Dersim: Kazanmaya daha yakınız

PKK Zindan Komitesi Üyesi Pîro Dersim, kazanmaya her zamankinden daha yakın olduklarını belirterek, mevcut iktidarın, esasta politik bir konsept olarak sona erdiğini söyledi.

AKP-MHP-Ergenekon iktidarına karşı en baştan günümüze kadar en istikrarlı direniş odağının zindanlar olduğunu söyleyen PKK Zindan Komitesi Üyesi Pîro Dersim, “Dışarıda gerilla direnişine, içeride zindan direnişine sahip çıkma temelinde faşizme karşı mücadeleyi yükseltirsek zafer bizim olacaktır” dedi.

PKK Zindan Komitesi Üyesi Pîro Dersim, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Nasıl bir siyasi süreçten geçiyoruz?

Mevcut iktidar, fiili olmasa da esasta politik bir konsept olarak sona ermiştir. Bugün yaşananlar, önümüzdeki dönemin gidişatını belirleyecek, rengini açığa çıkaracak bir aşamadır. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı öncülüğünde, uluslararası güçlerin onayıyla 2014’te kararlaştırılan ve 24 Temmuz 2015 itibarıyla da hayata geçirilen ‘Çöktürme Planı’ 6 yıllık mücadele ile yenilgiye uğratılmış, sonuçsuz bırakılmıştır. Bu 6 yıllık görkemli direniş, faşist iktidar blokunu dağılmanın eşiğine getirmiştir. Her dönem çeşitli tarihleri zikrederek bitireceklerini ilan edenler, şimdi birbirine düşmüş durumda. Bugün eğer Sedat Peker üzerinden pek çok suç ifşa ediliyorsa yaşanan yenilginin bir sonucudur. Yenilginin faturasını birbirine kesme temelinde kendi içlerinde yaşadıkları bu çatışma, aynı zamanda Kürt Özgürlük Mücadelesi karşısında ele ayağa düşmüş, pespaye devlet gerçekliğinin de somut bir fotoğrafıdır.

Mücadelemizin ağır bedellerle ortaya çıkardığı bu sonuç, yeni bir sürecinde başlangıcı olmaktadır. Heftanîn, Garê, Metîna, Avaşîn ve Zap’ta ortaya çıkan yeni dönem gerillasının başarı ve zafer tarzı karşısında elindeki tekniği de önemli oranda boşa çıkan faşist, soykırımcı ve işgalci Türk devleti tam bir hezimeti yaşamaktadır. Artık sadece savaş alanında değil, toplum içerisinde de psikolojik üstünlüğü kaybetmiş, inandırıcılığını yitirmiş, hakim kılmak istediği korku iklimi önemli oranda aşılmış ve toplumun her kesiminde bu faşist çete iktidarından kurtulmanın arayışı gün geçtikçe artmaktadır.

Gerilla karşısında tam bir çıkmazı yaşayan TC, bugün KDP’yi sahaya sürerek yaşadığı hezimeti atlatmak istemektedir. Ancak KDP bile AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakını çöküşten kurtaramayacaktır. Hatta bu faşist ittifakın çöküşü, Kürdistan’da da ihanetçi-iş birlikçi çizginin de çöküşü olacaktır.

“Özgürlüğü Sağlama Zamanı” Hamlesi’nin geldiği düzey nedir, önümüzdeki dönemde nasıl geliştirilmeli?

Hareketimiz aslında böylesi bir süreci önceden öngördü. Böylesi bir süreci karşılamak amacıyla 12 Eylül 2020’de “Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı” şiarıyla bir hamle başlattı. Soykırımcı, faşist TC devlet gerçekliğine karşı direnişin, varlığını korumanın, Önderlik şahsında tüm değerlerine bağlılığın ifadesi olan hamleyle düşmanın ağır yönelimlerine karşı mücadele ve direnişi açığa çıkararak artık sonuca gitmeyi esas aldık. Oldukça zayıflayan, her açıdan ciddi sorun ve krizler yaşayan, tüm imha ve tasfiye planları boşa çıkan düşman gerçekliğini hamle süreci ile artık yenilgiye uğratmanın zamanıdır. O açıdan bu hamle Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde halkımızın özgürleşmesini esas almakta ve sonuç alıncaya dek kesintisiz yürüteceğimiz bir hamledir.

Hamle 9. ayını geride bırakmaktadır. Gelişim seyrine bakıldığında her gün giderek daha fazla anlaşılan, başarılacağına inanılan, etrafında kenetlenen, büyüyen ve ciddi sonuçlar açığa çıkaran bir gerçekliği şimdiden açığa çıkarmıştır. Uluslararası komplonun güncellenerek sonuca götürülmesini ifade eden ‘Çöktürme Planı’ tersine dönmüş, arkasındaki onca uluslararası güce, tekniğe ve imkanlara rağmen AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakı geri dönüşü olmayacak bir çöküş sürecine girmiştir. Bu süreci durdurmak, çöküşünün önüne geçmek, bu anlamda varlığını ve iktidarını korumak amacıyla her türlü yol ve yöntemle saldırılarını arttırmakta, sonuç almak için tüm kozlarını kullanmaktadır. Her yerde geliştirdiği saldırılarla bir alanda da olsa başarı elde etmeyi ve bunun üzerinden siyaset yapmayı temel bir politika olarak hayata geçirse de Önderliğimizin, zindanlardaki yoldaşlarımızın, gerillamızın ve halkımızın her alandaki direnişi kendisine bu fırsatı vermemekte, darbe üstüne darbe yiyerek her geçen gün daha da itibarsızlaşmakta, inandırıcılığını yitirmekte, toplumsal tabanını hızla kaybetmektedir. İşte tüm bu sonuçları açığa çıkaran, hamledir.

Bunca önemli sonucu açığa çıkarsa da hala istenilen düzeyde pratikleştiremediğimizi de belirtmek gerekiyor. Hamlenin sınırlı bir pratikleşmesi dahi bunca sonucu açığa çıkarırken, yetkin pratikleşmesinin faşist, soykırımcı iktidar blokunu tümden çöktüreceğini belirtmek abartı olmaz. Aksine bu düzeyiyle bile böylesi bir sürecin önünü açmıştır. O halde halk ve hareket olarak hamle sürecinde yaşanan eksiklikleri gidermek, her alanda topyekun bir direnişi açığa çıkarmak ve süreci bir zafer yürüyüşüne evrilterek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak, bizler açısından en temel dönemsel görevdir. Herkes bilmelidir ki; bu faşist çete yapılanmasından kurtulmanın tam zamanıdır. Her açıdan en zayıf sürecini yaşamaktadır. Halk ve gerilla direnişinin birbirini bütünleyecek tarzda birleşmesi zaferi getirecektir. Bu konuda gerilla fedai çizgide tarihi bir direniş sergilemektedir. Aynı düzeyde halk hareketiyle bütünleşmesi durumunda zaferi yaratacağı gün gibi ortadadır. O halde tüm parçalardaki ve yurt dışındaki tüm yurtsever Kürdistan halkının sürecin tarihselliğini görmesi, zafer yürüyüşüne seferberlik düzeyinde katılması, bu uğurda her türlü bedeli göze alması gerekmektedir. Bu süreç, bizler açısından bir fırsattır. Önderliğimizin ve halkımızın özgürlüğüne en yakın olduğumuz bir süreçtir. Halkımıza bunca zulmü reva gören bu faşist çete iktidarından hesap sorma günüdür. Her türlü korku ve kaygıdan kurtulma, sürecin tarihselliğini anlama ve hamlenin zaferine kilitlenme bu süreçteki biricik doğru yaklaşım, yurtsever tutum olmaktadır. Özellikle Bakur ve Başûr halkının rolü bu sürecin, dolayısıyla hamlenin başarıya ulaşmasında belirleyici olmaktadır. Bakur’daki yurtsever halkımız düşmanın kesintisiz yürüttüğü soykırım ve zülüm politikalarına karşı duyduğu tepki ve öfkeyi eyleme dönüştürmeli, her yeri soykırım siyaseti yürüten faşist çete yapılanmasına karşı direniş alanı haline getirmelidir.

Aynı şekilde yurtsever Başûr halkı, TC işgaline ve KDP iş birlikçiliğine karşı mücadeleyi yükseltmeli ve özgürlük gerillasına sahip çıkmayı temel bir yurtseverlik görevi bilerek tabanda ulusal birliği yarattığını dosta da, düşmana da gösterebilmelidir. Halkımızın bu düzeyde katılımı Önderliğimizin ve halklarımızın özgürleşmesini beraberinde getirecektir.

Türkiye ve Bakurê Kurdistan’ındaki zindanlarda devam eden açlık grevlerine ilişkin neler belirtebilirsiniz?

Zindan alanları her dönem mücadelemizin önemli bir direniş mevzisi olmuştur. Bu gerçekliği iyi bilen düşman da mücadelemize yönelik geliştirdiği tüm saldırı konseptlerinde zindana ayrı ve özel bir yer vermiştir. Özellikle Önderliğimizin esaretiyle beraber zindan alanlarının rolü daha da artmış, Önder Apo şahsında direnişin öncü alanı olmuştur. Dikkat edilirse planlanan tüm konseptler öncelikle İmralı’da hayata geçirilmekte, buna karşı ilk ve temel direniş Önder Apo tarafından ortaya konulmaktadır. Diğer tüm alanlardaki saldırı ve buna karşı geliştirilen direniş, İmralı’nın bir yansıması olmaktadır.

Özellikle siyasi soykırım operasyonlarıyla on binlerce yurtsever insanımızın zindanlara doldurulması sonrası zindanların önemi hem bizler açısından hem de düşman açısından daha da önemli hale gelmiştir. Düşman içeriye aldığı bu arkadaşlarımızın iradelerini kırmak, teslim almak için her türlü zülüm politikasını uygulamaktan imtina etmemiştir. Özellikle son 5 yıldır zindanlar tam bir işkence merkezine dönüştürülmüştür. Salgın gerekçe yapılarak kırıntı düzeyinde olan kimi haklar da ortadan kaldırılmış, dışarıyla her türlü bağı koparılarak, işkence ve baskıyla arkadaşlarımıza teslimiyet dayatılmıştır. Ceza infaz yasasında yapılan son değişiklikle zindanlarda faşizm kendisini tümden kurumlaştırmış, AKP-MHP kadrolarından oluşturulan zindan gözlem heyetleriyle 12 Eylül gibi faşist bir anayasada belirtilenler bile ayaklar altına alınmıştır. Şu anda zindanlarda her şey tümüyle teslimiyete hizmet edecek tarzda işletilmektedir.

Düşmanın bu yaklaşımını kimi avukat ve insan hakları savunucuları tarafından düşman hukuku olarak tanımlanmaktadır. Ancak bugün zindanlarda yaşananlar, düşman hukukuyla da izah edilemeyecek uygulamalar olmaktadır. Düşman hukukunda bile bir hukuksal çerçeve vardır ve buna uyulmak zorundadır. Oysa günümüzde Türkiye ve Bakurê Kurdistan’daki zindanlarda herhangi bir hukuk yoktur. On binlerce siyasi-devrimci tutsak, AKP-MHP militanlarından oluşan cezaevi yönetiminin insafına bırakılmıştır. Hasta tutsakların hastalığı dahi teslim almanın aracı olarak kullanılmakta, bu ihanet dayatmasını kabul etmediği için yüzlerce yoldaşımız tedavi edilmeyip şehit düşürülmektedir.

Neredeyse içerdeki arkadaşlarımızın her hal ve hareketi suç kabul edilmekte, disiplin cezaları verilmekte, hücrelere atılmakta ve binlerce arkadaşımızın infazı yakılmış durumdadır. İnfazı yakılmayan yoldaşlarımızın da tahliye günü geldiğinde pişmanlık ve teslimiyet dayatılmakta, kabul edilmeyince de infazı yakılarak keyfi ve hukuksuz bir temelde içeride tutulmaktadır. Elbette bu zindanlarda uygulamaya konulan yeni bir konsepttir. Ancak bilmedikleri şudur; hiçbir PKK’li ve yurtsever onların bu dayatmalarını kabul etmez. Yıllarca PKK davasından zindanda kalmışlardır. Böyle bir dayatmayı kabul etmek o yılları boşuna yatmış olmak anlamına gelir. Dolayısıyla o kadar yıl yatanlar birkaç yıl daha yatmayı göze alıp asla onların istediği cevaplar vermeyecek. Bu konsept de tıpkı diğerleri gibi zindan cephesinden mutlaka boşa çıkarılacaktır. PKK zindan direniş geleneği nasıl tutum konulması gerektiğini açıkça göstermektedir.

Mahkemeler, 1980’li yıllarda bazı arkadaşların idamını iyi halden müebbette çevirdiklerinde arkadaşlar “Biz ne iyi halde bulunduk ki bize bunu söylüyorsunuz’’ diyerek itiraz etmişlerdir. Bilindiği gibi o dönemde idamlar uygulanıyordu. 1983’te 100’e yakın arkadaşa idam verilmişti. Eğer onaylanmış olsaydı, bu arkadaşların tümü kendileri idam sehpasına çıkacak ve sehpaları kendileri devireceklerdi. Kararlılıkları böyleydi. Bu geleneğin takipçilerinin söz konusu dayatmalara karşı nasıl tutum takınacağı açıktır.

Zindan alanlarında yaşanan sadece düşmanın işkence politikaları değildir. Esas görülmesi gereken bu zulüm ve işkence sistemine karşı tutsak yoldaşlarımızın gösterdiği görkemli direniştir. Önder Apo, buna onur direnişi, dedi. Gerçekten de zindanlarda halkımızın ve mücadelemizin haklı davası onurluca yoldaşlarımız tarafından fedai çizgide savunulmakta, düşmanın tüm politika ve dayatmaları bu direnişe çarparak boşa çıkmaktadır. Kemallerin, Mazlumların, Hayrilerin ve Sara yoldaşların direniş geleneği layıkıyla zindanlardaki yoldaşlarımız tarafından temsil edilmektedir. Üstelik zindanlardaki yoldaşlarımız bunca ağır şartlarda dahi kendi koşullarını iyileştirmek için değil, Önderliğimize, halkımıza ve mücadelemize yönelik saldırıları boşa çıkarmak için direniyorlar. Hareketimizin başlattığı Özgürlüğü Sağlama Zamanı Hamlesi’ne tüm alanlardan önce zindan alanının cevap vermesi oldukça anlamlıdır. Hamle kapsamında 200 günü aşan açlık grevi direnişi büyük bir kararlılıkla yürütülüyor. Önderliğimiz üzerindeki tecrit ortadan kaldırılmadığı sürece bu direnişin kararlılıkla yürütüleceği tutsaklar tarafından açıkça ilan edildi. Bu anlamda bu yoldaşlarımızın direnişlerini sahiplenmek, büyütmek ve sonuç alması için elimizden geleni yapmak biz dışarıdakilerin en temel görevi ve vicdani borcu olmaktadır.

Zindanlarda yürütülen direnişe sahiplenme nasıl olmalı, bu konuda yapılması gerekenler nelerdir?

Bu konuda epey güçlü bir deneyim ve tecrübe mevcuttur. Halkımız zindan direnişini sahiplenmenin nasıl olması gerektiğini, bu direnişin nasıl sonuç alacağını iyi biliyor. Şu andaki temel sorun bilinen bu gerçekliğin pratikleştirilmemesi, eyleme dönüştürülmemesidir. Zindanlardaki yoldaşlarımız onca imkansızlıklar içerisinde bedenlerini ortaya koyarak büyük bir iradi direnişi ortaya koyarlarken bile temelde dışarının harekete geçmesi üzerinden direnişlerini planlarlar. Ne zamanki dışarıda bir duyarlılık oluşup, halkımız fiili eylemlerle sahiplenmeyi geliştirdiyse kısa sürede bu direnişin sonuç aldığını hepimiz pek çok örnekte görerek yaşadık. En son 2019’daki Zindan Direnişi sürecinde de netçe gördük ki beyaz tülbentli analarımızın sınırlı bir sahiplenmesi bile eylemin başarıyla sonuçlanmasını getirebildi. O açıdan yapılması gereken nettir. Başta tutsak ailelerinin, sivil toplum örgütlerinin, siyasi yurtsever çevre ve kurumların, beyaz tülbentli analarımızın, Kürdistan kadını ve gençliğinin sürece öncülük etmesi, her yeri zindanlara sahiplenme alanına çevirmesi gerekmektedir. Zindanları sahiplenme, direnişlerini dışarıya taşırma aynı zamanda hareketimizin başlattığı hamleyi sahiplenme ve başarıya götürme anlamına gelmektedir. Bu sadece zindanlardaki yoldaşlarımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirme değil, aynı zamanda sürecin önümüze koyduğu görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek anlamına gelecektir. Bu konuda şu hususu da belirtmek gerekiyor. Sanal medya üzerinden aslında zindan direnişi belli düzeyde gündemleştiriliyor. Ancak bu gündemleştirme dışarıda fiili bir direnişi açığa çıkarmaya hizmet ederse anlamlı olabilir. Yoksa her gün bir-iki tweet atarak “Görevimi yaptım’’ rahatlığı ortaya çıkarsa bu yaklaşım doğru da olmaz, ciddi tehlike ve yanılgıları da beraberinde getirir. O açıdan faşizme karşı sokakta direnişi örgütleyip, açığa çıkarmak amacıyla başta sanal medya olmak üzere her türlü yol ve yöntemi kullanmak doğru, anlamlı ve mücadelemize kazandıran tarz olmaktadır.

Son olarak kamuoyuna çağrınız nedir?

Bugün Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da AKP-MHP-Ergenekon faşist iktidarına karşı olan büyük bir çoğunluk var. Bu faşist iktidara karşı en baştan günümüze kadar en istikrarlı direniş odağı zindanlar olmuştur. O açıdan bu faşist iktidara karşı olan tüm kesimlerin, özellikle demokrat ve aydınların zindan direnişine sahip çıkma temelinde faşizme karşı mücadelesini yükseltip, anlamlandırması gerekmektedir. Yine avukat örgütlerinin, insan hakları savunucularının zindanlarda yürütülen direniş ve yaşanan hukuksuzluklara karşı aktif bir mücadele içerisinde olması gerekmektedir. Varlık gerekçeleri ve mesleki onurları bunu gerektirmektedir. Tutsak aileleri ve anaları kimseden beklemeden en önde bu direnişe sahip çıkmalı, direnişin toplumsallaşmasına öncülük edebilmeli. Tüm yurtsever kurum ve halkımız, başta da Kürdistan kadını ve gençliği halkımızın onurunu layıkıyla temsil eden zindandaki yoldaşlarına sahip çıkmalı, onların dışarıdaki sesi ve nefesi olabilmelidirler. Herkes şunu bilmeli ki; kazanmaya her zamankinden daha yakınız. Dışarıda Gerilla direnişine, içeride zindan direnişine sahip çıkma temelinde faşizme karşı mücadeleyi yükseltirsek zafer bizim olacaktır.