Doru: Avrupa’da gerekli kararlar alındı, sorun uygulamada!

​​​​​​​HDP Avrupa Temsilcisi Eyyüp Doru, Avrupa’da Türk devletine karşı siyaseten alınabilecek tüm kararların alındığını ancak uygulamada tıkandığını kaydetti.

HDP Avrupa Temsilcisi Eyyüp Doru, diplomasi çalışmalarında öne çıkanları, sonuçlarını ve kısa vadede nasıl bir çalışma öngördüklerini ANF’ye değerlendirdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı yürütülen açlık grevleri, tutuklu seçilmişler ve yerel seçimler etrafında yürütülen diplomasinin temel bir ayağını da PKK’nin AB “terörist örgütler” listesinde tutulması oluşturuyor. Doru, Türk devletinin HDP başta olmak üzere Kürt siyasi çalışmalarına karşı kullandığı bu argümana son vermek istediklerini kaydediyor. Doru ayrıca, Avrupa Parlamentosu’nun tecride karşı resmi bir heyet göndermesi için çalışma yürüttüklerini açıkladı.

HPD son aylarda çok sayıda ülkede diplomatik temaslarda bulundu. Mevcut durumda diplomasinizin temel ayaklarını hangi konular oluşturuyor?

Çalışmalarımızın ağırlıklı gündemini açlık grevleri oluşturuyor. Paralel olarak seçimler gündemde. Politik olarak, seçimlerle açlık grevini de birbirine bağlıyoruz. Özellikle halkımızın elinden alınan belediyelerin geri alınmasıyla, büyükşehirlerde ciddi varlık göstererek, demokratik anlamda yeni mevziler kazanarak, bu diktatör rejimi geriletebileceğimizi hesaplayarak seçimlere hazırlanıyoruz.

AKPM CİDDİ BİR KARAR ALDI, AP’DE TÜRKİYE RAPORU TARTIŞILIYOR

Bu çalışmalar, yakın zamanda hangi sonuçları ortaya çıkardı?

Eş Genel Başkanla İsviçre’de bazı görüşmeler yaptık. İsviçre Sosyal Demokrat Partisinin başkanı ve Yeşiller partisinin başkanı ile görüşmeler gerçekleştirdik. Sonra Strasbourg’a geçtik. Oradaki ekibimizle ve hem Avrupa Konseyi’nde Türkiye resmi delegasyonu içerisinde yer alan milletvekillerimiz, hem de bir bütün olarak Strasbourg’da diplomatik çalışmalar yürüten arkadaşlarımızla, Avrupa Konseyi’ndeki toplantılara yoğunlaştı.

Avrupa Konseyi’nde, Türkiye’nin genel durumu, açlık grevleri, Leyla Güven’in durumu, tutuklu vekillerimizin durumu ve özellikle tecride karşı CPT’nin daha önce hazırladığı rapordaki taleplerin uygulanmamasını gündeme getirdik. Tüm bu konular hem Avrupa Parlamentosu, hem de Avrupa Konseyi’ndeki görüşmelerde detaylı bir şekilde dile getirildi. Somut adımların atılması tartışıldı.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKMP) ciddi bir karar aldı. Tutumunu net ortaya koydu. Avrupa Parlamentosu’nda da Pazartesi günü Kati Piri’nin Türkiye raporu dışilişki komisyonunda tartışmaya açıldı.

TECRİDE KARŞI AP’DE HEYET ÇALIŞMASI

AKPM’nin 24 Ocak’ta tecridin son erdirilmesini içeren raporu ardından, Avrupa Parlamentosu’nda da tecride karşı yeni bir girişim öngörüyor musunuz?

Avrupa Parlamentosu’nda tecritle ilgili bir heyet çalışması var. Özellikle bir heyet oluşturularak İmralı’ya gönderilmesini öngörüyoruz.

Bir sonuç alabildiniz mi?

İlk önceliğimizi, resmi bir heyet gönderilmesi oluşturuyor. Leyla Güven’in bir mektubunu hem AP Başkanına hem de tüm grup başkanlarına gönderdik. Resmi olmasa bile, gruplardan oluşacak bir heyeti, tecride karşı ülkeye göndermek için çalışma içerisindeyiz.

PKK’NİN LİSTEDE TUTULMASI, ERDOĞAN’A GEREKÇE SUNUYOR

AP’nin dışilişki komisyonunda tartışmaya açılan bir rapordan bahsettiniz. Bu raporu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Komisyonda (yürütülen tartışmalarda), özellikle Türkiye’nin hukuk devletinden uzaklaşması, belediye eşbaşkanlarının tutuklu olması, barış sürecinin sekteye uğratılması, milletvekillerinin tutuklanmasına vurgu yapılıyor. Türkiye’nin hukuk devleti ile alakasının kalmadığı, bu çerçevede Türkiye ekonomik ilişkilerin sürdürülmesinin gerçekçi olup olmadığı tartışıldı. Hatta bazı parlamenterler şunu sordu: İçinizden biri Türkiye’nin gerçekten hukuk devleti olduğunu söyleyebilir mi? Bu kadar insan tutuklandı, bunca insan yurtdışına kaçtı.

Rapor incelendiğinde, belki bir nokta dışında, Türkiye gerçeğini görebiliyoruz. Bizim de dışarıda ifade ettiğimiz konular raporda yer alıyor.

Dışında tuttuğunu nokta nedir?

Özellikle bizim itiraz ettiğimiz bir nokta var. Raporda PKK’nin terörist örgütler listesinde olduğu yine vurgulanıyor. Bu yıllardır yapılıyor. Buna karşı da bir takım itirazlar olacak. Değişiklik önergeleri olacak. Rapor Mart ayında Parlamento’nun oyuna sunulacak. Buna yönelik da ön görüşmelerimiz kuşkusuz olacak.

Lüksemburg mahkemesi de (Avrupa Adalet Divanı) “terörist” kavramının temelsiz kullanıldığı yönünde karar aldı. Önümüzdeki süreçte, bunlar hepsi vurgulanarak, bu bağlamda bir çalışma yürütülecek.

Türkiye’nin bugün özellikle siyasi tutsaklara karşı kullandığı temel madde budur. Avrupa Parlamentosu şu konuda bence kesin tavır koymalı ya da sorunun kaynağını görmeleri gerekiyor. Şu anda içeride bulunan (Kürt ve HDP’li) siyasi tutsakların yüzde 99’u PKK ile suçlanıyorlar. Türkiye, PKK’nin Avrupa Birliği’nin terörist örgütler listesinde olduğunu göstererek, meşrulaştırmaya çalışıyor. Avrupa Birliği’nin bunu görmesi gerekiyor.

TERÖR LİSTESİ, TÜRK DEVLETİNİN EN BÜYÜK ARGÜMANI

Bu konuda yeni bir çabanız olacak mı?

Önümüzdeki süreçlerde bu konu üzerinde çalışacağız. Bu zaten temelsiz bir karar. Avrupa Birliği Türkiye’den Kürt sorununun çözümünden yana olduğunu, barışçıl bir çözümün olması gerektiği konusunda bir çok defa beyanlarda bulundu. PKK ile görüşmeler sırasında da istisnasız tüm AB üyesi ülkelerin başbakanları bu süreci desteklediklerini beyan ettiler. Bu bir çelişki. Bir yandan barış süreci desteklenirken, aynı zamanda barış görüşmelerinin bir tarafı da “terör” listesine konuluyor. Türkiye’deki demokrasi sürecine bir faydası yok. Önümüzdeki süreçte bunu biraz daha öne çıkaracağız.

Bu tanımlama partiniz açısından da temel bir handikabı oluşturuyor olmalı...

Evet. Türk devletinin kullandığı en büyük argüman, PKK ile ilişkilendirmek ve bu çerçevede temelsiz, hukuksuz bir şekilde içeri atmak. PKK ile (devlet arasındaki) görüşmelere katılanlar da, ya içeri atıldı ya da sürgüne çıkmak zorunda kaldı. AB’nin PKK’yi listede tutma kararı doğrudan veya dolaylı olarak (Türk rejimine) destek oluyor. Biz bunun ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu kez listeye karşı çıkarken hangi argümanları öne süreceksiniz?

PKK bir Kürdistan gerçekliğidir. Kürdistan’ın en büyük partilerinden birisi. PKK ile devlet iki buçuk yıl görüşme gerçekleştirdi. Bu süreçte özellikle bir barış ortamı oluştu. Demek ki istenirse, bir barış ortamı sağlanabilir. İstenirse siyasal sorunlar, diyalog çerçevesinde çözüme kavuşturulabilir. Çözüm konusunda Türkiye’nin önünde başka hiçbir yol yok. Cumhuriyetin kuruluşundan bu güne kadar her şey denendi. Takrir-i Sükunlar ve katliam politikalarının çözüm olmadığı ortaya çıktı. Ne Kürt halkı ne de mücadelesi yok olmadı. Tek çözüm yolu var, bu da ancak diyalog ve barış ile mümkündür. Şu AKP, 1930’ların, 1940’lı yılların politikasını devamını uyguluyor. Anti-Kürt üzerinde kurulmuş bir politika. Bu politika ile Kürtlerin meşru, doğal haklarını bastırmak mümkün değil. Bu sürdükçe Türkiye’nin ekonomisi batacak, halklar zarar görecek. Bunun önüne geçmek için, demokratik bir siyaset ve yönetimle, halkların birbirini kabul etmesi ve ortak bir yaşamla bu sorunların üstesinden gelebiliriz.

AB KENDİ MAHKEMESİNDEN ÇIKAN KARARI TANIMALI

Avrupa Birliği’nin ise şu andaki en büyük handikabı, kendi mahkemesinden çıkan kararı tanımamasıdır. Lüksemburg Mahkemesi, “Sizin getirdiğiniz argümanlarla PKK terör listesinde yer alamaz” diyor. Türk devleti ise halen şunda ısrar ediyor: AKP’nin başkanı daha bir kaç gün önce “HDP eşittir PKK, eşittir YPG” dedi. Aslında kendi hukukunu da hiçe sayarak bunu söylüyor. Hem kendi hukukunu ihlal ediyor, hem cumhurbaşkanı sıfatıyla tarafsız olması gereken bir konuda ihlal yapıyor, hem de açık bir şekilde seçim sürecinin tamamen anti demokratik olduğunu kanıtlıyor.

Bu söylemlerin Batı’da bir karşılığı var mı?

Tabii ki karşılığı yok. En azından Batı’daki tüm partiler “Biz HDP’yi destekliyoruz” diyor. HDP’nin Türkiye’deki demokratik bir muhalefet olduğunu kabul ediyorlar ve dayanışmada bulunuyorlar. En son Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ve AB Bölgesel Politika Komiseri Johannes Hahn’ın, Türkiye’ye ziyarete gittiğinde siyasi tutsakların serbest bırakılmasını talep etmesi ve Mogherini’nin özellikle (Selahattin) Demirtaş’ın ismini anması, Erdoğan’ın görüşmeyi iptal etmesine neden oldu.

AVRUPA’DA ALINABİLECEK KARARLAR ALINDI, SIRA UYGULAMADA!

Peki kararların uygulaması konusunda nerede tıkanma yaşanıyor, zira genel hatlarıyla bakıldığında bile Lüksemburg mahkemesinin PKK kararı, AKPM’nin tecrit ve açlık grevleri dahil Türkiye’deki duruma yönelik ağır eleştiriler içeren kararı, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerini askıya alma kararı, çok sayıda parti ve önemli ismin HDP’ye desteği, açlık grevcileri ile dayanışma mesajları ve kamuoyunun desteği var. O halde bloke eden nedir?

Biz tabi ki AB bünyesinde sürekli partilerle, parti başkanları, grup başkanları ve AB bakanları ile de görüşüyoruz. Bir süre önce Genişlemeden Sorumlu Bakanın kabine şefi ve Mogherini’nin kabinesi le yaptığımız görüşmelerde şunu dile getirdik: Artık Türkiye ile konuşurken kapalı veya dolaylı bir şekilde değil, siyasi tutsakların serbest bırakılmasını açık bir şekilde isteyin. Bunlar arasında milletvekilleri ve belediye eşbaşkanları var. Gerçekten bunu Türkiye’den açıkça talep ettiler. Bu tabi ki krize neden oldu. Erdoğan’ın randevuyu iptal etmesi gibi. Şunu diyebiliriz. İster AP düzeyinde, ister AKPM düzeyinde olsun, Türkiye ile ilgili siyaseten alabilecekleri tüm kararları aldılar. Türkiye AB görüşmeleri askıya alındı. AKPM Türkiye’yi gözlem sürecine aldı. AGİT geçen seçimlerin anti-demokratik olduğunu rapor etti. Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin demokratik kriterlere uyup uymadığını denetleyen Venedik Komisyonu, Türkiye Anayasası’nın demokratik olmadığını ve gözden geçirilmesi gerektiğini açıkladı. Uluslararası alana baktığımızda, resmiyette alınabilecek kararlar alındı. Uygulamada sorun var. Uygulanması hükümetlere kalmış. AKPM’nin aldığı karar çok önemli. Bu kararda şu söyleniyor: Türkiye buna uymazsa, Bakanlar Komitesi’ne gitmesi gerekecek ve Türkiye hakkında komitenin bir karar alması gerekecek. Bakanlar Komite, 47 üyenin dışişleri bakanlarının oluşturduğu bir komite. Tıkanma buralarda yaşanıyor. Herkes ülke kendi çıkarlarını esas alarak hareket ediyor. Bu Avrupa Birliği için de geçerli. Parlamento birçok kararı aldı. Hatta Gümrük Birliği gibi bir çok kararı da bloke etti. Türkiye’ye verilecek üyelik fonları vardı, parlamento engelledi. Bazı fonlar kesildi. Görüşmelerden edindiğimiz izlenim şu: Daha üst düzeyde karara bağlanması önünde bir ikilem var. Avrupa Birliği, “biz kapıları tamamen kapatırsak, bir daha açamayız, hiçbir baskı imkanımız olmayacak” şeklinde endişelerini ifade ediyor.

TECRİT TÜM SÖZLEŞMELERİ İHLAL EDİYOR

Şimdi baskı uyguluyor mu ki?

Yok, zaten şimdi de baskı uygulamıyor. Bizim de eleştirdiğimiz nokta bu. Ciddi bir baskı uygulanırsa, Türkiye, dünyanın kabul ettiği, evrensel bazdaki hukuk kurallarını uygulamak zorunda kalacaktır. Örneğin tecrit bunlardan birisi. Tecrit uluslararası hukuk sözleşmelerinin hepsini ihlal ediyor. Türkiye’nin kanunlarını da BM’nin kanunlarını da ihlal ediyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, İşkenceyi Önleme Komitesi’nin kararlarına aykırıdır. Tüm demokrasi kriterlerini ihlal ediyor. Buna rağmen Türkiye’ye karşı bir yaptırım yok. Sadece teorik düzeyde kalıyor.

Alında ilginç bir durum var. Tüm geçerli gerekçelere sahipken, Türkiye’ye baskı uygulamayan ama baskı uygulayabilmek adına ipleri koparmayı reddeden AB, aynı türden hiçbir ilişkiye sahip olmadığı Venezuela’ya karşı açık tutum alabiliyor. Hatta başkan tayin ederek darbe destekçisi bir pozisyona düşebiliyor...

İyi bir örnek, ama ne yazık ki Türkiye’de HDP dışında ciddi bir muhalefet yok. AKP dışındaki diğer partiler de AKP’den farklı değil.

TÜRKİYE’DEKİ TEMEL SORUN MUHALEFETİN OLMAYIŞI

O halde sorun muhalefetin olmayışı mı?

Evet sorun bu. Türkiye’de bu anti-demokratik sisteme ciddi bir muhalefet yok. Bir tek HDP var. CHP’nin hükümetten bir farkı yok. Bu da uluslararası alanda bizi zayıflatan bir durum. Eğer CHP de gerçek anlamda demokratik kriterleri savunsaydı, savaş karşıtı olsaydı güçlü bir muhalefeti ortaya çıkarabilirdi. Örneğin Avrupa sosyal demokrat partileri özellikle HDP ve CHP’nin bazı noktalarda ortak hareket etmesi için çaba gösterdiler, fakat CHP kesinlikle buna gelmiyor. CHP savaşı savunuyor. Hatta bu Avrupa sosyal demokrat partileri içerisinde bir krize neden oldu. (CHP) Efrîn işgalini savundu, Efrîn’e girelim diyor. Türkiye’de böyle bir sosyal demokrat partiyle karşı karşıyayız. Bir sosyal demokrat parti nasıl savaşı savunabilir, nasıl işgali savunabilir? Bizim bu konuda çok şey söylememize de gerek kalmadı. Venezuela’da, haklılığı veya haksızlığı ayrı bir tartışma, ama ciddi bir muhalefet var. Türkiye’de muhalefetin başını biz çekiyoruz, diğer partiler ne yazık ki anti-Kürt politikasında birleşiyor.

HÜKÜMETLERİ HAREKETE GEÇİRMEK İÇİN TOPLUMSAL MUHALEFETE İHTİYAÇ VAR

Bu durumda hükümetleri harekete geçirmek için geriye hangi opsiyonlar kalıyor?

Avrupa çapında kamuoyunun, sivil toplum örgütlerinin, siyasal partilerin altta oluşturacağı bir baskı ile ancak hükümetlerin tavır alabileceğini düşünüyorum.

Şu anda Avrupa ülkelerinde Türkiye’nin tamamen anti-demokratik olduğu konusunda ortak bir fikir var. Şu andaki rejime karşı ciddi bir duruş var. Rejimi değiştirebilecek bir baskı ancak ekonomik yönden olabilir. Ama AB’nin de bu yönlü bir istemi ve çabasını göremiyorum. Ancak açlık grevleri ile birlikte toplumsal bir destek de söz konusu. Avrupa Parlamentosu’nda onlarca milletvekili sayın Öcalan ve Leyla Güven’in fotoğraflarını kaldırarak, tecride karşı durdu. Bunlar sadece bir partiye de ait değil. Hükümetleri harekete geçirmek biraz da Avrupa’daki halkımızın çabaları ile mümkün olabilir. Halkımızın bir kesimi çok yakından takip ediyor, çok ilgili, ama önemli bir kesim direniş sürecini halen seyretmekle meşgul. Ne zaman ki tüm halkımızı harekete geçirebilirsek, bununla birlikte içinde yaşadığımız toplumları, partileri hareketlendirebilirsek, hükümetlerin de tavır alabileceğini düşünüyorum. Sadece diplomatik boyuttaki çalışmalarla bu mümkün değil. Şunu karşımıza çıkarıyorlar: Biz kararlar aldık, artık ne yapabiliriz? Ancak bir toplumsal muhalefetle bu işin üstesinden gelebiliriz. Hem Türkiye’de hem de Avrupa’da demokratik muhalefetin yansımaları olacaktır. Bunu dışında başka yol görünmüyor. Sadece görüşmelerle bu işin olmayacağı ortada. Kuşkusuz bazı yerlerde belirginlik kazanıyor. Özellikle Fransa’da öne çıkıyor. Tüm bu çalışmaları iyi koordine etmek gerekiyor. Sivil toplum örgütleriyle de ortak çalışmalar yürüterek, hükümetler üzerinde baskı oluşturabiliriz. Belli bir baskı var, bu çerçevede alınmış kararlar da var. Ama uygulanması, ancak toplumsal bir baskı ile söz konusu olabilir.

Son olarak, 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin Avrupa’da nasıl bir stratejiniz var?

31 Mart seçimlerini, sadece yerel seçim olarak değerlendirmiyoruz. Hükümet de öyle görüyor. Çok daha büyük bir öneme sahip. Birinci hedefimiz, kayyum atanarak alınan tüm belediyelerimizi geri almak. İkincisi, şu anda mevcut rejimi, elindeki tüm belediyeleri kaybettirmeye yönelik bir politikamız var. Rejim de şu anda, bu çalışmalarımızı sekteye uğratmak için elinden gelen tüm kuralsızlıklara, hukuksuzluklara, ihlallere, faşist baskılara başvuruyor. Uluslararası alanda ise, seçimlerin demokratik bir ortamda geçmesi için, en azından asgari demokratik kurallara saygı gösterilmesi için destek istiyoruz. Tüm partilere, hükümetlere, AGİT’e davetiye gönderdik. Gözlemci heyetlerin oluşması, bölgeye heyetler gönderilmesi için çalışma yürütüyoruz.

Bu davetlerinize yanıt var mı?

Tabii ki var. Göndereceklerini söyleyenler, AGİT’i harekete geçirmeye çalışacaklarını söyleyenler, bakanlık düzeyinde bu işle uğraşacaklarını söyleyenler var. Bu konuda da sivil toplum örgütlerinin önemi çok büyük. Onlar nezdinde de çalışmalarımız var. Hedefimiz, tüm Kürt şehirlere heyet göndermek.