Erdoğan’ın Rojava ve Bakur’u çökertme planı çöktü - Cahit Mervan

Cenevre konferansı geçici olarak ertelendi. Birkaç gün sonra başlaması bekleniyor. Türk devleti ‘’kör parmağım kör güzüme’’ misali Kürtleri barış görüşmelerinin dışına itmek için olağanüstü bir çaba gösteriyor. Her kapıyı çalıyor.

Suriye ve Irak’ta DAİŞ adlı çete örgütünü dize getiren YPG’yi ‘’terörist’’ olmakla itham ediyor. Ancak kimse Türkiye’nin bu Kürt düşmanı politikasına evet dediği yok. Bu Kürtleri sevip sevmemekle alakalı bir durum değil. Aklı başında her küresel ve bölgesel aktör sahadaki somut duruma göre bir politika belirliyor.  Ayrıca hiç kimsenin genlerinde Türk devletinde olduğu gibi Kürt düşmanlığı yer etmiş değil. Türk devleti ve yöneticileri Kürt düşmanlığının esir olmuş durumdalar. Bu onları rasyonel olmaktan uzak, bölge ve dünyanın değişen koşullarını dikkate almayan politika belirlemeye itiyor.

Aslında barış ve çözüm sürecinin çökmesinin ana nedeni bu. Türk devleti bütün siyasetin, hatta varlığının Kürtlerin statü elde etmemesi üzerine şekillendirdiği için, DAİŞ’le aynı ipe sarılabiliyor. Dahası barış ve çözüm için ortaya çıkan tarihi fırsatları dahi heba etmekte, ülkeyi kan gölüne çevirmekte bir bahis görmüyor.  

İşte size bunun somut kanıtı: PKK lideri Abdullah Öcalan ile İmralı’da yapılan görüşmelerin ‘’tutanakları’’ kitap olarak yayımlandı.  Gazeteci arkadaşımız Amed Dicle görüşmelerdeki çarpıcı başlıkları özetleyen birden fazla yazı kalem aldı. Türkiye kamuoyu da bu yazılar sayesinde kısmen de olsa İmralı’da nelerin konuşulduğu, tarafların can alıcı sorunların çözümü ve geleceği ilişkin görüş ve tutumları konusunda bilgi sahibi oldu.

Dicle’nin kaleme aldığı yazısın geride bıraktığımız Cumartesi yayımlanan bölümünde İmralı müzakerelerinde Rojava Kürdistanı’nın statüsü esaslı bir yer tutuyor. Hatta işin merkezinde Rojava olduğu dahi söylenebilir. 

ERDOĞAN, ÖCALAN İLE MÜZAKERE YAPTI

Her şeyden önce net anlaşılan şey Tayyip Erdoğan, Öcalan ile çok dolaylı değil bir anlamda direk müzakere halinde. Erdoğan’ın görüşmelerden, sonuçlarından anlık haberdar olduğu net anlaşılıyor. Hatta emrindeki başbakan yardımcıları aracılığıyla görüşmeleri bizzat kendisi yürütüyor. İmralı barış sürecinde Erdoğan’ın bizzat yüz yüze Öcalan ile görüştüğü veya telefonlaştığını bilmiyoruz. 

Ancak İmralı’da görüşmeleri yapan devlet heyeti ve diğer AKP kurmayları bizzat Erdoğan adına bu görüşmelere katılıyor. Onun mesajlarının Erdoğan’a iletiyor. Tutanakların bir yerinde ‘’Apo ile anlaştım’’ demesi de bunu gösteriyor. 

Erdoğan, Kandil’e mesaj gönderme ihtiyacı hissettiğinde de bunun HDP heyeti aracılığıyla yapmaya çalışıyor. 

Görüşme tutanaklarında da rahatça anlaşılacağı gibi iki tarafın ‘’baş müzakerecisi’’ birçok konuda ciddi görüş ayrılıkları içindeler. Bu görüş ayrılıkları bazen tarafların ‘’kırmız çizgi’’ ilan etmesine kadar varıyor.

ERDOĞAN’IN KIRMIZI ÇİZGİSİ: KÜRTLERİ STATÜSÜZ BIRAKMAK

Türk tarafının bütün görüşme ve müzakerelerde izlediği yol işi zamana yaymak, sahte bir barış antlaşmasıyla 200 yıllık Kürt ve Kürdistan sorunundan kurtulmak olduğunu görüyoruz. Ortaya koydukları bir çözüm projesi yok. Kürt tarafının bütün çözüm önerilerine ‘’yersiz’’, ‘’zamansız’ gibi yanıtlar verildiği ve bazen de kesin bir dille ‘’olmaz’’ denildiğini görüyoruz.

Halbuki makul olan şey masaya oturan tarafların çözüme ilişkin proje ve yol haritalarını ortaya koymak olacaktı.  Türk tarafının çözümden anladığı şey ise Kürtlere kolektif manada hiçbir statünün verilmediği bir çözüm!

Keza görüşmelerde, Suriye’deki gelişmeler, peşi sıra yaşanan Rojava devrimi ve ortaya çıkan Rojava Kürdistanı gerçekliğinin Türk tarafını hayli rahatsız ettiği görülüyor. Bizzat Erdoğan Rojava Kürdistanı’nın herhangi bir şekilde statü elde etmesine karşı çıkıyor. “Asla müsaade etmeyeceğiz” diyor.   Ve Rojava’yı, tıpkı geçmişte Güney Kürdistan için söyledikleri gibi “kırmızı çizgi” ilan ediyor.

Erdoğan’ın İmralı Görüşme Heyeti’nde yer alan Sırrı Süreyya Önder’e, KCK Yürütme Konseyi’ne iletmek üzere   ‘’Tek bir kırmızıçizgim var, o da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim’’ diyor.

Aslında Erdoğan bu cümlelerle Türk devleti adına ilk başta ÖSO, El Nusra ve en sonunda da DAİŞ eliyle Rojav’da Kürtlerine karşı yürüttükleri vekâlet savaşını kabul etmiş oluyor. 

ERDOĞAN VEKÂLET SAVAŞINI BAKUR’E TAŞIDI

İkincisi ve en önemlisi bugün Kuzey Kürdistan’da, birçok kişiyi hayretle içinde bırakan, ‘’nerden çıktı bu savaş’’ diyenlere de yanıt vermiş oluyor Erdoğan. Kuzey’deki savaşın Rojava ile açık bağını bizzat Erdoğan kurmuş oluyor.

Çünkü 2012 yılının sonu ve 2013 yılının başında İmralı görüşmeleri başladığı zaman Rojava tarih sahnesine çıkmıştı.  O dönem açıktan söylenmese de görüşmelerde önemli bir başlık, hatta işin merkezine oturmuştu.   Zaten barış sürecinin kırılma noktası da Kuzey’de değil, Rojava’da oldu.  Özellikle 15 Eylül 2014’te DAİŞ güçlerinin Kobenê’ye karşı başlattığı imha saldırısı Türk tarafının Kürtlere ve Kürdistan’a bakışının esas itibariyle değişmediğini gösterdi. Erdoğan’ın içerdeki barış sürecini, Rojava’daki Kürtlerin imha sürecine dönüştürme peşinde olduğu görüldü.

Kobane bir anlamda Kuzey Kürdistan ve Türkiye barış sürecinin esaslı bir sınavı oldu. Türk devleti Kobanê’ye karşı izlediği politika ile içteki barış sürecini kökünden dinamitledi.  Masada görüştüğü ve sözüm ona çözüm aradığı güçle değil, tam aksi yönde ortaçağ karanlığından fırlamış, her türlü vahşeti sergileyen DAİŞ ile birlikte oldu.

O zaman, Kürdistan medyası başta olmak üzere, aklı başında herkes Erdoğan ve adamlarının izlediği bu Kürt düşmanı politikadan dolayı uyardı. Bunun çok kısa bir gelecekte yıkıcı sonuçlarının olacağı sıkça dile getirildi. Hatta Kürtlere karşı DAİŞ eliyle yürütülen vekâlet savaşının, eninde sonunda Kuzey’e ve Türkiye’ye sirayet edeceğini uyarısında bulunuldu. Kürdistan’a, Türkiye’ye sıçrama ve derinleşme ihtimaline herkes dikkat çekti.

Ancak gözünü Türkiye’de tek adam olmaya dikmiş Erdoğan ve yanındakiler bu uyarılara aldırış etmediler. Türk devletinin geleneksel Kürt düşmanı politikasıyla daha bir örtüşmeyi, hatta onun içinde erimeyi kabul ettiler. Bir taraftan Rojava devrimini yıkmak, Kürtleri bu masum ve küçük toprak parçasında statüsü bırakmak için DAİŞ’i kullandılar, diğer taraftan eski Türkiye’nin ne kadar kanlı, derin ve mafya güçleri varsa, başta da Ergenekoncular olmak üzere hepsiyle ittifak yaptılar.  Buna bir anlamda ‘’mecbur’’ kaldılar. Çünkü Erdoğan, ailesi ve yakın çevresi o kadar kirli işlere bulaştılar ki, iktidarda kalmak için her yolu kendilerine mubah saydılar.

Kuzey Kürdistan ve Türkiye’yi ateş çemberinin içine attılar. Bu nedenle bugün yaşana savaşın ve Türk devletinin her türlü savaş ahlakını bir tarafa bırakarak yürüttüğü yıkının nedeni sanıldığı gibi veya gösterilmeye çalışıldığı gibi hendek ve barikatlar değil. Bunlar sadece sonuçtur.

Bütün bu savaşın nedeni Erdoğan’ın İmralı görüşmeleri sırasında sarf ettiği ‘’Asla müsaade etmeyeceğiz’’ cümlesinde gizlidir. Dahası Erdoğan bugün sıkı fıkı ilişki içinde olduğu Federal Kürdistan’ında ortaya çıkmasını kendileri açısından ciddi bir hata olarak değerlendiriyor. Bir daha bu hataya düşmeyeceklerini söylüyor. Bu nedenle ortada anlaşılmaz, izahi çok zor bir durum yok.

Türk devleti ve onun başındakiler Rojava devrimini boğmak, Kürtleri hem Suriye’de hem de Türkiye’nin siyasi sınırları içinde statüsüz bırakma için bir savaş yürütüyor. Bu savaşı Kobanê’de, Rojava’da esas olarak kaybettiği için, şimdi onu Kürdistan’ın şehirlerine taşımış durumda.  Bu nedenle 2014 sonunda Milli Güvenlik Kurulu’nda kabul edilen soykırım politikasını uyguluyor. 

ERDOĞAN’IN ÇÖKERTME PLANI ÇÖKMÜŞTÜR

Bütün bu soykırım politikasına rağmen Türk devleti Rojava Kürdistanı’nın tarih ve diplomasi sahnesine çıkmasının önüne geçemiyor.  Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü savaşı en yakın müttefiklerine dahi izah etmekte zorlanıyor. Türk devletinin bu saatten sonra Kürtleri ‘’terörist’’ diye damgalayarak uluslararası platformlardan dıştalaması mümkün görünmüyor.

Keza Cenevre 3 toplantılarının daha dün (pazartesi) 29 Ocak’ta başlayacağını açıklayan BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura bir televizyona yaptığı açıklamada ‘’Benim için terörist tanımı BM Güvenlik Konseyi'nin tanımlamalarına dayanıyor. Onlar da şimdilik IŞİD ve Nusra gibi görünüyor" diyerek aslında fiili olarak Türk devletinin PYD’ye ilişkin görüşlerine de yanıt veriyor.

Türkiye’nin dışında PYD olmasın diyen sadece ona Suriye’nin kanlı iç hesaplaşmasında tetikçilik yapan DAİŞ; El Nusra ve benzeri örgütlerin dışında kimse yok. Türkiye bu çıkmaz sokakta ısrar edecek. Zaten bu ısrar sonucu 2014 yılının sonunda önüne koyduğu ‘’çökertme planını’’ uygulamaya çalışıyor.

Ancak genel Rojava ve özelde Kobanê’de başarısızı olduğu gibi hem Bakur’da hezimete mahkûm durumda hem de uluslararası arenada.

Yani Erdoğan’ın “asla izin vermeyeceğim” çizgisi çökmüştür. Daha doğrusu çökertilmiştir. Kürtler, çözümü hedefleyen bir Cenevre Konferansı’nda olacaklar. Kürtlerin yer almayacağı konferans tıpkı Cenevre 1 ve 2 gibi sonuçsuz kalmaya mahkûm olacak. Bu nedenle Suriye krizine çözüm bulmak isteyenlerin Erdoğan ve Türk devleti istedi diye Kürtleri dışta tutacak lüksleri yok.

İkincisi Rojava’yı çökermek için Bakur ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni hedefleyen Türk devletinin tüm vahşi ve insanlık dışı saldırısına rağmen başarı şansı yoktur. Mülteci krizi yaratarak, Avrupa’dan kopardığı kısmi siyasi destekte buna kâfi gelmeyecektir.  Erdoğan’ın hem Rojava’yı hem de Bakur’u çökerte planı çökmüştür.  Gündemi ve gidişatı belirleyen artık Ankara değil, Sur, Cizre, Silopi ve diğerleridir.