Dêrsim daðlarında bir yazar

Dêrsim daðlarında bir yazar

15 yıldır daðlarda mücadele eden Şiyar Dêrsim’in yazdıðı iki kitabı Mezopotamya Yayınları’ndan çıktı. Dêrsim, gerillanın savaşın zorlu koşullarına raðmen edebi çalışmalar da yürüttüðüne dair sadece bir örnek.

Sonbahar ve Dêrsim... Şehir yazın tüm o kalabalıðından, kaosundan kurtulup sessizliðe ve yalnızlıða bürünüyor. Yapraklar sararıyor, yaðışların başlamasıyla Munzur berraklıðını yitiriyor, daðların doruklarını sis kaplıyor. Derin bir hüzün çöküyor kente. Burada olduðum süre boyunca bir taraftan gerillanın alanlara hakimiyetine tanıklık yapmış, bunun halkımız üzerindeki moralin nabzını tutmaya çalışmıştım. Kimi zaman da doðanın merhametine sıðınmak için gittiðim ziyaretlerde yaşlı ninelerimizin yakarışlarına, aðıtlarına, gözyaşlarına tanıklık etmiştim.

Kentte olup yönünü daðlara vermemek olmazdı. Böylece bir sonbahar gününde yönümüzü daðlara veriyoruz. Hava bulutlu, belli ki yaðmur kötü bastıracak. Öyle de oluyor. Büyük bir çaba ardından Şiyar ve arkadaşlarına ulaşıyoruz. Gök gürültüsü kopuyor ve yaðmur başlıyor. Fazla ıslanmamak için sırtımızı bir kayalıða dayıyoruz. Yaðmur dindikten sonra reşoda (kara çaydanlık) demlenen çay eşliðinde derin sohbetlere dalıyoruz. Şiyar Dêrsim, bir gerilla olduðu kadar Mezopotamya Yayınları’ndan çıkan iki kitabın da sahibi bir yazar: Dêrsim’in Çıðlıðı (roman-2011) ve Gecemde Gölgem (şiir-2009). Bu kez bir gerilla ile savaşı deðil edebiyatı konuşmak istiyorum. Ancak sonbaharın gerillada yarattıðı duyguyu da merak etmiyor deðilim. Şiyar Dêrsim ile uzun bir sohbetin ardından aşaðıdaki söyleşi çıktı ortaya.

Dêrsim’in Çıðlıðı adlı kitabınız 2011’de Mezopotamya Yayınları’ndan çıktı. Biraz geriye gidersek, kitabı yazım sürecini anlatır mısınız?

Dêrsim’in Çıðlıðı kitabını, 2004 yılında yazmıştım. Çok iddialı bir kitap olarak, yani bir roman düzeyinde görmedim. O dönem açısından birikmiş duygularımız vardı. Şehit yoldaşlarımıza karşı biriken sorumluluklarımız vardı. Alelacele onları yerine getirmek, biraz o duygularımızı yazıya dökmek için kısıtlı imkanlar içinde gerçekleştirdiðim bir çalışma oldu.



Yaklaşık 3 yıl birlikte mücadele ettiðiniz Şerif Yalçın (Mahir) arkadaşınızı yazmışsınız. Kitabı yazarken ne gibi zorluklar yaşadınız?

Kitap, anı-biyografi tarzında oldu. Mahir arkadaşımızın özellikle geçmişine dönük çok fazla bilgim yoktu. Ancak dað yaşamına ilişkin bilgiler mevcuttu. Kuşkusuz duyduklarım, dinlediklerim vardı. Ama bir Dêrsimli olarak çocukluðunu, gençlik dönemini yazmakta çok zorlanmadım. PKK’yi solumuş, emek harcamış, ter dökmüş bütün Dêrsimli gençlerin üç aşaðı beş yukarı başından geçenlerdir. Dêrsim’de yaşayan her kişinin yaşayabilecekleridir. Mahir arkadaşın yaşamı, Dêrsim’in bir özeti gibi oldu.

„Şimdi olsaydı kitabın yüzde 95’ini deðiştirirdim“ dediniz, neden?

Evet, daha farklı, daha iyi yazabilirdim diye düşündüm. Ancak dediðim gibi kısa sürede kaleme aldım. Ýlk kitap denememdi. Kaðıt-kalemle uðraşmanın ilk dönemleriydi. Birçok acemilik oldu. Edebi, roman bakımından eleştirilecek yanları var. Zaten o anlamda iddialı olmadıðımı söylüyorum. Roman tekniðini çok iyi kullanamadım, daha akıcı kılınabilirdi.

Keşke derinleştirebilseydim. Deðiştirmek istedim. Ama diðer yandan yazma işine başlamamın ilk evreleriydi. O açıdan elleyemedim, o gücü kendimde bulamadım belki de.

Tekrar ele alma imkanınız olsaydı, ne gibi deðişiklikler yapardınız?

Mahir arkadaşı yazarken, kırktan fazla şehit arkadaşı da yazdım. Bir nevi taraflı yazmak zorunda kaldım, duygularım farklı bir yönteme el vermiyordu. O dönemin atmosferi içinde daha çok sevilen yanlarını yani övgüler silsilesi biçiminde yazmıştım. Şehit arkadaşlar, noksan bıraktıklarından ziyade hep başardıkları ile dilimize düşer. Bu anlamıyla eksik bir çalışma oldu. Biraz da Mahir arkadaşın bir insan olarak yetersizliklerini, yapamadıklarını, kızgınlıklarını yazmak isterdim. Bunları da ekleseydim daha iyi bir portre ortaya çıkardı. Ancak dediðim gibi o dönemin atmosferinde bunu çok fazla düşünemedim, biraz da acele oldu.

Kitabı ne kadar sürede yazdınız? Sizi etkileyen koşullar neydi?

Ýki aylık bir sürede, geceleri yazdım. O zaman askeri koşullarımız açısından fırsat bulmakta zorluk çekiyorduk. Saðlık açısından rahatsızlıklarım da vardı. Nietzsche, hep hastalıðını kendi özgürlüðü olarak görüyor, tüm yazılarını hastalıðına borçlu olduðunu söylüyor. Benimki de biraz öyle oldu. -Kendimi Nietzsche ile kıyaslamıyorum tabii- Öylesi süreçlerin insanların duygu ve düşünceleri üzerinde yaptıðı etkiyi anlatmak istedim. Biraz yalnızlaşmanın, ortamdan uzaklaşmanın getirdiði etki midir, tam bilemiyorum. Yaşadıðım o durumların etkisi oldu.

Kitabın içeriðine dönersek, Dêrsim’i birçok yönüyle anlatıyorsunuz...

Kitapta, yoðun bir Dêrsim vurgusu var. Kitapta isimleri geçenlerin hepsi şehit arkadaşlarımdı. Yaşayan hiçbir arkadaşı o dönem açısından çalışmaya aktarmadım. Bir kaç kez kontrol ettiðimde yaşayan arkadaşlardan sadece Tekoşin (Ruhal Akyıldız) arkadaşın olduðunu farkettim. Yani kitapta adı geçen ve yaşayan tek arkadaş oydu. Sonra deðiştirmeyi düşündüm, ama vazgeçtim. Benim için deðerli bir arkadaştı. Kitap Güney Kürdistan’da 2004 yılında basıldı. Tekoşin arkadaş, kitap basıldıktan 15-20 gün sonra şehit düştü. Bu kitabın böylesi bir acısı, anısı da oldu.

Kırktan fazla şehit arkadaş var. Mahir arkadaşın yaşamında etkileyici olan kişilerle birlikte Dêrsim’de iz bırakan arkadaşları da kitaba aktarmaya çalıştım. Bir nevi şehitler kitabı da oldu. Bundan dolayı benim için çok deðerliydi. Mahir arkadaş şehit düştükten sonra birçok arkadaş gibi ben de çok zorlandım. Deðerli paylaşımlarımız oldu, ben de izler bıraktı. Bunları bir çalışmaya dönüştürmek sorumluluktu, borçtu benim için. Hep söylerim, o borcumuzu milyarda bir bile yerine getirmişsek ne mutlu bize...

Dêrsim coðrafyası sizin duygu dünyanızı nasıl etkiliyor? Kaleminizde nasıl karşılıðını buluyor?

Dêrsim coðrafyasının insanın duyguları üzerinde önemli etkisi oluyor. Gördüðünüz tüm doða güzellikleri, yazı ile karşılıðını bulmak istiyor. Belki de birçok şeyin yazıya dökülmeden gözlerle, hislerle, duygularla sınırlı kalması daha iyi. Yani her şeyin edebi karşılıðını bulmak zorunda deðiliz. Zaten bu güzelliklerin hepsini şiire, romana dökmek kolay iş deðil.

Son dönemde gerek edebiyat alanında gerekse de müzik de, Dêrsim üzerine çokça ürün ortaya çıktı. Takip ettiðiniz kadarıyla nasıl deðerlendiriyorsunuz?

En çok da bu coðrafyanın acıları, gözyaşları ile yoðrulan hikayeleri anlatılıyor. Ancak diðer yönlerini de yazmak gerekiyor. Belki acılarımız, akıttıðımız gözyaşları kadar deðil ama güzellikleri de yazıya aktarmak gerekiyor. Bunun şiirini, romanını, hikayesini üretmek gerekiyor. Bir coðrafya tüm yönleri ile anlatıldıðında kendi ifadesini bulabilir. Dêrsim ve Alevi insanında acılarıyla başbaşa kalmak, bunun içerisinden çıkamamak, bir yaşam tarzı haline gelmiş. Bir nevi acılarımızı sever hale gelmişiz, yaşama tutunmanın bir ifadesi olmuş. Bu yüzden de daha çok acılar yazılıyor. Ancak bu yaşam tarzının, algılayışın deðiştirilmesi gerekiyor. Bu psikolojiden kurtulmak gerekiyor. Dêrsim’in güzelliklerini, mücadele gücünü, direnişini yansıtmalılar. Çünkü o psikoloji bizi geriye itiyor, sosyal, kültürel, siyasal anlamda da çok zayıf düşürüyor. Dêrsim’de edebiyatla uðraşanların direniş ve başarı gerçeðini, onu güçlü kılan yanlarını, insani-moral deðerlerini daha fazla işlemesi gerekiyor. Bu fazlasıyla zayıf.

Sürekli bir geçmiş vurgusu, Dêrsimli insanın geleceðini doðru örgütlememeye yol açıyor. Katliama uðramış tüm halklarda böyle. Geçmişle yüzleşme önemli. Ama bununla birlikte geleceðini de kurması lazım. Bu durum, halkların günümüzde istedikleri düzeyde yer bulamamaları, kendilerini doðru yaşama dahil edememelerine yol açıyor.

Bu konuda gerilla daha avantajlı diyebilir miyiz?

Bu nokta da gerilla biraz daha şanslı çünkü gerillanın sürekli zorluklardan -yüzde bir de olsa- güzel şeyleri çıkartan, kendine güç kaynaðı yapan bir tarzı var. Bu siyasal, sosyal ve kültürel anlamda da böyledir. Gerilla, moral kaynaðını besleyecek noktalara eðiliyor. Gerillada edebiyatla uðraşan arkadaşları da, bu tür yanlar daha fazla etkiliyor. Tabii bunun artması lazım.