Demagoji, çözüm süreci ve yeni parametreler…-Cahit Mervan
Bu saatten sonra çözüm olmadan, Kürtlerin özgürlük talepleri karşılanmadan, Öcalan özgür kalmadan PKK’den tek taraflı adımlar beklemek hayaldir. Doğru da değil. Adilde değil.
Bu saatten sonra çözüm olmadan, Kürtlerin özgürlük talepleri karşılanmadan, Öcalan özgür kalmadan PKK’den tek taraflı adımlar beklemek hayaldir. Doğru da değil. Adilde değil.
Ahmet Davutoğlu’nun en son çözüm sürecine ilişkin yaptığı açıklamanın ciddiye alınacak bir yanı yok. Davutoğlu demagoji yaparak ‘’çözüm sürecine dönülsün’’ baskılarını hafifleteceğini düşünüyor.
Son günlerde Kürdistan ve Türkiye kamuoyundan çözüm sürecine ilişkin yükselen sesler, Avrupa Birliği ve ABD’den bu konuda yoğunlaşan baskılar ilk kez doğru adrese yöneliyor. Herkes çözüm sürecini sonlandıran, onu ‘’buzdolabına kaldıran’’ Türk tarafından bu konuda doğru-dürüst bir adım atmasını talep ediyor.
ABD başkanı Barack Obama’nın Erdoğan ile yaptığı son ‘’resmi olmayan’’ görüşmede de bu konunun gündeme geldiği görülüyor. Avrupa Birliği ise Türk tarafına neredeyse her hafta yeni bir çağrı yapıyor. Savaşta Türk ordu ve polis gücünün artan kayıpları ise daha çok sorgulanmaya başlanıyor.
İşte tamda bu ortamda Davutoğlu içten ve dıştan gelen baskıları hafifletmek için ‘’2013 Mayıs’ına dönülürse, o zamanki gibi PKK tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarıp ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, her şey konuşulabilir’’ diyor.
Çözüm sürecini başından itibaren takip edenler ve Kürt sorununun öz itibariyle bir ‘’silahsızlanma’’ sorunu değil, bir halkın kendi geleceğini belirleme sorunu olduğunu bilenler için bu açıklama‘’arabayı atın önüne koşmaktan’’ başka bir şey ifade etmiyor.
Hatırlamakta yarar var. 2013 yılının ilk günlerinde çözüm süreci İmralı’da esir tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından başlatıldı. Burada sayısız görüşme yapıldı. Müzakereler sonucu ortaya bir ‘’Mutabakat Belgesi’’ çıktı. Bu belge üç aşamalı bir çözüm planını ön görüyordu:
BİR: Çift taraflı, kalıcı ve denetlenebilinir bir ateşkes ilan edilecek.
İKİ: Türk tarafı Kürt sorununun çözümü için uygun koşullarının oluşmasına yol açacak demokratik reformları gerçekleştirecek. Buna paralel olarak PKK silahlı güçlerini Türkiye sınırları dışına çekmeye başlayacak.
ÜÇ: Öcalan’ın ‘’herkes özgür olacak’’ dediği aşamada ise yeni bir toplumsal sözleşme gerçekleşecek. Normalleşme süreci için Öcalan’ın özgür kalacağı koşullar oluşturulacak. Nihayetinde Kürt sorununun çözümü için gerekli adımlar atılacak.
Çözüm sürecinin hiçbir aşamasında PKK’nin tek taraflı olarak silahlı güçlerini sınır dışına çekmesi veya silahları bırakması gündeme gelmedi. İmralı’da Öcalan ile Erdoğan adına görüşen devlet heyeti ve zaman zaman Öcalan ile görüşen başbakan yardımcıları böyle bir talebi masanın üstüne koymadılar.
Ancak PKK ateşkes ilan ettikten ve Erdoğan hükümetini çözüm konusunda cesaretlendirmek için ön görülen zamandan önce gerilla güçlerini geri çekmeye başladıktan sonra Türk tarafı İmralı’da üzerinde uzlaşılan ‘’Mutabakat Belgesini’’ bir tarafa bıraktı.
Çözüm sürecini zamana yayarak, çürüterek, içini boşaltarak Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için araçsallaştırdı. Çözüm süreci Türk tarafının verdiği sözleri yerine getirmemesinden dolayı daha 2013 yılının sonuna doğru çökme noktasına geldi. Türk devleti ayrıca ateşkesi fırsat bilerek Kürdistan’da askeri yığınağını artırdı. Karakol ve kalekol yapımlarına hız verdi. Askeri amaçlı baraj yapımlarını durdurmadı, aksine hızlandırdı. Çözüm yerine medya aracılığıyla çözüyormuş havası yaratmak için görülmemiş düzeyde algı operasyonlarına başvurdu.
Tüm bunlara rağmen PKK sabırlı davrandı. Her türlü provokasyonu sineye çekti. Çözüm için kapıyı açık tuttu.
Ancak 2014 yılının 15 Eylül’de Türkiye’nin açık desteğini alan DAİŞ çeteleri büyük bir askeri güçle Kobanê’yi işgal etmek için saldırıya geçti. Kobanê çeteler tarafından kuşatıldı. Türkiye ise kendini savunmakta başka hiçbir çaresi olmayan Kobanê’ye insani ve askeri koridor açmadığı gibi, Kobanê’nin tek açık kapısını kuşattı. Böylelikle Kobanê’nin düşeceğini hesapladı.
Erdoğan bunu yaparak çözüm sürecinin ruhuna ihanet etti ve Kürtleri arkadan hançerlemeye çalıştı. Bu nedenle sırıtarak, bütün Kürtlerin duygularını provoke edercesine ‘’Kobani düştü, düşecek’’ dedi. Türk devletinin Kürt düşmanı tutumundan dolayı çözüm süreci burada büyük bir yara aldı. Daha doğrusu kırıldı.
Şimdi çözüm sürecine kendince olmayacak şartlar sıralayarak dönülebileceğini söyleyen Davutoğlu çözüm sürecinin neden bittiğini ve Kürdistan’dan neden sınır tanımaz bir vahşet uygulamaya karar verdiklerini itiraf ediyor.
Davutoğlu şöyle diyor:
‘’Ceylanpınar’da 2 polisimizi gece yarısı evinde şehit etmemiş olsalardı çözüm süreci bitmezdi. Operasyon başlatma gibi bir derdimiz yoktu. 6-7 Ekim olayları bir dönüm noktası oldu. ‘’
Tamda bu cümlede Davutoğlu kendini ele veriyor. Demagoji yapıyor. Gerçeği halktan gizliyor. İşledikleri onca cinayeti örtbas edebileceğini düşünüyor.
BİR: Ceylanpınar’da iki polis 22 Temmuz 2015 günü öldürüldü. Davutoğlu’nun ‘’6-7 Ekim olayları’’ diye adlandırdığı Türk devletinin Kobanê karşısındaki düşmanca tutumuna karşı başlayan ve beş gün süren Büyük Kürt Serhildan’ı 2014 yılındaydı. Yani Ceylanpınar’da polisler öldürülmeden nerdeyse 10 ay önceydi.
İKİ: İki polisin öldürülmesi ‘’spesifik bir olay’’ olsa dahi bu kadar büyük bir savaşın başlatılmasının nedeni olamazdı. Bu olaydan 48 saat sonra Türk devleti topyekun olarak Kürdistan’a savaş ilan etti. Onlarca savaş uçağı gerilla üstlerine saldırı başlattı. Zaten, Ağrı’da askerleri ölüme gönderme provası, HDP Adana ve Mersin binalarına yapılan bombalı saldırı, 5 Haziran 2015’te Amed’deki HDP mitingine yapılan katliam, 20 Temmuz 2015 Suruç katliamı, Özgürlük savaşçılarının yattığı mezarlıklara karşı uygulanan vahşet bu ‘’spesifik olaydan’’ çok önceydi.
ÜÇ: Dönüm noktası 6-7-8 Ekim Serhildan’ı değildi. Türk devletinin DAİŞ çetelerine verdiği destek ve Erdoğan’ın ‘’Kobani düştü, düşüyor’’ açıklamasıydı. Çünkü bu tutum çözüm sürecine ihanetti. Serhildan bu tutum üzerine ortaya çıktı.
DÖRT: 6-7-8 Ekim’deki Büyük Kürt Serhildan’ında 50’ye yakın insan yaşamını yitirdi. Bunun büyük bir çoğunluğu bizzat devletin özel hareket polisleri ve kiralık katilleri tarafından öldürüldü.
BEŞ: Davutoğlu’nun dediği gibi savaş kararı iki polisin öldürülmesi sonrası alınmadı. Savaş ve soykırım kararı 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulu’nda alındı. Çünkü Büyük Kürt Serhildan’ı sadece Kobanê kuşatmasını yıkmak için tarihi rolünü oynamadı. Aynı zamanda Kürtlerin özgürlük taleplerinin yalın bir biçimde açığa çıkmasına yol açtı. Türk devletinin Hem Kuzey’de Kürt hareketini boğma, hem de Rojava’da ortaya çıkan statüyü bertaraf etme, yani tasfiye politikası çöktü.
İşte Davutoğlu’nun ‘’dönüm noktası’’ dediği şey budur.
Elbette ki süren savaşın son bulması, çift taraflı bir ateşkesin sağlanması ve Kürdistan sorununa adil, demokratik ve eşitlik temelinde bir çözüm bulunması gerekiyor. Ancak bu konuda gerçekçi olmak gerekiyor.
Çünkü Türk tarafı bu zihniyetten çok uzak bir noktada durmaktadır. O hala Kürdistan Özgürlük Hareketini tasfiye etmek, Kürtlere diz çökertme planından vazgeçmiş değil. Öte yandan bu savaşı sürdürecek rezervleri de hızla tükenmektedir. Bu nedenle çözüm yerine telaş içinde işi demagojiye vurmayı çalışıyor.
Açık söylemekte yara var. Çözüm sürecinde kırılma noktası olan Kobanê zaferi, Kuzey Kürdistan’da Türk devletinin uyguladığı vahşet ve buna karşı ortaya çıkan, tarihsel kazanımları gelecek bir yüzyılı belirleyecek olan direnişten sonra Türk tarafının, Kürtlere şart koşma dönemi bitmiştir. Daha açık bir deyimle çözüm sürecinin parametreleri ciddi manada değişmiştir. Bu saatten sonra çözüm olmadan, Kürtlerin özgürlük talepleri karşılanmadan, Öcalan özgür kalmadan PKK’den tek taraflı adımlar beklemek hayaldir. Doğru da değil. Adilde değil.
Adım atması gereken Kürt tarafı değil, Türk devletidir. Kaldı ki sözün hükmünü yitirdiği bir dönemdeyiz. Herkes söylenecek sözden çok, yapılacak işe bakacaktır.
Mesela:
Türk devleti Kürdistan’da yıkım ve soykırım operasyonlarından vazgeçecek mi? Kürdistan’da işgalci güçlerini geri çekecek mi? Öcalan üzerindeki tecridi kaldırıp, müzakere ve görüşmelere başlayacak mı? Rojava Kürdistanı’na karşı izlediği düşmanca tutumdan vazgeçecek mi? Türk devleti çift taraflı ve denetlene bilecek bir ateşkesi kabul ettiğini inandırıcı bir şekilde açıklayacak mı? Ve çözüm sürecini ‘’buzdolabına kaldırdım’’ diyerek Kürtlere karşı acımasız bir soykırım ve vahşet politikası uygulayan Erdoğan hesap verecek mi?
Mesele budur. Demagojiye, algı operasyonlarına herkesin karnı toktur.