Direnişe dost ölüme düşman

Bilge insan, “Var olan yaşam yaşam değil, yaşama ihanettir” diyorsa o zaman dün gitsin, yarın ise bize özgür bir gelecek sözü versin.

Siz gidince onlar geliyorlar. Size kapıyı kapatıyorum, onlar göğün mavisinden iniyorlar. Hayri Durmuş ben ölmedim diyor. Mazlum Doğan teslimiyete kibrit çaktığını söylüyor. Laz Kemal bana sadece gülümsüyor. Sonra anam geliyor topuğundaki ayakkabıları çıkarıyor, duvarları hasretiyle yıkıyor, bana sözü olduğu için bu sefer gözleri ıslanmıyor. Uyandırmadan öperken alnımın teri dudaklarını ıslatıyor. Gitmek istemiyor ama gözlerimin karasında kanın kırmızılığını da görmek istemiyor, sen uyanma evladım diyor ve 4 duvar buna şahitlik ediyor. Beni bana bırakmıyor rüyama da karışıyor ve orada da bana üstümü örtmemi, kendime iyi bakmamı söylüyor. Ben büyüdüm anne diye kızıyorum, ağzımı kapatıyor ve sadece yüzümü okşuyor ve ben yüzümün ekşiliklerinden kurtuluyorum. Bana söz ver, sıranı bekleyeceksin, diyor. Anne merhametiyle çocuk huysuzluğunu dinliyor. Ekin’ı anlatıyorum, Beritan’ı, Viyan’ı, Zilan’ı, Taybet Ana’yı unutmadan. Arin’i hatırlatıyorum, Sakine ile ağlatıyorum. Leyla ile umutlandırıyor, Nasır’la yaşlarını siliyorum. Ve konu dönüp dolaşıp yine bana geliyor.

Ben çocuk yaramazlığı ile anlatıyorum o ise sadece dinliyor. Suskunluğun bağrında, sessizliğin sesinde bana istediğim sözü vermiyor, ağlamak yok diye başlıyorum. Başkan Apo’dan ve Amed surlarında yapacağı konuşmasından bahsediyorum, umutla gülümsüyor. İşte o gün ben elimde kırmızı karanfillerle bana kapatmadığın kapında olacağım diyorum, hemen olsun istiyor. İmralı tecridinden bahsedince yüzünün sesi kesiliyor, gözleri buharlaşıyor ve o an söylüyorum, olur da bir gün ben sana gelemeden toprak Ana’ya kavuşursam sen karanfillerle bana gelecek misin?

İşte o an rüyamın hayaline, uyanışın balyozu iniyor. Yüreği kan ağlayan anaların acıları terime bulaşmış kan ter içinde uyanıyorum, gözlerim açık ama göremiyorum, yutkunamıyorum. Aşağı inip su içmek istiyorum, omzumda bir el hissediyorum. Korkma Heval ihanetin alnına kurşun sıktım; düşmek yok, birlikte yürüyeceğiz diyen Heval Egit. Basamaklardan birlikte inerken Ali Çiçek çocuk yüzüyle bizi karşılıyor. İlerlerken Akif Yılmaz bizi yalnız bırakmıyor. Mazlum Doğan nereden çıktıysa hemen yanımızda duruyor. Laz Kemal arkadan koşup bize yetişiyor. Sonra Hayri Durmuş bize Apoculuğun dersini veriyor. “Mezar taşıma halkına borçlu öldü yazın” demesinin gerekçelerini anlatıyor, ondan sonra Kemal Pir söz alıyor: “Yaşamı uğrunda ölecek kadar sevdiğimizi” uzun uzun anlatıyor. “Tecridi kıracağız Başkan Apo’yu özgürleştireceğiz” kararlılığımızdan sonra Bijî Serok Apo sloganları eşliğinde arkadaşları uğurluyorum.

Tekrar yukarı çıkıp uyumak istiyorum. Uyumaya çalışırken ruhumdaki kalabalıklarla içimdeki gürültüler harekete geçiyor. Aklıma zindan direnişi geliyor, volta atarken duvarları yırtıp, okyanusları aşıp, yoldaşlarıma ulaşma isteğim bu gece beni yine uykusuz bıraktı. Sonra başlıyorum uyuyanları kıskanmaya. Onlar rüyalar aleminde yaşarken, ben gerçekler dünyasında ölüyordum. Uyumadan uyanmak istiyorum. Şengal’e bakıyorum. Kadınlarımız güneşi doğurmuş, ayağa kalkıyorum. Rojava Devriminin kutsallığında ibadet etmek isterken Başkan Apo beni selamlıyor ve „Rojbaş“ diyor. İşte o an yaşamın kutsallığını ve direnişin yüceliğini yaşatmak için aşağı inmek istiyorum. Kapı açılıyor ve Hêvî içeriye giriyor. Bütün umuduyla Deniz bana geliyor, mavilikleriyle ve tecritin biteceği bir günün başlaması umuduyla. Sizleri özlemle selamlamaya ve kucaklamaya başlıyorum.

İşte ben direnişe böyle dost, ölüme bu kadar düşman yaşıyorum.

Kaynak: Yeni Özgür Politika