'Devrimciler ve yoksullar sözle değil, eylemle kazanır'

DKP/BÖG'den Tufan Pir Keleş, yoksulların ve antifaşistlerin, devrimci eylemlerle, 'sarayı ateşe vererek' kazanabileceğini belirterek, "Şimdi söz değil, eylem zamanı" vurgusunda bulundu.

Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) bileşenlerinden Devrimci Komünarlar Partisi/Birleşik Özgürlük Güçleri (DKP/BÖG) adına Tufan Pir Keleş, "Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız" şiarıyla başlatılan devrimci seferberlik kampanyasına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

'Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız' hamlesinin amacı nedir?

Öncelikli olarak Türkiye devrimci güçlerinin ve Kürt Özgürlük Hareketinin birlikte, tek ve ortak bir merkezden yürüttüğü devrimci seferberlik hamlesinin örgütü olan HBDH’ın kuruluşuna, birleşik devrim mücadelesine canlarını feda eden öncülerimizi, ölümsüzlerimizi saygıyla anıyoruz. Yine 2 yıldır faşizmin en karanlık saldırıları altında, zafere olan kararlılıkları ile devrimci şiddet eylemleriyle hesap soran, faşizmi darbeleyen birleşik gerilla ve milis güçlerimizi selamlıyoruz. Ve bu onurlu özgürlük savaşımında düşman güçlerce tutsak edilen ve zindanlarda direnişleriyle teslim alınamayan devrimci iradenin taşıyıcıları on binlerce devrimci tutsağa selamlarımızı gönderiyoruz.

Bu bir devrimci seferberlik hamlesidir. Faşizme, sömürüye ve sömürgeciliğe karşı devrimci taarruz hamlesidir. Bugün AKP-MHP faşizmi ile temsil edilen iktidar gücü ittifak mayasını Kürt düşmanlığı emeğin engelsiz-kuralsız sömürüsü ve doğanın talanı üzerine kurmaktadır. Bunu bir yanıyla baskı ve yasaklarla sürdürürken, diğer yanıyla da parçalı karşı koyuşları yatağında engelleyerek öfkenin ve cüretin iktidar karşıtlığında buluşmasını engelleyecek ve devrimci siyaseti sürekli savunma pozisyonunda tuttuğu saldırı konsepti ile sağlamaktadır. Sadece bir günlük ülkede gerçekleşen eylemlere baktığımızda dahi faşizmin tehditlerine rağmen çok büyük bir kitlenin öfkesini sokağa yansıtmaya çabaladığını görmekteyiz. Soma, Vestel, Cargill, Bimeks, Cam işçileri vb. Her gün onlarca noktada işçi eylemleri kendine tekil tekil yol ararken faşizmin kolluğunca kuşatılarak bastırılmakta, grevler, yürüyüşler yasaklanmakta, direnen işçiler patron-polis iş birliği ile saldırıya uğramaktadır. Her gün yüzlerce noktada Kürt halkının özgürlük mücadelesi, helikopterden atılmaya, panzer arkasında sürüklenmeye, mezar taşlarına dahi saldırı altında 7’den 70’e sömürgeciliğe ve işgale karşı sokağı zorlamaktadır. Neredeyse her gün yaşanan kadın katliamları ve kadın-çocuk tecavüzlerini kutsayan patriyarkal kapitalizm karşısında her kentte sokağa çıkan kadın kurtuluş mücadelesi...

Gençliğin, ekoloji hareketlerinin her gün her yerde faşizme karşı ortaya çıkan temsili ve parçalı direnişlerine sahne olmaktadır. Devasa bir kitleselliği taşıyan birikmiş öfkenin parçalı ve onun politik öncülerinin savunmacı hattı bu haliyle sürmeye devam ettiğinde bırakalım bir halk iktidarını kurmayı, faşizmin tüm zayıflamasına karşı onu geriletici bir niteliğe dönüşmeden haberlere konu olmanın dışına çıkamamaktadır. Sınıf savaşımının geldiği kesitte 'savunma' ancak bir şeylerini korumak zorunda olanların, kaybedeceği şeyleri olanların çekileceği bir pozisyondur. Türkiye işçi sınıfının, Kürt halkının, kadınların, gençlerin tutsaklıktan ve sömürüden başka kaybedeceği ne kalmıştır. Açlık mı? Her gün yaşıyor. Özgürlükleri mi? Adını andığı gün kapısına polis geliyor. Borç batağı, yasaklar, açlık, işsizlik, köleliğe rıza göstermenin, saraya biat etmenin dışında tek bir gün insanca yaşam olanağı kalmamıştır. Buna rağmen politik öncülerden başlayarak sürdürülen, olduğu yeri korumak adına eylemsiz bekleyen 'savunmacılığın' tek koruyacağı bu sistemin dolaylı bekasıdır. Oysa iktidar gücüne bakalım, kaybedecekleri ne kadar çok şeyleri var. Sarayları, milyon dolarları, ayrıcalıkları, yatları, konakları, holdingleri, canları, onların bizden çaldıklarını korumaya, bunları savunmaya ihtiyaçları daha fazla. Buna rağmen saldırı durumunda olmaları devrimci güçlerin, politik öznelerin, ezilen halkların parçalı direnişleri ve birleşik bir taarruza yönelememesidir. Yoksa tarih onlarca kez işçi direnişleri karşısında bir gecede İstanbul’dan kaçan patronları yazdı. Yine aynı tarih halkların birleşik mücadelesi sonucu işgalcilerin kaçışlarını, kendini yenilmez sanan Hitlerin direniş karşısında intiharını, bugünün vatan millet hamaseti yapan yöneticilerinin canları için nasıl yalvardıklarını, her değerini satmaya razı olduklarını yazdı.

İşte devrimci seferberlik hamlemizin bugün ortaya koymaya çalıştığı şey budur. Türkiye işçi sınıfının da, Kürt halkının da, kadınların da, gençlerin de tek düşmanı patriyarkal kapitalizm ve onun yürütücüsü faşizmdir. Bu temelde kurtuluşları da birleşik bir kurmaylık altında onun kalbine, saraya yönelik başlatılan devrimci taarruz hamlesine katılmaktır. Bu amaçla başlatılan seferberlik gelip geçici bir siyasal teşhir kampanyası değil, sistemin revize edilmesi değil, bu sömürü iktidarını parçalayarak halkların ve emekçilerin kendi kendini yöneteceği özgür ve onurlu bir coğrafyanın, devrimin kapısını aralamaktır.

'YOKSULLAR ATEŞİ SARAYA TAŞIMALI!'

Türkiye ve Bakurê Kurdistan'da yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün ülkemizde ve bölgemizde yaşanan her gelişme emperyalizm gerçekliğinden süzülerek anlamlanmaktadır. Ne Türkiye ne Kürdistan ne de Ortadoğu tek başına uzayda asılı müstakil bir olgu değildir. Bu temelde bütünden parçaya bakmak bugünkü dizilimin neye evrildiğini gösterir. Emperyalist-kapitalizm benzerini geçen yüzyılın başında gördüğümüz üzere çok büyük sarsıcı bir krizde. Bu kriz yasalarla, anlaşmalarla, seçimlerle aşılamayacak düzeyde kangrenleşmiştir. Dünyaya egemen olan uluslararası tekellerin sermaye birikimi olağan haliyle had safhaya gelmiş, yeni küresel güçlerin sermaye birikimleri yeni bir dizilimi dayatacak kadar yükselmiş, pazarların yeniden paylaşımı için sürdürülen vekalet savaşları sermaye lehine kalıcı dengeler kuramadan daha büyük krizlere yol açmıştır.

Yakın gelecek doğrudan devletler arası savaşı getirecek düzeyde gelişmeleri tetiklemektedir. Tekeller ve emperyalist devletler arasında süren bu çatışma hali bir yandan da milyonlarca insanı yoksulluğa ve savaşlara mahkûm etmektedir. Bugünkü karar vericiler kendilerini ikili bir tehdit altında hissetmektedir. Birincisi, pazar sınırlarını genişletmede ortaya çıkan yeni küresel-bölgesel aktörlerle mücadele, ikincisi, emperyalist dünyanın bir sonucu olan milyonlarca emekçi yoksul halkların başkaldırı dinamiği. Birincisi savaşları, işgalleri tetiklemekte, ikincisi ise sermayenin en gerici biçimi olan faşizmin ya da otoriter yönetimlerin iktidarlaşmasını dayatmaktadır. Türkiye egemenleri bu tarihsel kriz içerisinde kendini uyarlamaya ve rol edinme çabası içerisindedir. Artan yoksulluğu, ekonomik krizi, sefaleti baskıyla sürdürebilecek, üretimi, dolayımıyla emeğin sömürüsünü sağlayabilecek bir iktidar AKP-MHP eliyle yürütülmektedir. Bunun arkasında yöntem farklılıkları yaşansa da TUSİAD’ından KOÇ’lara geniş bir konsensüs bulunmaktadır. Çünkü neredeyse sermayenin tüm kesimleri bu iktidar eliyle cumhuriyet tarihinde görülmemiş düzeyde zenginleşmiş, ihaleler, krediler, grev yasakları en keskin haliyle sermayenin hizmetine konulmuştur. Yine Türkiyeli egemenler emperyalizmin bu hegemonya krizi içerisinde yeni fırsatlar yakalamak ve bölgede yayılmacılığını arttırmak üzere Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde anlaşmışlardır. Bunların başında bölgede yükselen Kürt Özgürlük paradigmasını tasfiye etmek, Kürdistan’ın bugünkü haliyle üç parçasında işgale yönelerek sınırını genişletmektir. PKK’nin sahip olduğu özgürlük ideolojisi sadece Türkiye’nin değil, bölgeyi sömürgeleştiren emperyalist güçler açısından da yüksek tehlikedir.

Bu nedenle PKK’nin topyekûn tasfiyesi ABD, NATO, Almanya ve Rusya açısından da destek bulan bir saldırıdır. Diğer yanıyla Doğu Akdeniz’den, Libya’ya, Azerbaycan’dan İdlib’e kadar Türkiye egemenleri hegemonik boşluklardan yararlanarak büyük güçlerce önünün kesileceği son ana kadar gitmeyi esas alan ve orada boyu oranında pay kapmaya çalışan bir siyasi yayılmacılık izlemektedir. Bunun ardında tüm düzen partileri açık ya da zımni ortaklaşma içerisindedir. Bu fonksiyonları açısından da AKP faşizmini yıkacak hiçbir güç sistem içinden ya da Uluslararası güçlerden şekillenemez. Velev ki bir an AKP’nin uluslararası güçlerin pazarlarını riske ettiğini düşünerek müdahale ettiğini ve iktidarı yeniden şekillendirdiğini düşünelim. Bu AKP’li ya da AKP’siz Türkiye sermaye sınıflarının ihtiyaçlarını değiştirmez. Emeğin yoğun talan edilmesi ve yeni pazarlar arayışını değiştirmez. Bugün dünyada ve ülkede sermayenin ihtiyacı; sömürünün devamı ve yükselen yoksulluğa ve neo-liberalizmin sonuçlarına karşı ihtiyaç duyulan şey demokrasi ve özgürlükler bahsinde şekillen “sosyal devlet” anlayışı değil tam aksine bunu bastırabilecek ve üretimin devamını mutlak sağlayabilecek otoriter iktidarlardır. Yakın gelecek açısından söylemek gerekirse birleşik mücadelemizin zaferi dışında halklarımız AKP ve onun uygulamalarını yaşamaya devam edecektir. Başka bir deyişle faşizm sermayenin krizini kalıcı çözmek ve istikrar sağlamak üzere iktidara taşınmaz, tam aksine büyük krizli dönmelerde iktidarı her ne pahasına olursa olsun sermayenin adına korumak üzere iktidarı sürdürme biçimidir. O halde ekonomik ve siyasal krizlerden açığa çıkan süreçlerde seçim beklentisine girmek ve sandığa atılan kâğıt parçalarının çokluğu ile faşizmin yıkılacağını beklemek, ya da kendi öncülüğünü sistemin başka partilerinin gölgesine terk etmek, bununla faşizme çelme taktığını düşünmek, faşizmi perdenin önünde gördüklerinden ibaret sanmaktır.

Ezilenlerin cephesinde ise tüm göstergeler faşizmin kapsadığı yığın hareketinin çok daha ötesinde büyük bir kitle gücünün varlığını göstermekte, üstelik bu kitle her bulduğu fırsatta öfkesini eylemli ya da eylemsiz dile getirmekte. Bir insanın kendi bedenini valilik önünde ateşe vermesi herkesçe ibret alınmalı. Bu düzende hiçbir yaşam umudu kalmamış bir emekçinin öfkesini, yıkıcı bir güce dönüştürememiş olmak sosyalizmi bir umut olarak taşıyamamış olmak tüm devrimci güçlerin boynunda yüktür. Hala bu sistemde kendine yaşam bulma hülyası kuran, elitist siyaset yapan, birçok statükocu - solcu, “devrimci” özneden, daha büyük bir kopuş içerisindedir o emekçi. Yoksullar kendini yaksın demiyoruz elbette, ancak yoksullar bu ateşi saraya taşısın istiyoruz. Bunun yolu da başta devrimci politik öznelerin bu sistemden ideolojik-politik-örgütsel kesin bir kopuşunu gerektirir. İşte tam da burada iktidarın devrimci siyasete topyekûn tecrit saldırısı ve öfkeli kitleyle buluşmasını engelleyen barikatlarını parçalayacak ve devrimci maddeyi açığa çıkaracak bir seferberlik zamanına işaret ediyoruz.

ANTİFAŞİSTLERİN GÖREVİ NE?

Birleşik devrim güçleri, mücadelelerini nasıl sürdürecek, kampanyayı büyütecek devrimci seferberliği nasıl geliştirebilir?

HBDH’ı oluşturan bileşen güçler Türkiye devrimci hareketinin hem niteliksel hem niceliksel hem de en kararlı bölümünü oluşturmaktadır. Ayrıca bizimle organik bir bağı olmasa da milyonlarca insan faşizmden hesap sorma niyeti taşımakta, hareketimizin fikirlerini ve yöntemini desteklemektedir. Bu nedenle seferberliğimiz, silahlı ve silahsız çok büyük bir gücü barındırmaktadır. Bu güç doğru bir strateji ile devrimi gerçekleştirebilecek bir güçtür. Yani bu seferberlik sadece belirli sayıda partinin, örgütün masa başı kararı değil, çığ gibi büyüyen milyonların faşizmi yıkma isteğine hareketimizin takındığı öncülük iradesidir. O nedenle bütün kuvvetlerimiz bu iradeyi görünür, elle tutulur bir biçimde seferberlik haline büründürmelidir. Seferberlik demek dün ne yapıyorsan, bugün iki katını, beş katını yapmak demektir. Bugüne kadar süren direnişlerin parçalı yapısını ortadan kaldırmak için her kim kendisini faşizmi yıkmaya aday görüyorsa ister legal araçlarda çalışsın ister yasadışı çalışmalarda çalışıyor olsun her alanda faşizmi yıkma iradesi taşıyanları ortaklaştırmak planlı sistemli hedefleri olan bir seferberliğe sevk etmek birinci görev olmalıdır. Buradaki önemli mana şudur. Hangi mücadele öncelliği içerisinde olursa olsun faşizme karşı, onun ideolojisine, kurumlarına, yalanlarına, hedeflerine saldırıya geçmek ve kendi gibi saldırıda olan güçlerle buluşmaktır. Yani milis güçleri tüm gençliği seferber ederek her gün faşist bir kurumu hedef alırken, yaptıkları zulme karşı bedel ödetirken, faşizmi yıkmak isteyen legal devrimci siyaset yapan kurumlar güçlerini tek bir merkezle birleştirerek kitleleri saraya yürütmeli, kent meydanlarını işgal etmeyi hedeflemelidir. İşçi direnişleri etrafına örülen barikatlara karşı binlerce insan barikatları kuşatarak andaki işçi direnişini başka direnişlerle buluşturmalı, sokağa taşınmalıdır. Gençlik örgütleri metropolleri binlerce 'Özgürlüğü Kazanacağız' yazılamaları ile süslemeli, takvimsel eylemlerin dışında faşistleri, çeteleri kampüslerde, mahallelerde defedecek planlı birleşik organizasyonlar yapmalıdır. Ekoloji mücadelesi sürdüren aktivistler, örgütler Limak’ın, Cengiz’in doğa katliamına karşı eylemini kendi kulvarında büyütmeli, “prostestoculuğu” doğrudan bu holdinglerin sahada iş yürütemeyeceği sabotajlara, taarruza çevirmelidir. Mahallelerde tarikat adında yuvalanmış faşizme biatı örgütleyen, her birinin altından bir istismar, tecavüz çetesinin çıktığı dernekleri mahallerde mühürleyerek, çalışmasını engelleyerek, her sokakta halk düşmanı tacizciler olduğunu yüzlerine haykırarak defetmek HBDH’lı olsun olmasın tüm anti faşistlerin görevi olmalıdır. İşçi direnişlerine saldıran, işçiye tekme atan patronların kendisi, evi, arabaları birincil hedef olmakla birlikte, onun işbirlikçisi işçinin mücadelesine ihanet eden sendika başkanları bunun bedelini adalet saraylarında değil, halk güçlerinin karşısında ödeyeceğini deneyimlemelidir. Hamlemiz böyle bir seferberliğin icrası olacaktır.

İşçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere çağrınız nedir?

Aslında faşizmi yıkma çağrısı halklarımızın en temel talebidir. Bu temelde çağrıyı biz değil katledilen Emine Bulut “ölmek istemiyorum” diyerek yaptı. Soma işçisi “Vallahi de billahi de korkmuyoruz sizden” diyerek faşizmin önüne dikilerek yaptı. “Biz size diz çökmeyiz” diyen Mehmet Tunç yaptı bu çağrıyı. “Yere batsın sizin devletiniz” diyen Karadenizli ana yaptı. Bu çağrı “Yok mu bunlardan hesap soracak” diyen milyonların çağrısıdır. İpek Er’in annesinin haykırışlarını dinleyin. Bunu duyarak tüm enerjisini, emeğini faşizmi yıkmak için birleştirmeyenleri, basına demeç vermekten, eyleme vakit bulamayanları, direnişleri küçümseyen yaklaşımları, gözaltına alınmaktan dahi imtina eden korunmacı politik güçleri taraftarları sorgulamalıdır. Devrimciler, sosyalistler - gençler hangi yapı içerisinde olursa olsun, rehber edindiği önderlerinin izinden yürümelidir. Mahirler, Denizler, Mazlumlar, İbolar hangi anlayışı parçalayarak devrimci cüreti kuşanarak dikildiyse sömürünün karşısına, onlar gibi parçalamalı şimdiki mücadeleye statüko kuranları. Bizler her yerden her gün binlerce kez büyüyen bu çağrının gereğini yapacağız. Milyonları devrim hareketi ile buluşturacak zafer yürüyüşü başlamıştır. Bir sokağa yazı yazmaktan, bir işbirlikçiyi taşlamaya, bir faşist kurumu hedef almaya kadar herkesin, her gün yapacağı bir iş var. Şimdi söz değil, eylem zamanı...