Erdoğan başkanlık için süreci zehirliyor-Cahit Mervan
Artık çok net. Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan savaş çıkarmak istiyor. Bir an önce ateşkesin bozulmasını ve kan akmasını arzu ediyor. Bunun böyle olmadığını hiç kimse iddia edemez.
Artık çok net. Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan savaş çıkarmak istiyor. Bir an önce ateşkesin bozulmasını ve kan akmasını arzu ediyor. Bunun böyle olmadığını hiç kimse iddia edemez.
Artık çok net. Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan savaş çıkarmak istiyor. Bir an önce ateşkesin bozulmasını ve kan akmasını arzu ediyor. Bunun böyle olmadığını hiç kimse iddia edemez. Erdoğan'ın çözüm sürecine ilişkin son bir haftada söyledikleri bu görüşü doğruluyor.
Haklı olarak bir çok insan- ki buna AKP medyasında olan bazı yazarlarda dahildir- Erdoğan'ın savaşa davetiye çıkaran son tutumuna mana ve anlam vermekte zorlanıyor. Bunun sadece seçimlerle alakalı olduğunu söyleyenler var. Ancak bu gerçeğin sadece bir bölümü oluşturuyor.
MESELE DAHA DERİNDE
Erdoğan ve Türk hükümeti gönül rahatlığıyla çözüm sürecinde yer almadılar. İç ve bölgesel gelişmeler onları bu masada oturmaya mecbur kıldı. Kürdistan Özgürlük Hareketi'nin bütün alanlarda ortaya koyduğu direniş ve bölgesel çapta elde ettiği stratejik mevziler-Rojava Kürdistanı bunun en somut biçimidir- bu zorunluluğu hızlandırdı.
Erdoğan da, Türk hükümeti de, devletin asker-sivil bürokrasi de 2012 yılının sonlarına doğru İmralı'da esir tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile masaya oturduklarında niyetleri Kürt sorununu çözmek ve barışı bu topraklarda kalıcı hale getirmek değildi. Bizzat Öcalan'ın gayret ve çabasıyla başlatılmak istenilen çözüm sürecini bir tasfiyeye dönüştürmeyi amaçlıyorlardı. Kürt hareketi bu niyeti bilerek o masaya oturdu.
Başından itibaren masanın her iki tarafında oturan güçlerin çözüm sürecinden anladıkları ve beklentileri köklü olarak farklıydı. Bu fark bazen 'silik' hale gelmesine rağmen birçok kez kendisini net biçimde açığı vurdu. Keza Türk devlet heyeti müzakere masasından varılan mutabakata sadık kalmadı. KCK'nin attığı adımlara eş zamanlı cevap vermediği için sürecin tıkanmasına ve hatta neredeyse çökmesine neden oldu.
Türk tarafı birçok kez-bunu Kobanê kuşatmasında çok yakinen şahit olduk-çözüm sürecini Kürt hareketini tasfiye ve boğmak için kullanmaya çalıştı. Türkiye, Kürdistan ve dünya kamuoyunda çözüm sürecine artan desek ve ilgiden dolayı Kürt tarafının masayı devirmesi için uğraştı. Bunun için her türlü entrika ve provokasyona başvurdu. Ancak bunu başaramadı.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, çözüm sürecinde Kürt tarafı kelimenin gerçek anlamıyla 'baldıran zehri içerek' masadan kalkmadı. Kürt hareketinin hem ateşkese uyması, hem de çözüm sürecine ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmesi, kriz ve çöküş anlarında dirayetli davranması Erdoğan ve ekibinin arzu ve heveslerinin gerçekleşmesinin önüne geçti.
ÇÖZMEYEN ÇÖZÜLÜYOR
Dikkat edin işin kolayını bulmuşlar: Görüşme ve müzakerelerde üzerinde uzlaşılan mutabakattaki adımları atacaklarına her seferinde psikolojik savaşa başvuruyorlar. Kürt tarafının aktörlerini süreci 'zehirleyen güçler' olarak göstererek bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Ancak bu konuda da artık söyleyecek sözleri, ortaya atacakları yalan kalmadı.
Aradan geçen iki yılda çözüm süreci Kürt hareketini değil, ama bu tarihi adımı parti ve kişisel çıkarları için kullanmaya çalışan Erdoğan ve partisi AKP'yi erime ve tasfiye ile yüz yüze getirdi. Yani Kürt ve Kürdistan sorunu çözmeyen, Kürtler ve diğer halklarla geleceğe ilişkin yeni demokratik bir sözleşme yapmayı beceremeyen diğer iktidarlar ve liderler gibi çözülmeye başladı.
Artık şunu söyleyebiliriz: Erdoğan ve AKP için çöküş değil, çakılma anının nasıl ve ne zaman olacağı önem kazanıyor.
Erdoğan'ın çözüm sürecinin hakkını vermiş olsaydı bugün bu çöküşle, çakılmayla karşı karşıya kalmayacaktı. O sun tutumuyla barış ve çözüm sürecine resmen ihanet etti. Dünya malını, iktidarı ve sarayı barış, özgürlük, demokrasi ve çözüme tercih etti.
Bu tercihini şimdi pekiştirme çabası içinde. Kürt sorununda tekrar inkar politikalarına dönüş yaptı. Darbecilerle anlaştı. Orduya siyasi hayata karışması için yol verdi. Halbuki ona oy verenlerde dahil, geniş halk yığınlarının beklentisi farklıydı.
ERDOĞAN MASAYI DEVİRDİ, DEVİRECEK
Çünkü İmralı'da heyetler arasında yapılan müzakereler sonucu çözüm sürecinin ilerletilmesi, tahkim edilen bir ateşkes ve süreç içinde silahlı mücadelenin sonlandırılması için önemli oranda mutabakata varılmıştı. Bu mutabakatın hükümet, devlet ve HDP Heyeti'nin ortak bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulması kararlaştırılmıştı. Bu kısmen gerçekleşti.
Dolmabahçe sarayında ortak bir basın toplantısı yapıldı. Öcalan sadece Kürtleri değil, Türkiye'de herkesi ilgilendiren, özgürlük ve demokrasinin sınırlarını genişleten 10 başlıklı bir deklarasyon ve hükümetin açkılaması okundu.
Bu ortak çıkıştan sonra gözler hükümetin atacağı adımlara ve bu adımlara paralel olarak PKK'nin yapacağı olası kongreye çevrildi.
Herkesin umudunu yükselten tarihsel bir gelişme daha yaşandı. Öcalan bir kez daha süreci hızlandırmak ve ete-kemiğe büründürmek için Dolmabahçe Deklarasyon'unda dile getirdiği görüşlerini bir hafta sonra bu kez Newroz'da milyonların huzurunda deklere etti.
Bu iyi niyet beyanı ve çözüm için oluşan olumlu atmosfere karşılık Erdoğan'dan zehir zemberek çıkışları geldi. Erdoğan örneğine 80'li, 90'lı yıllarda sıkça rastladığımız tipik bir ret ve inkar politikacılarının söylemelerine sığındı. Gerici, faşist ve ırkçı rejimlerin devamını sağlamak için üretilmiş 'hassasiyetlere' baş vurdu.
Sadece bununla kalmadı. Daha tehlikeli bir yol ve yöntem izleyeceğini gösterdi. Newroz'un bittiği saatlerde Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanlığı eş güdümlü olarak süreci akamete uğratmak için harekete geçtiler.
Erdoğan kafadan çözüm sürecini ve Öcalan'ı hedef alan açıklamalar yaptı. Bir anlamda masayı devirmedi ama, masayı devirmekten beter etti.
GENELKURMAY YALAN SÖYLÜYOR
Genelkurmay Başkanlığı ise hiçte üzerine vazife olmadığı halde Öcalan'ın mesajına cevap verdi. Türk ordusunun komuta kademesi son açıklamasıyla Öcalan'ın mesajına 'olumlu' tepki veren hükümete de bir uyarı niteliği taşıyordu. Hükümet ordunun bu küçük çaplı muhtırası karşında sessiz kaldı. Bir anlamda ordunun vesayet dönemlerine ait rolüne geri dönüşüne yeşil ışık yaktı.
Erdoğan ve Genelkurmay’ın bu çıkışlarını, çözüm sürecini, hedef alan, ateşkes ve barışı tehlikeye atan bir takım gelişmeler izledi. Türk ordusu Rojava Kürdistanı'nı tehdit eden bir girişim başlattı. Gerilla güçlerinin hiç bir hareketliği söz konusu değilken bazı yerlerde operasyonlar başlattı. Hatta Oramar'da (Dağlıca) gerilla güçlerinden Türk ordusuna karşı hiç bir saldırı ve taciz olmadığı halde gerilla mevzilerine top atışlarıyla saldırı düzenledi. Üstüne üstelik' PKK saldırdı, karşılık verdik' türünden yalanlarla dolu, tümüyle kamuoyunu yanıltmayı amaçlayan bir bildiride yayımladı.
Ancak kamuoyunun ezici çoğunluğu Erdoğan ve Genelkurmay başkanlığının barış ve ateşkesi tehlikeye atan çıkışları karşısında tedirginler. Bu çıkış ve provokasyonlar doğal olarak insanların aklına Roboski, Lice, Paris gibi katliamları getiriyor. Oslo sürecini sonlandıran 'Silvan olayını' çağrıştırıyor.
ERDOĞAN KIYAMET İÇİN GEMİLERİ YAKTI
Açıkça söylemekte yarar var. Erdoğan ve ordusu kan akmasını ve savaşın tekrardan başlamasını çok istiyor. Erdoğan savaş ortamında dizayn edeceği bir seçim stratejisiyle amacına ulaşacağını düşünüyor. Kısa dönemdeki hedefi seçimlerden zaferle çıkmak. Bunu demokratik yollarla yapamayacağını en iyi Erdoğan biliyor.
Erdoğan bir taraftan Kürt düşmanlığı yaparak, çözüm sürecini hiçleştirerek, ateşkesle oluşan barışı tehlikeye atarak AKP'den MHP'ye kayışların önüne geçmeye çalışıyor. Diğer taraftan savaşa çıkartarak, provokasyonlar yaparak ve psikolojik savaşa hız vererek HDP'nin, özellikle batı kentlerinde yükselişinin önüne geçmek istiyor. HDP'yi baraj altında bırakmaya çalışıyor. Erdoğan şunu çök iyi biliyor. HDP barajı aştığı andan itibaren hayalini kurduğu 'başkanlık' çökmekle kalmayacak. AKP tek başına hükümet kuramayacak. Erdoğan için yargılanmada dahil yeni bir süreç başlayacak.
Bundan dolayıdır ki, Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan 'başkan' olmak için her şeyi ateşe atmaya hazırdır. Bu konuda baştan itibaren yola çıktığı yol arkadaşlarını bile harcamaktan bir an tereddüt etmeyecektir. Burada ahtı vefaya yer kalmıştır.
Seçimler yaklaştıkça Erdoğan'ın 'Kürt sorunu yoktur' çıkışıyla başlattığı gerilim ve savaş politikasının tırmanacağı, hiçbirimizin aklından dahi geçmeyen tehlikeli provokasyonların olabileceğini hesaplamak gerekiyor.
Kamuoyu gerçeği bilmelidir. Yaptığımız tüm araştırmaya göre gerilladan Türk ordusuna veya başka bir güce karşı herhangi bir saldırı söz konu değildir. Ortada ateşkes varken orduyu operasyona çıkartmak, gerilla mevzilerine karşı saldırılarda bulunmak savaşa ve kana davetiye çıkarmaktır. Bunun tek sorunlusu da her şart ve koşulda iktidarda kalmak ve tek adam olmak için bütün gemileri yakmaya hazır Erdoğan'dır.
Erdoğan'ı çılgına çeviren ve daha çok meşru olmayan yollarla seçimi kazanmaya iten bir başka neden ise AKP'de tuğlanın çekilmiş olmasıdır. Erdoğan şunu çök iyi biliyor: Bu eşitsiz ve anti demokratik haliyle bile, hile hurda ve provokasyonların olmadığı bir seçimde yeni bir siyasi tablo ortaya çıkacaktır. Bu tabloda en zayıf halka Erdoğan ve AKP olacaktır.
Bunun için Erdoğan demokrasi yerine iç savaşı, yani kıyameti tercih eden bir çizgi ve yol izliyor.
O zaman hiç tereddüt etmeden Erdoğan'ın halklara sunduğu kıyamete karşı, demokrasi ve özgürlük için HDP'nin etrafında daha çok birleşmek gerekiyor.