor ve şu an bunu bekliyoruz.

Peki bunun gelişim etapları ne oldu ya da ne olur?

Evet devletin gizli dosyalarına da girmeyi öngördüğünden bu yönlü özgün bir komisyon toplanıp hazırlık yapıyor ve koşullar uygun olduğunda kararını veriyor.

Peki şu an hangi merhaledeyiz?

Bu başvuru şu an ilgili komisyonun elindedir...

FİRAR PLANINDA MİT'TEN “ANNEM” DİYE SÖZ EDİYOR

Yani şu an, bu komisyondan cevap bekleniyor?

Biz bu komisyondan olumlu bir cevap bekliyoruz. Yalnız bu komisyon katil zanlısına dair hiç bir veriye ulaşmamış ise, yani her hangi bir veri yoksa bunu gereksiz de görebilir. Ki bunu gerekçelendirmesi gerekiyor. Yani bu olasılık da var. Unutmadan, katil zanlısının telefonundaki hafızada silinmiş olan ama yeniden tamir edilen bilgi ve belgeler de vardı ve bu da çok ilginçti. Zira katliamdan bir gün önce bunlar çekilmişti. Yani 8 Ocak 2013’te ki bunlar basında çıktı. Yüzlerce evrakın (bunlar Kürt derneğinden çekilmiş) fotoğrafları çekilmiş ve bunlar Türkiye’ye gönderilmişti. İşte bütün bunlara, bir de katil zanlısının ele gecen firar etme planını da eklerseniz... Bu firar planında, MİT’ten “Annem” kod adı ile söz ediliyor... Velhasıl olay çok alenidir...

BİZİM AÇIMIZDAN FOTOĞRAF NETTİR

Size göre; “foto nettir” diyorsunuz. Peki deyim yerindeyse bu fotoğraf ne zaman kağıda yansır?

Ne demek istediğinizi anlıyorum; zira soruşturma savcısı daha 20 yıl bekleyemez. Bir yıl önce Fransa'dan Türkiye'ye soruşturma kapsamında göreve gönderilen bir komisyon var. Bunların raporlarını tamamlamaları gerekiyor. Telefonlardaki ilişkilerin, bilgilerin ortaya daha net çıkarılması gerekiyor. Yine teknik konular var; işte DNA, gibi yine balistik raporlar gibi... Bunların derinliğine aydınlatılması ve açığa çıkarılması lazım. Ki bu çok ciddi bir kriminal anket ve tahkikat gerektiriyor. Bizim açımızdan fotoğraf kesinlikle nettir.

Şu an gerek bu konferansın (AP'deki Kürt konferansı) gerekse Fransız politikacıları ve parlamenterlerinin Fransa devletinden bu katliamın yönlendiricisinin bir devlet olduğunu (belki bu devlet müttefik de olabilir, ...belki diyorum) kabul edip ve sorumluları işaret etmesidir. Bize göre bu da Türkiye’dir. Burada ilkesel bir yaklaşım olmalı.

BİR YIL SONRA DURUŞMA TARİHİNİ ÖĞRENMİŞ OLURUZ

Peki mahkemenin bu davada ilk kararını vermesi ya da ilk duruşması ne zaman olabilir?

Bilmek istemiyorum. Zira önce soruşturmanın bitmesi lazım.

Bu ne kadar zaman alabilir?

O halde şunu söyleyeyim: Tahminim, bir yıl sonra, mahkeme duruşmasının tarihini öğrenmiş oluruz.