Gökkan: Sonuç muhteşem olacak!
TJA Aktivisti Ayşe Gökkan, “Kürt halkı referandumun işareti Newroz'da çok iyi verdi. Sonuç muhteşem olacak” dedi.
TJA Aktivisti Ayşe Gökkan, “Kürt halkı referandumun işareti Newroz'da çok iyi verdi. Sonuç muhteşem olacak” dedi.
Özgür Kadınlar Hareketi (TJA) Aktivisti Ayşe Gökka, referandum süreci ve cezaevlerindeki direnişlere dair ANF’ye açıklamalarda bulundu.
Gökkan, “Bu referandum diğer tüm referandumlardan farklıdır. Aslında Kürtler Newroz Bayramı'nda referandumun rengini belli ettiler. Yani son 2 yıldır yapılan tüm yıkımlara rağmen Kürtler referandum sonucunu Newroz’da belirtti ve ortaya çıkardı. Tabii bu referandum, bir sistem değişikliği referandumu olması dolayısıyla başka bir anlam taşıyor. Daha öncekilerde kısmen yasa değiştirmeler olsa da bu referandumda Türkiye’de bir rejim değişikliğine gidiliyor. Buna rejim değişikliği denilmiyor, sistem değişikliği deniliyor ama bu böyle değildir. Çünkü tek parti sistemine geçiliyor, bu Saddam ve Suriye ve Afganistan örneğinde olduğu gibi” diye konuştu.
‘ARTIK AKP’Lİ DE OLMAK YETMİYOR; ERDOĞAN’CI OLMAK DIŞINDA...'
Gökkan, şu değerlendirmelerde bulundu: "Yerel idari yönetimler tek partiden olacak. Çünkü hem vali ve kaymakamları cumhurbaşkanı belirleyecek, hem savcı ve hâkimleri belirleyecek, güvenliği belirleyecek, anayasa içeriğini belirleyecek, bir de bakanları belirleyecek. Yani cumhurbaşkanı bu yetkilere sahip olacak. Peki, bu ne demektir? Bu tüm yasama, yürütme ve yargının, buna güvenlik de dahil tek kişinin belirlemesine geçiyor olması demek. Bu başka bir deyişle şu demek oluyor ki, tüm bakanlar AKP'li olmak zorunda, aslında AKP'li de olmak yetmiyor; Erdoğancı olmak zorunda. Tüm vali ve kaymakamlar Erdoğancı olmak zorunda, tüm güvenlik birimleri, JÖH ve PÖH de Erdoğancı olmak zorundadır. Yani bu AKP değil de başka bir isim de olabilir ama Erdoğancı olmak zorunluluğu var. Yine tüm bakanlar kurulu Erdoğancı olmak zorunda. Bu yasama yürütme ve yargının tamamen Erdoğancı olma durumuna baktığınız zaman zaten tek parti sistemini öne çıkartıyor. Bu tek parti sistemi de tek kişi sistemine dönüşüyor. Yetkiler yerellere verilmediği sürece, bütün yetkilerin cumhurbaşkanına verilmesi direk diktatörlüktür. Dünyadaki bütün örnekleri böyledir.
‘ERDOĞAN DİKTATÖRLERİN DİKTATÖRÜ POSİZYONUNA GİRİYOR’
Şimdi öyle bir sistem kuruluyor ki Erdoğancı olmak, aslında yerelde diktatör olmak demektir. O zaman da Erdoğan, diktatörlerin diktatörü posizyonuna giriyor. Çünkü atadığı tüm Erdoğancılar, aynı zamanda o yerelin diktatörleridir. Tüm yetkiler kullanıldığında Erdoğan'ın yetkileri olmuş olacak. Erdoğan, alt kısımlarına minyatür diktatörlerini yerleştiriyor bir bakıma. Bu biz kadınlar için de şu anlama geliyor, Erdoğan diktatörlerin diktatörleri olacaktır, cinsiyetçilerin en üst cinsiyetçisi olacak, militaristlerin en üst militaristi olacak, rantçıların en üst rantçısı olacak ve dincilerin en üst dincisi olacak. Anayasanın 18 maddesi değişiyor ve bu sistem öyle bir örtbas ediliyor ki, sanki daha demokratik bir yaşama geçilecekmiş gibi. Ben rantçıların rantçısı olacak derken şunu kastediyorum, tüm uluslararası ekonomik anlaşmaları kendi yapacak, yani bu istediğini atadığı için o ekonomik anlaşmayı da istediğiyle yapacak ve ekonomik bir rantçılık üzerinden yürüyecek. Sonra aynı biçimde uluslararası yapacağı anlaşmalarla savaş ve barışa karar verecek ama savaş suçundan yargılanmayacak. Çünkü referandumda hayata geçirmek istediklerinden en önemli olanlarında birisi de budur ki, Erdoğan karar verecek ama yargılanmayacak, kararı aldırtacak ama sorumlu tutulmayacak.
Mesela Kürdistan’daki yıkımlarla Cenevre Savaş Hukuku'nu çiğnemiştir, uluslararası savaş suçu işlemiştir ama yargılanmayacak. Şimdiden tüm bunlar için 'Fetö yaptı' diyor. Bundan sonra da kararı verildiğinde, savaş suçu işlendiğinde kendisi yargılanmayacak. Aslında toplamında tek kişiyi koruyan, tek kişiyi iktidar yapan bir yola gidiliyor ve buna tek kişiye tanınan haklar sanki tüm topluma tanınmış gibi bir izlenim veriliyor. Oysa tüm yetkileri kendisi kullanıyor, bu halk bir şey bilmiyor, cahildir, bilinçsizdir, ilkesizdir, ben onlar adına tüm hakları kullanabilirim diyor. Ve bunu bir demokrasi olarak lanse etmeye çalışıyor. Ama bu artık çok belli ve teşhir olmuş bir durumdur.
‘AĞZA BAL ÇALMAYLA AŞAĞILAMAK’
Düşünün ki bir yasa değişikliğini hiçbir hukukçu tartışamıyor. Normalde bu süreçlerin dünyadaki seyri şöyledir; önce hukukçular tartışır, hukukçular toplumla tartışır, istenilenler belirginleşir ve bir mutabakata varılır ve bu sonuçla referanduma gidilir. Yani taraflar ve muhataplar önce tartışırlar. Bu referandum hiçbir tartışma sürecinden geçmedi. Parmak demokrasisine göre zaten komisyonun çoğunluğu AKP oluşturduğundan apar topar bir şekilde, kavgalı gürültülü bir komisyon tartışması yapıldı. Bu referandumun dair diğer bir çirkin şey de budur ki, gençliğe seçilme hakkı verilecek diyor. Mevcut parlamentodaki en genç parlamenterler HDP parlamenterleridir. Kaldı ki HDP daha önce 18 yaş seçilme önergesini meclise sunmuştu. Yani gençliği aday yapmayacağı halde gençliğe sanki seçilme hakkı tanıyacakmış gibi gösteriyor. Mesela parlamentonun hiçbir yetkisi kalmamasına rağmen 600'e çıkarıp sanki diğer partiler kalacak ta ben 50 tane arttırıyorum demek istiyor. Özellikle de onların onayını alıyor. Yani bu kadar çirkin bir şekilde ağza bal çalmayla insanı aşağılayan bir yöntem olamaz."
‘AKP MAĞDURİYET POLİTİKASI YAPIYOR’
AKP’nin, iktidarda olduğu süre boyunca hep mağduriyet politikasıyla ve kendi partisinden birilerini ihanetçi ilan ederek ayakta durduğunu belirten Gökkan, “Kadının içinde yer almadığı bir anayasa değişikliğidir bu. Hal böyle olunca referandumun gidişatı çok bellidir. Bunda militarist güç kullanıyor. Düşünün biri kendini başkan yapacak ve devletin tüm olanaklarını kullanarak ben ‘evet’ diyorum diyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Erdoğan zaten neredeyse 3 yıldır fiilen istediği başkanlığı yapıyor. Farklı inançlar, farklı kültürler ve farklı halkların kimliğini bir kenara bırakayım, AKP 15 yıldır iktidar olmasına rağmen hep mağduriyeti oynuyor. Erdoğan Fethullah'ın öğrencisidir, bunu dünya alem biliyor. Fethullah'ı hain ilan ediyor, kendisinin kandırıldığını söylüyor. Abdullah Gül ihanetçidir, Davutoğlu ihanetçidir, Arınç ihanetçidir diyor. Kamuoyuna ihanete uğradığını söylüyor, mağdur olduğunu söylüyor, ihanetçi olduklarını söyledikleri kişileri de basamak olarak kullanıp, üzerlerinden yükselmeye çalışıyor. 15 yıldır iktidarda olup, her dönem mağduriyetle politika yapması kadar çirkin bir şey yoktur’’ şeklinde konuştu.
‘AKP DIŞARIDA VE İÇERİDE İTİBARSIZLAŞMIŞTIR’
AKP ve Erdoğan’ın uluslararası ve ülke içinde artık itibarsızlaştığını aktaran Gökkan, şöyle devam etti: “Öyle zannediyorum ki AKP 21. yüzyılda bu biçimle iktidar olmanın tek örneklerindendir. 80 yıldır Kürt örgütlenmelerinin, Kürtlerin haklarının antipropagandasını yaparak Kürtlere karşı zaten bir önyargı oluşturmuş. Siyasette klasik olmuş bir söz vardır ki, iktidarlar asla ve asla iyi olma şansına sahip değillerdir. Kötü muhalefet olduğunda iktidar iyi bir görünüme bürünüyor. Türkiye'de şu anda böyle bir durum vardır. AKP uluslararasında itibarsız, ülke içinde itibarsız kalmış, korku imparatorluğu kurarak tüm askeri ve polis güvenliğini ele geçirerek, havadan ve karadan tehdit eden bir duruma girmiştir. Bugüne kadar çok partili sistemde olup havadan ve karadan halkı tehdit eden bir yönetim tarzı olmamıştır.
‘HUZUR DEDİĞİ ŞEY İMHA ETMEKTİR’
Tabii Kürdistan çok farklı bir durumdadır. Hem Kürt olmak hem kadın olmak hem de Kürdistanlı olmak başka baskıları da getiriyor. Kürdistan’ın hepsini yıkıyor ve ben bölgeyi huzura kavuşturacağım diyor. Huzur dediği şey, imha etmektir. Dünyanın her tarafında bu çıplak bir gerçektir ki yıkmak başarılı olmak, güçlü olmak anlamında da değildir. Tam aksine güç getirmemek anlamındadır. Yoksa Enfal için, Halepçe için, Hiroşima için ödüller verilirdi. Yani Erdoğan yıkmanın başarı ve üstünlük olduğuna dair korkunç bir duyguya sahiptir. Bu herhalde bir ülkeyi yönetmenin en utanç verici yanıdır ve komplekstir.”
‘BU REFERANDUM SEÇİMİNDE 7 HAZİRAN RUHU VAR’
AKP’nin Kürdistan’da kaybettiğini ve kendi yandaşlarına da tekçi bir tutumla yaklaştığını vurgulayan Gökkan, “Erdoğan Kürdistan'da direk kaybetmiştir. Dünya Emekçi Kadınlar Günü 8 Mart’ta ve Newroz Bayram'ında da bu net bir şekilde ortaya çıktı. CHP hayır diyecek, kaldı ki Feto sayesinde iktidara geçti e Fethullah'çılar da vermeyecek. MHP'nin çok ciddi bir oranı da 'hayır diyecek. Aslında 7 Haziran ruhu var bu referandumda da. Bir de AKP tarafından çok itibarsız bir propaganda yapılıyor. 7 Haziran ile 1 Kasım’a yani 5 aylık süreçte hiç bir icraat, hiç bir demokratik atılım olmaksızın sadece tehditler savurarak bir propaganda yapıldı. Ben tek başıma parlamentoda olmazsam barışı sürdüremiyorum, istikrar sağlanmıyorum gibi asılsız söylemler savurdu hep. Ama 1 Kasım'dan sonra parlamentoda tek olmasına rağmen, yetki eline geçmesine rağmen savaş en vahşi biçimiyle sürdürmüştür. Şimdi de aynı tehditleri yapıyor. Yanılmıyorsam AKP'li bir başkan yardımcısı 'evet' demez iseniz iç savaş çıkar demişti. Adamı görevden aldılar, bir sürü şey yaptılar. Ertesi gün Erdoğan'ın kendisi referandumda 'hayır' demek şerre razı olmak demektir dedi. Bununla aslında şu mesajı veriyor. Benim dışımda kimse tehdit yapamaz. Benim tehdidim önemlidir ama sizler yaptığınızda olmaz. Kendinizi benim yerime koyarak, benim söylediklerimi söyleyemezsiniz. Yani kendi içindeki, onunla yandaş olan, aynı fikre sahip olanlara bile söz hakkı tanımıyor" dedi.
‘CEZAEVLERİ BİRER NAZİ TOPLAMA KAMPINA DÖNÜŞTÜ’
Türkiye’deki cezaevlerinin birer Nazi toplama kampına dönüştüğüne dikkati çeken Gökkan, şunları kaydetti:
"Seçim gibi bir olguda kendi pankartı dışında hiçbir pankartı hazmedemeyen bir zihniyet demokrasiyi nasıl oluşturup yürütecek? Sen seçimde kimseye hak tanımıyorsun, konuşturmuyorsun, senin fotoğrafın dışında başka bir fotoğrafı hazmedemiyorsun. Bu kadar kendisine hasta, kendisine sevdalı, kendisini demokrasinin ve insan haklarının merkezi gören bir anlayışa bürünmüş. Yerle bir ettiği şehirlere bugün TOKİ temelleri atıyor. Kime sordun, kimlere danıştın, halk ne dedi, sana izin verdiler mi, sen bu konuda onlarla tartıştın mı? Bu kadar halkı yok sayan bir anlayışın referandumda başarılı olmanın şansı yok ki. Kürt halkı gelmiş geçmiş bütün seçim ve referandumların öncesinde tavrını netleştirip cevabı vermiş, oy gününde sadece tekniğe bırakmıştır. Bunda da aynı durum söz konusudur. Erdoğan bu referandumda 'hayır' oylarının yüksek olduğunu bildiği için bu baskıları arttırıyor. Yani dikkat edin, gözaltına alınmalar, tutuklamalara. Cezaevleri aslında Nazi toplama kaplarıdır adeta. Cezaevindeki toplamalar Nazi toplama kampıdır ve cezaevlerindeki uygulamalar da Nazi kampı uygulamalarıdır. Bu tabloların tamamı diktatörlüğün keyfiyetidir."
Cezaevlerindeki siyasi tutsakların sürdürdüğü açlık grevinin tarihi bir direniş olduğuna ve bu tarihi direnişin ölüm sınırına dayandığına vurgu yapan Gökkan “Bugün insanlar cezaevlerinde bedenini ölüme yatırıyor. Bu direniş aslında Nazi kamplarının uygulamalarına karşı çıkmaktır. Hiçbir düşünce, inanç, fikir oradaki zulmü kabul edemez. Düşünün ki dört duvar arasındasınız, yapılan saldırılar ve baskılar size bedeninizi ölüme yatırma dışında bir seçenek bırakmıyorsa bu artık gelinen son noktadır demektir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a yaklaşım biçimlerine baktıklarında, 18 yıldır hücrede tecrit hayatı yaşıyor. Daha dün onunla masaya oturmuşsun ama bugün ‘teröristtir’ diyorsun. Masaya oturduğun birine ‘teröristtir’ diyemezsin. Bu halk sen onunla masaya oturmadan bile bu kadar bağlı iken, sen onunla masaya oturduktan sonra, bu halk onu sana kabul ettirdikten sonra sen kalkıp ona terörist demeyi kabul ettiremezsin. Bu nedenle cezaevlerindeki direnişlerin tarihsel bir direniş olduğu, Nazi toplama kaplarına karşı çıkan bir direniş olduğu ve herkesin bu toplama kaplarında yaşanılanlara karşı çıkıp, hızlı bir şekilde direnişin 50. gününü aşan bu direnişin durdurmak için harekete geçmesi lazım. Uluslararası, ulusal tüm heyetler, insan hakları örgütleri, sivil toplum örgütleri, kadın- gençlik dinamikleri hızla bunun önüne geçmelidir. Aksi halde altından kalkılamayacak durumlar söz konusu olabilir" diye konuştu.
‘HALKLAR KRALİYETLERİ, SULTANLARI DEVİRMİŞTİR’
Hiçbir devletin tankı, topu, kimyasal silahları ile bir halkın gücüne karşı yetmediğini ve devletlerin kaybettiğini söyleyen Gökkan şöyle devam etti: “Tarihsel olarak ta bu güne kadar tüm rejim ve sistem değişikliklerini de halk yapmıştır. Halk kraliyetleri de sultanları da devirmiş, imparatorlukları da başbakanlıkları da devirmiştir. Yani bugünde kadar devlet hangi savunma tekniğini hazırlarsa hazırlasın, hiç bir şekilde halkın gücünün karşısında kalamamıştır ve devlet sistemleri şansını tümden yitirmiştir.”
'KÜRTLER NEWROZ'DA OYUNU AÇIKLADI'
Kürt halkının referandum cevabını Newroz’da Mehmet Tunc’un ‘Biz diz çökmedik, bizimle gurur duyun’ ve Komutan Çiyager’in ‘Sonuç ne olursa olsun, muhteşem olacak’ sözleriyle verdiğini belirten TJA Aktivisti Ayşe Gökkan, son olarak şunları söyledi:
"Kürdistan'da devletin de resmi olarak kabul ettiği PKK'nin 29'uncu olduğu 28 isyan yaşanmıştır. 28. isyanda direnişçiler dağlara çıkmıştır. Devlet girmiş kentlere sivillerin hepsini dere kenarlarında katletmiştir. Devletin resmi olarak Dêrsim'de kabul ettiği 40 bin insan var. Munzur kan akmıştır, Zilan kan akmıştır. O dönemlerde tüm evler insansız kalmıştır, insansız bırakılmıştır. Tarihte ilk kez Kürtler 29'uncu isyanda direnerek evsiz kalmışlardır. Öncelerinde evler insansız iken, bugün insanlar direnerek evsiz kalmışlardır. Direnişçisini içinden çıkarmış, kendi sokağında direnmeye başlamış bir isyandır bu aslında. Bu tarihte bir ilk tecrübedir Kürtler açısından ve bu tecrübenin oluşturduğu özgüven patlamasını da yaşayacaklar. Bunun işareti Kürtler Newroz'da çok iyi verdiler. İki söz Kürt halkına güç verdi. Birincisi 'Biz diz çökmedik, bizimle gurur duyun' dedi Cizre Aysel ve Mehmet Tunç ile ve ikincisi 'Ne olursa olsun sonuç muhteşem olacak' sözü yankılandı. Bu yüzden son sözü direnenler söyler ve direnenlerin söyledikleri sözler bir halkı örgütler. Bunca kazanımı elde etmiş Kürtler için bu referandumda da sonuç ne olursa olsun muhteşem olacaktır."