Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmak için yaptığı ABD gezisi, bir anlamda Ankara rejiminin küresel güçlerle olan ilişkisinin de terazisine dönüştü. Veya dönüştürüldü.
Türk tarafı, ABD başkanı Barack Obama ile Erdoğan’ın görüşmesini sağlamak için lobi şirketlerini dahi devreye koydu. Türk tarafının rica ve yalvarmasından sonra olsa gerek Obama, zirve öncesinde Beyaz Saray’da konuklarına verdiği yemekten sonra lütfedip Erdoğan ile mini bir ‘‘zirve‘‘ gerçekleştirdi. Bu görüşmenin 50 dakika sürdüğü belirtiliyor.
Yedi cihanının son sultanı olarak kendini ilan eden zat için ne büyük bir şeref değil mi?
YAHUDİ DÜŞMANI ERDOĞAN YAHUDİLERE SIĞINDI
Obama’nın Erdoğan ile görüşmesi için Türk tarafının ne pazarladığını elbette ki kamuoyu yakın gelecekte bilmeyecek. Böylesine bir görüşme için Erdoğan ve adamlarının nasıl çırpındığını gördükten sonra doğrusu ABD’nin büyük bir lokma aldığını düşünmek yerinde olur.
İkincisi, Erdoğan, ABD’de de en büyük Yahudi lobisi tarafından ağırlandı. Erdoğan ve adamları Türkiye’de Yahudi düşmanlığı ve İsrail karşıtlığı üzerinden kitlelerin samimi duygularını manipüle ederek oy toplarken, ABD’de Erdoğan’ın Yahudi lobisi ile sarmaş-dolaş olması ahlaki değil. İkiyüzlüce bir tutumdur. Yahudi düşmanı Erdoğan’ın Yahudilere sığınması aynı zaman da onun kişisel, ailevi ve adamlarının çıkarı söz konusu olduğunda her şeyi satabileceğinin de bir göstergesidir.
Denilebilinir ki, Erdoğan’ın ABD gezisini Türk dışişleri değil, Yahudi lobisi organize etti. Öyle ki pek saygın olduğu söylenen düşünce kuruluşlarından olan ‘koca’ Brookings Enstitüsü Erdoğan için genel prensiplerinden vazgeçti. Erdoğan’ı konuk edildiği oturumda gazeteciler soru hakkı verilmedi. Oturumu ise Yahudi Lobisi’nden ABD'nin İsrail eski Büyükelçisi ve Obama'nın eski özel Ortadoğu Barış sürecinden sorumlu temsilcisi Martin Indyk yönetti.
Dışarıda ise Erdoğan’ın adamları toplantıyı izlemek için gelen gazetecilere terör estirdi. Böylesi bir lidere gösterilen müsamahanın bir faturası vardır elbet. Ancak Erdoğan hem Brookings Enstitüsü’nde hem de daha önce katıldığı Yahudi Lobisi toplantısı ve ABD’li iş adamlarına verdiği yemekte kısmen ‘’yumuşak’’ bir dile kullandı. Yahudi lobisinin Kürt soykırımı yapan bir diktatöre sahip çıkması da tarihin bir ironisi olsa gerek...
Türkiye her konuştuğunda, özellikle de muhtarlara bir işkenceye dönüşen, ırkçılık seansları da denilebilecek o toplantılarda Erdoğan ağzını her açtığında Kürtlere hakaret ediyor, PKK’den başlıyor, PYD ile noktalıyordu. DAİŞ gibi bir katiller ordusu ile YPG-YPJ’yı aynılaştırıyor, PYD’yi terörist ilan ediyor, kelimeleri uzatarak ve avazı çıktığı kadar bağırarak ABD’ye ‘’Ey Amerika, bizden misim yoksa onlardan mı yanasın’’ diye bağırıp, çağırıyordu.
OBAMA, ERDOĞAN’I MEMBİÇ HATTI İÇİN UYARDI MI?
Son ABD gezisinde Erdoğan ‘’Ey Amerika…’’ hariç, ancak bu kez sesini yükseltmeden bu nakaratını tekrarladı. PYD konusunda Türkiye’de saldırı halinde olan Erdoğan, Washington’da savunmaya geçti. Hatta Erdoğan’ı tek başına havaalanında karşılayan Türk dış işleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu "PYD konusundaki görüş ayrılığı nedeniyle ABD ile küsecek değiliz" diyerek ABD’yi yumuşatmak için bir adım öne geçti. Çavuşoğlu, Erdoğan adına ABD’ye ilk önce ‘’canım abartılacak bir şey yok’’ gibisinden bir açıklamada bulundu. Böylelikle PYD dolaysıyla Rojava konusunda taktikselde olsa bükemediği bileği öpmek zorunda kaldı.
Her şeyden önce bu Erdoğan ve adamlarının Rojava’ya ilişkin olumlu anlamda bir politika değişikliğine gittiklerinin bir göstergesi değil. Böyle algılamak yanılgılı olur. Erdoğan’da çok iyi biliyor ki, Türkiye’de söylediklerinin havuz medyası ve ona eklenmiş olan diğer medya grupları aracılığıyla Türk toplumunda bir karşılığı var. Ancak ABD’de bu uyduruk tezlerin, iddialarının bir karşılığı yok. PYD, YPG-YPJ düşmanlığının alıcısını bulmak çok zor.
Daha da önemlisi ABD ve dünya Erdoğan’nın ülke içinde izlediği politikanın nasıl bir felakete yol açtığını, Suriye’de ise DAİŞ’e patronajlık yaptığını biliyor, görüyor. Her seferinde de Erdoğan ve cuntasını bu konuda uyarıyor. Artık DAİŞ elamanlarının güzergâh olarak kullanıldığı Cerablus’tan Azez’e kadar olan şu 98 kilometrelik sınır hattının güvenceye alınmasını istiyor. Ve bunun için çokta vaktin kalmadığını her seferinde Türk tarafına söylüyor.
Havuz medyasının ağzını kulakların götüren Obama –Erdoğan görüşmesinde de bu konunun ağırlıklı olarak gündeme geldiği ihtimaldir. Son birkaç gündür Membiç hattında artan askeri hareketliği de dikkate aldığımızda, Obama’nın görüşmede bir kez daha Türkiye’nin bu bölgeden elini çekmesini ve QSD güçlerinin DAİŞ’ten bu bölgeyi arındırmasına engel olmamasını istediğini söylemek mümkündür. Önümüzdeki birkaç hafta aslında bu görüşmede Suriye ve Rojava’ya ilişkin nelerin görüşüldüğünün de testi olacak.
ANKARA KÜRTLERİN ÖNÜNÜ KESMEK İÇİN ESAD’LA GÖRÜŞÜYOR
Türk tarafı bir taraftan şimdi Erdoğan’ın yaptığı gibi dışarıda iken muhataplarını alttan alıyor, zaman kazanmak istiyor, öte yandan Rojava ve Suriye’de ortaya çıkacak demokratik çözüm yol ve modellerinin dibine dinamit koyma çalışıyor. Bu konuda her türlü gücü kullanmaktan, her türlü paravan örgütü sahaya sürmekten kaçınmıyor. Hatta bir duyuma göre el altından Baas rejimiyle Kürtlerin ve Suriyeli demokratik güçlerin önünü kesmek için görüşmeler yapıyor. Söz konusu Kürt düşmanlığıysa eğer herkesle görüşme ve ittifaka hazır olduğu mesajını veriyor.
Kürtlerin davet edilmediği Cenevre 3 görüşmeleri devem ederken Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federal Sisteminin inşası için tarihi bir adım atıldı. Kurucular meclisinin iki gün süren toplantısında görüş birliğine varıldı ve tarihi önemdeki belge açıklandı. Aslında bu belge ile birlikte Rojava ve Kuzey Suriye Federasyonu’nun inşa süreci başlamış oldu. Federasyon bir bütün olarak bütün kurum ve kuruluşlarıyla ilan edilmedi. Fakat bu konuda ciddi bir süreç başlatılmış oldu.
Beklendiği gibi Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federal Sisteme ilk tepki Ankara ve daha sonra Şam’dan geldi. Ankara ve Şam ortak bir dille federatif çözüme karşı olduklarını açıkladılar. Her ikisinin de arzusu bundan beş-altı yıl öncesine kadar silah ve şiddet zoruyla tek dil, tek bayrak, tek devlet, tek din ve tek ulus üzerine varlığını sürdüren eski Suriye’nin tekrardan inşasını sağlamak. Fakat bunun mümkün olmadığını onlarda biliyorlar.
Her iki sömürgeci gücün çabası Kürtlerin şu veya bu şekilde yeni şekillenecek olan Suriye ve Ortadoğu’da hak, hukuk ve statü sahibi olmalarını engellemeye dönük. Türk devletinin tüm paradigmasını bunun üzerine kurduğunu söylemek abartı olmasa gerek. Aynı tutum Şam rejimi içinde geçerlidir.
Şam rejimi de tıpkı Ankara’dakiler gibi Kürtlerin kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkına karşı çıkıyor. Beşar Esad ‘’ülkemiz küçük, federasyonu kaldıramaz’’ gibi çok komik bir gerekçe ileri sürüyor. Şam rejimi şuan iç savaştan dolayı güçsüz ve yorgundur. Ancak kendisini toparladığı zaman Kürtlerin elde ettiği kazanımlara saldıracağı ihtimal dahilindedir. Kürtler bunun bilincindeler. Hesaplarını da buna göre yapıyorlar.
Bu nedenle Şam rejiminin Rojavalı Kürtleri, başta da PYD’yi desteklediği tümüyle bir yalandır. Bu iddiayı ortaya atanlar, bu iddiaya öyküler yazanlar bunu kanıtlayacak tek bir veri ortaya koymuş değillerdir. YPG-YPJ güçlerinin Şam rejimiyle itinayla bir savaştan kaçınması başka bir şey, Şam rejiminin YPG-YPJ güçlerine yardım ettiği veya bu iki güç arasında ittifak olduğu başka bir şey.
Daha çokta Türk özel savaş ekibinin ürettiği bu yalanın esas amacı Rojava Kürtlerinin en örgütlü ve en dinamik öncü gücü PYD’yi gözden düşürmeyi, onun bunun kullanabileceği bir ‘’savaş aracı’’ olarak göstermek gayretinden başak bir şey değildir. Ne yazık ki, günlük bilgi gıdasını Türk basın havuzundan alan bazı Kürtlerde bilerek veya bilmeyerek bu yanlışa düşmekte, PYD’yi Şam rejiminin bir uzantısı olmakla itham etmekteler.
Aslında Kürt davasının da sözü olan herkesin PYD ve Rojavalı Kürtlerin, buna askeri güçlerde dahildir, Kürtlerin bu zorlu coğrafyada dengeleri gözeterek, ustalıkla sergilediği politikaya saygı duymaları, hatta şapka çıkarmaları gerekir. Ancak bazı tek kişilik parti dahi olamayan ‘’liderler’’ yeni bir şey üretmedikleri gibi, havuz medyasının en pespaye kalemlerinin beş kuruş etmez iddialarını tekrarlamaktan öteye geçememekteler.
Tabi ki PYD’nin sırtında yumurta küfesi var. Ve o herkesten daha çok dikkatli olmak, sorumluluk taşımak zorunda. Bu nedenle Rojava’yı kuşatan tüm güçleri dikkatte almak, Suriye sahasında olup bitenleri gözlemek, her yeni duruma karşı halkın çıkarına olan pozisyon alması gerekmektedir. Bu da o kadar sanıldığı gibi kolay bir şey değil.
İkincisi PYD temsil ettiği misyonla birlikte bir parti olmaktan öteye bir şeydir. Sıcak savaş içinde olduğu güçler dâhil, herkesle konuşma, görüşme, ateşkes, siyasi çözüm konularını müzakere etmesi en doğal hakkıdır. Bu nedenle PYD’nin veya Rojava yönetiminin Şam, Ankara, Tahran, Bağdat, Hewler, Amed, Qendil, Washington, Moskova, Paris, Londra, Berlin ve diğer merkezlerle ilişki içinde olması, görüşmesi bazı konuları müzakere yapmasından daha doğal ne olabilir ki?
Yeter ki bu konuda karşılıklı saygı ve kabul söz konusu olsun. Türk devleti ve Şam rejimi Kürtleri resmen tanımıyor ve muhatap almak istemiyor. Kürtlerin hakkına saygı duymuyor. Politikasının eksenine Kürtleri yalnızlaştırmayı ve marjinalize etmeyi koymuş durumda.
Aslında Erdoğan bu manada Esad’ın dünya çapında sözcülüğünü yapıyor. Eğer Beşar Esad ABD’yi ziyaret etmiş olsaydı, o da tıpkı Erdoğan gibi konuşacak PYD’yi, YPG-YPJ’yi ‘’terörist’’ ve ‘’bölücü’’ olmakla suçlayacaktı.
Bu nedenle ABD ve dünya nezdinde Esad’ın Kürtlere ve PYD’ye ilişkin görüşü ne kadar kabul görüyorsa, Erdoğan’ın ki de o kadar kabul görecektir. ABD’nin yakın bir gelecekte Suriye ve Rojava politikasını değiştireceğini beklemek sadece havuz medyasının bir fantezisi olabilir. Her halde QSD güçlerinin Rakka’ya dayandığını, Membiç hattını özgürleştirmek için geri sayımının başladığı en iyi ABD biliyordur.
Bu açıdan Erdoğan'ın son ABD gezisi tam bir fiyaskodur. Kapalı kapılar ardında ne konuşulduğu bir tarafa, kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Türk devleti PYD’yi tecrit etme, dolayısıyla Rojava Kürtlerinin önü kesme politikası karşılık bulmamıştır. Erdoğan’ın Kürt karşıtı bu politikasına ‘’PKK, PYD aynıdır bunu ABD’de de biliyor’’ diyerek destek veren Mesut Barzani’ye rağmen, ABD’nin bakışında bir değişiklik söz konusu değildir.
Bilmece Washington’da değil, artık Membiç hattı ve Rakka’da çözülecektir. Algı operasyonlarını bırakalım, sahaya bakalım.