‘Filistinli kadınlar da mücadelelerinde Barış Anneleri gibi netler’

‘Filistinli kadınlar da mücadelelerinde Barış Anneleri gibi netler’

Kadının yaşamın ve mücadelenin her alanında aktif olarak yer aldığını söyleyen San Francisco Eyalet Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Rabab İbrahim Abdulhadi, Kürt kadınları ile Filistinli kadınların mücadelesi arasındaki benzerliğe dikkat çekti. Abdulhadi, “Kürt kadınları her şeyi çok güzel bir şekilde analiz etmiş durumda. Kürt kadınları gibi Filistinli kadınlar da ne istediklerini, ne için mücadele ettiklerini çok iyi biliyorlar. Çocuklarının neden cezaevinde olduğunu, neden şehit olduğunu ve tüm bunların nasıl bir siyasi bağlam içerisinde gerçekleştiğini çok iyi farkındalar” dedi.

San Francisco Eyalet Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Rabab İbrahim Abdulhadi, etnik, ırk ve direniş konusunda çalışmalar yürütüyor. Arap ve Müslüman Topluluklar ile Diaspora Girişimi’nde (AMED) görev alan Abdulhadi’nin, siyaset sosyolojisi, toplumsal hareketler, ulus ve milliyetçilik, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet gibi birçok çalışmaları bulunuyor. Yayınlanmış çok sayıda kitabı bulunan ve 2012 yılında Ulusal Arap Amerikan Kitap Ödülü’nü kazanan Abdulhadi, 31 Mayıs-2 Haziran tarihleri arasında Amed’in ev sahipliğini yaptığı 1. Ortadoğu Kadın Konferansı’na katıldı. Rabab İbrahim Abdulhadi ANF’nin sorularını yanıtladı.

Kadının yaşamın ve mücadelenin her alanında aktif olarak yer aldığını söyleyen Abdulhadi, “Filistin özgürlük mücadelesinde kadınların aktif olarak yer alması Filistin’de kadınların durumunu da ileri bir düzeye taşıdı” dedi.

Filistin’de kadınların hukuksal yönden birçok haklarını kazandığını belirten Abdulhadi bu kazanımları şöyle örneklendirdi: “Hukuksal anlamda kadınlar birçok haklarını kazanmış durumda. Mesela, bir kadın babası olmadan doğurduğu çocuğa kendi ulusal kimliğini verebilmesi için mücadele ettik ve bunu çoktan kazandık. Aynı şekilde meclisimizde Amerikan kongresindeki kadın sayısı kadar kadınımız vardır. Bu nedenle Filistinli kadınlar özgürlük mücadelesinde yer almakla beraber kendi haklarında da ciddi bir yol kat ettiler.”

‘KÜRT KADINLARI GİBİ FİLİSTİNLİ KADINLAR DA NE İÇİN MÜCADELE ETTİKLERİNİ ÇOK İYİ BİLİYOR’

Kuzey Kürdistan’daki Kürt kadınları ile Filistinli kadınlar arasındaki benzerliğe de dikkat çeken Abdulhadi, “Bu bölgede kadının durumuna baktığımız zaman aslında güç anlamında çok eşitsiz bir dağılım var. Ve Türkiye tarafından sömürge haline getirilmiş olan Kürdistan’da kadın hareketi inanılmaz gelişmiş bir durumda. Aynı zamanda kadınlar birçok alanda kendilerini çok geliştirmiş. Kürt kadınları her şeyi çok güzel bir şekilde analiz etmiş durumda. Kürt kadınları gibi Filistinli kadınlar da ne istediklerini, ne için mücadele ettiklerini çok iyi biliyorlar. Çocuklarının neden cezaevinde olduğunu, neden şehit olduğunu ve tüm bunların nasıl bir siyasi bağlam içerisinde gerçekleştiğini çok iyi farkındalar. Filistinli kadınlar da Barış Anneleri ile aynı şeyi söylüyor ve mücadelelerinde Barış Anneleri gibi netler” şeklinde konuştu.

Ulusal mücadeleyle sosyal mücadelenin, sosyal mücadeleyle kadın mücadelesinin bir birinden ayrı olmadığının altını çizerek “Ben kadının özgürleşme mücadelesini özgürlük mücadelesinden bağımsız görmüyorum” diyen Abdulhadi, Amed’de gerçekleşen 1. Ortadoğu Kadın Konferansı’nın önemine de değindi. Bu tarz konferans ve toplantıların kadınların seslerini yükseltebilecekleri yerler olduğunu söyleyerek, Kadınlar otorite figürleri yani erkeklerin olduğu yerde sessiz kalıyorlar. Kadının erkeğe, ‘siz durun, burası bizim söz söyleyeceğimiz yer’ dediği yer, kadının gücünü büyüttüğü yer olacaktır” dedi.

‘FİLİSTİNLİ FEMİNİSTLER YERELLE İLİŞKİLERİNİ GELİŞTİRMELİ’

Rabab İbrahim Abdulhadi, Filistinli kadınların feminizme bakışını da değerlendirdiği konuşmasına şöyle devam etti:  “Filistinli annelere feminizmden bahsedince, ‘biz feminist değiliz. Biz erkeklerden nefret etmiyoruz’ diyorlar. Tabi bunun iki nedeni var, birincisi feminizmin kötü bir itibarı var. Ve bu bir anlamda feministlerin hak etmedikleri bir şey değil. Çünkü feministler yereldeki insanlarla bağlarını koparmış durumdalar. Dilleri yereldeki insanların diline uymadığı için arada bir uçurum oluşuyor. Feministler yereldeki insanların bilinçsiz olduğunu düşünüyorlar. Oysaki yereldeki insanlar tam tersine ne yaptıkları konusunda oldukça bilinçliler. Ben ezilen halkların pedagojisine inanıyorum. Yani ancak ezilen halklar bize bir şey öğretebilir. Bu anlamda da feministlerin yerelle ilişkilerini nasıl geliştirebileceklerine bakmaları gerekiyor.” 

ABDULHADİ: İSLAMCI ÖRGÜTLERİN HEPSİ AYNI DEĞİL

Siyasi İslam’ın kadın üzerindeki etkisine de değinen Abdulhadi, Siyasi İslam’ın farklı yerlerde farklı biçimlerde ilerlediğini ifade ederek, “İslamcı örgütlerin hepsi aynı değil. İslamcı örgütlerin hepsine aynı yaklaşmamak gerekiyor. İslamcı örgütlerin hepsine aynı şekil yaklaşılması İslam düşmanlığını getirir” dedi ve bunu Hamas dönemi ile örneklendirdi.

“Çünkü bizim ihtiyacımız olan çoğulcu bir sistem” diyen Abdulhadi, Gaza’daki ve Mısır’daki gelişmelerin de kadınlara etkisini değerlendirdiği konuşmasında, örgütlü hareket etmenin ve ne istediğini bilmenin kadının özgürleşmesi için önemine dikkat çekti.

‘HEPİMİZ SÖMÜRGECİ SİSTEMİN ÜRÜNÜYÜZ’

Rabab İbrahim Abdulhadi, terminolojiye de dikkat çektiği konuşmasında, Ortadoğu ifadesini neden kullanmadığını, “Çünkü Ortadoğu terimi, sömürgeci bir anlayışın kullandığı bir terimdir. Batıdan bakarsanız eğer, doğu ortaya çıkar doğunun içerisinde de ortadan bahsedebiliriz. O nedenle Ortadoğu terimini sömürgeci bir terim olarak görüyorum” diye açıkladı.

Görev yaptığı San Francisco Devlet Üniversitesi’nde Ortadoğu’yu, Arap ve Müslüman etnik grupları ve diasporaları olarak tanımladığını söyleyen ve bu tanımlamaların da bir noktadan sonra kaldığı yetersizliği açıklayan Abdulhadi,  en doğru tanımlamanın “üçüncü dünya ülkeleri” olduğunu söyledi. Abdulhadi neden “üçüncü dünya ülkeleri” denilmesinin doğru olacağını ise şöyle açıkladı: “Ortadoğu, Akdeniz, Asya ülkeleri, Afrika ülkeleri deniliyor. Ancak ben tüm bu terimleri problemli buluyorum. Bu nedenle ben üçüncü dünya ülkeleri terimini tercih ediyorum. Çünkü üçüncü dünya ülkeleri dediğimiz zaman hem sömürgeci sisteme hem de emperyalizme karşı bir terminoloji oluyor bu. Ve bu terim direnişi simgeliyor.  Şöyle bir gerçeklik var, biz hala sömürgeci sistemin bize bıraktıklarının içerisinde yaşıyoruz. Biz hepimiz sömürgeci sistemin bir ürünüyüz. Bu nedenle bu terminolojiye önem veriyorum.  Mesela İsrail’in katılmadığı konferanslarda Arap ülkeleri, Türkiye ve İran katıldı denildiği zamanda Kürdistan’ın adı unutulmuş oluyor. Bu durumda Kürdistan’a ne oldu? diye soruyorum.”