Bursa'dan yola çıkan Ferdane Kılıç ile oğlu Nartan Kılıç, Çerkes. Antakya'dan yola çıkan Okan Pirinç ise Arap Alevi halkındandı. Üçü de, Rojava'da devriminde halkların geleceğinde gördüler, kader birliği yaptılar.
ARZU DEMİR
İSTANBUL
Pazar, 17 Temmuz 2016, 09:21
Ferdane ve Nartan Kılıç, Çerkes halkının, Okan Pirinç Arap Alevi halkının sesini soluğunu Kobanê'nin inşasına katmak için yola çıktı.
Bursa'dan yola çıkan Ferdane Kılıç ile oğlu Nartan Kılıç, Çerkes. Antakya'dan yola çıkan Okan Pirinç ise Arap Alevi halkındandı. Üçü de, Rojava'da devriminde halkların geleceğini gördüler, kader birliği yaptılar.
BURADA ÇERKESLER DE VAR
1960 İnegöl'ün Mezit köyünde doğan Ferdane, Abhaz ulusundandı.
Bursa Hürriyet semtinde geçen gençlik yıllarında tipik bir Çerkez-Abhaz geleneksel değerleriyle yetiştirildi. 12 Eylül öncesinde Kafkas Kültür Derneklerinde folklor çalışmalarına katıldı. Bu vesileyle sol, sosyalist çevrelerle tanıştı. 1988 yılında Bursa Çerkes Derneği bünyesinde birlikte faaliyet sürdürdüğü Metin Kılıç ile evlendi. Bu evlilikten iki çocukları dünyaya geldi: Nartan ve Sinem.
Ulusal, kültürel çalışmaların yanında demokratik siyaset alanında ve kadın mücadelesi içerisinde de yer aldı. Çerkes derneklerinde kadın komisyonu ve yönetim kurullarında çalıştı. Kadın mücadelesine aktif olarak Emekçi Kadınlar Derneği (EKD) ile başladı ve sonrasında Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM) kuruluş çalışmalarında yer aldı. Sosyalist Kadın Meclisleri Bursa sözcüsü oldu. Ezilenlerin Sosyalist Partisi kuruluş sürecine katıldı. Halkların Demokratik Kongresi ve ardından Halkların Demokratik Partisi kuruluş süreçlerinde yer aldı. HDP Parti Meclisi’nde Çerkes halkından bir kadın olarak yer aldı. Geçtiğimiz yerel seçimlerde HDP’nin Bursa Nilüfer Belediyesi Eşbaşkan adayı oldu.
Kobanê'nin çağrısına kızı Sinem ve oğlu Nartan ile birlikte yanıt verdi. Ferdane'nin eşi ve yoldaşı, Nartan'ın babası Metin Kılıç'ın anlattığına göre, Nartan, Kobane'ye gitmeye, üniversite okuduğu Nalçik'teyken karar verdi. Fikrini açtığı ablası Sinem de, “Birlikte gidelim” diyor. Ferdane de plana sonradan dahil oluyor. Metin, “Ferdane'de hem çocuklarıyla birlikte olmak hem de Kobanê’'yi görmek istediği için gitti” diyor.
Nartan ve ablası Sinem, Nalçik'te inşaat mühendisliği bölümünde okuyor. Sinem; “İkimize de orada ihtiyaç olduğu için yola çıktık” diyor.
Sinem, ayrıca bir Çerkes olarak Rojava halklarına yardım etme sorumluluğu duyduklarını söylüyor ve ekliyor: “Bir de oradaki insanlara yardımdan çok, kendi halkımıza da bunları göstermemiz gerekiyordu.”
Sinem, Suruç cehenneminden yaralı çıktı. Suruç şehitlerinin emaneti Sinem. Gencecik bir kadın. İnce ve narin. Ve de gencecik yaşına rağmen yaşadığı acılara galebe çalacak kadar da güçlü. Arkadaşı, yoldaşı, kardeşi Nartan ile arkadaşı, yoldaşı, annesi Ferdane’yi bıraktı Suruç’ta. Bir kez mi, iki kez mi… Kaç kez eksildi. Kim bilebilir ki Sinem’den başka. Çünkü acıya ortak olmak, acıyı paylaşmak başka, acıyı yaşamak başka.
Metin Kılıç, çocuklarının kararlarına ilişkin bir şey dememiş. Çünkü kendi yaşamına dair ilk kararlarını aldığında kızı Sinem'in yaşında bile olmadığını hatırlatıyor ve ekliyor: “Karar kendilerinindi ve ben ona saygı duyduğumu söylemiştim.”
Nartan, Nalçik'te üniversite eğitimine devam ederken, serada ve bir atölyede çalıştı. Çalıştığı seranın sahibi Mansur Balçı, Suruç yolculuğu için, “Nartan Suruç'a gitmek zorundaydı. Çünkü O bir devrimci. Devrimci insan bugün burada serada çalışır, yarın dersini yapar, bir gün sonra da Suruç'a muhtaç çocuklara yardıma gider” dedi.
Çalıştığı atölyenin sahibi Hüsnü Altınışık'ın haberi yok gidişinden ancak şaşırmış değil; “Çünkü iyilik isteyen bir çocuktu.”
Sinem, katliamdan yaralı olarak kurtuldu. Gittiğine pişman değil. “Biraz vicdan azabı var, anneme keşke 'gel' demeseydim. Ancak kendim gittiğim için pişman değilim, yine gitmek istiyorum” diyor.
Metin Kılıç, Ferdane ve Nartan'ın ölümünün Çerkes toplumunda ciddi bir kırılma yarattığı görüşünde. “Benim de üyesi olduğum Kafkaslar Federasyonu başta olmak üzere bir çok Çerkes Derneği sahiplendi.
Ferdane, insancıl ve sadeydi. Ezilenlerin kavgasına en sade ve inançlı haliyle katılmıştı.
Nartan ise, ilk, orta ve lise eğitimini doğduğu Bursa'da tamamladıktan sonra üniversite eğitimi için Nalçik’e gitti. Kabardey-Balkar Devlet Üniversitesi’nde İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nde okudu.
Ulusal kimlik bilinci oldukça gelişkindi. Bu bilinç onun anavatanı Kafkasya’da eğitimini tamamladıktan sonra yaşamının kalan kısmını burada sürdürme kararı almasını sağladı. Çok okuyan ve araştıran biriydi. Özellikle sosyalizm deneylerini inceliyordu. Fotoğraf makinesi koleksiyonu vardı. Fotoğraf çekmek, ata binmek özel merakları arasındaydı. Senaryo yazma denemeleri bulunuyordu.
Anne ve babasının Çerkes derneklerinde yürüttüğü mücadele çocukluğundan itibaren dernek faaliyeti içinde bulunmasını sağladı. Bursa Çerkes Derneği’nin folklor ekibinde yer aldı, sosyal etkinliklerine destek verdi.
Lise yıllarında, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun yaz döneminde gerçekleştirdiği kamplara katıldı.
Adı da Çerkeslerin mitolojik kahramanı Nart'tan geliyor.
Babası Metin, Nartan'ın insani yönlerinin çok ön planda olduğuna dikkat çekiyor. İhtiyacı olana yardımcı olmak hayattaki en önemli ilkesi. Sınıf arkadaşı Fırat İnal, onun için yardımın zamanının, mekanının hiçbir önemi yoktu diyor ve ekliyor: “Nartan Türkiye'ye gelmeden önce Yemenli bir doktora iş bulmak için uğraşıyordu.”
En belirgin özelliklerinden biri de doğayla olan ilişki. Doğaya ait. Arkadaşları onun sıcak soğuk demeden yaptığı dağ yürüyüşlerini anlatıyor. Arkadaşı Gülşah Acar, “Biz yurtta kalktığımızda Nartan o dağ yürüyüşlerinden dönmüş oluyordu” diyor ve ekliyor: “Bugüne kadar bende hiçbir kötü izlenim bırakmadı” diyor.
Herkes “Farklıydı” diyor onun için. Kimi hissini, kimi duygusunu, kimi gözlemini aktarıyor. “Benzemiyordu yaşıtlarına. Benzemiyordu bize” diye ekliyorlar. Baba Metin Kılıç, Nartan’ın farklılığını, aldığı siyasi kültür ile ilişkilendiriyor. “Liseden beri politik bir ortamda büyüdü. SGDF’nin gençlik kamplarına gitti. Bu sosyalist ilişkiler onun kişiliğini oluşturdu” diyor. Nartan’ın alıp doğanın içinde bir hayat kurmayı hayal ettiği evin/bahçenin önünde anlatıyor.
Nartan’ın kişiliğini oluşturan ve arkadaşlarının “Farklıydı” diye tanımladığı babasının bu yanıtında gizli aslında. Kimliğini oluştururken özgür kaldı.
“Farklıydı” ile başlayan yorumlar sonra olgunluğa ulaşıyor. Kendinden yaşça büyük arkadaşları olgunluğunu anlatıyor: “Bir derdiniz mi oldu, bir sorununuz mu var? İlk gidilecek kişi Nartan’dı. Kesinlikle sorununuza bir çözümü olurdu.”
Sonra insanlara verdiği güvenden bahsediyorlar. Okul arkadaşı Füruze, “Kaybıyla, dünyada en çok güvendiğim insanı kaybettim. Onunla ilk tanıştığım andan itibaren hep güvendim O’na.” Sonra da gülümsüyor ve ekliyor: “Nartan’ın hatırlarken hep gülümsüyorum. Çünkü hep güldü, bizi de güldürdü.”
En nefret ettiği şey yalandı. Sinem, “Yalan söylediğini anladığı birini kesinlikle affetmezdi” diyor.
Şiir okumak, kitap okumak onun günlük hayatının rutinlerindendi. Ahmet Telli'nin “Gün biter gülüşün kalır bende” şiirini çok severdi.
Sinem'in Nartan denildiğinde ilk aklına gelen ise “Kahkahası ve fotoğraf makinesi.” İyi bir fotoğrafçı. Özellikle doğayı fotoğraflamayı seviyor. Ayrıca, eski fotoğraf makineleri topluyordu.
Sinem, “Nartan kahkahasıyla tarihe kaldı” diyor.
Hayatın her anından zevk aldığı belli. Bursaspor’un maçlarını anlatmaktan Rojava devrimini tartışmaya, bilgisayar oyunundan sabahın ayazında çıkılan dağ yürüyüşüne, Cevizli Park’ta Nazım’ın şiirlerini okumaktan fotoğraf çekmek için sokakları adımlamaya. Kısacık ömrüne bir hayatı sığdıran bir çocuk Nartan.
Suruç’a gidişini siyasi görüşüne katılan da katılmayan da herkes “iyilikle” açıkladı. Dünyadaki politik duruşunu bilen ya da bilmeyen kim varsa gidişine şaşırmadı. “Nartan orada öleceğini bilse de giderdi” dedi.
Anlattıkları bir kahraman değil. “Sıradan” insan. “Sıradan insanların devrimi Rojava”ya iyilikle, güzellikle, idealleri ile bağlanan bir gençti Nartan.
ARAP ALEVİ KİMLİĞİYLE GİTTİ
Okan, Suruç'ta katledilen devrimcilerin en genci. Katledilmeseydi bugün 18 yaşında olacaktı. Antakya Samandağ'ın Hancağız köyünde doğdu. Arap Alevi ulusundan olan Pirinç, lise yıllarında devrimci mücadele ile tanıştı. Gezi direnişi günlerinde Armutlu barikatlarının en ön saflarındaydı.
Rojava savunmasında ölümsüzleşen MLKP savaşçısı Emre Aslan'ın, hayatında önemli bir etkisi olduğu görülüyor. Odası, Aslan'ın fotoğrafları asılı. Sosyal medya hesaplarında da Emre ile çekilmiş fotoğrafını kullanmıştı.
Antakya'dan yola Yağmur Taş ile birlikte çıkıyor. Yağmur, Suruç vahşetinden yaralı olarak kurtuldu. Okan'ın yola çıkma kararına ilişkin şunları söylüyor: “Kobanê'ye gitme fikrinin bende yarattığı heyecanın aynısını onda yarattığını gördüm. O da Arap Aleviydi. O günler bir de Hali Aksakal'ın şehit düştüğü günlere denk gelmişti. Bunlar üzerine uzun uzun konuşmuştuk.”
Annesi Nuray'a Kobanê’ye gideceğini söylüyor. Annesi, “Oğlum bombaların arasında ne işin var?” diyor. Okan bunun üzerine, orada neler yapacaklarını anlatıyor. Annesinin “Gitme” demediğini görünce Okan, “Anne bu sefer 'gitme' demiyorsun” diyor. Annesi “Gitme desem de beni dinleyecek misin?” diyor. Okan'ın yanıtı “Hayır” oluyor. Gitmeden önce annesinden yolluk hazırlamasını istiyor. Annesi ona börek hazırlıyor. Ardından Antakya'daki evinden yola çıkıyor.
Nuray, Okan'ın yola çıkmadan önce yaşadığı heyecana dikkat çekiyor: “O gün cıvıl, cıvıldı. Banyo yaptı, saçlarını birkaç kez fönledi. Saçıyla uğraşmayı severdi. Üstüne başına düşkün değildi ama saçına düşkündü.”
Okan, yola çıktığında daha 18'inde bile değildi. Annesine göre, 30-35 yaşındaki birinin olgunluğuna sahipti. Oğluna hep “Senin savcı, hakim olman lazım” dermiş. Okan ise, “Anne ben hakim de savcı da olmam. İkisi de insanlara haksızlık yapıyor” yanıtını verirmiş.
Arkadaşları, yoldaşları da onda insanlarla ilişki kurarken gösterdiği samimiyet ve sıcaklığa dikkat çekiyor.
Ailesi Okan'ın politikayla ilgilenmesini istemiyor. Vazgeçirmek için çok da uğraşmışlar. Ancak Okan, kendi doğrularıyla yaşamaya o genç yaşında karar vermiş, Annesi aslında oğlunun kötü bir şey yaptığını düşünmüyor. “Sadece emeğinin boş olduğunu düşünüyordum” diyor.
Yoldaşı Yağmur, Okan'ın yolculuğunu anlatırken, “Yol sırasında Okan sürekli şarkılar söylüyordu. Hiç susmadı, sürekli kahkahaları yükseliyordu. Çok mutluydu” diyor.
Okan, kalbinde büyük bir sevinç ve mutlulukla gittiği Suruç'ta katledildi. Geride kalan bütün fotoğraflarında içtenlikle gülümseyen bir çocuk kaldı.
Yarın: Adana'dan yola çıkan Cebrail Günebakan ve Yunus Emre Şen ile İstanbul'dan yola çıkan Çağdaş Aydın.