Erdoğan neden Efrin’e saldırıyor?

Efrîn saldırısı aynı zamanda kendi ülkesinde Kürt meselesini barışçıl yollarla çözmeyi reddeden AKP Hükümeti’nin içine düştüğü bir bataklıktır.

İnsanlık tarihi, demokratik topluma saldıran ve onu yok etmek isteyen despotlar ve diktatörler ile bu amansız saldırılara karşı direnmeyi kendine ilke edinen ve ancak bu şekilde var olabilen toplumların savaşından ibaret olarak okunabilir. Özgür ve eşit bir yaşamı savunan demokratik toplum arayışında olan halklara karşı despotlar ve diktatörler umudu yok etmek için her yolu denemişlerdir. Ancak demokratik toplum, verdiği amansız kavga ve destansı direnişler sayesinde kendini var etmeyi bilmiş ve günümüze kadar gelmiştir. İktidarın olduğu yerde direnişin de diyalektik olarak var olduğu gerçeği böyle bir zeminde anlam kazanmaktadır. Tarihin her döneminde kendisine yönelen saldırılara karşı insanlık değerlerini savunarak umudun ve özgürce yaşamın adı olan demokratik toplum ruhu, bugünlerde direniş ruhu olarak kendisini Efrîn’de göstermektedir. Sanırım tüm dünyanın gündemine ilk sıradan giren Efrîn’e yönelik saldırıyı bu temelde okumak daha aydınlatıcı olacaktır.

Demokratik toplum anlayışını yerle bir etmek isteyen DAİŞ çetelerine karşı Kobanê halkının verdiği destansı direniş, halkların özgürlük ve eşitlik mücadelesi tarihine şimdiden altın harflerle yazılmış durumdadır. Hiçbir destek almadan günlerce direnen ve korkunç bir kuşatmadan zaferle çıkanların ruhu bugünlerde Efrîn’de dolaşıyor. Kobanê’de DAİŞ karanlığını yenilgiye uğratan ruh şimdi de Erdoğan ve ÖSO çetelerine karşı kararlı bir direniş içinde. Kobanê’de insanlık onuru için kavga verilmiş ve direniş başarılı olmuştu. Kobanê’de DAİŞ’e destek veren Erdoğan, bugünlerde ÖSO çeteleriyle birlikte doğrudan Efrîn’i boğarak iktidarını kalıcı hale getirmek istemektedir. Bu yüzden özü itibariyle Êfrîn’deki direniş aynı zamanda zalim bir diktatöre karşı verilen bir demokrasi mücadelesidir.

Zeytin bahçeleriyle meşhur ve yıllar boyunca despotik Suriye rejimi altında özgürlük ve insanca yaşam mücadelesi veren Efrîn, Kuzey Suriye Federasyonu’na bağlı bir kanton. Görece istikrarlı bir bölge olan Efrîn Kantonu ilan edildiği 29 Ocak 2014’ten bu yana Rakka, Minbic, El Bab ve Cerablus'tan kaçanlar için korunaklı bir sığınak oldu. Efrîn’de hakim güç olan SDG ise özgürce bir yaşamı savunan ve içinde Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Türkmenlerin olduğu bir çatı yapılanma olarak varlığını sürdürüyor. Efrîn Kantonu’nun yerli nüfusu 450 binken çetelerin zulmünden kaçan bölge halklarının Efrîn’e sığınmasıyla kent nüfusu 1 milyonun üzerine çıkmış durumda.

Rusya’ya verilen tavizler sonucunda, şimdiye kadar DAİŞ çetelerinin varlık gösteremediği Efrin’e karşı başlatılan bu işgal girişimi ne hukuki ne de meşrudur. Erdoğan ısrarla bu saldırının terör örgütlerine karşı yapıldığını söylemektedir. Oysa Efrîn’de bulunan SDG, ne BM ne AB, hiç bir ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmemektedir. Bu yüzden başta Erdoğan olmak üzere AKP Hükümeti yetkilileri DAİŞ’e karşı da savaşıldığını söylemektedir. Ancak Efrin’de DAİŞ’in olmadığını tüm dünya biliyor. Efrîn’de DAİŞ yok, hiçbir zaman da olmadı. Erdoğan, Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’in Büyük Yalan Teorisi olarak bilinen “Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve tekrar ederseniz, insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır” sözlerinden ilham almaktadır ama bu yalana kendisi ve her gün televizyonlara çıkarılan savaş çığırtkanları dışında kimse inanmamaktadır.

AKP Hükümeti Efrîn’e yönelik saldırıyı Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinde yer alan uluslararası hukuk çerçevesindeki meşru müdafaa hakkına dayandırmaktadır. Bu maddeye bakalım: “Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez.” Oysa Efrîn’den Türkiye’ye yönelik hiçbir saldırı hiçbir dönemde gerçekleşmemiştir. Bu çok açık ve nettir. Saldırı için ne hukuki ne de meşru bir gerekçe bulamayan AKP Hükümeti, Rusya’dan bin bir hile ve pazarlıkla izin kopararak Efrîn’e işgal girişimini başlatmış durumdadır. Bu yönüyle Türkiye’nin rolü esasen Rusya’nın kurduğu oyunun bir parçası olmaktan ibarettir. Saldırı karşılığında Türkiye’nin bilindiği kadarıyla Rusya’ya İdlib’teki çetelere desteğini çekmesinden tutalım da enerji anlaşmaları ve S400 alımlarına kadar birçok taviz verdiği ortaya çıkıyor.

Peki Türkiye’nin şimdi cephede omuz omuza savaştığı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kimdir?

ÖSO, 12 yaşındaki Filistinli bir çocuğun başını kesen ve bunu kaydeden Nureddin Zengi Tugayı’ndan tutalım da masum sivilleri katleden, tecavüzcü olarak bilinen ve Rusya’nın da terör örgütü olarak gördüğü Ahrar-u Şam ve Tahrir El Şam gibi El Kaide türevi yapılardan bir araya getirilerek oluşturulan istikrarsız bir çete grubudur. Bu çete mensuplarının bir kısmı da Türkiye’deki kamplarda yıllardır eğitilmekteydi ve birçoğu kamplardan alınarak otobüslerle Efrîn sınırına getirildi. Yani AKP Hükümeti ve Erdoğan, tüm dünyanın gözü önünde geçmişleri karanlık katil sürülerini kullanarak Efrîn’e saldırmaktadır. Açık ve net bir şekilde çetelerle birlikte savaşmaktadır.  

AKP Hükümeti tüm bu insanlık dışı çabayı Kürt düşmanlığı üzerinden yürütmektedir. Yanına yedeklediği MHP ve CHP’siyle bütün enerjisini, ordusunu ve medyasını bu işe yatırmış görünmektedir. Kürtler tarafından uzatılan Zeytin dalı Efrîn saldırısı ile kırılmak istenmektedir. Tarihi ittifak fırsatları gözü dönmüş bir iktidar tarafından bir kez daha heba edilmektedir. İç siyasette giderek darboğaza saplanan AKP Hükümeti insanların ölümü üzerinden iktidarını sürdürmenin derdine düşmüştür.

Efrîn saldırısı aynı zamanda kendi ülkesinde Kürt meselesini barışçıl yollarla çözmeyi reddeden AKP Hükümeti’nin içine düştüğü bir bataklıktır. Eğer barışçıl Efrîn halkına karşı saldırılar son bulmazsa Kürt sorunundaki çözümsüzlük anlayışı daha da derinleşecektir. Toplumsal nefret karşılıklı olarak tüm topluma yayılacaktır. Sıvasız evlerde taziye tutulurken savaş baronları zenginleşmeye devam edecektir. Savaşın kan ve gözyaşından başka bir şey getirdiği görülmemiştir. Eğer gelecek kuşaklara barış isteyenlerin lanetlendiği, diktatörlerin kutsandığı bir ülke bırakmak istemiyorsak sesimizi daha gür çıkaralım ve savaşa hayır diyelim.