Fransa neden hep Kürtleri kurban ediyor?

Fransa neden hep Kürtleri kurban ediyor?

Fransa, 1789 devrimi ve sonrasındaki ilk cumhuriyetin ilanından bu yana sömürgeci geçmişi ve başka ülkelere ihraç ettiği kirli pratikleriyle tam anlamıyla bir yüzleşmeyi gerçekleştiremedi. Beş cumhuriyet değişti ve bugün Fransa’daki egemen sınıf halen taşıdığı “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” dövizine rağmen, diktatör ve baskıcı rejimlerle bulanık bir ilişkiye sahip.

Her ne kadar demokratik bir akım mültecileri ve ezilen toplumların bireylerini ağırlasa da, terazinin ağır tarafında hep en baskıcı rejimlerle olan çıkarlar yer aldı.  Fransa’nın Kürtlerle eskilere dayanan ilişkileri bunun en çarpıcı örnekleri ile dolu. Bugün halen adına “Kürt sorunu” denilen sorunun kökenine inildiğine bile karşımıza Fransa çıkıyor.  Bu açıdan Fransa’nın tarihsel olarak Kürtlere karşı en azından ahlaki bir sorumluluğu var.

PAYLAŞIM SAVAŞI

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda (1914-1918), dört imparatorluk çöktü: Rus İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu. Bunlar içerisinde Osmanlı İmparatorluğu yok oldu ve yerine Ermenilerden katledilerek arındırılmış, Yunanlar, Asuri-Keldaniler ve Araplar’dan temizlenmiş bir Türk Cumhuriyeti kuruldu. Avrupa’nın “Hasta Adamı” olarak adlandırılan Osmanlı böylece ölmüş, geriye savaştan galip çıkan sömürgeci diğer güçler kalmıştı: İngiltere ve Fransa. Paylaşımda belirleyici rolü de bu iki güç oynadılar.

Kürtlerin yaşadığı ve adına Kürdistan denilen tarihi coğrafya, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde imzalanan bir anlaşmayla paylaşıldı. Anlaşma Türk Meclisi temsilcileri ile temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri arasında imzalandı.

SURİYE MANDASI VE KÜRTLER

O yıllarda Suriye ve Lübnan Mandası Fransız egemenliğindeydi. Özellikle bugün Fransa’nın Suriye’de Beşar El Esad rejiminin değiştirilmesi için yapılan müdahalede aktif rol almasının bir nedeni de bu sömürgeci geçmişinden kaynaklı.  Fransa egemenliğindeki bu manda yönetimi 1920’dan 1946’ya kadar sürdü. Doğal olarak bu parçadaki Kürtlerin onlarca yıl Baas rejiminin baskılarına ve katliamlarına maruz kalmasında da Fransa’nın rolü var.  Fransa bugün de halan Batı Kürdistan’da Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesi karşısında olumsuz bir rol oynamaya devam ediyor. “İsyancı” olarak adlandırılan ancak çoğu Baas rejiminden kopanlardan oluşan ya da geçmişlerinde hiçbir demokrasi mücadelesi olmayan grupları destekleyen Fransa, bu savaşla arasına mesafe koyan ve barışçıl-demokratik bir mücadeleden yana taraf belirleyen Kürtleri görmezden geliyor. Tıpkı ayaklanmalardan önce Baas rejiminin Kürtlere yönelik baskılarına sessiz kaldığı gibi…

FRANSA’NIN SİLAH SATTIĞI SADDAM KÜRTLERİ KATLETTİ

Fransa’nın diktatör ve baskıcı rejimlerle ilişkileri bugüne kadar hep devam etti. Afrika ve Ortadoğu’daki diktatör ve otoriter liderlerin Fransa siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri bir sır değil. 1980’de Irak’taki Saddam Hüseyin rejimi İran’ı işgal ettiğinde, Fransa Saddam’ın yanındaydı. O dönemde İran’da Humeyni’ye zenginleştirilmiş uranyum vermekten vazgeçen Fransa, Irak’a yoğun bir şekilde konvansiyonel silahlar sağlamaya başladı. Daha da kötüsü, Fransa Saddam’ın atom bombası elde etmesi için 1974’ten itibaren yardımda bulunduğunu doğrulayan çok sayıda unsur var. Eylül 1974’te dönemin Başbakanı Jacques Chirac, Saddam Hüseyin ile görüştü. Bir yıl sonra Eylül 1975’de bu kez Saddam Paris’e resmi bir ziyarette bulundu. Bu sırada Cadarache nükleer tesisini de ziyaret etti. Her iki ülke arasında18 Kasım 1975’te anlaşma imzalandı. Her ne kadar Saddam atom bombalarını üretmeyi başaramasa da bu başarısızlık Fransa’dan kaynaklı değil. Zira Fransa bu rejime oldukça destek sundu.

Mart 1988’de Halepçe’de Kürtlerin üzerine kimyasal gazlar yağdırıldığında, Fransa sadece “endişeli” olduğunu söylemekle yetindi. Oysa Fransa kimyasal ve bakteriyolojik silahların kullanımını yasaklayan 1925 Cenevre Anlaşması’nın temsilcisi. Sadece Fransa değil, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonu, Ağustos 1988’de 8 oya karşı 11 oy ile Irak’ı kınamama kararı aldı. Ne Doğu ne de Batı ülkeleri, İran’a karşı savaştaki müttefikleri olan Irak’a tepki göstermeye teşebbüs etmedi. İran ile savaşın yaşandığı yıllarda Kürtlere karşı yürütülen Enfal soykırım kampanyasında 200 bini aşkın Kürt katledildi. Saddam rejimini destekleyen ve Kürt katliamlarına sessiz kalan Fransa’nın buradaki rolü yadsınamaz.

Oysa ne Birinci Dünya Savaşı yıllarında, ne diğer halklar ve kültürlerin inkarı üzerine kurulan Türk Cumhuriyeti döneminde ve ne de Fransa’nın Suriye ve Lübnan’daki mandası sırasında Kürtlerin Fransız halkına ve Fransa’nın çıkarlarına yönelik bir saldırısı olmadı. “Kürtler Fransa tarafından böyle bir muamele görmek için ne suç işledi?” diye sormak gerekiyor.

PKK’YE KARŞI TÜRK REJİMİ İLE İŞBİRLİĞİ

1970’li yılların sonlarına doğru Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile birlikte Kürtlerin modern ve en güçlü özgürlük hareketi ortaya çıktığında, Fransa’nın Kürtleri ezen devletlerle ilişkilerinde bir değişim yaşanmadı. Tercihini yeniden NATO’nun üyesi ve ABD’nin ittifakı Türkiye’nin baskıcı iktidarlarından yana koydu. Kuşkusuz, demokratik bir geleneğin mirasçısı olan Fransa her yıl 10 bin dolayında siyasi mülteci kabul ediyor. Kürtler de bunların arasında yer alıyor. Ancak Fransız hükümetleri bugüne kadar Kürtleri, Türkiye ile ilişkilerinde kurban olarak sunmaktan hiç çekinmedi. Kürtlere karşı baskıcı Türk rejimi ile bir yandan yoğun ekonomik ve siyasi işbirliğini geliştiren Fransa, kendi topraklarında da Kürtlerin hiçbir şiddet içermeyen siyasi ve kültürel faaliyetlerine yönelik büyük operasyonlar düzenledi, ifade haklarını sınırladı.

PKK’YE İLK OPERASYONU YAPAN BAKAN YOLSUZ ÇIKTI

Bu dönemin ilk büyük operasyonu 1993 yılında gerçekleşti. Bu aynı zamanda Türk rejiminin Kürtlere karşı kirli savaşı en üst boyutlara çıkardığı bir dönemdi. 21 Kasım1993’de Fransız polisi ülke genelinde 17 Kürt derneği ile Kürtlere ait çok sayıda eve baskın düzenleyerek 110 kişiyi gözaltına aldı. Bunlardan bazıları tutuklandı ve 6 ay hapiste tutuldu.  Bu operasyonun ardından bütün Kürt derneklerinin faaliyeti yasaklanırken, PKK’nin sözcüsü olduğu iddiasıyla Kürdistan Enformasyon Merkezi de basılarak çalışmaları durduruldu. Aynı yıl PKK Fransa’da ilk kez yasaklı örgütler arasına alındı. Böylece Avrupa’da PKK’yi fiilen yasaklayan ilk ülke ünvanını da Fransa aldı. O önemin İçişleri Bakanı yabancı düşmanlığı ile bilinen Charles Pasqua idi.  PKK davası ise 2001 yılına kadar sürdü ve tüm yargılananlar beraat etti. Pasqua ise defalarca yolsuzluktan zan altına alındı, hakkında açılan davalarda altı kez beraat etti, iki kez de tecilli olarak hapis cezalarına çarptırıldı.

KÜRTLERİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ENGELLENDİ

2000’lı yıllarda baskılar farlı boyutlar kazandı. Öyle ki, insan hakları ve ifade özgürlüğü Kürtler sözkonusu olunca açıkça ihlal edildi.  Kürtlerin ilk televizyon kanalı olan Med TV, 1999’da İngilizler tarafından yasaklandıktan sonra aynı yıl kurulan Medya TV, 2004 yılında Fransız makamlar tarafından susturuldu.

İkinci büyük operasyon 5 ve 6 Şubat 2007 tarihlerinde yargıç Thierry Fragnoli ve Jean-Louis Bruguière’in başlattığı soruşturma kapsamında gerçekleşti. Fransa ve Belçika’da Kürt siyasetçilere yönelik operasyonlarda, aralarında Kürt siyasetçiler Rıza Altun, Nedim Seven ve Canan Kurtyılmaz’ın da bulunduğu çok sayıda kişiyi gözaltına alındı.  9 Şubat’ta tutuklanan 14 Kürt siyasetçisinden 8’i 23 Şubat’ta serbest bırakılırken, 27 Şubat’ta İstinaf Mahkemesi’ne çıkarılan 4 Kürt siyasetçisi daha serbest bırakıldı.

Bu dava 2011 yılında 20 Haziran ile Temmuz sonu arasında görüldü. Karar ise 2 Kasım’da açıklandı. Paris Ceza Mahkemesi, yargılanan 17 Kürde bir yılda 5 yıla kadar varan tecilli hapis cezaları verirken, 18’inci kişiyi ise beraat ettirdi. Mahkeme ayrıca tüzel kişi olarak yargılanan Paris’teki Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’nin kapatılmasına karar verdi.

SARKOZY DÖNEMİNDE GÜVENLİK İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI

Kürtlere yönelik baskı ve operasyonlar özellikle Nicolas Sarkozy’nin 2007’de Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle sıklaştı. 2007 yılı başı ile Şubat 2013’e kadar 250’ye yakın Kürt, siyasi gerekçelerle gözaltına alındı.  6 Ekim 2012’de Paris’te gözaltına alınan ve 9 Ekim’de tutuklanan Brüksel merkezli Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Yürütme Üyesi Adem Uzun halen cezaevinde tutuluyor. 12 Şubat günü Fransa Dışişleri Bakanı Fabius’un Türk mevkidaşı Ahmet Davutoğlu’nu Paris’te kabul ettiği sırada, Bordeaux ve Toulouse kentlerinde eş zamanlı operasyonlar yürütülerek 17 Kürt gözaltına alındı.  Bunlardan 11’i hakkında 16 Şubat günü Paris Ceza Mahkemesi’nde dava açılırken, 7’si tutuklandı, 4’ü adli gözetim altında serbest bırakıldı.

Gazeteciler, seçilmişler, öğrenciler, insan hakları savunucuları, avukatlar ve çocukların tutuklanarak cezaevlerine doldurulduğu bir dönemde Fransa, 7 Ekim 2011’de Türkiye ile PKK’ye karşı güvenlik işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşma her iki ülkenin "terörizme karşı mücadelede operasyonel işbirliğini” öngörürken, her iki ülkenin güvenlik güçlerinin “alanda ortak mücadele yürütmesinin” de önünü açıyordu.  Anlaşmada dönemin İçişleri Bakanı Claude Guéant’ın imzası var.  Guéant’a karşı aralarında Irkçılığa Karşı Halkların Dostluğu Hareketi’nin (MRAP) da bulunduğu sivil toplum örgütleri 2011 yılında ırkçı sözlerinden dolayı suç duyurusunda bulundular. Ne gariptir ki Guéant da Pasqua gibi yabancı düşmanlığı ile kendisini açık bir şekilde ele veriyordu.

Aynı Guéant, Paris’te 9 Ocak 2013 tarihinde aralarında PKK’nin kurucularından Sakine Cansız’ın da olduğu üç Kürt kadın militanın infaz edildiği saldırıdan sonra da alelacele Türkiye’yi savunan bir açıklamada bulundu. Eski İçişleri Bakanı Guéant, i>TELE’ye yaptığı açıklamada, “Türk servislerinin bu olayda hiçbir rolünün olmadığına aşağı yukarı eminim” dedi.

SOSYALİST İKTİDAR DÖNEMİNDE VAHŞİ CİNAYET

Sarkozy döneminde yoğun gözaltı ve baskınlar gerçekleşirken, bu üçlü infaz ise Sosyalist Parti iktidarında yaşandı. İlk kez Fransa topraklarında Kürtlere yönelik böyle bir kanlı saldırı gerçekleşiyor. İnfazın yaşandığı yer Fransız ve Türk istihbaratının gözetiminde olan Kürdistan Enformasyon Merkezi’ydi (CIK). Bugün halen Kürtlere karşı Fransa’da 9 dava devam ediyor. Bu davalara konu olan birçok Kürt, sorgu sırasında CIK binasına girip çıkarken çekilmiş fotoğraflarıyla karşılaştılar. Fransa’da siyasi ve kültürel faaliyet yürüten Kürtlerin telefonları dinleniyor, hareketleri izleniyor. Bu nedenle son cinayet beraberinde birçok soru işaretine yol açtı. Fransa, Türkiye ile olan güvenlik işbirliği anlaşması çerçevesinde siyasi sığınması olan Kürtler hakkında topladıkları bilgileri dosyalar halinde Türk istihbaratı ile paylaşıyordu.

Fransa’nın bu cinayette rolünün olup olmadığı bilinmiyor ancak, Türkiye’de 2002 yılından bu yana iktidarda olan ve açık bir şekilde ağır insan hakları ihlallerinde bulunarak Türkiye’yi dev bir cezaevine dönüştüren AKP rejimi ile yoğun ilişkileri Kütlere yönelik saldırıları cesaretlendiriyor.  Denilebilir ki, eğer kendisi bu işin içinde değilse bile, Türkiye’deki tutuklamalar, savaş ve insanlık suçlarına sessiz kalan Fransa, bu saldırıları kendi evine kadar taşımış oldu.

Sosyalist iktidar, Sarkozy döneminde Türkiye ile yapılan anlaşmayı da olduğu gibi devraldı. Anti-Kürt anlaşması Ağustos 2012’de sosyalist hükümet tarafından Parlamento Dışilişkiler Komisyonu’na sunuldu. Yasa tasarısının 26 Ocak 2013 tarihinde incelenmesi gerekiyordu, ancak Fransız Komünist Partisi’nin de aralarında olduğu Fransız ve Kürt kurumların yoğun bir şekilde yürüttüğü kampanya sonucu komisyondaki toplantı iptal edildi.

FRANSA KÜRTLERE YAKLAŞIMINI DEĞİŞTİRMELİ

Fransa’nın bu kadar açık bir şekilde,  Kürtleri en vahşi yöntemlerle ezen rejimlerle ilişkisine ve Kürtlere yönelik kendi topraklarında uyguladığı baskılara rağmen, bugüne kadar ne PKK’nin ne de halk olarak Kürtlerin Fransa’ya yönelik bir olumsuz eylemi olmadı. PKK’yi “terörist örgütler” listesine alan Fransa’ya karşı PKK’nin tek bir şiddet eylemi sözkonusu değil.

Kürt sorununun bugün halen barışçıl bir şekilde çözülmeyişinde Fransa’nın önemli bir rolünün olduğunu unutmamak gerek. Kürdistan’ın ülkeler arasında paylaşılmasından günümüze kadar Fransa, bu sorunda sorumluluk sahibidir. Bu pratikleri ile, kendisine döviz yaptığı “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” değerlerine açık bir şekilde ihanet ediyor.

Şunu vurgulamak gerekiyor: Ne Fransa, ne de bir bütün olarak Avrupa Birliği, dünyanın en büyük devletsiz halkı olarak tanımlanan Kürtlerin kendi topraklarında demokratik ve barışçıl bir şekilde yaşaması için olumlu bir rol oynamadı.

Kendisini insan hakları vatanı olarak gören Fransa’nın önünde bugün önemli bir fırsat bulunuyor. Kürtlerle arasını düzeltmek istiyorsa, özellikle Paris’teki cinayeti aydınlatmalı ve çözüm yönünde rol almalı. Tarihten bugüne Kürtlerin özgürlüğüne karşı benimsediği kirli ittifaklarına son vererek, Kürtlerin güvenini kazanmalı. Bunun için de PKK’nin AB “terör örgütleri” listesinden çıkarılması, Kürtlere karşı insan hakları ihlallerine karşı açık tavır alması, Öcalan ve diğer siyasi tutsakların özgürlüğü lehine girişimlerde bulunması gerekiyor.

Açık ki Kürtlerin Fransa ile bir sorunu yok ancak, Fransa’nın Kürtlerin özgürlüğü karşısındaki bu tavrı, gelecekteki ilişkilerde olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Bugün Kürtlerin Ortadoğu’da güçlü bir şekilde tarih sahnesine çıkmasının önünde durmak mümkün görünmüyor.  Bu açından Fransa başta Suriye ve Türkiye’de olmak üzere, baskıcı rejim ve unsurlar desteklemekten vazgeçerek, demokratik ve barışçıl bir mücadele yürüten, gerçek bir devrime öncülük yapan Kürtlere karşı yaklaşımını değiştirmeli.

-Bu yazı Almanya’da yayınlanan Kurdistan Report dergisinin Mart sayısından alındı.