Erdoğan’ın masasının üstündeki dosya-Cahit Mervan
Erdoğan’ın masasının üstündeki dosya-Cahit Mervan
Erdoğan’ın masasının üstündeki dosya-Cahit Mervan
Tayyip Erdoğan’ın tartışmasız lider olduğu AKP ile Fethullah Gülen’in ‘tek şef’ olduğu ‘Hizmet Hareketi’ arasında öteden beri var olan rekabet ve çatışma nihayet su yüzüne çıktı. Bu çatışmada son bir iki gündür kısmı bir ‘ateşkes’ sağlansa da, artık kılıçlar çekilmiş durumda.
Bavullar açılmaya başlandı. Her iki taraf da yıllardır biriktirdiği ‘bilgileri’ servis etmeye başladı. Şu anda Gülen Cemaati bu servis etme işinde bir adım önde görünüyor. Cemaatin bavulcusu yeni ‘skandal dosyalarla’ geri döndü. AKP’ye ‘hısım olan’ ulusalcılara da Erdoğan’ın yakın çevresine ait görüntü ve ses kayıtlarının olduğu kaset, CD ve DVD’ler gitmeye başladı.
Seviye yerlerde sürünüyor. Cemaat basını eline ne geçerse yayınlamaya ve ifşa etmeye kurulmuş gibi. Gülencilerin savcısı ve aynı zamanda ‘özel bir gazetenin’ baş yazarı işi ‘Afrikalı yamyamları ehlileştirmeye’ götürecek kadar ırkçı seanslara girmiş durumda. Bu da yetmeyince, bu kez PKK üzerinden hükümeti dövmeye kalktı. Kalkacaklar da. PKK ve Kürt düşmanlığı üzerinden Abdullah Öcalan ile dolaylı da olsa görüşme masasına oturduğu için Erdoğan’ı Divan-ı Harp ile tehdit edecekler.
BU KİRLİ KAPIŞMADAN TEMİZ BİR ŞEY ÇIKMAZ
Peşinen söylemekte yarar var. Bu kirli yöntemlerin kullanıldığı, insanların mahrem alanlarına resmen ve aleni olarak tecavüz edildiği bu işten toplum, insanlık ve gelecek adına temiz bir şey çıkmaz. Kirin kirle yıkandığı görülmemiştir. Bütün karanlık odaklar, derin yapılar ve kirli ‘networklar’ dağıtılmadığı sürece bu savaşın kimin kazanacağının da bir önemi yoktur.
Eğer istenirse hiçbir kural tanımayan AKP-Cemaat çekişmesi, daha doğrusu savaşı Türkiye açısından bir şans olarak ta görülebilinir. Türkiye dönüp kendisine doğru dürüst bakmayı becerebilir ve geçmişiyle hesaplaşırsa bu mümkündür.
Birikmiş ve görülmesi gereken o kadar hesap var ki, artık bunları yeni ve kirli operasyonlarla ötelemek Türkiye’yi daha büyük felaketlere götürmekten başka bir işe yaramaz. Türkiye’nin son yüzyıllık tarihinde o kadar kanlı ve acımasız operasyonlar yer aldı ki, neredeyse bu topraklarda sıradan bir gün yaşanmadı.
20. Yüzyılın başında Ermeni, Asuri-Süryani halkını hedef alan Anadolu ve Mezopotamya’yı arındırmayı öngören soykırım, bunun peşi sıra gelen Şark Islahat Planı’nı ve Kürt soykırımı, Komünistlerden, Müslümanlara kadar her muhalif olanın karşı karşıya kaldığı komplolar, darağaçları, zindan ve suikastlar, 6-7 Eylül gibi ‘özel harp marifetleri’, 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi gibi ‘özel’ bindirilmiş kıtalarla yapılan kıyımlar, Kortek, Kazan Vadisi ve Roboski gibi onlarca, hatta yüzlerce katliam… Yakılan-yıkılan köyler… İşlenen onca siyasi cinayet… Ve Türkiye sınırlarını aşmış özel operasyonlar hala orta yerde duruyor. Bu dosyalardan hiçbiri doğru dürüst açılmadı. Hesabı görülmedi.
PARİS CİNAYETİ SON DOSYA OLABİLİR
Kanlı ve karanlık geçmişe ait dosyalar açılmadığı gibi, bunlara yenileri de eklendi. En sonuncu dosyanın üzerinde ise 9 Ocak 2013 Paris yazıyor.
O gün Fransa’nın başkenti Paris’te üç Kürt kadını Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i hedef alan ve herkesi dehşete düşüren cinayetin üzerinden 11 ay geçti. Avrupa’nın merkezinde işlenen bu vahşi cinayet halen bütün yönleriyle aydınlatılmayı bekliyor.
Cinayete ilişkin çok şey söylendi. Farklı teoriler ileri sürüldü. Yalan, yanlış birçok bilgi ortaya atıldı. Türk medyası tarafından ciddi manada bilgi kirliliği yaratıldı. Bu kirlilik içinde cinayetin esas hedefi, amacı gizlenmeye, gözden ırak tutulmaya çalışıldı.
Kürtler ilk andan itibaren böylesine bir cinayetin ancak Ankara’da planlanmış olacağını söylediler. Kanıları bu yöndeydi. Bu halen sabit bir düşünce olarak duruyor. Çünkü bu cinayetin bütün izleri Ankara’da kesişiyor.
Elbette ki böylesine hunharca katliamın ‘fikir babası’, planlayıcısı, lojistik destek sunanı ve tetikçisi veya tetikçileri bütün yönleriyle açığa çıkarılmadan kuşkular Ankara’nın üzerinde kalmaya devam edecektir. Bu nedenle cinayetin Fransa’nın başkenti ve bir dünya şehri olan Paris’te işlenmiş olması Türkiye’yi bu işten muaf tutmamızı gerektirmiyor. Belki de Fransa makamlarından çok Türkiye’nin bu vahşi cinayetin aydınlatılması için çaba ve gayret içinde olması gerekiyor. Çünkü bu işin çözülmesi Türkiye’nin geleceği ile yakın alaka içindedir.
Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda işlenen cinayette seçilen yer kadar, hedef alınan insanlar ve zamanlaması da önem taşıyordu. Yer, katledilen insanların kimliği ve zamanlama aslında bu cinayetin ne amaçla işlendiğini de gözler önüne serdi. Bu cinayet PKK lideri Abdullah Öcalan’ın başlatmak istediği barış ve çözüm sürecine karşı yapılmış en kapsamlı saldırıydı. Nitekim Öcalan, Paris cinayetinden beş gün sonra görüştüğü kardeşine ‘derin güçler devredeler’ diye açıklama yaptı. Daha sonra kendisini ziyaret eden BDP heyetine ise ‘Ha bizi vurmuşlar, ha Sakine’yi vurmuşlar. Çok karanlık bir olay’ dedi.
Paris cinayetini Türkiye’de çözüm sürecine karşı olan ‘derin güçlerin’ gerçekleştirdiği kanısı geçmişe göre bugün daha güçlü.
Bu ‘derin güçlerin’ kim olduğu ise hayli üzerinde konuşulması gereken bir konu. Tek bir ‘güç’ olmadığı kesin. Bu ‘derin güçler’ eski Türkiye’nin sahipleri Ergenekoncu, JİTEM, Özel Harp Dairesi, ‘Batı Çalışma Grubu’ gibi güç ve oluşumlardan, adı son dönemlerde çokça geçen Fethullah Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile anılan ‘Ötüken Örgütü’, Alperen Ocakları, Emniyet istihbaratı ve MİT’e kadar uzanıyor.
Eski Türkiye’nin derinliklerine nüfus eden Gülen Hareketi’nin yer yer ‘paralel devlet’ oluşturduğu, emniyet, yargı, üniversite ve özel sektörde hayli güç kazandığı, inanç cemaati görüntüsü vererek, aslında her türlü siyasi faaliyet içinde olan, yukardan aşağıya doğru hücre sistemine göre illegal örgütlenmiş bir yapı olduğu göz önüne getirildiğinde ‘en aktif derin güç’ olduğu tartışma götürmez.
DERİN GÜÇLERİN ‘CO-PRODUCTİON’U MU?
PKK lideri Abdullah Öcalan İmralı’da Türk devletiyle yaptığı görüşme ve müzakere sonrası üzerinde fikir birliğine varılan ‘Mutabakat Belgesi’ gereği barış ve çözüm sürecini başlattığı zaman MHP gibi ırkçı, CHP gibi ulusalcı, İP ve benzeri Ergenekoncu güçler cepheden saldırıya geçtiler. Gülenciler ise daha sinsi bir politika izlediler. Kamuoyunda oluşan o ‘barışçıl’ ve ‘çözüm’ yanlısı imajlarını zedelememek için cepheden karşı çıkmadılar. ‘İyi, güzel fikir, ama bu işin mümkünatı yok’ gibisinden kara propaganda ile süreci boşa çıkarmaya çalıştılar. Halen bu uğursuz çabalarına devam ediyorlar.
Paris cinayeti haberleri ajanslardan akmaya başlayınca, herkesin aklına bu ‘derin güçler’ geldi. Bu iki güçten birisinin tek başına veya her ikisinin ‘co-production’u olması ihtimali ağırlık kazandı. Ancak barış ve çözüm sürecini Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi için kullanmak isteyen ve bu konuda ‘entegre strateji uygulayan’ mevcut hükümete bağlı güçler üzerinde de kuşkular eksik olmadı. Her üç odakta olağan şüpheli olmaya devam ediyor.
ERDOĞAN DOSYAYI AÇARSA ÇOK ŞEY DEĞİŞİR
Ancak Paris cinayetine ilişkin bir dosyanın Erdoğan’ın masasının üstünde durduğu söyleniyor. Bu bir iddiadan öteye geçmiş durumda. Keza katliamdan birkaç hafta sonra o dönem KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Erdoğan’ı elindeki bilgileri açıklamaya davet etti. Ve Erdoğan’ın elinde konuya ilişkin bir dosya olduğunu söyledi.
Belki de dosyanın içindekiler bu cinayeti aydınlatmakla kalmayacak. Türkiye’nin kaderini değiştirecektir. Türkiye’yi kirli iktidar savaşlarından çekip alacak. Kürt ve Kürdistan sorununda daha çağdaş ve makul çözüm yollarının kapısını aralayacaktır. Bugün iktidar için her türlü kirli yöntemi öne almış Cemaat-Erdoğan savaşları gibi her türlü savaşı da tarihe bir anı olarak bırakacaktır.
Şuan kıran kırana devam eden iktidar savaşında bir silah olarak kullanılan kaset, CD ve DVD’lerden Paris cinayetine ilişkin bir takım verilerin ortaya saçılması gündeme gelir mi? Orası belli değil. Gelebilir de. Çünkü bu dosyadan Gülencilerin derin ilişkileri çıkarsa hiç kimse şaşmasın. Veya hiç beklenmedik bir yerde Susurluk’ta olduğu gibi bir kamyon bir Mercedes’e çarpabilir!
Elbette ki doğru olan şey Türk başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ucu kime dokunursa dokunsun masasının üzerindeki dosyayı açması, cinayete ilişkin kendi emrindeki istihbarat elemanlarının topladığı bilgi ve verileri Fransa savcısı ve soruşturmayı yürüten makamlarla paylaşmasıdır. Demokratik bir hukuk devletinde izlenecek yolda budur.
Aslında Türk başbakanı Erdoğan’ın hangi yolu seçeceği onun da kaderini belirleyecektir. Erdoğan, şuan da kendisiyle ile kıyasıya bir iktidar savaşı yürüten Gülencilerin izlediği yolu mu izleyecek? Yani kapı altından CD’ler mi atacak, oraya buraya bazı görüntüler mi servis edecek? Oyunu demokratik kurallara göre mi oynayacak?
Ya da masasının üstünde duran dosyayı açacak, içindeki bilgi ve bulguları Türkiye’nin kirden, pastan arındırılması, Kürt sorununun demokratik çözümü ve kalıcı barış için mi harcayacak?
Eğer biraz aklı ve vicdanı varsa ikinci yolu seçer. Birinci yol son yüzyıldır deneniyor. Bu yolu deneyen bütün liderler rahmetle değil, lanetle anılıyor.