Fidel Castro ve yaşayan devrim
Fidel Castro da en son kongre konuşmasında “İdeallerimiz yaşamalı ve onlar uğrunda mücadeleye devam etmeliyiz” demişti. İnanıyor ve umut ediyoruz ki, Küba Devrimi ve yer kürede devrimler hep yaşayacak!
Fidel Castro da en son kongre konuşmasında “İdeallerimiz yaşamalı ve onlar uğrunda mücadeleye devam etmeliyiz” demişti. İnanıyor ve umut ediyoruz ki, Küba Devrimi ve yer kürede devrimler hep yaşayacak!
Yirminci yüzyılın zafer kazanmış büyük devrimcilerinden olan Küba Devriminin Lideri Fidel Castro doksan yaşında yaşamını yitirdi. Saygıyla anıyor ve Küba halkının acısını paylaşıyoruz. Yirminci Yüzyılda devrimcilerin en çok söylediği sözlerden birisi “Devrimciler ölür, devrimler yaşar” sözü idi. Fidel Castro da en son kongre konuşmasında “İdeallerimiz yaşamalı ve onlar uğrunda mücadeleye devam etmeliyiz” demişti. İnanıyor ve umut ediyoruz ki, Küba Devrimi ve yer kürede devrimler hep yaşayacak!
Hiç kuşkusuz 20. Yüzyıl devrimlerinin renkli bir parçası olan Küba Devrimi de kendine özgü bir çizgiye sahipti. Fidel Castro ve Che Guevara tarafından temsil edilen bu çizgi, 1968 gençlik devriminin yaratılmasında en büyük etkiyi yaptığı gibi, reel sosyalizmin çözülmesine rağmen Küba Devriminin bugüne kadar yaşamasını sağladı. Özellikle Che Guevara’nın temsil ettiği ilkesellik, arayışçılık ve kesintisiz devrim anlayışı, başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın dört bir yanında yeni devrimlerin gelişmesine yol açtı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Fidel Castro ve Che Guevara devrimciliği bir ruhtu, moraldi, cesaret ve fedakarlıktı. Onlardaki devrimci heybet, başta gençlik olmak üzere tüm toplumsal kesimleri etkilediği gibi, karşıtlarını bile etki altına alabiliyordu. Bu nedenle 20. Yüzyılın ikinci yarısındaki devrimci gelişmeler üzerindeki etkileri başat oldu. Küba Devrimciliği reel sosyalizminin dar politik yaklaşımlarına karşı hep sosyalizmin ilkelerini savundu ve temsil etmeye çalıştı. Yine gerillanın gelişimindeki ısrarı ve katkıları önemliydi. Bu temelde 1968 Devrimci gençlik hareketlerinin gelişiminde ve yeni sosyalizm arayışında katkıları birinci sırada oldu.
Kuşkusuz Kürdistan Özgürlük Devriminin gelişimi üzerinde de Küba Devriminin ve devrimcilerinin çok büyük bir etkisi vardı. Politik ve örgütsel düzeyde aralarında çok ciddi bir ilişki ve dayanışma gelişmemiş olsa da, birçok bakımdan benzerliği olan paralel iki devrimci gelişme olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Küba Devriminin kazandığı zafer, içinde taşıdığı cesaret ve fedakarlık, gerillada gösterdiği ısrar ve yaratıcılık, özellikle de ilkelere dayalı yeni sosyalizm arayışı Kürdistan Devrimciliği açısından hep ilham kaynağı oldu.
Reel sosyalizmin çözülüş yaşadığı 1990’lı yıllarda sosyalizmin teorik ve pratik alanda yaşaması ve gelişmesinde de Küba Devrimciliğinin çok önemli bir katkısı oldu. Her türlü umutsuzluğa ve karamsarlığa karşı Fidel Castro önderliği sürekli bir umut ve kararlılık olmaya çalıştı. Kürdistan Devrimcileri söz konusu süreçte de Kübalı devrimcilerin duruşundan büyük bir güç aldı. Aslında Küba ve Kürdistan devrimlerinin benzerliği ve kardeşliği bu süreçte çok daha fazla gelişti.
Kapitalist modernitenin binbir suratlı liberalizminin “Devrimler çağı bitti” biçimindeki psikolojik savaşına karşı en çok duran ve mücadele eden iki lider Fidel Castro ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan oldu. Geliştirdikleri teorik ve ideolojik çözümlemeler ve sürekli kıldıkları devrimci pratikle bu liberal yalanı yerle bir ettiler. Böylece sürekli yaşayan devrim gerçeğini ortaya çıkardılar.
Bu noktada sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Fidel Castro gerçeği Küba Devriminde olduğu kadar Kürdistan Devriminde de yaşıyor ve hep yaşayacaktır. Kürdistan devrimciliği her türlü liberal bireyciliğe karşı toplumsal özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım ve kardeşlik çizgisinde yürüyerek Fidel Castro’nun ideallerini sürekli yaşatacaktır. Hem de bunu yeni bir dünya savaşının yaşanmakta olduğu Ortadoğu’da ve AKP-DAİŞ faşizmine karşı mücadele içinde yapacaktır.
Bu faşizm ki, bugün her türlü katliam ve soykırımı Kürt toplumuna dayattığı gibi, en yalancı psikolojik savaşı da Türkiye halklarına ve insanlığa yönelik geliştirerek gerçekleri çarpıtmaya ve bu temelde iktidar ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Ancak takke düştü kel göründü misali, her gün yeni gelişmeler yaşanıp AKP’nin maskesini düşürmekte ve nasıl bir yalan ve korku imparatorluğu olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Örneğin şimdiye kadar birçok çevrenin AKP-DAİŞ ortaklığından söz etmesine karşılık AKP Yöneticileri hep “DAİŞ’e karşı savaştıkları” iddiasında bulundular. Peki nerede söz konusu savaş? Demokratik Suriye Kuvvetleri’nin DAİŞ’ten kurtardığı Minbic’a saldırarak mı DAİŞ’e karşı savaşılıyor? Türk ordusunun Minbic ve Bab’a saldırısı, Rakka operasyonu karşısında sıkışan DAİŞ’i kurtarmak amacı taşımıyor mu? Bundan daha açık ve güzel AKP-DAİŞ ortaklığı ve birliği mi olur!
Diğer yandan, şimdiye kadar devrimci güçler hep AKP’nin MHP çizgisine kaydığını ve ortada fiili olarak bir AKP-MHP koalisyonunun bulunduğunu söylediler. Özellikle 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden bu yana söz konusu fiili ittifak hep var oldu ve AKP’nin hükümet olduğu bu süreci hep Devlet Bahçeli yönetti. Birçok çevrenin fiili durumun resmileştirilmesi çağrısı karşısında ise AKP’li yöneticiler bu durumu hep yalanladılar. Oysa bu noktada da AKP’nin takkesi düştü ve keli göründü. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı için Anayasa değişikliği çalışmasında söz konusu AKP-MHP ortaklığı net bir biçimde açığa çıktı.
Şurası artık tamamen netleşmiştir: Ortadoğu halklarının ve insanlığın başına bela olmuş bir AKP-MHP-DAİŞ faşizmi vardır. Bu faşist güruh Kürt düşmanı, kadın düşmanı, halklar düşmanıdır. Aynı zamanda katliamcı ve soykırımcıdır. Koordinatörlüğünü AKP’nin yaptığı bu faşist güruh, aynı zamanda yalana dayalı psikolojik savaşı en ileri bir düzeyde uygulamaktadır. Bu noktada denebilir ki, AKP Hükümeti kendi dışındaki bütün basını boşuna yasaklayıp susturmadı, işte bunun için tüm bu saldırıları yaptı.
Şimdi her şeyde tekliği esas alan bu faşist güruh, konuşma ve söz söylemede de tekliği esas alıyor. Öyle ki yirmi dört saat Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ile Binali Yıldırım konuşuyor. Ve “Herkes bizi dinlesin ve söylediklerimizin doğruluğuna inansın” deniyor. Faşist diktatörlüğün tek rengi ve tek sesi işte böyle ortaya çıkıyor. Bu temelde her şey tersyüz edilerek, çökmekte olan AKP-MHP faşizmi adeta her alanı fethedecekmiş gibi gösteriliyor.
Bu noktada şunu söyleyebiliriz: AKP-MHP faşizminin söylediklerine hiç kimse inanmamalıdır. AKP borazanı basının söylediklerinin ve yazdıklarının gerçekle hiçbir alakası yoktur. Ortada eşi bulunmaz bir psikolojik özel savaş vardır ki, Hitler’in propagandacısı Goebbels’e taş çıkarttıracak düzeydedir. Bu nedenle, herkes kendisini AKP-MHP faşizminin psikolojik savaşından korumalıdır.
Gerçek şudur: AKP-MHP faşizmi çökmek üzeredir. Tayyip Erdoğan Yönetimi dünyadan tecrit olmuş durumdadır. Bunun için ikide bir Putin ile telefon konuşması yaparak Türkiye toplumunu aldatmaya çalışmaktadır. Rusya, İsrail ve İran ile iyi ilişkiler içinde olduğunu söylemektedir ki, aslında en düşmanca ilişkiler bunlardır. Suriye’de uçak düşürülmesinin birinci yıldönümünde Rusya tarafından Türk askerleri öldürülüp yaralanmış olmasına rağmen, AKP Yönetiminin gıkı bile çıkmamıştır. AKP Yönetimi Musul ve Rakka operasyonlarının tamamen dışına itilmiştir.
Gerçekler böyle olmasına rağmen, her gün durmadan “Bab’ı almakta olduğunu, Şengal’e gireceğini, Kandil’e operasyon yapacağını” söyleyerek kendini güçlü göstermeye ve Türkiye toplumunu aldatmaya çalışmaktadır. Halbuki her gün onlarca Türk gencinin kanını dökerek ayakta kalmaktadır ki, adeta kandan beslenen bir iktidar haline gelmiştir.
AKP iktidarı bir yanıyla savaş makinasına bağlanırken, diğer yanıyla da psikolojik savaşa bağlanmıştır. Psikolojik savaşla kendini güçlü gösterip karşıtlıkları yok etmeye ve birliğini korumaya çalışmaktadır. Bu bir psikolojik savaş oyunudur ki, gerçek bunun tersidir. Herkes AKP’nin psikolojik savaşından kendini korumalı ve AKP faşizminin çökmekte olduğunu görüp ona göre mücadele etmelidir.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA